YORUM | MAHMUT AKPINAR
Geçen sene, hep önünden geçtiğim mezarlık birden beni celbetti. İçeride Müslümanlara tahsis edilmiş bir bölüm olduğunu duymuştum. İçime doğan daveti kabul edip direksiyonu mezarlığa kırdım.
İngiltere’de yaşadığım şehirde Erdoğan rejiminin mağduru birkaç yüz aile varız. Ben de cemiyetin yaşlılarından sayılırım. Buralarda vefat edersek nereye gömüleceğimizi veya bir cenazemiz olursa nasıl defnedeceğimizi merak ediyordum. Mezarlığa girdim, aracı park ettim ve gezdim. Çok güzeldi, düzenliydi, bakımlıydı. Ayrıca mezarlığın büyükçe bir bölümü Müslümanlara tahsis edilmişti. Mescidi, cenaze yıkama yeri vardı. Gördüklerimi videoya çekip: “Buralarda vefat edersek ne olur diye endişelenmeyin! Bu topraklarda huzurla uyuyacağımız Müslüman mezarlıkları da var!” diye dostlarımla paylaşmıştım.
Muhtemelen çoğumuzun aklından ilk önce yaşı ileri, hastalıkları bulunan bir üyemizi defnedeceğimiz geçiyordu. Ama ölümün sıra dinlemediğini bir daha tecrübe ettik. Allah en yaşlımızı, en hastamızı değil, aramıza en son katılanı ilk olarak aldı. Yaşadığımız gurbet diyarında aramızdan ilk göçen, bu dünyada sadece bir buçuk gün yaşayan İlyas Asaf bebek oldu.
Anadolu’da baharın başlarında Hıdırellez kutlamaları yapılır. Kıssalara göre bugün Hızır ile İlyas Aleyhisselam’ın buluştukları, Mayıs’ın 6. günüdür. Bu buluşma ile birlikte hayat yeniden canlanır, çiçekler tomurcuk açar, toprak bahara uyanır, kışın şiddeti gider, zemherinin yerini sıcak bir iklim alır. İnsanlar Hıdırellez’de kıştan kurtulmayı ve baharın gelişini kutlamak için mesireliklere doluşur, çocuklar oyunlar oynar, uçurtmalar uçurur.
Zorunlu hicretimizin veya sürgün hayatımızın üzerinden yedi yıl geçti. Oysa en fazla birkaç yıl sonra dönmek üzere gelmiştik buralara. Yaşanan krizin geçici olduğunu, olayların durulacağını ve çok sürmeden döneceğimizi düşünmüştük. Lakin beklediğimiz gibi olmadı, kötülük arttıkça arttı, nefretler, gayzlar iyice bilendi, ülke atmosferini kapkara zulüm kapladı. Ortaya çıkan cinnet tablosu, geldiğimiz diyarlara yerleşmemiz gerektiğine dair mesajlar veriyordu bizlere. Kader, hayata tutunmaktan başka yol olmadığını fısıldıyordu kulaklarımıza.
Gurbette en diptekilerin yaptığı işleri yaptık. Pek çoğumuz sıfırdan hayata başladı. Koşturmaktan, meşgaleden, maişet derdinden dolayı birbirimizi ancak bayramlarda, düğünlerde görebiliyorduk.
Başlarda gurbet hissini, sıla özlemini hep derin ve duygusal yaşadık. Bu topraklarda kendimizi emanetçi gördük. Çünkü buralar kültürüyle, diliyle, yaşam tarzıyla, anlayışıyla farklıydı, her şeye yabancıydık. İlk yıllar ben de kendimi eğreti hissediyordum. Geçenlerde bu duygunun benden uzaklaştığını fark ettim. Kendimi yokladım, tarttım, artık yaşadığım coğrafyayı, kültürü, insanları yadırgamıyordum. “Entegrasyon böyle birşey olsa gerek!” diye geçirdim içimden.
Entegre olmaya başladığımızı geldikten bir yıl sonra, iki gencimizi evlendirdiğimiz ilk düğünümüzde tecrübe ettik. Sonra başka düğünler, doğumlar geldi arka arkaya. Türkiye’de yaşanan zulümlere rağmen bağrımıza taş basıp en azından düğünlerde bir araya gelip eğlenebiliyorduk. İçimizi en çok burkan şey ise Türkiye’de vefat eden yakınlarımızın cenazesine katılamamaktı. Anne babasıyla son vedasını yapmamak, son duasını alamamak pek çok arkadaşımızın en derin hicranıdır. Ama buralarda taziyelerimizi tekmil yaptık, hatimler indirdik, dualar ettik. Bazen gıyabi cenaze namazları kıldık.
Çok genç ve sevilen bir arkadaşımızın beklenmedik bir anda kanser olması bizi bu coğrafyada birbirimize kenetleyen diğer önemli vakaydı. Kadın/erkek hep beraber seferber olundu, anne-babadan uzak, ağrılar, hastalıklar içindeki bu gencimize sahip çıkıldı. Allah’ın inayetiyle iyileşti ve düğününü de yaptık. Bu dayanışma aslında bize iyi geldi. Zira birlikte sorunlarımızı aşmayı, dayanışarak tutunmayı, umut üretmeyi öğrendik.
Şimdilerde her işimizi daha organize ve profesyonel yapıyoruz. Yerel ihtiyaçları belirliyor, imkanları, personeli ortaya koyuyor, meşveret ediyor ve bir plan içinde, imece usulü çözüyoruz. Çocuklarımız her geçen yıl daha iyi işlere imza atıyor, daha iyi okulları kazanıyorlar. Her geçen yıl insanlar işlerini hale yola koyuyor. Şu anda en büyük derdimiz çocuklarımızın ana dillerini unutmasını engellemek. Bunun için de evlerde Türkçe konuşma mecburiyeti getiriyoruz. Türkçe dersler veriyoruz. Gençlere, çocuklara her geçen yıl daha verimli hale gelen rehberlik programları yapıyoruz.
Bu hafta İlyas’ın vefatı hepimizi duygulandırdı, hüzünlendirdi ama öte yandan buralara aidiyetimizi güçlendirdi. Zira İlyas Asaf bu topraklara gömdüğümüz ilk canımızdı. Pek çoğumuz doğduğunu ölüm haberiyle birlikte öğrensek de onu bir parçamız, bizden bir can olarak defnettik. İlyas’ın küçük bedeni hepimizi etrafında kenetledi. Bizleri yoğun meşgalelerden alıp arkasında saf bağlattı. Bazı arkadaşları uzunca süredir görmediğimi cenazede fark ettim.
Cenaze namazını kıldıktan sonra kendisi için açılan o küçücük çukura babasının kucağında gitti İlyas Asaf. İki eliyle sımsıkı tuttuğu ilk evladının cansız bedenini en değerli hazineyi taşırcasına götürüyordu genç baba. Soğuk bir kış gününde İlyas’ın taze ve narin bedenini babasının göz yaşlarıyla birlikte şehrin ıslak topraklarına gömdük. En son gelenimiz en erken göçtü ahirete ve bu topraklara düşen ilk tohum oldu bizim için.
Eminim minik İlyas, Hızır’la buluşup bu topraklara yeniden dirilişi, baharı getirmek için ayrıldı aramızdan. Ümidim var ki onun yattığı toprak geleceğin çiçeklerine dayelik yapacak.
Gurbet diyarında yerin üstüne alışmış ve yerleşmiştik ama küçük İlyas’la birlikte yerin altına da yerleştik, toprağın bağrına çimlenmek üzere bir tohum bıraktık.