İnsanlar olayları öznel bir gözle ve inanç penceresinden değerlendiremez mi?

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

İlahi bir adaletin, bir “karma”nın olduğuna inanıyorum şahsen…

Buna bir örnek olarak da (sosyal medyada) Çin’deki yaşananları göstermiştim:

-Birilerinin kitabına/Kuran’a hastalık diyorsun, “Corona” ile sınanıyorsun,

-İnançlarına, varlığına hastalık deyip tecrit ediyorsun: hem ülkendeki hem dünyadaki halkın karantinaya maruz kalıyor.

Böyle uzar gider… Demem o ki kimseyi kırma, “Kırdığın yerden kırılırsın.

Kırdığın yerden kırılırsın.” Sözü artık bir darbı mesel haline gelmiştir. Ve açıklarken insanlar bazen “Evlâ leke fe evlâ” diye geçen bir ayete (Kıyamet 33-34) göndermede de bulunmaktadırlar. Yani: “Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!” denecektir.

Bunu ifade ederken de bütün hadiseleri hikmet nazarı ile değerlendirme ve dersler çıkarma, böylelikle hep başkalarına karşı iyi birer insanlar olma, böylelikle diğer insanlara karşı hep iyi olmaya çalışmayı kendime telkin etme düşüncem vardı, online bir günlük olarak gördüğüm şahsi Twitter hesabıma…

İLAHİ ADALET…

İslam inancında buna Adl-i İlahi (İlahi Adalet) denir. Yani dünyada bir başkasına kötülük yapanların hem bu dünyada hem de öbür dünyada bir karşılığını göreceği inanışı… (“Başımıza gelenler kendi yaptıklarımızdan dolayıdır.” (42/30, 4/78-79 42) “Başınıza gelen her kötülük (musibet), kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şura/30)

Konuyla ilgili günümüzde tartışılan bir başka kavram da Butterfly Effect (Kelebek etkisi). Bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesini iddia eden bu görüş, Edward N. Lorenz’in Kaos Teorisi ile de ilgili olup bu teoriyi açıklamak için de şu meşhur örnek verilir: “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.” Yani dünyadaki her bir hareketin bir sebep sonuç ilişkisi vardır ve yansıması çok farklı şekillerde olabilir.  Özellikle de bir yerde oluşturulan bir kaos durdulmadığında büyüyerek artacak ve başka şekilde dalga dalga yayılabilecektir…

Uzakdoğu dinlerinde de (Hinduizm, Budizm ve Caynizm gibi) bunun karşılığı “Karma inancı”dır diyebiliriz. Sanskritçe bir kelime “Karma” ve “hareket, fiil” anlamında… Bir “sebep-sonuç kanunu” olarak bilinen “Karma inancı”na göre; “bir insan geçmişte ne yapmışsa, gelecekte onu görecektir”… İyiden iyi, kötüden kötü çıkacak olup insanın bugünkü durumu da geçmişinin bir sonucudur. Özetle “Karma”; “hem fiziksel hem de zihinsel her türlü eylemin sonuçlarının kaçınılmaz olduğu; düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının, bizi bu yaşamımızda ya da sonraki yaşamımızda etkileyeceği” inancı…

DÖNGÜ…

Değerli gazeteci Bülent Keneş de “karma”ya dair göndermem üzerine Çin felsefesindeki “dynastic circle” kavramını hatırlatmıştı…  Nitekim Çin coğrafyasındaki hanedanlıkların/devletlerin ortaya çıkış, büyüme ve yıkılma döngüsü (erdemlilerin ortaya çıkması- kuruluş- gelişme- kokuşma/ çürüme- ilahi gazap/ çöküş gibi) bu düşünce ile açıklanmaktadır…

“İnsanları kırmamak/kötü davranmamak gerektiği, aksi taktirde bunun hem bireysel hem de kitlesel yansımalarının olabileceğini” ifade babından paylaşımım üzerine, kendisi de bu dönemin mağdurlarından değerli akademisyen Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman hocadan bir dizi hatırlatmalar gelmişti. Kendisi özetle “Şahsilik” ilkesine bir hatırlatmada bulunarak, birilerinin işlediği suçun genele teşmil edilemeyeceğini, birisinin suçundan diğerlerinin sorumlu tutulamayacağını ifade etmekte idi…

Bu zaviyeden sonuna kadar hak verilecek hususlar. Nitekim hem beşerî hem de ilahi hukuk sistemlerinde “kimsenin başkasının günahını/ suçunu yüklenemeyeceği, suçlarda şahsilik ilkesinin olduğu” vakidir.

Fakat kötülüklerin ve zulümlerin kitlesel bir hale geldiği, kimi zaman sessiz kalarak, kimi zamanlarda açıktan destek olmakla bu kötülüğün sürdürülmesine katkıda bulunan herkes işlenen kötülüğün suç ortakları haline gelebilmektedirler…

Biz bunu yakın tarihte Hitler Almanya’sı döneminde yaşananlarda gördük; yazılan kitaplar ve gösterilen belgeseller aracı ile… Kötülüğü eliyle, hiç olmazsa diliyle düzeltmesi gerekenlerin buna kayıtsız kalması ile kötülüğün nasıl büyüyüp kök saldığını, buna diğer dünya ülkelerinin de nasıl seyirci olduğunu, sonrasında da bu ateşin kontrolden çıkarak bir “Kelebek Etkisi ile nasıl her yerde hissedildiğini gördük. (Bu noktada Ali Dinçer’in TR724 Haber sitesindeki Tayyip Erdoğan ile Adolf Hitler arasındaki farklar başlıklı orijinal yazısını okumanızı tavsiye ederim… Ayrıca İsveçli gazeteci Stig Dagerman’ın “Alman Sonbaharı” kitabını da mutlaka okuyunuz derim. 2. Dünya savaşı sonrası Almanya’ya haber amaçlı giden İsveçli gazetecinin Almanya halkının yaşadığı dramı resmetmesi insanın yüreğini burkuyor… Ama yakılan ateşin dönüp insanların kendisini de bulmasını tasvir noktasında bulunmaz bir eser.)

ÜLKEYE GELİNCE…

Ülkemizde de histerik bazı dönemlerde bazı gruplara ve insanlara (Ermeniler, Rumlar, Kürtler vs) kötülükler yapıldığında, halk olarak buna mâni olunmadığında ülke olarak ne gibi geri tepmelerin yaşandığını kronolojik sıralamaya bakarak görebilirsiniz.

Nihayetinde, günümüz Erdoğan Rejimi döneminde de benzer süreçler yaşıyoruz. M. Efe Çaman gibi binlerce akademisyen, bizim gibi binlerce hukukçu ve yargı mensubu, toplamda sayıları milyona varan insan işinden, ekmeğinden hatta yurdundan edildi… Bazısı da canından oldu.

Yaklaşık 5 yıldır sürmekte olan bu baskı ve zulüm süreci bütün bir ülkenin olduğu kadar bütün dünyanın gözü önünde yaşandı ve yaşanmaya da devam etmekte… En çok bel bağlanılan BM, AB, AİHM gibi kurumlar ve Batı dünyası gerekli tepkileri göstermedi. Suriye savaşında da benzer durum yaşanmıştı. Şimdi de Avrupa ve Batı dünyası kitlesel göçler, mülteci akınları ile uğraşmakta ve bu noktada Erdoğan’ın şantajlarına boyun eğmekteler…

Ülke içinde de Erdoğan Rejimi mütemadiyen halktan “Başta Gülen Cemaati ve Kürtler” olmak üzere bazı kesimlere zulmetme, “onlara bir tas suyu bile çok görme” vaatleri ile oy istedi ve halkın ekseri de bu vaatleri “satın aldı”, pirim verdi ve oyunu da verdi, vermeye de devam ediyor…

Evet, ülkenin yarısı bu zulmün işlemesi yönünde oy verirken diğer yarısı da çeşitli bahaneler ve gerekçelerle buna sessiz kalmayı tercih etti… Bu kötülük fasit dairesi ile bu günlere kadar gelindi. Bu çılgın gidişin nerelere varacağı, nelere evrileceği ise öngörülemiyor artık… Ama çeşitli inanç sistemlerinin ortak inancı bunun bir geri dönüşünün olabileceği…

ÇİN VE UYGURLULAR

Halkımızın umumen duyarsız kaldığı bir başka yer de Çin’deki Uygurluların durumu…

Çin’den borç paralar alan Erdoğan yönetimi, bu sus payına binaen yaşanan insanlık dramına sessiz kalıyorlar. Kitleler de bu minvalde hareket ediyor.

Milyarlık nüfuslu Çin’de milyonlarca Uygurluya yapılan zulümler Hitler Almanya’sının Yahudi Kamplarını aratmayacak türden! Duyarlı insanlar, dünyanın öbür ucunda bile olsalar duydular, tepki verdiler. Milyarlık Çin’de ise bir ses, “İnsanları sırf inançlarından, etnik kimliklerinden dolayı neden bir hastalık muamelesine tabi tutuyorsunuz” şeklinde bir itiraz bile duyamıyoruz. Sosyal medyaya yansıyan görüntülerden bu zulme ortak olan halk kitleleri görüntülerine rastlıyoruz.

Binlerce yıllık Karma felsefesi ile, Budizm’in ve Konfüçyüs’ün barışçıl düşüncesi ile yoğrulmuş Çin halkının şu son geldiği nokta çok şaşırtıcı… Bir anda bir noktaya gelmez halklar… evrile evrile…

Bir asra yakın zamandır süren Maoist düşünce ile yeni baştan formatlanmış Çinli halkın yiyecek kültürüne kadar her şeyi metamorfoz geçirmiş durumda… Bir zamanlar inanç olarak veganlığın, vejeteryanlığın esas olduğu yerde şimdi hareket eden her şeyi yeme noktasına gelindi. Patlak veren virüs salgını da sanırım yine bulunla ilintili…

UMUMİ MUSİBET

Bütün kutsal kitaplarda yoldan çıkan, zulümlere teşne olan bir takım toplulukların toptan helakinden ya da topluca bir belaya maruz kalmasından bahsedilir ve kıssalarla örneklendirilir… İçlerinde bana en çarpıcı gelenlerden birisi de Lut Kavmi’dir. Rivayetlere göre başkalarının ırzlarına, namuslarına sınırsız bir şekilde musallat olan kimseler o toplumda bir avuç kimse idi. Halkın diğer kısmı ise dindar ve kendi halinde olmakla birlikte içlerinde yaşanan bu zulme kayıtsız kalmayı tercih etmişti. Son bir sınama olarak insan suretinde melekler gönderildiğinde onlara da aynı grup saldırmış ve kötülük yapmak istemiş ama kimse de kılını kıpırdatmamıştı. Öyle ki bu acziyet hali Peygamber Hz. Lut’a: “Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim!” bile dedirtmiştir. (Bkz, Hud Suresi 80 vd)

Rivayet odur ki, sonrasında felaket geldiğinde ve o şehir ahalisinin (Hz.Lut’un çevresindekiler hariç) tamamı helak olduğu gece binlerce insan gece namazı için kalkmışlardı. Ama onların bu şahsi ibadeti onları bu umumi felaketten kurtarmaya yetmemişti…

Bu noktada sıkça dillendirilen bir soru var: Musibet geldiğinde neden umuma geliyor da sadece ilgili zalimleri bulmuyor? Bu konuda en detaylı bilgi ve yorumlarda bulunmuş alimlerin başında B.S.Nursi geliyor. Başta Sözler adlı eseri olmak üzere birçok yerde musibetler bahsini işlemekte ve hikmetlerini sorgulamaktadır. “Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” (Enfâl Sûresi, 8:25) ayetini yorumlayan müellif, imtihan sırrı gereği bir beldeye felaket geldiğinde umumen geldiğini, mazlumların günahına kefaret, zalimlerin ise cezası olacağını ifade etmektedir… (Detaylar için ilgili eserlere bakılabilir.)

ÖZNELLİK

Yaklaşık 30 yıllık hukukçuyum; avukatlıktan hakimliğe hukukun birçok alanında faaliyette bulundum. Bunları yaparken de evrensel hukuk ilkelerinden ve adalet duygusundan hiç ayrılmamaya dikkat ettim. (Bu çabam yanında yanıldığım, yanlış yaptığım hususlar çokça olmuştur.)

Bunların yanında arka planda şahsi inanç ve fikirlerim de bulunmakta. Ama bunlar asla bir başka insana ve gruba haksızlık yapılmasını, onların acı yaşamasını olumlu görecek şekilde olmadığını düşünüyorum.

Karşılaştığım olaylarda daima karşı tarafa “empati” yapmaya, “kendim için yapılmasını istemediğim şeyi başkasına/ karşıdakine de yapmama”, yanlış yapacağım bir fiilimin bir karma ile ya da adl-i ilahi ile bana geri dönebileceğini öngörerek hareket etmeye çalıştım. Dünyadaki olayları da bu gözle değerlendirdim. Bu ise tamamen benim şahsi, öznel, sübjektif yaklaşımım ile alakalı… Bir başkası da mesela olayları gök cisimlerinin konumlarına göre değerlendirebilir, ki tamamen onun şahsi yaklaşımıdır, saygı duyarım.

İnsanlar, olayları ve insanları değerlendirirken ibret çıkarıyor ve bununla başkalarına karşı daha iyi olma/ en azından kötülük yapmama sonuçları çıkarıyorsa bir şekilde; bu yadırganmamalı, hatta teşvik bile edilmelidir kanaatindeyim…

Bir insan ki acı çekiyorsa bir can taşıyor demektir. Bir başkasının acısını duyumsayabiliyorsa da o hakiki/ kamil bir insan karakteri taşıyor demektir. Ama o insan başkalarının acılarına “oh olsun” diyorsa, başkalarının üzüntülerine seviniyorsa, o insan bile değildir zannımca…

Evet; Çin’de, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde bir masum vatandaşın üzüntüsünden mutlu olacak bir kimse insanlıktan nasipsizdir! Dünyanın bir yerinde meydana gelen bir felaket sonrasında dünyanın bir başka yerindeki alakasız bir insanı da vurabilir! Bunun mağduru bizler de olabiliriz, ucun sonunda bizlere de dokunabilir (Allah muhafaza)… Her bir belaya maruz kalan kendi durumuna göre yaşar felaketi. Mazlum ise onun arınmasına, zalim ise tecziyesine vesile olabilir; benim inanç sistemimde…

Meselenin felsefi, hukuki, şahsi yönlerini daha fazla uzatmak istemiyorum. (Bu haliyle bile haber sitesinin editörünün yine, “Bu yazıyı insanlar okuyacak yahu, biraz daha kısa yaz” deyişini duyar gibiyim. Kaldı ki insanlık tarihi ile eş zamanlı bu tartışmaları da bir köşe yazısına sığdırmaya çalışmak gibi gülünç bir iddiamız da olamaz…Hele bu hasta, yorgun halimle, bu kafayla!)

Aslında bu yazımda, yüz binlerce insana terörist diyen Erdoğan ve ekibinin şimdilerde Rusya ile tekrar ters köşe olduktan sonra terör dosyalarının yine açılması üzerine bir değerlendirmede bulunacaktım. Bu da: “RETÖ or AKTÖ is downloading! [Yeni bir terör örgütü daha yükleniyor-1” “RETÖ or AKTÖ is downloading! [Yeni bir terör örgütü daha yükleniyor-2” başlıklı yazılarımın güncellenmesi olacaktı bir nevi… (Meraklıları o yazılara tekrar bakabilir ve yeni gelişmeleri o zaviyeden tekrar gözden geçirebilir.)

Son olarak yurtdışına çıkmak zorunda kalan KHK mağdurlarına “hainler, korkaklar, kaçtılar, onları bulup cezalarını vereceğiz” diyen mafya lideri Sedat Peker’in “kaçmadım, okuyom ben ya” nevinden açıklamalarını bu zaviyeden ele alacaktık. Sonra da Ergenekon’a karşı tekrar düğmeye basan Erdoğan’ın Başbuğ’u hedef almasını da işleyecektim ama sayfa bitti.

’’Arif olana bir işaret bile yeter” derler. Sizler de çok arif kimselersiniz, bu yazıları okuyan değerli insanlar… “Karma”, “İlahi Adalet”, “Kelebek Etkisi”, “dynastic circle” bağlamında dediklerimden gündeme dair çıkarılacak yorumları çoktan çıkarmışsınızdır da…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Merhaba Ramazan Bey,
    Yazınızı zevkle ve sabırla:)) okudum ve bir katkıda bulunmak isterim. Bakara Suresi 49.Ayet-i Kerimenin Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde şöyle ifade edilmiştir, Şair-i şehirin ifadesiyle
    (Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
    Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim), halka dayalı Zulüm:

    “Âl = ” kelimesi “Ehl = “den alınmış ise de aralarında fark vardır. “Âl”, başlıca şan ve şöhret sahiplerine söylenir. Âl-i Firavun, Firavun’un dininin ehli, kavmi ve bilhassa tâbileri ve köleleri. “Firavun’dan kurtarmıştık” denilmeyip de “Firavun ailesinden” buyurulmasında önemli bir nükte anlaşılıyor ki, bununla yapılan zulümlerin temsilcisi Firavun’sa da, bunda asıl sorumluluğun ondan daha çok ona uyanlara ait olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Firavun yaptıklarını bunların eli ve bunların hizmeti ile yapmıştır.

    Buradan sonrası BEBEK ZULMÜ ile alakalı ama çok güncel, zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor.EVET :

    “Deniliyor ki bu şekilde İsrailoğulları’ndan öldürülen çocukların toplamı dokuzyüz doksan bine ulaşmıştı. Buna sebep de bunlardan doğacak bir çocuğun Firavun’un hükümetini yok edeceği hakkında kâhinlerin verdiği bir haber veya Firavun’un gördüğü bir rüya olduğu öteden beri nakledilir. Ne ibrettir ki, bu zulümler bir fayda vermemiş ve sonunda o çocuk doğmuş, Firavun’un kendisine beslettirilmiş, Hz. Musa olmuş ve yine Allah’ın takdiri yerini bulmuştur. Acaba buna gücü yeten Cenab-ı Allah’ın o kadar masum (günahsız)un kesilmesine izin vermekte hikmeti ne idi? Buna Ebu’s-Suûd, tefsirinde işaret ediyor. Fakat daha önce Muhyiddîn Arabî hazretleri “Füsûs”unda meâlen şöyle izah etmiştir: “Bu çocuklar hep Hz. Musa’ya hayatında imdat olmak ve onun ruhaniyetini takviye (kuvvetlendirmek) için öldürülmüşlerdir. Çünkü bunların her biri Musa diye, Musa hesabına, hasılı Musa için öldürülüyorlardı. Çünkü Firavun ve Firavun ailesi Musa’yı henüz bilmiyorlarsa da Hak Teâlâ biliyordu. Elbette bunların her birinin alınan hayatı Musa’ya ait olacaktı, zira gaye o idi. Bu çocukların hayatı ise hep fıtrat üzere bulunan temiz birer hayat idi. Nefse ait maksatlarla kirlenmemiş. -Âdem kıssasında açıklandığı üzere meleklerin secdesi devrindeki- fıtrat ve aslî yaratılış üzere bulunuyorlardı. Hz. Musa, Musa diye öldürülen bütün bu çocukların hayatları toplamı olacak ve Musa’nın hayatı bunların toplamına denk olacaktı. Her birinin ruhundaki yetenek ve kuvvet Musa’nın olacak, Musa’da tecelli edecekti. Demek ki bütün bunlar sağ olsalar ve öyle tertemiz büyüseler, toplamlarından nasıl ve ne kadar bir ruhî kuvvet hasıl olacaksa Musa’nın ruhunun kuvveti ona denk olacaktı. Firavun’un başındaki orduya karşı, Musa, başlı başına böyle bir ordu idi. Bütün o kesilen çocukların ruhları, Musa’nın ruhunun emri altında idi. İşte Allah Teâlâ onlardaki güçleri ve kuvveti toplamış, Hz. Musa’ya vermişti ve vermek için bunu yapmıştı. Bu da Hz. Musa’ya verilmiş bir ilâhî özelliktir ki, ondan önce peygamberlerden hiç birine nasip olmamıştı…”

    İmam Râzî hazretleri der ki: “İnsanın başka bir el altında ve üzerinde istediği şekilde kullanılabilecek bir halde bulunması, özellikle bu hal içinde bir de ağır, zor, pis işlerde kullanılması azab şekillerinin en şiddetlilerinden olduğunda şüphe yoktur. Hatta buna maruz kalanlar çoğunlukla ölümü temenni ederler. İşte Cenab-ı Allah’ın burada açıkladığı birinci nimet bu kötü azabtan kurtulma nimetidir.”

    Demek oluyor ki, bu âyette önce hürriyet ve istiklal nimeti anılmış ve esirlik mahkumluğunun feciliği hatırlatılmıştır.”

    Uzun makaleye uzun yorum oldu :))
    Saygılarımla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin