YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Nedensellik ilkesiyle ilgili felsefî ve dinî alanda yapılan çalışmaların merkezinde genellikle İmam Gazzâlî’nin görüşleri yer alır. Onun bu konuya yaklaşımıyla ilgili şimdiye kadar akademik düzeyde çok fazla çalışma yapılmıştır. Esasında İmam Gazzâlî bu konuda yeni ve orijinal bir teori geliştirmemiştir. Onun savunduğu fikirler, kendinden önce yaşamış olan İmam Eş’ârî, İmam Bakıllanî ve İmam Cüveyni gibi önde gelen Eş’ârî kelam âlimlerine aittir. Hatta İmam Maturudî ve takipçileri tarafından ortaya konulan nedensellik görüşü de özü itibarıyla aynıdır. Ehl-i Sünnet olarak isimlendirilen Eş’ari ve Maturidi kelamcıları tarafından ortaya konulan nedensellik teorisine günümüzde vesilecilik (okasyonalizm) denilmektedir. Dolayısıyla bizim burada İmam Gazzalî üzerinden yapacağımız açıklamalara bir yönüyle Ehl-i Sünnet’in nedensellik teorisi gözüyle bakılabilir.
O hâlde nedensellik ilkesi dendiğinde akla niye hemen İmam Gazzâlî gelmektedir. Kanaatimizce bunun anlaşılır bazı sebepleri vardır. Birincisi, onun bu konuyu, yaptığı izahlar ve getirdiği misallerle oldukça sistematik, detaylı ve tafsilatlı bir şekilde ortaya koymasıdır. İkincisi, İmam Gazzâlî’nin nedensellik konusunu, en geniş olarak, felsefecilerin görüşlerine reddiye tarzında kaleme aldığı Tehafütü’l-felâsife (Felsefecilerin Tutarsızlıkları) isimli eserinde ele alması ve bu eser üzerindeki tartışmaların günümüze kadar hararetini korumasıdır. Üçüncüsü ve bizce en önemli olanı ise İmam Gazzâlî’nin konuyla ilgili görüşleri tam olarak anlaşılamadığı için sağduyuya ve bilimsel verilere aykırı görülmüş ve hatta o, bu konudaki görüşlerinden ötürü bazı çevrelerce İslâm dünyasında bilimin geri kalmasından sorumlu tutulmuştur.
İmam Gazzâlî’ye göre bizim alışkanlık eseri olarak sebep ve müsebbep (sonuç) şeklinde isimlendirdiğimiz olaylar arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Bunlar müstakil iki ayrı şeydir. Dolayısıyla biri ispat edildiğinde diğeri ispat edilmiş olmayacağı gibi, biri nefyedildiğinde de diğeri nefyedilmiş olmaz. Aynı şekilde bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığını, birinin yokluğu da diğerinin yokluğunu zorunlu kılmaz. Gazzâlî, sebep ve sonuç arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için şu misalleri verir: su içmek ve kanmak, bir şey yemek ve doymak, ateşle temas etmek ve yanmak, ilaç almak ve şifa bulmak, müshil kullanmak ve ishal olmak, güneşin doğması ve aydınlığın ortaya çıkması, boynun kesilmesi ve ölümün gerçekleşmesi.
Gazzâlî’ye göre birincilerin arkasından ikincileri getiren, birincileri ikincilere sebep yapan Allah’ın halk ve takdiridir. Yoksa sonuçlar sebeplerin bizatihi kendisinden kaynaklanmadığı gibi, bunlar birbirinden ayrılmaz da değildir. Yemek yemeden tokluğu yaratmak da yemek yenildiği hâlde açlığın devam etmesi de Allah’ın gücü dahilindedir. Gazzâlî bunu imkânsız gören filozofları eleştirir.
Gazzâlî, ateş ve pamuk misali üzerinden konuyu biraz daha detaylandırır. Ona göre ateş pamuğa temas ettiğinde pamuğun yanmaması da ateş olmaksızın pamuğun yanıp kül olması da caizdir (mümkündür). Bu görüşe karşı çıkanlara göre ateş faildir (etken nedendir) ve yakma da onun bizatihi kendi tabiatından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yanmaya elverişli bir maddeye temas eden ateşin, kendi tabiatında yer alan yakıcılık özelliğine engel olması mümkün değildir. Gazzâlî, “İşte bizim reddettiğimiz husus budur.” der ve şöyle devam eder: “Yakmanın faili Allah u Teâlâ’dır. Bunu da pamukta siyahlığı, parçalanmayı ve kül olmayı yaratmak suretiyle yapar.” Cenâb-ı Hak bu yaratmayı ya vasıtasız olarak ya da melekleri vasıtasıyla yapar. Cansız ve dolayısıyla şuursuz bir madde olan ateşin kendi başına bir fiili olamaz.
Gazzâlî daha sonra yanmanın faili olarak ateşi görenlerin delilleri üzerinde durur. Onların bu konuda bir delilleri olmadığını, sadece gözlemden yola çıkarak böyle bir yargıya ulaştıklarını söyler. Ne var ki ona göre gözlemin bize verdiği bilgi sadece ateşle pamuğun yan yana getirilmesi hâlinde yanmanın gerçekleştiğidir. Yoksa biz gözlem yoluyla yanmanın bizzat ateşten kaynaklandığını bilemeyeceğimiz gibi, gözlem bize yanmanın ateşten başka bir illeti bulunup bulunmadığının bilgisini de veremez. Ne var ki bir şeyin yanında var olmak, onun sebebiyle var olmaya delalet etmez. (İkinci yazıda başta David Hume olmak üzere birçok batılı felsefecinin de asırlar sonra benzer görüşleri dile getirdikleri üzerinde durmuştuk.)
Ardından bu görüşlerini ispatlamak için şöyle bir misal getirir: Anadan doğma bir kör düşünelim. Bu kişi gece ile gündüzün farkını da hiç kimseden duymamış olsun. Gündüz vakti gözlerindeki perde kaldırılıp bu kişi renkleri görmeye başladığında zanneder ki görmesinin sebebi gözlerinin açılmasıdır. Fakat güneş batıp hava karardığında görmesinin sebebinin güneş ışınları olduğunu anlar. O hâlde karşı düşüncede olan biri, sırf iki olay arasındaki öncelik ve sonralıktan hareketle varlık âleminde meydana gelen hâdiselerin bir kısım illet ve sebeplerden akıp geldiğinden nasıl emin olabiliyor? Onun tek dayanağı sebep-sonuç zincirinin bu şekilde devam ediyor olması, yok olmamasıdır. Onlar hareket eden cisimler değildirler ki yok olsunlar. Şayet yok olup kaybolsalardı işte o zaman biz bu ayrımı fark eder ve görünenin ötesinde başka sebepler olduğunu anlardık.
İmam Gazzâlî sözü mucizelere getirir ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı hâlde yanmamasını misal verir. Sebeplerin zorunlu olarak sonuçları hasıl edeceğini söyleyenlere göre bu mucize iki şekilde gerçekleşmiş olabilir: Ya ateşten hararet alınarak o kendi tabiatından çıkarılmıştır ya da Hz. İbrahim’in mahiyetinde bir değişiklik yapılarak o ateşin etkili olmayacağı bir maddeye dönüştürülmüştür. Oysaki buradaki failin Allah olduğu ve Allah’ın da yakmayı iradesiyle yarattığı anlaşılırsa, ateş Hz. İbrahim’e temas ettiği hâlde yakma fiilini iradesiyle yaratmayabileceği de anlaşılır.
İmam Gazzâlî, sebep ve sonuç arasındaki zorunluluğun reddedilmesinin, sonuçların sebeplere değil, onları da yaratan ilahî iradeye izafe edilmesinin ve bu irade için de belirli ve özel bir yol olmamasının her şeyi mümkün hâle getirebileceğinin ve bunun da tam bir belirsizlik ve kaos demek olduğunun farkındadır. Gazzâlî’nin ifadesiyle böyle bir durumda herkes mesela önünde saldırgan canavarların, yanan alevlerin, sarp dağların, kendisini öldürmek için hazırlanmış silahlı düşmanların bulunabileceğini, fakat onları görmediğini, çünkü Allah’ın onda görmeyi yaratmadığını varsayabilir. Veya evinde kitap bırakan bir kimse döndüğünde kitap yerine bir çocuk, akıllı bir varlık veya bir hayvan bulabilir. Gazzâlî daha başka misaller de vererek sebepleri fail olarak görmediğimiz ve her şeyi dilediğini yaratmaya muktedir bir Yaratıcıya bağladığımız takdirde hayattaki düzenlilikten nasıl emin olabileceğimizi gündeme getirir. Bu hakikaten üzerinde düşünülmesi ve iyi anlaşılması gereken bir konudur.
Gazzâlî’ye göre kâinattaki bütün varlıkların ve olayların Allah’ın yaratmasına bağlanması, zannedildiği gibi varlık âleminde gözlemlenen düzenliliğin inkârı demek değildir. Çünkü birincisi, Allah’ın kâinatta bir yaratma kanunu vardır (âdetullah), ikincisi de her şeyin yaratıcısı olan Allah, zihinlerimizde de varlık ve olayların belirli sebep-sonuç münasebetlerine göre akacağı, yukarıda bahsedilen sıra dışı ihtimallerin ortaya çıkmayacağı yönünde bir bilgi yaratmıştır. Bugüne kadar sebep ve sonuçlar arasında gözlemlenen birliktelik hep aynı tarzda devam edegeldiği için, meydana gelen olayların başka türlü olamayacağı şeklinde zihinlerimizde kesin bir bilgi oluşmuştur. Gazzâlî’nin yukarıdaki izahları yapmasının sebebi ise Allah açısından her şeyin mümkün olduğunu, bir şeyin olmasının da olmamasının da O’na nispetle caiz olduğunu ortaya koymaktır. Bir şeyin Allan katında mümkün olmasıyla, imkânı olduğu hâlde o şeyi yapmayacağı konusunda bizde bir bilgi yaratması arasında bir zıtlık yoktur. (İmam Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife, s. 239-251)
Gazzâlî Hazretleri, Tehâfüt’ünde filozofların nedensellik konusundaki görüşlerine cevap verdiği gibi, el-İktisâd fi’l-i’tikâd isimli eserinde de Mutezile’nin âlemdeki hareket ve olayların birbirinden meydana geldiğini ileri süren tevlid nazariyesine cevap verir. Ona göre sebep ve sonuç olarak isimlendirilen bütün hâdiseler gerçekte Allah’ın “sünnetullah” (veya âdetullah) denilen kanunlarına göre sürüp gitmektedir. O şöyle der: Cevherleri ve arazlarıyla birlikte bütün hâdis (önceli) varlıklar Allah’ın kudretiyle meydana gelir. Onları var eden ve ortaya çıkaran yegane güç, Allah’ın kudretidir. Varlıkların bazıları diğer bazıları aracılığıyla meydana gelmeyip bunların tamamı O’nun kudretiyle vücut bulur. (Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-i’tikâd, s. 323-327)
İmam Gazzâlî, imanı zayıf kimselerin vasıtalara takılacaklarını söyler. Mesela bu tür kimseler hava aydınlandığında güneş ışınlarına bakarlar. Âlim olanlar ise bütün sebeplerin Allah’ın emrine musahhar olduklarını bilirler. O, akide zayıflığından ötürü sebeplere takılanların durumunu, kâğıt üzerinde duran ve akıllı olduğu farz edilen bir karıncaya benzetir. Karınca kalemin hareketiyle kağıt üzerinde beliren yazıları gördüğünde, bu yazıları kalemin yazdığını düşünür. Çünkü başını kaldırıp yukarıdaki parmakları, eli, bunları hareket ettiren iradeyi, bu yazıları yazan bir insan olduğunu, sonra da bunları da yaratan bir Yaratıcı olduğunu göremez. Aynen bunun gibi insanların çoğu da en yakın ve en aşağı sebebi görürler ama daha yukarı gidip bu sebepleri de yaratan Yüce Yaratıcıyı göremezler. (İmam Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, 1/34)
İmam Gazzâlî sebeplerin sonuçlar üzerinde gerçek bir tesiri olamayacağını Makâsıdu’l-felâsife isimli eserinde şöyle izah eder: “Zehrin, kendi özüyle (tabiatıyla) zarar verdiğini veya öldürdüğünü, yiyeceklerin özüyle doyurduğunu ve yarar verdiğini, meleklerin, insanların, şeytanın, feleğin, yıldızın ve diğer varlıkların varlıklardan herhangi birinin özüyle hayır veya şer, zarar veya fayda verme kudreti olduğunu zannetme. Aksine bunların hepsi Allah tarafından belli işlerde görevlendirilmiş, verilen vazifeyi yapan sebepler, vasıtalardır… Sen yemeğe, suya, yere, göğe vs. ihtiyaç duyduğunda sakın Allah’tan başkasına muhtaç olduğunu zannetme… Yavrunun annesine muhtaç olduğunu sanarak Allah’tan müstağni olduğunu düşünme. Gerçekte onun muhtaç olduğu tek varlık Allah’tır. Annesinin memesindeki sütü de annesinin ona duyduğu şefkati de yaratan O’dur. Varlıklar her ne kadar birbirine bağlı gibi görünseler de gerçekte hepsi Allah’ın kudretine bağlıdır.”
Bir sonraki yazıda İmam Gazzâlî’ye yöneltilen eleştirileri ve bunlara nasıl cevap verilebileceğini ele alacağız.