YORUM | Prof. Dr. MUHİTTİN AKGÜL
Amellerde aslolan, niyet ve niyetin de rıza-i ilahi yörüngeli olmasıdır. Rıza-i ilahi için olan bir işte, başkasının görmesi ve nefsin de bundan hoşlanması, yapılan hayır işinin sevabını ya kısmen ya da tamamen yok eder. Ve yapılan iş, dış görünüş açısından bir ibadet olsa da, âhiret aleminde, sahibinin yüzüne vurulan hayırsız ve boş bir amele dönüşmüş olur. Ondan dolayıdır ki, Kur’ân’da ameller, “salih” nitelemesiyle beraber vurgulanmıştır ki, sâlihin birinci anlamı gösteriş ve riyadan uzak olmasıdır.
Kur’ân’da, her amelde sadece Allah rızasını gözetmek temel ölçü olmakla beraber, verme konusunda buna özellikle dikkat çekilmiş olması, insan tabiatıyla yakından ilgilidir. Zira verme konusunda insan, gösteriş ve riyaya girebilir. Ancak infakta ise aslolan, gizli verilmesidir ve verirken de sadece rıza-i İlahi mülahazası olmasıdır.
Nitekim konuyla ilgili bir âyette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel! Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız, Bu sizin için daha hayırlı olur Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. Allah, yaptığınız bütün işlerden haberdardır.” (Bakara 2/271).
Burada dikkat edilmesi gereken husus, zekat gibi farz olan ibadetlerin, teşvik ve hatırlatma düşüncesiyle açıktan verilmesi, nâfile olan diğer infak çeşitlerinin ise gizli verilmesidir.
İnfak konusunda, veren açısından bu amelin boşa gitmemesi, gösteriş, riya gibi amelleri yok eden virüslerden uzak kalması; alan açısından ise, onur kırıcı olmaması ve insan şahsiyetini küçük düşürecek bir durumla karşı karşıya kalınmaması için, Allah Resûlü (s.a.s.) infakla ilgili bu gizliliğe dikkatlerimizi çekmiş ve “sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmaması” veciz ifadesiyle bunu hatırlatmıştır.
Bu ifadenin anlamı, infak o kadar gizli verilmelidir ki, değil başkaları, insanın kendisi bile verdiğinden asla haberdar olmamalı demektir. Aslında insanın, verdiğinden haberdar olmaması imkansızdır. Ancak Resûlullah’ın (s.a.s.) beyanındaki bu cümlenin inceliği, insan verdiğini unutmalı ve verdiğini de kendince aşırı büyütmemeli, büyütmek suretiyle ucub yani içten kendini beğenme ve gurura düşmemelidir.
Binaenaleyh yapılan infak, zaman zaman insanı riyakârlığa düşürebilir. Böyle bir riyakarlık ise, “küçük şirk” denilen tehlikeli bir yola götürür. Gösteriş için verilen mal, kıyamet gününde hayırlı netice vermez. İşte bu açıdandır ki, verirken ya da kulluğun diğer çeşitlerini yerine getirirken, kalbin de ciddi bir uyanıklık ve endişe içerisinde olması gerekir. Mü’min, infakta bulunurken, şunları da kendi içinde, kendine sormalıdır: “Acaba Allah için mi verdim? Acaba tam isabetli yapabildim mi? Acaba yaptıklarım Allah’ın rızasına muvafık mı? Acaba kusursuz yapabildim mi?”
Ramazan Ayı’ndaki infaka gelince, bu ay, hem oruç, hem Kur’ân ve hem de infak ayıdır. Zira Allah Resûlü (s.a.s.) bu mübarek ayda, âdeta esen bir rüzgâr gibi yerinde durmaz, hayır işlerini zaten yapmakla beraber, bu ayda infakı daha da artırırdı. Bu ayda, evine her girdiğinde: “Acaba verecek bir şey var mı?” diye araştırır, bulduğunu da hemen muhtaç kimselere verirdi. Zira bu ayda yapılan hayır ve hasenatın sevabı, diğer aylardakine nispetle kat kat fazladır.
Mü’minler oruçlarıyla bu ayda empati yapmış, açlığın ve ihtiyacın ne denli zor bir şey olduğunu yakından yaşamış, böylelikle de vermenin gereğini daha da yakından anlamış olurlar. İslam Tarihi boyunca mü’minler, Allah Resûlünden (s.a.s.) öğrendikleri bu yöntemi, her zaman için hayatlarına taşımış, infaklarını özellikle bu ayda daha da arttırmış, böylece bu mübarek ayın feyizlerinden müstefid olmuşlardır.
Bu mübarek ayda, infak kapsamına girecek her türlü yardımı, gösterişten uzak bir şekilde vermek, hem kendimizi muhtemel görünme, gösterme ve riya tehlikesinden, hem de alanı, mahcubiyet ve rencide etme psikolojisinden kurtarmış oluruz.
Ramazan Ayınızı, beklentisiz ve riyasız infakın her çeşidiyle geçirerek, Bayrama esenlik, sağlık ve mutlulukla ulaşmanız dileklerimle.