İran ve Taliban’ın ‘ahlak polisi’ Türkiye’de icraata başladı! 

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Türkiye’de ülkenin ve ekonominin geleceğine ilişkin sağlıklı bir tahmin yapılamazken, toplumsal hayatta öngörülen gelişmeler oluyor. Adım adım dönüştürülen Türkiye’de, artık sıradan bir eleştiri bile “kutsala hakaret” sayılabiliyor, giydiği bir kıyafet yüzünden insanlar görüldükleri yerde tacize ya da hakarete uğrayabiliyor.

Sosyolojide bazı değişim ve dönüşümler anlatılırken çarpıcı deneylerden söz edilir. Kurbağanın sıcak suya doğrudan bırakıldığında kaçmak için çabaladığını, ancak içine bırakıldığı soğuk su dolu kabın yavaş yavaş ısıtıldığında kaçmaya kalkışmadığı ve haşlanıp öldüğü söylenir.

Alman psikolog Friedrich Goltz’un 1869’da laboratuvarda yaptığı ve literatüre geçen bu deneyleri uzun yıllar, toplumsal değişimleri anlatanlar tarafından kullanıldı.

Türkiye’de son yıllarda toplum soğuk su kazanına atılmış kurbağa gibi. Değişim ve dönüşüm yavaş yavaş yapılıyor. Yaşanan olaylara tepkisizlik ya da sergilenen tepkiler çok dikkat çekici.

İslam toplumu oluşturma yolunda başkalarının özeline müdahale etmede önceliği kendilerine “tebliğci” denilenler aldı. Bunları kimi zaman sokaklarda, kimi zaman özel gün ve gecelerde, kimi zaman da eğlence merkezlerinde gördük.

Yılbaşı gecesini kutlamak isteyenlere kendilerince “emr-i bi’l-maruf” yapan bu tebliğciler, bu gecenin inanmayanlara ait olduğunu, kutlayanların nikahlarının düşeceğini anlattılar.

 

Kendilerine hiçbir tepki verilmediğini gören tebliğciler, artık bireysel hareket etmeyi bırakıp gruplar halinde her yerde olmaya başladı. İstiklal Caddesi’nde, Galata Kulesi’nde, Kadıköy’ün içkili mekanlarında…

Tebliğciler sonra da Anadolu’ya açıldılar. Akla gelebilecek her yerde oldular. Kendileri bu yaptıklarına “selamlaşma” adını verdi. Kimi zaman sert kayaya toslayıp fena halde terslenip kovuldukları olsa da esas itibariyle ciddi bir tepki görmediler.

 

Bu yapılanlar, kişilerin yaşam tarzlarına müdahale olarak mı değerlendirmeli yoksa tebliğcilerin ifade özgürlüğü olarak mı? Türkiye’de bu konu yıllardır tartışıldı. Kimi hukukçular, tebliğcilerin yaptıklarının Türk Ceza Yasası’nın 115. Maddesinde düzenlenmiş olan “yaşam tarzına ilişkin müdahale” suçu oluşturduğunu söyleseler de bu çağrılar, polisi ve yargıyı harekete geçirmeye yetmedi.

TEBLİĞCİLERİN YERİNİ BİREYSEL SALDIRGANLIKLAR ALMAYA BAŞLADI

Tebliğcilerin yaptıkları, ciddi bir toplumsal tepki oluşturmayınca bu kez ikinci aşamaya geçildi. Tebliğin yerini korkutma ve tehdit aldı. Kendisinin istediği gibi giyinmeyenlere yönelik sataşmalar her yerde görülür oldu.

Genç kızı savunmaya kalkan arkadaşına yönelik her türlü hakareti saydırdı. “Şerefsiz”, “gavat”, “pezevenk” gibi çirkin sözler ağzından çıkan sıradan sözlerdi. Kimse “Sus be adam!” demediği için inisiyatifi kendi eline alıp yanında tepkisiz bir şekilde oturan gence dürterek, “Sen ne biçim Müslümansın!” diye sataşıp kendine destek toplamaya kalktı.

Bu kıyafet tepkisinin eğitim versiyonu da yaşandı bu ülkede. Kocaeli Gebze Aleattin Kurt Anadolu Lisesi’nde kız öğrenciler, “açık” ve “uygunsuz” kıyafet giydiler diye mezuniyet balosuna alınmadı. “İçeri almayın!” emri sıradan vatandaştan değil, bizzat okul yönetimindendi. Okul Müdürü Ahmet Korkmaz, okulun kapısına jandarma dikti.

SAYGI DUYMAMAK İLE HAKARET ETMEK AYNI KEFEYE KONUYOR

Tepkisizlik ve vurdumduymazlık toplumun genel tavrı olmaya başladıkça kurbağanın içinde bulunduğu kazanın ateşi harlanmaya devam edildi. “Kutsala saygı duyacaksın!” diyenlerin sesi daha artmaya başladı.

Kimse kimsenin kutsalına saygı duymak zorunda değil. Kimse kimseden kendi kutsalına saygı duymasını isteyemez. Birinin başkasının kutsalına saygı duyması erdem kabul edilir. Ama bu saygı ondan istenemez.

Tabii ki saygı duymamak, başkasının kutsalına hakaret etme hakkı tanımaz. Ne var ki Müslümanlar, en küçük eleştiriyi bile hakaret sayıyor.

Bunu geçmişte Ramazan aylarında yaşardık. Özellikle dindarlığıyla öne çıkan kentlerde bu ayda sokakta bir şey yemek birileri tarafından cezalandırılması gereken toplumsal suç sayılıyordu.

Kimse kimsenin orucuna saygı göstermek zorunda değil. Bir şey yiyip içen kişi, gelip sana zorla yedirmeye çalışıyorsa bu saygısızlıktan öte suç kabul edilir. Yıllarca Anadolu’da oruç tutmayanlar, açlıklarını nerede gidereceklerinin hesabını yapmak zorunda kaldı.

Kendi kutsalına saygı peşinde koşan Müslümanlar, başka din mensuplarının kutsalını akıllarına bile getirmek istemedi. Müslümanın inançlarına saygı bekleyen kamu yönetimi, Kadıköy’deki Surp Takavor kilisesinin tepesine çıkıp haçın etrafında oynayanlara sesini çıkarmadı. Demokrat kesimden yükselen tepki sonucu üç kişi gözaltına alınıp üçüncü gün de serbest bırakıldılar.

KİŞİSEL İNFAZLAR DÖNEMİ

TikTok’ta, ilahileri kendi uydurduğu sözlerle alaycı bir şekilde söyleyip meşhur olan “İlahici Ali” diye tanıtan pespaye biri, sokaktaki “nehiy ani’l-münker” ekibinden birinin silahlı saldırısına uğradı.

Konya’da yaşayan ‘İlahici Ali’ lakaplı Ali Özdemir, sözde hayranları tarafından reklam amacıyla İstanbul’a çağrıldı. Allah’a, Hz. Muhammed’e hakaret ettiği gerekçesiyle ayağından kurşunlandı. Silahlı saldırgan, “Elazığlı Soner Abisinin selamını” getirdiğini belirterek yaptığı saldırganlığı, kameraya alıp yayınlamaktan da çekinmedi.

Ali Özdemir’i Esenler’de silahla yaralayan, olayın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen henüz yakalanamadı. Ali Özdemir denen şahsın kepazeliklerini elbette savunabilmek mümkün değil. Peki bu silahlı saldırı görüntüsünün altında saldırgana minnet duyduğunu belli eden binlerce yorumu nasıl değerlendirmeli?

Bu saldırının farklı bir örneği bu kez İstanbul Bağcılar’da yaşandı. Necaattin Camii’nde bir kişinin kapri ile namaz kıldığını gören Muhammet F.G. isimli şahıs, imam Dursun Kuru’dan müdahale etmesini istedi. İmam Allah’ın evine gelip ibadet edene müdahale edemeyeceğini söyleyince tartışma çıktı.

Namazını kılmadan öfkeyle dışarı çıkan şahıs, evine gidip ok ve yayını alıp caminin önüne gelip beklemeye başladı. Cemaatin dağılmasından sonra dışarı çıkan imamı hedef alarak yayı gerip oku gönderdi. Adamın elindeki oku fark eden imam son anda yana kaçmaya çalışsa da omzundan yara aldı.

KUTSALA SAYGIYI KAMU GÖREVLİLERİ TAKİP EDER OLDU

İmam Dursun Kuru olayında saldırı bir din görevlisine yapıldığı için İçişleri Bakanlığı harekete geçip saldırganı hemen yakalayıp gözaltına aldı. Ne var ki onun dışındaki olaylarda saldırganlar, kendilerini iktidarın koruması altında görüyorlar. Bundan dolayı da saldırı dozunu giderek daha fazla artırıyorlar.

Bu koruma sonunda bağnazlığı saldırganlığa dönüşmüş kesimler kendilerini İran’ın “Gasht-e Ersad” yani “Rehber Devriyeleri” gibi görmeye başladılar. Rehber Devriyeleri, İslami ahlak kurallarının uygulanıp uygulanmadığını kontrol ediyorlar ve ihlal ettiğini düşündüğü kişileri gözaltına alıyorlar. Ya da Afganistan’daki Taliban rejiminin Emr-i Bi’l-Maruf Bakanlığı mensupları gibi.

Bizde kendini ahlak polisi sananlar, kendi ölçülerine uymayanları henüz gözaltına almıyor. Belki daha o aşamaya gelmedik. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçen haftaki Cuma hutbesinde ifade ettiği Tesettür her şeyden önce Allah’ın bir emridir, kişisel bir tercih değildir ifadelerinden sonra ‘başını örtmek kişisel tercih değildir’ ifadesinden sonra başı açıklara müdahale döneminin de kapıları aralanmış oldu.

Sokaklar, kendilerini dinin koruyucusu sayan tiplerin hakimiyetine geçiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin