YORUM | Doç. MAHMUT AKPINAR
Mahsa Amini isimli 22 yaşındaki genç kızın ahlak polisi tarafından “başını tam örtmediği” gerekçesiyle tutuklanıp ailesine ölüsünün teslim edilmesi üzerine İran’da kadınların öncülüğünde protestolar başladı. Aradan bir ay geçmesine rağmen protestoların etkisi azalmadı; aksine ülkenin her yanına yayıldı. Bu defa eylemciler doğrudan rejimi ve sistemin kilit adamı dini lider Ali Hamaney’i hedef alıyor. Rejimin işi zor, zira 43 yıldır topluma ümit olamadı, refah, huzur, barış, birlikte yaşama umudu üretemedi.
Bir ideolojik devlet olan İran Anayasası’nda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndakilere benzer “ebediyyen değişmeyecek” maddeler var. Bunlardan birisi ‘İran’ın resmi dini İslam’, mezhebi ‘Caferilik’tir. İran’ın yeryüzündeki bütün Şiilere hami ve lider olma çalışması biraz da anayasalarında var olan bu ibarede saklı. Günümüz İran İslam Cumhuriyeti’nin sosyal yapısının temellerini oluşturan Şiilik, mezhep olarak bir örgütlülüğe, sınırları oturmuş bir dinî hiyerarşiye sahip. Şii toplumunda Şii müçtehitlere karşı dikkat çeken bir bağlılık ve itaat görülmektedir. Bir yönüyle Şii din adamları ile Şii toplum arasındaki ilişki Katolik dünyadaki ruhban sınıfını andırmaktadır.
İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinde ana sebeplerden birisi de Şiiliktir. Devrimin oluşum sürecinde Şiiliğin etkisi ve gücü yadsınamaz. Bu nedenle yeni İran rejiminde Şiilik devletin genetik kodlarında yer almış, dış politikasında çok önemli bir yönlendirici oldu. Orta Doğu’da olup biteni doğru anlayabilmek, İran’ı sağlıklı çözümleyebilmek için Şiilik faktörünün mutlaka dikkate alınması gerekir. İran Devrimin ilk yıllarında Humeyni Şiilik’ten çok İslam’a vurgu yaptı. Ancak daha sonra İran “İslam” ortak paydasından uzaklaşarak Şii politikalara yöneldi. İran İslam Devrimi ile Şiilik’ten öte “ümmet” bilincinin öne çıkacağını düşünenler hayal kırıklığına uğradı. Maalesef İran’ın Şiilik merkezli politikaları ve söylemleri Müslümanlar arasında ümmet bilincini geliştirmediği gibi katı bir Sünni bloğun oluşmasına neden oldu. Netice olarak Müslümanlar daha fazla mezhebi ayrışmaya savruldu.
İran’da Şiileştirme
Şii hanedanların en güçlüsü Büveyhi Hanedanlığı (945-1055) döneminde dahi Şiilik İran’da azınlığın inancı olmuştu. Şiilik Safeviler döneminde (16. yy) resmi dini mezhep olarak kabul edilmiş ve devlet baskısıyla yayılmıştı. Safevi Şahları Irak’tan ve Lübnan’dan Şii Alimleri İran’a davet etmiş, onlara dini eğitim merkezleri açtırmışlardı. Böylece İran’da felsefi bir okul ortaya çıkmış, Şii teolojinin ana kaynakları telif edilmişti. Safeviler zamanında (1501-1736) bölge nüfusunun büyük bölümü Şiîleşmiş, Kaçarlar döneminde (1785-1925) Şiileştirme hızla devam etmişti. Şah İsmail’in davetiyle İran’a gelen Şii âlimlerin İran’daki mezhebi dönüşüme etkisi büyük olmuştu. Bu süreçte Farisiler yanında yerleşik Sünni Türkler ve göçebe Türkmenler de Şiileşmişti. Türkler Gaznelilerden Selçuklulara, Safevilere, Kaçarlara kadar İran’da yaklaşık 1000 yıl egemen olmuşlardı. İran’da devlet yönetimi 1925 yılında Fars bir hanedana, Pehlevilere geçmişti. Bütün bu dönemlerde Türkler İran dil ve kültürüne müdahale etmemişler, aksine İran dilinin, kültürünün, sanatının yayılmasına büyük katkıda bulunmuşlardı.
Üçüncü dünyacılık İran İslam Devriminin değişmez değerlerinden birisiydi. İran devrimi Müslüman olmayan devrimci hareketleri (Sandinista gerillaları, Güney Afrika’daki ANC, İRA vb) destekledi. Ama Afgan mücahitleri gibi muhafazakâr İslami hareketlere önem vermedi. Diğer devrimci hareketlerle dayanışması İslam kardeşliğinin önüne geçti. Bu durum İran’ı diğer İslami hareketlerden ayıran önemli bir noktadır. Şii ideologların gözünde Şii topluluğu Marx’ın proleteryası gibi bütün insanların kurtuluşunu gerçekleştirecek özel bir gruptur. Şiilik düşüncede ve pratikte dünya İslam devriminin öncüsüdür. Ne var ki İran İslam Devriminin söylemleri daha ziyade Şiilere yöneliktir. İran devrimi en çok yabancı Şii topluluklar arasında yankı bulmuştur. Sünni ama dil açısında Farsça konuşan kesimler İran’ın özel herhangi bir desteğine tabi değillerdir. Bu da İran’ın İslam değil daha çok Şiilik üzerinden politikalar geliştirdiğini veya Şiiler dışında kabul görmediğini ortaya koymaktadır.
İran dış politikasında Şiilik
1979 İslam Devriminden sonra İran dış politikada bir arayış içinde olmuştur. Batı’dan kopan İran, önceleri devrim ihracı stratejisiyle bölgesel lider olabilmek için Basra Körfezi ve Orta Doğu’ya yöneldi. Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde uluslararası sisteme uyum sağlamak, ABD ve Batıyla ilişkilerini revize etmek için çalıştı ise de Ahmedinejad döneminde ilişkiler tekrar krize girdi ve doğu ekseni İran dış politikasının önceliği oldu. İran dış politikasındaki gelgitler 1990 sonrası değişen dünyayla yakından ilgilidir. İki kutuplu sistemin sona ermesinden sonra uluslararası sistem dinamik ve çok boyutlu hale gelmiştir. Bu da İran’ı dış politikada yeni stratejilere, arayışlara yöneltmiştir. İran politikalarında nükleer enerji programı ve İsrail karşıtı siyaset süreklilik göstermekte ve öne çıkmaktadır. İran’ın bir başka temel politikası ise “bölgesel aktör ve lider” olma hedefidir. Humeyni’den bu yana İran’ı Ortadoğu’da bölgesel güç yapmak bütün liderlerin hedefidir. İran bu hedefine ulaşmak için devrimi müteakip İslamcılığı ve devrim ihracını öne çıkarmış ise de son dönemlerde etno-dinsel (Şii) kimliğini kullanmaktadır. Şii jeopolitiği İran’a bölgede büyük bir manevra alanı açmaktadır. Ayrıca İran’ın Şii jeopolitiğini kullanmasını sağlayacak kurumları vardır. Kum kentinin dini ve felsefi bir merkez olması ve Şii din adamı yetiştirme özelliği İran’a bu imkânı sağlamaktadır. Kum Irak’taki kadim Şii eğitim merkezi olan Necef’in önüne geçmiştir. İran’ın önemli güçlerinden birisi de Devrim Muhafızları ordusudur. Devrim Muhafızları Ordusu’nun Irak’taki etkinliğinden sonra Suriye’de bizzat savaşması, Yemende stratejik taktik rehberlik yapması Şii jeopolitiğini tesis etmeye, İran’ın bölgesel liderliğini pekiştirmeye ve genişletmeye yöneliktir.
İran, Ortadoğu’da dini (Şiiliği) temel alan bir dış politika yürütmekte ve dış politikada pragmatizmi benimsemektedir. İran’ın Avrasya ve Kafkaslar özelinde Müslüman devletlere karşı Müslüman olmayan devletlerle işbirliği yapması bu pragmatizmin en net göstergesidir. Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan Türklerinin çoğu 12 İmam Şii’si olmasına rağmen Ermenilerin tarafında yer almaktadır. Ortadoğu’da ise Şii eksenini kullanan bir İran söz konusudur. Bu farklılıklar İran’ın gerçekte ulusal çıkarını öncelediğini göstermektedir. Bazı uzmanlara göre İran’ın politikalarında din sadece retorikten ibarettir. İran dış politikasında dini söylemleri, figürleri yoğun şekilde kullanmaktadır zira Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına yayılmak istemektedir. Bunun ise ancak din yoluyla olabileceğini düşünmektedir. İran dinin dışındaki söylemlerle Arap dünyasında direnç göreceğini çok iyi bilmektedir. İran, dini dış politikasında bir meşruiyet, güvenlik ve yayılma aracı olarak kullanmaktadır. İran’ın dış politikada kullandığı dini söylem ulusal çıkar temellidir. İran dini söylemini stratejik hesaplar uğruna rahatlıkla terk edebilmekte, ulusal çıkarları söz konusu olduğunda çağdaş diplomasinin bütün gereklerini uygulamaktadır. İran İslam Devrimi Şiiler ve Sünniler arasındaki uçurumu iyice derinleştirmiştir.
Şii anlayışında var olan takiyye ve kitman anlayışı İran dış politikasına da etki etmiştir. Tehditler karşısında Şiilerin varlığını sürdürmesi için ortaya çıkmış kitman (gizlenme) ve takiyye (gerçek niyetin farklı şekilde yansıtılması) dini hayat yanında siyasi, ekonomik hayatı ve sosyal faaliyetleri de etkilemektedir. Takiyye Şiiler için gaip imam ortaya çıkana kadar bir gerekliliktir. Cafer Es Sadık’ın “takiyye benim ve atalarımın dinidir, takiyyeye uymayanın dini yoktur” şeklinde sözü rivayet edilir ve bütün Şiiler buna itibar ederler. Şii anlayışa göre takiyyeden vazgeçmek namazı bırakmak gibidir. Şiiler takiyyeyi canını malını korumak için başvurulan bir yöntem olarak görseler de Sünniler tarafından takiyye “yalancılık”, “ikiyüzlülük” olarak anlaşılmaktadır. 1979 İran İslam devriminden sonra İran dış politikasının temel ilkelerinden birisi takiyye olmuştur. İran bir yandan ABD’ye “Büyük Şeytan” derken öte taraftan onunla işbirliği içine girebilmiş, kapalı kapılar ardında anlaşmalar yapabilmiştir. Kitman ve takiyye gerektiğinde verilen sözün tutulmayabileceğine dair bir anlayışı da içine almaktadır. Takiyye anlayışı bütün Şii toplumlarda ve İran’da yaygındır. Bu anlayış tabi olarak devlet adamlarını, diplomatları da bağlamaktadır. Bu yönüyle İran’la ilişki içinde olan yabancı devlet adamları ve diplomatlar İran söz ve vaatlerinin esnekliği ve değişkenliği noktasında çoğu zaman hayrete düşmektedirler. İran’la yapılan anlaşmaların ve mutabakatlarda eğer sağlam ve ayrıntılı bir metin söz konusu değilse inkisara uğramak her zaman mümkün olabilmektedir. Ayrıca takiyye geleneğinden dolayı İran’ın ve Şii devlet adamlarının diplomatların verdiği tepkilerin ne derece gerçek ne derece suni olduğunu kestirmek kolay değildir. Takiyye geleneği İran diplomasisine önemli bir esneklik ve manevra kabiliyeti kazandırmanın yanında güvensizlik de oluşturmaktadır.
Ortadoğu’da İran’ın hedeflerinin gerçekleşmesi şiddet ve ayaklanmadan öte demokratik sürecin çözülmesine bağlıdır. Kendi ülkesinde reform hareketlerinin bastırılmasını savunan İranlı din adamları ve liderler Şiilerin işine yarayacağı için (başlarda) Irak’ta demokratik çoğulculuğu savunmuştur. İranlı teokratlar Irak’ta kendi çıkarlarını korumanın en iyi yolunun güçlü eyaletler ve zayıf federal bir yapıyla olacağını düşünmüş ve bu seçeneği desteklemiştir. Gelinen noktada İran, Irak’ta planladığı hedeflere ulaşmış görünmektedir. Müttefiki Esad yönetimindeki Suriye’de demokratikleşme süreçlerine karşı çıkan, çoğunluğun taleplerini yok sayan İran Yemen’de, Suudi Arabistan’da, Bahreyn’de ve Körfez ülkelerinde Şii azınlıklara yarayacağı için pekâlâ demokrasi ve çoğulcu yönetimleri isteyebilmektedir.
İran’ın dış siyaseti Lübnan, Irak, Körfez ülkeleri gibi Arap Şiilere ve Afganistan’da Farsça konuşan Şiilere, Pakistanlı, kısmen de Hindistanlı Şiilere dayanmaktadır. İran’ın Şii politikaları öncelikle Basra körfezinde İran dışında yaşayan Şiileri hedeflemektedir. İran vesayetini reddeden Azeri milliyetçiliği nedeniyle İran Şiiliğinin etkisi Azerbaycan’da da sınırlı kalmıştır.
Bütün İdeolojik devletler gibi Şii İslamcı yoruma dayalı ideolojik bir devlet olan İran da huzur, barış, refah, adalet üretemez. Çünkü ideolojik devletler her kişiye/olaya ideoloji çerçevesinden bakar. Oysa kişilerin dini, inançları olsa da, devletin dini adalet olmalıdır. Adaleti esas almayan ideolojik devletler zaman içinde halkı baskıyla kontrol eden zulüm aygıtlarına dönüşüyor. İran’daki problem de ideolojik devletten kaynaklanıyor. Er veya geç adaletsiz ve ideolojik devletler yıkılır ama gücü, otoriteyi merkezileştirdiği için yıkılmadan önce çok kan akıtır. Eğer Mahsa Amini ile birlikte başlayan olaylar durulmazsa olayların daha da kanlı hale geleceğini söylemek kehanet olmaz.
İslamcılık (Islamism) izmler çağında dinin ideolojileştirilmiş halidir. Devleti hedefleyen, toplumun devlet marifetiyle düzeleceğine, değişeceğine inanan bir ideolojidir. Diğer ideolojiler gibi baskıcıdır, totolojiktir, sloganiktir, ötekileştiricidir, dönüştürücüdür. Bir mümin insanların dünya ve ahiret saadeti, selam (barış) için didinir, ama kimsenin iradesini yok etmeye çalışmaz, anlatmakla yetinir. İslamcı ise devleti ve gücü ele geçirip toplumu toptan değiştirmeyi hedefler. Sünni veya Şii versiyonuyla İslamcılık din soslu ideolojidir. Diğer ideolojilerden daha zararlıdır, çünkü içine inanç, adanmışlık, kutsallık da katılmıştır. (Bakınız, ideoloji ve adalet: https://www.tr724.com/ideoloji-ve-adalet/ )
Kaynak: “Yükselen Şiilik veya İran’ın emperyal Şehveti” Mahmut Akpınar, Ortadoğu’da Devlet Altı Gruplar, 2015