Alman istihbaratı BND’nin başkanı Bruno Kahl, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in olduğuna dair inandırıcı bir delil ortaya koyamadığını ve kendilerini ikna edemediğini açıkladı. Bu aslında uluslararası camiadan bu yönde gelen ilk beyanat değil. Daha önce de AB istihbaratı, NATO kaynakları, Amerikan düşünce kuruluşları ve yabancı medyada benzer görüşler ortaya konmuştu. Bu noktada artık asıl merak konusu ülke İngiltere. Alman Focus dergisi, darbe girişiminden 1 hafta sonra, 23 Temmuz 2016 tarihinde “Macht, Wahn, Erdoğan (İktidar, Hezeyan, Erdoğan)” başlıklı ilginç bir habere imza atmıştı. Daha sonradan ödül de alan bu habere göre İngiliz siber istihbarat servisi GCHQ (Government Communications Headquarters), darbe girişimi sırasında Türk hükümetinin telefon görüşmelerini, e posta ve diğer yazışmalarını takibe almıştı. Daha darbenin başlamasının üzerinden yarım saat geçmeden AKP hükümeti, “Darbe Fethullah Gülen’in üzerine yıkılsın” ve “Yarın tasfiyeler başlasın” emirleri vermişti. Bu haberleşme trafiği İngiliz istihbaratı tarafından tespit edilmişti. Ancak ilginç bir şekilde Focus dergisinin bu haberinin ardından taraflar derin bir sessizliğe gömüldü. Ne bir açıklama ne bir yalanlama geldi.
Peki, bütün dünya 15 Temmuz’la ilgili soru işaretlerini sıralarken o geceye dair bu kadar önemli kumpas delillerine ulaşan İngilizler neden tam tersi davranıyor? İngilizler belli ki, 2. dünya savaşında Hitler’in ünlü şifreleme makinesi Enigma’yı çözerek savaşın seyrini değiştiren GCHQ üzerinden gerekli yerlere gerekli mesajı vermişti. Gelişmeler, ilgili adresin mesajı aldığını ve gereğini yaptığını gösteriyor.
İNGİLİZ İSTİHBARATI O GECE NEDEN AKP’Yİ İZLEDİ
GCHQ özellikle Türk kamuoyunun aşina olduğu bir istihbarat servisi değil. Ancak bu tabi ki bizim eksikliğimiz. Çünkü 100 yıllık geçmişi olan ve yaptığı ‘başarılı’ çalışmalarla İngilizlerin yüz akı olan bir istihbarat organı. Çalışma sahası ise siber alem. Şifre kırma ve dinleme konusunda uzman. Henüz 1. ve 2. dünya savaşlarında dönemin haberleşme şifrelerini kırarak rüştünü ispat etmiş bir kurumdan söz ediyoruz. 1. Dünya savaşı sırasında Devlet Kod ve Şifre Okulu adıyla kuruldu. Görevi, sinyal ve haberleşme istihbaratı yapmaktı. 1940 yılında 26 ülkenin kod ve şifreleri ve 150 ye yakın kripto sistemi üzerine çalışıyordu. 2. Dünya Savaşı’nda Nazi’lerin gizli haberleşmeleri şifreleme cihazı olan ünlü Enigma’nın şifresini kırması ile haklı bir şöhrete sahip. Halen birçok ülkede dinleme istasyonu bulunuyor. Telefonları dinleyerek, e-mail ve mesaj trafiklerini takip ederek istihbarat topluyor.
Focus’un haberinden anlaşılan, Türkiye’yi de dinleyebilecek imkanlara sahip. Hoş, Türkiye’yi dinlediği ortaya çıkmayan bir büyük devlet istihbaratı kalmadı ama… Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Büyük devletler dinler” diyerek ülkesinin dinlenmesine cevaz vermişti.
Peki İngiliz istihbaratı 15 Temmuz’da Türk hükümetini neden takibe almıştı? Bunu düzenli olarak mı yapıyordu yoksa özel olarak 15 Temmuz tarihine mi odaklanmışlardı? Bu da demek oluyor ki darbe istihbaratını da önceden almışlardı. İyi ama neden darbecileri değil de hükümeti takip etmeyi tercih etmişlerdi? Ya da her iki tarafı da dinlediler de sadece hükümetle ilgili olanı mı ‘sızdırdılar’? Peki bunu niye yapsınlar? Sorunun cevabına geçmeden önce, o tarihten sonra dünyadan gelen diğer tepkilere bakmak faydalı olabilir.
AB İSTİHBARATI: 15 TEMMUZ’UN ARKASINDA GÜLEN YOK
Avrupa Birliği (AB) istihbarat merkezi Intcen’in 15 Temmuz’la ilgili raporu, bu kez İngiliz medyası tarafından yayımlandı. 24 Ağustos tarihli rapor, 17 Ocak 2017’de İngiliz The Times gazetesi tarafından haberleştirildi. AB istihbarat merkezinin raporuna göre darbenin arkasında bizatihi Fethullah Gülen yoktu. Silahlı Kuvvetler içerisindeki bütün unsurlar darbeye katılmıştı. “Bu darbenin arkasında Gülenciler, Kemalistler, AKP muhalifleri ve fırsatçılar vardı. Gülen’in kendisinin bu girişimde bizzat rol oynamış olma ihtimali düşük” deniyordu. Raporda ayrıca Gülen’in ordu içerisinde böyle bir girişim yapacak gücünün olmadığına, TSK’nın Kemalistlerin kalesi olduğuna işaret ediliyordu. Tasfiyeler için de “Erdoğan, AKP iktidarına muhalif olanlara karşı kapsamlı bir baskı kampanyası başlatmak için başarısız darbe ve olağanüstü halden istifade etti. Tutuklama kararları önceden hazırlanmıştı.” ifadesi yer alıyordu. Bu rapor, neredeyse BND Başkanı Kahl’ın tespitleriyle birebir örtüşüyor. Tabii GCHQ’nun kayda aldığı konuşma ve yazışmalarla da…
Norveçli gazeteci Kjetil Stormark, bundan 1 hafta sonra, 25 Ocak 2017 tarihinde NATO kaynaklarına dayandırdığı önemli bir haber kaleme aldı. aldrimer.no da yayınlanan yazıda, ‘darbenin Erdoğan tarafından tezgahlandığı’ iddia ediliyordu. Stormark, “NATO’daki baskın değerlendirme çok açık: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendisine karşı bu darbeyi gerçekleştirdi. (…) NATO’daki aynı kaynak yine darbeyle ilgili ‘Ben şimdiye kadar gerçek bir darbe girişimi olduğuna inanan kimseyle tanışmadım’ dedi. (…) Üst düzey subaylar, üç ve dört yıldızlı generaller ve Türkiye ile 30–40 yıl boyunca çalışan ve dört ya da beş yıldır Türk subaylarına danışmanlık yapan kişiler, bunun bir darbe olduğuna inanmadıklarını söylüyorlar. Eğer TSK bir darbeye girişseydi kesinlikle başarılı olurdu.” diye yazdı. Haberde, darbe girişiminin hemen ertesi günü tasfiye edilecek 1600 kişilik isim listesine de dikkat çekiliyordu.
Yazı, NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral Curtis Scaparrotti’nin 8 Aralık 2016 tarihli açıklamaları ile örtüşüyordu. Erdoğan’ın daha sonra “Sen kimsin! Haddini bil!” diye çıkışacağı Scaparrotti, tasfiye edilen NATO subaylarının 15 Temmuz darbe girişiminde görev aldığına inanmadığını söylemişti.
ABD’de bulunan Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Programı Ortak Merkezi Araştırma Görevlisi Gareth H. Jenkins, 28 Ocak 2017 tarihli yazısında, “Darbenin arkasında Gülen’in olduğu kanıtlanamadı” diye yazdı. “En dikkat çeken nokta ise, aylar süren yoğun sorgulamalara rağmen, kamuoyuna darbenin nasıl planlandığı ve organize edildiğine dair ikna edici bir kanıt sunulamadı. Şüphesiz, eğer bir kanıt bulunmuş olsaydı, Türk yetkililer bunu kamuoyu ile paylaşırlardı.” görüşlerini dile getirdi.
DURSUN ÇİÇEK, ‘ORANLARI YÜZDE 10’ DEMİŞTİ
Bu alıntılara, Avrupa ve ABD medyasında çıkan bir çok benzer görüşleri eklemek mümkün. Aslında bu değerlendirmeler, Türkiye’den konuyu bilen uzmanların ve son dönem AKP yandaşlarının itiraflarıyla da örtüşüyor. Örneğin eski Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanı Dursun Çiçek, darbeden 4 ay önce, 4 Mart 2016 tarihinde katıldığı bir CNN Türk canlı yayınında, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki cemaatçilerin oranı yüzde 10” demişti. 23 Mart’ta Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a verdiği röportajda da, “Genelkurmay’daki bu yüzde 10’luk yapı darbe yapabilir mi?” sorusuna, “Ben buna güler geçerim. Ordudaki Fethullahçıların darbe yapma gücü sıfır.” cevabını vermişti.
Eski MİT Müsteşarı Emre Taner, 9 Kasım 2016 tarihinde TBMM 15 Temmuz Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, “15 Temmuz, sadece ve sadece FETÖ’nün ve grubunun anlayışıyla realize edilmiş bir faaliyet olamaz. FETÖ’nün boyu kısa kalır.” vurgusu yapmıştı.
Şimdilerde 16 Nisan referandumu sonrası yapacağı Kemalist tasfiyeye hazırlanan AKP yandaşları da aynı itiraflarda bulunuyor. Cemaati bitirdiğine inanan yandaşların artık “FETÖ” argümanına eskisi kadar ihtiyaçları kalmadı. Yeni düşman, yeniden ‘Ergenekon’. Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, 27 Şubat’taki köşe yazısında, 15 Temmuz’da sadece cemaate yakın isimlerin değil Kemalistlerin de olduğunu ama devletin bilinçli olarak suçu “FETÖ’ye” yıktığını itiraf etti. Milliyet yazarı olan eşi Nagehan Alçı da 1 Mart 2017 tarihli köşesinde, Kemalist subayların ordudaki başörtüsü yasağının kalkmasından sonra ‘kıpırdanmaya’ başladıklarını öne sürerek, “Güç buldukları takdirde Türkiye için hâlâ ne büyük tehdit oluşturduklarını görme imkânımız doğdu.” dedi. 4 gün sonra eşi Kütahyalı, bir başka yazı daha kaleme alarak, “Darbecilerin önemli bir kısmı ve özellikle üst tabakanın çoğunluğu biyografik istihbarat açısından incelendiğinde Fetullahçı asla değildir. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün ilgili birimleri de kesin olarak tespit etmektedir. Mesela İlker Başbuğ da bu gerçeği bilmektedir. Ordumuzdaki her dürüst subay bu hakikati bilmektedir.”
AKP’NİN TEZLERİNE DESTEK VE SİLAH ANLAŞMASI
Bu hakikati, ordudaki her ‘dürüst’ subay bilmiyor sadece. O gece bütün haberleşme trafiğini adım adım takip eden İngilizler de gayet iyi biliyor. Şimdi o soruya tekrar dönelim; buna rağmen İngilizler neden AKP yandaşları da dahil bütün dünyanın sözlerinin aksine bir tutum takınıyor? Focus’un haberi ile kime, ne mesajı verildi? Sonrasında neler oldu? Örneğin İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, darbeden 2 hafta sonra, 30 Temmuz 2016 tarihinde Hürriyet’e verdiği röportajda, “Hükümetin bu darbe girişiminde Gülencilerin yer aldığına ilişkin açıklamalarını kabul etmekte bir zorluk yaşamıyorum” dedi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve ABD’den Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan, 28 Ocak’ta yaptığı bir konuşmada, darbe girişiminin arkasında Gülen cemaatinin olduğunu iddia etti. Aynı gün İngiltere Başbakanı Theresa May, ABD ziyaretinin ardından doğrudan Türkiye’ye geçerek AKP hükümeti ile 125 milyon dolarlık savunma anlaşması imzaladı.
Oysa darbeyi 1 gün önce ihbar etmekle övünen Emekli Albay, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Atilla Uğur, “15 Temmuz’dan 1 gün önce Kıbrıs’a 10 bin İngiliz askeri geldi. Amaç darbe girişiminde Türkiye’yi işgal etmekti” demişti. Tutuklu gazeteci Ahmet Altan’ın Yunanistan’ın Ethnos gazetesi için yazdığı yazıda da 15 Temmuz için yaptığı benzetme, “Bir İtalyan parodisini andırıyor” şeklindeydi. İtalyanlar parodide iyi olabilir ama “İngiliz oyunu” diye bir tabir de var. “Karmaşık hile, ince düzen” anlamında kullanılır. Bir de İngiliz anahtarı var tabii…