YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN
Bu yazı dizisine başlarken verilen ayet-i kerimede, Allah (cc) üç vasfı taşıyan insanları methetmektedir: “Onlar (öyle kimselerdir) ki,Rabbilerinin çağrısına icabet eder ve namazı dosdoğru kılarlar; onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir; kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infakta bulunurlar.” (Şûrâ, 42/38) Ayette methedilen üç vasıf; Namazı dosdoğru kılmak, işlerinde şûrâ ile hareket etmek ve infak etmektir.
Şura namaz ve infak ile aynı çizgide ele alınmıştır. Hocaefendi buradan hareketle şûrâ’nın hayati önemini ifade eden şu tesbitleri yapmışlardır;
- Şûrâyı önemsemeyen bir toplum tam mü’min sayılamayacağı gibi, onu uygulamayan bir cemaat de, kâmil mânâda Müslüman kabul edilmemiştir.
- Bugüne kadar şûrâyı görmemezlikten gelen veya gözardı eden hiçbir toplum iflah olmamıştır.
- Ümmetin kurtuluş ve geleceğe yürümesi meşverete bağlıdır.
Üstad Hazretleri de şûrânın önemini ifade eden şu tespitlerde bulunmuşlardır;
- Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.
- Asya’nın en geri kalmasının önemli bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.
- Haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verir.
- Beşerin hayat-ı içtimaiyesi imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, hadsiz düşmanları ile başedebilir ve nihayetsiz hâcetlerini temin edebilir.
Üstad Hazretlerinin buyurduğu üzere hayırlı işlerin muzır manileri pek çok olur…
Şeytan bu ehemmiyetine binaen şûrâ’nın yapılmaması adına her türlü yola başvurmakta ve her türlü oyununu oynamaktadır. Namaz ve infak etmeye engel olmak için ne kadar uğraşıyorsa, o seviyede hakiki istişarelerin önünü almak için de o kadar uğraşmakta ve önden, arkadan, sağdan, soldan, üstten ve alttan her yönde gelmek süretiyle bunu yapmaktadır.
Ayet-i kerimeden, namazı dosdoğru kılan ve infak edebilen insanların hakiki şûrâyı daha doğru yapabilecekleri gibi bir mana da çıkarılabilir. İradelerinin hakkını vererek, namaz ve infak gibi ubudiyetlerle nefislerini terbiye ederek Allah’a hakiki kul olabilen insanlar, hakiki şûrâyı gerçekleştirme iradesini de gösterebileceklerdir.
Böyle bir kıvama ulaşmadaki zorluk bizleri ümitsizliğe de sevk etmemelidir. Bizler bu ideale ulaşmak için sürekli bir cehd ve gayret içerisinde olmalı, esbabına riayet etmeli ve Allah’tan da (cc) bizim iradelerimizle ulaşamayacağımız bu seviyeyi veya böyle bir seviyenin neticesi olabilecek hakiki şûrâları lütfetmesini istemeliyiz. Hocaefendi’nin ifadesiyle söylersek: “Onlar ellerinden geleni ve güçlerinin yettiğini eda edince, Allah Teâlâ yapılanların küçüklüğüne ve vesilelerin ehemmiyetsizliğine bakmaz; O, kendi nâmütenahî kudret, irade ve meşietiyle Ulûhiyetine yakışır şekilde mukabelede bulunur.”
Üstad Hazretleri hakiki şûrâların ihlas ve tesanüdü netice vereceğini söylemişlerdir. Bu böyle olduğu gibi ihlas ve uhuvvetteki muvaffakiyetler de hakiki şuraları netice verecektir. Bediüzzaman Hazretleri, ihlas ve uhuvvet risalelerinde çok enfes bir şekilde meseleleri ele almış, problemlerimizin çözümü adına aklı ve kalbi ikna edecek ve nefislerimizi de inkıyad etme zorunda bırakacak şekilde çözümler ortaya koymuşlardır. Bu ehemmiyetine binaen ihlas risalesinin onbeş günde bir ve uhuvvet risalesinin de benzer şekilde sık sık okunması tavsiyesinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla, hakiki şûrâların yapılabilmesi adına ihlas ve uhuvvet düsturlarının hayata geçirilmesi çok büyük öneme sahiptir.
Tarafgirlik, inat ve haset…
Uhuvvet risalesine şu cümle ile başlanılmıştır: “Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet’çe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.” Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren üç temel hastalığa dikkat çekilmektedir; tarafgirlik ve inat ve haset. Bu hastalıkların ne kadar büyük zararlara yol açtığını hizmet hareketi mensupları yaşanan süreçte yaşayarak çok ileri seviyede görmüşlerdir.
Bu hastalıklar bir taraftan alem-i islam çapında gerçek şûrâların yapılmamasına sebebiyet verirken, diğer taraftan da hizmet hareketi içerisinde de istişarelerin tam anlamıyla tatbik edilemeyişinin nedenlerinden olmuşlardır. Bu hususu “Hizmet erlerinde tarafgîrlik, adam kayırma ve ekipçilik var mı?” yazılarında ele almıştık.
Baştakilerle daha ziyade saygı ve sadakat temeline dayanan bir ilişki geliştirenler yapılan edilenlere eleştirel bir gözle bakamazlar…
Hocaefendi bu hususta toplum genelinden hareketle “Hayırlı Bir Danışmanın Özellikleri” adlı Kırık Testi’de şu tesbitleri yapmaktadırlar: “Öte yandan liyakatli bile olsalar idarecilerle aynı duygu ve düşünceyi paylaşan insanların onların yanlışları mevzuunda farklı tavır takınmaları ve doğruyu göstermede cesurca davranmaları çok zordur. Onlar baştakilerle daha ziyade saygı ve sadakat temeline dayanan bir ilişki geliştirdiklerinden ötürü, yapılan edilenlere eleştirel bir gözle bakamazlar. Onların maaşla iş yapmaları, bulundukları pozisyonu korumaya çalışmaları ve hatta gözlerini sürekli daha yüksek makamlara dikmeleri de onların fikirlerini özgürce dile getirmelerinin önünde önemli bir engeldir. Yarınları adına değişik hesaplarla hareket eden insanların, mesela milletvekili olacağı günü bekleyen bir danışmanın veya bakanlığa gözünü diken bir milletvekilinin üstlerine karşı hakikati dile getirebilmesi gerçekten çok zordur. Onlar gördükleri hatalar karşısında ciddi bir tavır ortaya koyamaz ve bunları engelleyemezler.”
Bu problemin üstesinden gelinebilmesi için de şu tavsiyede bulunmaktadırlar: “Bu açıdan idarecilerin sadece çevresindeki danışman ve yardımcılarla yetinmemesi, ülkesini seven ve hâdiselere bütüncül bir nazarla bakabilen farklı siyasi görüş ve düşüncedeki insanların fikirlerinden de istifade etmeleri gerekir. Çünkü bu tür insanlar, idarecilere yaranmaya çalışmayacak, parti çıkarlarına takılmayacak, bilakis ülke menfaatlerini esas alacaklardır. Evet, ülke insanını alâkadar eden önemli adımlar atılmadan önce meselelere objektif bakabilen insanların mülâhaza ve mütalaalarının alınması çok önemlidir.”
Hocaefendi genel ile ilgili meseleyi bu şekilde ifade ettikten sonra bu tesbit edilen ilkelerin hizmet hareketi insanları için de geçerli olduğunu ifade etmektedirler: “Dolayısıyla bu ilkelerin, Allah yolunda hizmet eden insanlar açısından da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar hizmet gönüllüleri arasında devlet yönetimindekine benzer bir mabeyn-i hümayun bulunmasa da, bazı kimseler yönetici olarak bulundukları makam ve konumlarında kendilerine göre buna benzer yapılar kurmuş, insanlarla aralarına bir kısım perde ve engeller koymuş, böylece hem kendilerinin hem de başkalarının sürekli hüsuf ve küsuf (ay ve güneş tutulması) yaşamasına sebebiyet vermiş olabilirler.
Çünkü bu durumda hiçbir şeyi açık ve net olarak göremezler. Beraber hizmet etme durumunda oldukları insanlar da rahat bir şekilde onlara ulaşamaz ve dertlerini anlatamazlar. Hâlbuki onlara düşen vazife, her zaman herkese karşı açık durmak ve her meselelerini ehliyle istişare etmektir.”
Saygı veya sadakat temeline dayanan ilişkiler….
Herhalde bu yazıda Hocaefendi ilişkileriniz saygı ve sadakat temelli olmasın dememektedirler. Fakat, bu tarz ilişkilerin istişarelerde kararlar alınırken hakperest olunmasına, fikirlerin rahatça dillendirilmesine, haksızlıklar karşısında hakkın müdafasına engel olacak bir seviyede olmaması gerektiğine vurgu yapılmaktadır diye düşünüyorum.
Bu bazen de gruba/ekipe/takıma… saygı ve sadakat şeklinde de ortaya çıkabilir. Saygı ve sadakatin ifrat bir seviyede olması istişarelerin sağlıklı yapılmasının önünde önemli problem haline gelebilmektedir.
Daha önce de yer yer ifade edildiği gibi amirlere/büyüklere/imamlara olan saygımız doğruyu ifade etmemize, hakkın ve hakikâtin müdafi olabilmemize, yapılan yanlışlar, haksızlıklar ve bireylere/kurumlara/hizmetlere/değerlere verilen zararlar karşısında durmamıza engel olmamalıdır.
Benzer şekilde amirlere/büyüklere/imamlara/grublara/ekiplere veya tarafgir olduğumuz ve aidiyet hissetiğimiz şeylere karşı sadakatimiz de bir probleme dönüşebilmektedir. Asıl sadakat maddi ve manevi değerlere, prensiplere, haklara ve hakikatlere… karşı olmalıdır. Eğer yanlış yolda kullanılan sadakat her türlü haksızlığa baş kaldırmaya, zalim karşısında dilsiz şeytan olmamaya, hakkın davasını ikame etmeye, mazlumun ve mağdurun yanında bulunmaya, hakkı ve hakikatleri her ortamda uslubuna riayet ederek dillendirmelere engel oluyorsa, bu artık büyük zararları netice verecek bir tehlikeye dönüşmüş demektir.
İnşaAllah bir sonraki yazıda İngilizce’de “comfort zone” olarak geçen, Türkçe’ye de konfor bölgesi veya rahat bölgesi olarak tercüme edilen konforlardan vazgeçmenin zorluğu konusu üzerinde durarak mevzuyu açmaya çalışalım…