YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Muhtemelen dikkatinizi çekmemiştir; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP kurmayları günlerdir Suriye’ye yönelik kara harekatını konuşmuyorlar.
Oysa ki şaibeli Taksim saldırısı sonrası kara harekatının ‘eli kulağında’ olduğunu söylüyorlardı.
Hatta geçtiğimiz yılın mayıs ayından bu yana ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ diyorlar ama bugüne kadar vaad ettikleri operasyon başlayamadı.
Çok anormal bir gelişme olmadığı sürece de o operasyon başlayamayacak.
Çünkü 30 Kasım’da Savunma Bakanı Hulusi Akar ile görüşen ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin –diplomatik metinlerde görülmeyecek sertlikte bir ifadeyle– operasyona şiddetle karşı olduklarını söyledi.
O günden bu yana kara harekatından bahseden yok.
Zaten Taksim Saldırısı da unutturuldu. Şüpheleri dile getiren de kalmadı.
Gündem belirleme konusunda performansı düşse de iktidar hala tecrübeli. Ortaya bir market tartışması attılar ve millet yatıp kalkıp üç harfli marketleri tartışıyor.
Öyle ki mafya liderleri bile sahaya indi.
MHP her zaman olduğu gibi Saray’ın yancısı olarak desteğe koştu. Açıkçası BİM ile başlayan tartışmalara ‘ekonomi’ penceresinden bakmıyorum.
20 yıllık AKP iktidarında envai çeşit ‘Bizans Oyunu’ gördüğümüz için artık karnımız tok. Gerçekte dönen tezgahı anlamak-anlatmak için ise birkaç parametre kaldı.
Bu konunun gerçek hikayesini kısa süre sonra herkes görmüş olacak.
‘İLKER BEY’DEN LİDERLİK DERSLERİ !
Bu aşamada ben dikkatinizi başka bir konuya çekmek istiyorum.
Haberi gördüğünüzden emin değilim çünkü ana akım medyada kendine pek yer bulamadı.
Türkiye tarihinin en tartışmalı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ MEF Üniversitesi’nde liderlik dersleri vermeye başlamış.
Reklam sosu fazla kaçan habere göre Başbuğ engin tecrübelerini paylaşıyormuş.
MEF Üniversitesi İlker Başbuğ’un derslerini web sitesine yüklese de neler anlattığını dinleme imkanı bulsak!
Çünkü ‘entelektüel paşa’ olarak pazarlanmaya çalışılan Başbuğ bugüne kadar 11 kitap yazdı, sayısız röportaj verdi ama hala anlatması-açıklaması gereken çok şey var.
Hem de öyle böyle konular değil.
Mesela bugünlerde çok konuştuğumuz Necip Hablemitoğlu cinayeti soruşturması. İddianameye dair çok şey söylemek mümkün. Nitekim günlerdir anlatıyorum. Ortada bir hukuk garabeti var ama bu tip hukuk garabetleri Erdoğan rejiminin alameti farikası sayılıyor.
Her şey bir yana iddianamede şöyle bir tez var;
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin birliği olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın en gözde birliği MAK Alayı’nda Levent Göktaş adında bir albay çete kurmuş ve seri cinayetler işlemiş.
Ancak aralarında İlker Başbuğ’un da olduğu generallerin hiçbir şeyden haberi olmamış (!) Dahası ‘yedek tetikçi’ olarak görevlendirilen ÖKK askeri 15 Temmuz’dan hemen sonra Hulusi Akar’a başyaver yapılmış. ‘Tetikçi’ diye tutuklanan bir diğer asker ‘ödül gibi’ bir transferle MİT’e geçmiş.
Soracak çok soru var ama kimse İlker Başbuğ’a Hablemitoğlu cinayeti sürecinde neler yaptığını sormadı. Sonuçta Başbuğ cinayetin işlendiği dönemde Ankara’da çok kritik bir koltukta oturuyordu.
HALKI TEHDİT EDEN PAŞA
Başbuğ derslerde çocuklara neler anlatıyor bilmiyoruz ama biz şuraya ‘anlatmadıklarına’ dair küçük bir kesit bırakalım.
Başbuğ bugüne kadar 11 kitap yazdı. Sayısız televizyon ve gazete röportajı verdi ama tabii ki bunları ‘dost kuvvetlerle’ yaptı.
Sorulması gereken sorularla yüzleşmedi. Mesela Genelkurmay Başkanlığı yaptığı 2008-2010 döneminde yaşananlar hala büyük bir soru işareti.
Aslında daha bu göreve gelmeden manşetlere çıkmaya başlamıştı.
25 Eylül 2006’da Kara Harp Okulu’nda yaptığı konuşmayla ‘entelektüel paşa’ diye lanse edildi ama cilası çabuk söndü. Bol bol siyasi demeç verdi, parmak sallayarak yaptığı konuşmalarda ‘Herkesi doğru yerde durmaya’ davet etmişti.
Meşhur Balıkesir ve Trabzon Oruç Reis Fırkateyni konuşması ise unutulacak gibi değildi. Basın toplantıları manşetlerden inmedi, kendini eleştirenlerin ‘Türk kanı’ taşımadığı gibi dahiyane tespitler yaptı.
Başbuğ Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu dönemde (3 Mart 2008) iktidar partisinin kapatılması için yoğun çaba sarf etmişti. Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ü makamına çağırıp AKP’nin kapatılması için talimatlar vermişti.
Başbuğ talimatla yetinmeyip parti kapatma davası sürecini bizzat takip etmişti. İlker Bey MEF öğrencilerine bu dönemde yaptığı ‘liderliği’ anlatıyor mu acaba?
Ya da E-Muhtırayı?
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için verilen 27 Nisan 2007 muhtırasını öğrencilerine nasıl anlatıyor acaba Başbuğ? O dönem savcılar Başbuğ’a “Nuran Yıldız aracılığı ile Erkan Mumcu’ya ulaşarak cumhurbaşkanlığı seçim sürecine etki etme girişiminiz oldu mu?” diye sormuştu.
Başbuğ savcılara anlatmadıklarını belki öğrencilerine anlatır, biz de aydınlanırız. Kim bilir ?
AKP VE GÜLEN’İ BİTİRME TALİMATLARI
Bugün Taraf Gazetesi yok ama meşhur ‘mavi zeminli manşetleri’ unutulacak gibi değil.
Mesela 12 Haziran 2009 tarihli “AKP ve Gülen’i bitirme planı” haberi.
Söz konusu planda Gülen Cemaati’ni bitirmek için yapılacak kumpaslar anlatılıyordu. Mesela Başbuğ bu planların neresindeydi ? Yoksa Genelkurmay Başkanı olarak bu planlardan haberi yok muydu ?
Sahi bir de lav silahına boru dediği meşhur basın toplantısı vardı. Sonra İrtica ile Mücadele Eylem Planı’na ‘kağıt parçası’ demişti. Yer altından fışkıran silahları ve cephanelikleri soran gazeteciyi azarlamıştı.
Sonra tutuklanması sürecini tetikleyen İnternet Andıcı olayı vardı.
Yargıçların ordu hizasına çekilmesi, gazetecilerin kullanılması, TSK Muhaliflerinin ve AKP iktidarının yıpratılması için kara propaganda siteleri açmak gibi dahiyane icraatları vardı Başbuğ’un.
Hükümeti düşürmek için kara propaganda siteleri açılıyordu. Bu sitelere girilen yalan haberlerle kapatma davası açılmıştı.
AKP ve Gülen’i bitirme planının bir parçası olarak Erzincan merkezli bir kumpasın tam merkezinde yer almıştı Başbuğ. Üstelik bu niyetlerini 15 Temmuz 2017 akşamı Fox Tv’de kendi itiraf etmişti.
AKPliler bugün hatırlamıyor ama Başbuğ ve Saldıray Berk aralarında Erdoğan’ın yakın halkasının da olduğu 350 kişiyi yasa dışı dinletmişti.
Söz konusu Başbuğ olunca ister istemez Güneydoğu’da yaşanan faili meçhulleri de konuşmak gerekiyor. Başbuğ bu soruşturmalardan çok rahatsız olup bizzat Erdoğan’a giderek şikayette bulunmuştu.
Albay Cemal Temizöz’ün tutuklanması sürecinde yaşananlar Ankara kulislerini çok meşgul etmişti.
Cemal Temizöz, 17-25 Aralık sonrası değişen siyasi konjonktürle aklandı.
Ancak Şırnak’ta yaşanan infazlara dair soruşturmalar üst düzey komutanlara ulaşınca Ankara’da ciddi bir gerginlik oluşmuştu.
İnfazlarda aktif rolü olan ama hiç kimsenin gözaltına dahi alamadığı Koçero Salici’nin gözaltına alınması Genelkurmay’da ciddi bir endişeye yol açmıştı.
Güçlükonak olaylarına dair soruşturma esnasında ise Org. Engin Alan Başbuğ’a giderek soruşturmadan duyduğu rahatsızlığı iletip bizzat Erdoğan’la görüşülmesini talep etmişti.
Başbuğ ise Erdoğan’a ‘vatansever subaylara yönelik bir komplo’ olduğu tezini işledi.
Faili meçhullere yönelik soruşturmanın başında ‘nereye gidiyorsa gidin’ diyerek destek olan Erdoğan, bu aşamadan sonra soruşturmadan desteğini çekti.
Başbuğ kitaplarında bu konuları anlatmadığı gibi hiç bir gazeteci de Başbuğ’un faili meçhulleri araştırmaya yönelik soruşturmaya müdahalelerini sormadı.
Kimbilir belki ‘liderlik’ derslerinde anlatır.
KARAKOL BASKINLARI VE BALYOZ İMZASI
Başbuğ dönemi büyük kayıplar verilen karakol baskınlarına sahne oldu.
Özellikle Aktütün ve Dağlıca saldırıları sonrasında kamuoyunda ciddi şüphe oluştu. Taraf Gazetesi’nin yayınladığı bilgiler, belgeler saldırılara dair şüpheleri büyüttü.
Başbuğ ise önce Balıkesir Astsubay Okulu’nda sonra da Trabzon-Oruç Reis Fırkateyni’nde parmak sallayarak medyayı tehdit etti.
Sivil iradeyi ve medyayı alenen tehdit eden Başbuğ saldırılara dair hesap vermediği gibi ihmali olanlara yönelik herhangi bir soruşturma yaptırmadı.
Başbuğ’dan bahsederken Balyoz Darbe Planı’nı açmamak olmaz.
Çünkü bugün ‘kumpas’ denilerek örtülen darbe planının en kritik aşamasında Başbuğ’un imzası vardı.
Söz konusu darbe planı yapıldığında İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanıydı.
Dahası Çetin Doğan başkanlığında yapılan toplantıda kanun dışına çıkıldığına dair bilginin olduğu belgenin altında Başbuğ’un imzası vardı.
Hatta Ankara kulislerinde Erdoğan’ın bu belgeyi Başbuğ’un önüne koyduğu da konuşulmuştu. Başbuğ şimdi imzasını da inkar edip Balyoz’un kumpas olduğunu iddia ediyor.
DİNK’TEN 12 EYLÜL’E
İlker Başbuğ’un anlatmadığı, hiçbir gazetecinin de sormadığı çok önemli diğer bir başlık ise Dink Cinayeti.
Malum olduğu üzere Hrant Dink’in yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi 6 Şubat 2004’te Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna ilişkin iddiayı manşet yaptı. 15 gün sonra Hürriyet Gazetesi, 21 Şubat 2004’te bu iddiayı manşete taşıdı ve ortalık karıştı. Ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı sert bir açıklama yaptı. Hrant Dink’i doğrudan hedef alan açıklama işaret fişeği etkisi yaptı. Dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun MİT İstanbul Bölge Başkanı’na Hrant Dink’in uyarılması talimatını verdi. Dink’e yönelik protestoların zirveye çıkması Genelkurmay’ın söz konusu açıklamasından sonra oldu. Peki o dönem Genelkurmay 2. Başkanı kimdi? Org.İlker Başbuğ.
TSK’da ikinci başkanlar Genelkurmay Karargahı’nın ‘ev sahibi’dir ve basın açıklamaları da onların onayı ile çıkar. Ayrıca MGK’dan çıkan ‘misyonerlik tehdidi’ raporlarının olduğu dönemde MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç’ın sağ kolu da İlker Başbuğ’du.
Eğer Genelkurmay’ın o açıklaması olmasa Dink hedef haline gelmeyecek hakkında protesto gösterileri olmayacak, davalar açılmayacaktı. Başbuğ’a kimse bir haber yüzünden o açıklamanın neden yapıldığını sormadı.
Başbuğ röportajlarında 1980’li yıllarda Albay olduğunu, ‘FETÖ tehdidini’ fark ettiğini ama o dönemdeki görevlerinin farklı olduğunu söylüyor.
Fakat nerede ve ne yaptığını anlatmıyor.
Başbuğ 12 Eylül döneminde ‘derin devlet’ olarak da bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaydı. Seferberlik Tetkik Kurulu (STK), ABD’de eğitim gören Tuğgeneral Daniş Karabelen tarafından 27 Eylül 1952’de Milli Avcı Birlikleri şubesi olarak (şimdiki Özel Kuvvetler) faaliyete başladı.
Görevi barış zamanında düşman işgaline karşı direniş ve ayaklanma örgütlemek olan kurul, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı. STK’nın adı 6-7 Eylül olaylarıyla da gündeme geldi.
Olaylarla ilgili daha sonra konuşan Özel Harp Dairesi’nin eski komutanlarından emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “Özel Harp Dairesi’nin işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” ifadesini kullanmıştı.
STK’nın ismi daha sonra da birçok olayda ‘kontrgerilla’ olarak geçmişti. Başbuğ’a hiç kimse ‘siyah’, ‘gri’ ve ‘beyaz kuvvetler’ hakkında bir şey sormadı. Oysa ki yakın tarihte yaşanan bir çok olayda STK’nın izi vardı.
Sonuç itibariyle.
Başbuğ’a dair konuşacak çok başlık, sorulacak çok soru var. Cumhuriyet’te yer alan habere göre Başbuğ’un dersleri 14 hafta sürecek.
Fena bir süre değil.
Eğer vakti iyi kullanırsa bu süre zarfında Türkiye tarihinin çok kritik bir dönemine ışık tutabilir.
Hadi İlker Bey, gözler sizde!