İlker Başbuğ’un yazmadıkları anlatmadıkları

HABER-ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yeni kitabı ‘Ergenekon’dan Çıkış’ ile bugünlerde yine gündemde. Özellikle Hürriyet Gazetesi’nde yer alan röportajı çok konuşuldu. Başbuğ, Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere tüm soruşturmaların ‘kumpas’ olduğu tezini yenilerken “fetö’nün Alevileri hedef aldığı” iddiasını ortaya attı. Son yıllarda olduğu gibi Erdoğan’a övgüler yağdıran Başbuğ, TSK’daki cadı avına zemin oluşturan ‘fetömetre’nin yaygın olarak kullanılması gerektiğini savundu.

Başbuğ son 8 yılda 11 kitap yazdı. Havuz medyasına sayısız röportaj verdi. Maalesef ‘soru sorabilen’ gazeteciler ya hapiste ya da sürgünde. Mevcutlar da çanak sorularla Başbuğ’un kendi reklamını yapmasına yardımcı oluyorlar. Kendisine sorulması gereken temel sorular ise bugüne kadar sorulamadı. Hürriyet’te yayınlanan röportajı, CNN’de misafir olduğu yayınlar gibi PR çalışmasından öteye geçemedi.

ALEVİ PROVOKASYONU VE TEMEL SORU

İlker Başbuğ en tartışmalı Genelkurmay Başkanıydı. Görevi döneminde manşetlerden hiç düşmedi. Tartışmaların odağındaydı. Hala da polemiklere konu oluyor. Bu geleneği son Hürriyet röportajında da sürdürdü. Başbuğ diyor ki “fetö’nün hedefi milli orduyu yok etmekti. Alevilerin TSK’dan temizlenmesine yönelik hedefin öncelikli olduğunu gördük. Aleviliği istismar etmeye çalıştılar”.

Röportajın diğer bölümlerine geçmeden burada bir soluklanmak lazım. Çünkü Başbuğ’un bu iddiası her yönüyle skandal. Öncelikle Başbuğ’a sorulması gereken ilk soru ‘kimin hangi mezhepten olduğunu nereden biliyordunuz? Mezhebe dayalı fişleme mi yapılıyordu? Olmalı. Zira ‘TSK’dan Alevilerin tasfiyesini hedeflediler’ iddasının somut verilere dayanması gerekir. Hem ‘TSK’ya personel alınırken insanların etnik kökenine bakılmaz’ diyor hem de ‘hedef olanların Alevi olması dikkat çekiciydi’ diyorsunuz. Söz konusu askerlerin fişlemesi TSK içinde iken mi yapıldı yani?

Aleviler açısından Başbuğ’un açıklamalarındaki esas problem şurada: Başbuğ’a göre ‘TSK’daki Alevilerin hedef alınması çok tehlikeliydi, çünkü milli orduyu çökertebilirdi’. Bu cümleyi tersten okursanız Başbuğ’un TSK’da görev yaptığı yaklaşık 40 yıllık dönemde Alevilerin ordunun belkemiğini oluşturduğu sonucu çıkar. Zira Başbuğ’a göre Alevilerin TSK’dan tasfiyesi halinde milli ordu çöker.

Bu durumda yani Başbuğ’un argümanını temel alırsak Aleviler 12 Eylül darbesi, 28 Şubat post modern darbesi, 367 müdahalesi, internet andıçları, kontrgerilla, faili meçhul cinayetler, kısacası doğrudan yada dolaylı olarak karıştığı tüm kirli kapaklı işlerin faili olur. Başbuğ’un argümanının ayakları yere basmadığı gibi zaten fazlasıyla hassas olan sinir uçlarını tahrik etmekten başka bir şey değil.

Başbuğ gibi TSK’nın en kritik birimlerinde görev yapmış bir ismin söylediği cümlelerin ne anlama geleceğini bilmemesi düşünülemez.

Başbuğ neden Alevileri böyle bir tartışmanın ortasına çekmiş olabilir? Bu sorunun cevabı aslında röportajda var. Başbuğ’u yakından tanıyanlar, görev yaptığı dönemi takip edenler Erdoğan hakkında iyi şeyler düşünmediğini yakinen bilirler. Nitekim Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı olduğu dönemdeki demeçleri, Erdoğan’la olan gergin ilişkileri herkesin malumu. Fakat son yıllarda Başbuğ’un Erdoğan’a toz kondurmayan bir tavrı var. İlk anda ‘hakkındaki temyiz davası nedeniyle’ Erdoğan’a ‘çiçek attığı’ düşünülebilir. Ancak biraz siyaset okuması yapanlar için bu açıklama yetersiz.

Başbuğ’un son açıklamaları Alevileri Cemaat’e karşı kışkırtma amacını taşıyor. Erdoğan’ın Cemaatle mücadelede yalnız kaldığını söylemesi, desteklenmesi gerektiğini ifade etmesi ve akabinden ‘Fetö Alevileri hedef aldı’ demesi mealen ‘Erdoğan – Ergenekon ittifakına Aleviler yeterince katılmıyor, sizin de aktif olarak desteklemeniz lazım’ demektir.  Alevilerin özellikle de Avrupa’daki Alevilerin Erdoğan hakkında iyi düşünmediği herkesin malumu. Başbuğ’un son çıkışı Alevileri de bu koalisyona katmak çabası olarak görülebilir.

Öte yandan Türkiye’de Alevi-Sünni kavgasına en uzak, sürekli kardeşlik vurgusu yapan en güçlü sünni hareket Gülen Cemaatidir. Cami-Cemevi projeleri yapan ve Alevi meselesinin çözümü için çalıştaylar organize eden de Cemaat’ti. Yani Başbuğ’un iddiasının sosyolojik gerçeklerle de uyuşmadığı açık.

PEKİ BAŞBUĞ NELERİ ANLATMADI?

Başbuğ son 8 yılda 11 kitap yazdı. Sayısız gazete ve televizyon röportajı verdi. Ancak bütün röportajı hükümet yandaşı medyaya oldu. O yüzden kendisine sorulması gereken, bugüne kadar kitaplarında da anlatmadığı onlarca konu cevapsız kaldı. Başbuğ’un son kitabı ve röportajından hareketle bugüne kadar ‘anlatmadıkları’na bir parantez açmakta fayda var.

Başbuğ’un GenelKurmay Başkanı olarak görev yaptığı 2008-2010 yılları çok çalkantılıydı. Başbuğ gerek TSK’nın taraf olduğu sıkandallar gerekse de kendi demeçleri nedeniyle manşetlerden inmedi. 25 Eylül 2006’da Kara Harp Okulu eğitim yılı açılışında yaptığı konuşmada yer alan entellektüel referanslar nedeniyle daha Genelkurmay Başkanı olmadan ‘entellektüel Paşa’ yakıştırması yapılan Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı’nı devralırken cumhurbaşkanına dönüp ‘laiklik konusunda bizi ikna edemezseniz sizi engellemek bizim göremizdir’ demişti. Ancak çok sorunlu bir Genelkurmay Başkanlığı geçirdi. Göreve gelir gelmez Ergenekon sanıklarına TSK adına ziyaret yaptırdı. Üstelik ziyaret için seçilen general geçmişte karıştığı karanlık işler nedeniyle gazete manşetlerine yansımış bir isimdi. Diyarbakır’a gidip siyasetçi gibi demeç verdi. Meşhur 15 Ekim 2008 tarihli ve ‘Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet’ ettiği Balıkesir konuşması ile manşetlere çıktı. 17 Aralık 2009 da ise Trabzon’da Oruç Reis Fırkateyni’ne çıkıp tehdit dolu bir basın açıklaması yaptı. Aynı şekilde Genelkurmay Karargahı’nda yaptığı basın toplantıları da alışılmışın dışında geçti. Özellikle Taraf Gazetesi’ni tehdide varan ifadeleri oldu. Başbuğ dönemi TSK’nın en çok şehit verdiği dönemlerdendi. Özellikle karakul saldırılarında büyük kayıplar verildi. Dahası söz konusu saldırılarda çok ciddi istihbarat zaafları olduğu tespit edildi. Başbuğ’un bu haberlere iddiası ise gazetecileri azarlamak, tehdit etmek ve parmak sallamak şeklinde oldu. Hatta Haziran 2010’da düzenlediği bir basın toplantısında terörle mücadeleye dair zaaflar ve ‘saldırılara göz yumulduğu’ iddialarına yönelik “Öyle şeyleri düşünenlerin Türk kanı taşıdığını düşünmüyorum” demesi çok tartışıldı. Basın toplantılarında ‘TSK’nın sabrının sınırı vardır’ diyerek özellikle Taraf Gazetesini hedef aldı. İlker Başbuğ 27 Ağustos 2010’da duygu dolu bir veda konuşması ile görevi Org.Işık Koşaner’e devretti ve 32 trilyon liraya mal olan yeni rezidansına yerleşti. Ancak Başbuğ gündemden düşmedi ve İnternet Andıcı Davası kapsamında gözaltına alınıp tutuklandı, 5 Ağustos 2013’te sonuçlanan dava ile müebbet hapis cezası aldı. 7 Mart 2014’te tahliye edildi.

AKP KAPATMA DAVASINDA ROLÜ NEYDİ?

Başbuğ’a dair sorularımı sıralamadan önce bir hatırlatma yapmam gerek. 2008 ile 2014 yılları arasında Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi olarak Ankara’da çalıştım. O çalkantılı dönemi yakından takip etme imkanı buldum. O sürece dair birinci elden yakası açılmadık kulis bilgilerine ulaştım ve bunları köşe yazılarımda televizyon programlarımda okuyucuya-izleyiciye aktardım. Başbuğ döneminin skandallarına dair bir çok bilgiyi muhataplarından bizzat edindim.

3 Mart 2008 günü saat 17:00’da Ankara’da çok gizli bir buluşma gerçekleşti. 06 LLU 81 plakalı siyah Mercedes Kara Kuvvetleri Komutanılığı’na geldi. Otomobilde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vardı. Paksüt karargaha girdi ve 1 saat 15 dakika süreyle dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ (6 ay sonranın Genelkurmay Başkanı) ile görüştü. Görüşmenin zamanlaması ilginçti çünkü bu görüşmeden 11 gün sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP hakkında kapatma davası açtı. Ayrıca CHP ve DSP, üniversitelerde başörtüsü serbestisi getirecek Anayasa değişikliğine dair kanunun iptali için Anayasa mahkemesine başvurmuştu. Yani Anayasa Mahkemesi’nin önünde kritik dosyalar vardı ve bu dönemde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ile İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Karargahı’nda gizli bir görüşme yapıyordu. Buluşmanın gizli tutulması, kayıt altına alınmaması, görüşmenin tarafların programlarında gözükmemesi, karargah giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarının kapatılması ve nihayetinde komuta katının tamamen boşaltılması dikkat çekiciydi. Ankara kulislerinde Başbuğ’un AKP’ye yönelik kapatma davasını bizzat takip ettiği konuşuldu. Hatta Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün Ulus Rüzgarlı Sokak’ta bulunan bazı ofislerde yaptığı görüşmeler istihbaratın ağına takıldı. Kapatma davası sürecinde yaşananlara dair anlatılması, konuşulması gereken çok şey oldu. Erdoğan ile Başbuğ arasında geçen sert diyaloglar Başkent kulislerinde yankılandı. Hatta Wikileaks belgelerinde bu görüşmeye dair çarpıcı bir analiz yer aldı. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson adına gönderilen ve siyasi memur Janice G. Weiner tarafından kaleme alınan kriptoya göre İlker Başbuğ ile Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün yaptığı görüşme diplomatik yazışmalara, “Başbuğ-Paksüt patırtısı, ordunun gizli tertipler içinde olduğuna dair son dört yıldır ortaya çıkan bilgilerin devamı niteliğinde. 27 Nisan muhtırasından sonra bir süre susan ordunun adı, ciddi entrikalar döndüğünü düşündüren bir dizi siyasi skandala karıştı” diye geçti. Gizli görüşme için ayrıca “derin devletin sadece bir efsane olmadığının işaretini verdi” yorumu yapıldı. Fakat Başbuğ’la röportaj yapan gazeteciler bu döneme dair soruları sormadı. Başbuğ da kitaplarında gizli kapaklı görüşmelere dair açıklama yapmadı.

E-MUHTIRA İLE MECLİSİ ORTADAN KALDIRMAK!

Tarihe e-muhtıra olarak geçen ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini durduran 27 Nisan 2007 muhtırası ve öncesinde yaşananlar Başbuğ’a sorulmadı. En azından gazeteciler tarafından. Zira söz konusu muhtıranın İlker Başbuğ ve dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından hazırlandığı soruşturma dosyalarına yansımıştı. Nitekim dönemin savcısı Cihan Kansız Başbuğ’a bu yönde sorular sormuştu. Gerçi Erdoğan bugün 27 Nisan E Muhtırası için ‘o bir muhtıra değildir’ diyor fakat söz konusu muhtıra ile TBMM işlemez hale getirildi. İlker Başbuğ’un Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki faaliyetleri soruşturma dosyalarına girdi. Savcı Kansız İlker Başbuğ’a “Nuran Yıldız aracılığı ile Erkan Mumcu’ya ulaşarak cumhurbaşkanlığı seçim sürecine etki etme girişiminiz oldu mu?” diye sordu. O günlerde yaşananlara dair Başbuğ’un anlatması gereken çok şey olduğu muhakkak.

AKP VE GÜLEN’İ BİTİRME PLANININ TALİMATINI KİM VERDİ?

12 Haziran 2009’da Taraf gazetesinin manşetinde yer alan ve Genelkurmay Harekat Dairesi’nce hazırlanan hükümeti ve Gülen’i bitirme talimatını kim vermişti? Psikolojik harp ve eylem planının hazırlanması talimatının Başbuğ’dan habersiz verilmesi mümkün değil. Ayrıca söz konusu eylem planında Gülen Cemaati’nin ‘silahlı terör örgütü’ olarak yargılanması için kurulacak kumpaslar yer alıyor. Bu planlardan uygulamaya geçen olmuş muydu? Türkiye’nin neresinde ne tür planlar yapılmıştı? Plana bakıldığında AKP ve Gülen’i bitirme planının adım adım uygulandığını söylemek mümkün. Başbuğ bu planın neresindeydi, bugün yaptığı açıklamalar söz konusu planın parçası mı ?

NEDEN HER YERDEN SİLAH ÇIKIYORDU?

İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı dönemi enteresan basın toplantılarına sahne oldu. Başbuğ Türkiye’nin muhtelif yerlerinde, yerden çıkan silahlar sonrası basın toplantısı düzenledi. Daha önce İrtica ile Mücadele Eylem Planı için ‘kağıt parçası’ diyen Başbuğ law silahları için de ‘boru’ dedi. Merhum Mehmet Ali Birand’ın ‘yerin altından silah fışkırıyor’ sorusuna Birand’ı azarlar bir tonda cevap veren Başbuğ law silahlarına ‘boru’ tanımlaması yapmıştı. Oysa ki Ergenekon hakimlerine, dönemin başbakanı ve bakanlarına yönelik suikast planları ile birlikte Gölbaşı’nda, Zir Vadisi’nde ve İstanbul Poyrazköy’de cephanelikler bulunmuştu. Bu cephaneliklerde 17’si dolu 24 Lav silahı, onlarca el bombası, uzun namlulu silahlar, TNT ve C4 patlayıcılar çıkmıştı. Ayrıca Ergenekon sanıklarında suikast planlarının olduğu S1 listeleri bulundu. Bu kadar silah ve eylem planının neden ve kimi hedefleyerek yapıldığı konusunda Başbuğ’un söyleyeceği bir şeyler vardır mutlaka.

GENELKURMAY HÜKÜMET ALEYHİNE KARA PROPAGANDA SİTELERİ YAPIYOR

Şüphesiz Başbuğ döneminin en kritik başlıklarından birisi İnternet Andıcı olayı. Yargıçların ordu çizgisine çekilmesi, gazetecilerin kullanılması, TSK muhaliflerinin yıpratılması adıyla mütedeyyin insanları ve dönemin AK Parti hükümeti ile Kürt halkını hedef alan planları hazırlayarak, kara propaganda sitelerinin kurulması konusunda Başbuğ genel geçer cevaplar veriyor. Oysa bilgi destek şubeden Genelkurmay katına kadar ilgili tüm komutanların ifadeleri ile teyit edildi ki Genelkurmay hükümeti düşürmek için kara propaganda siteleri hazırlamış. Sayıları 43’e çıkan internet siteleri kuruluyor. Amaçları hükümet hakkında kara propaganda yapmak. Bu sitelerde her gün AKP ve kurmayları hakkında yalan haberler çıkıyor. Erdoğan ve Abdullah Gül’ü yıpratmaya yönelik haberler çıkıyor. Dahası bu sitelerden yapılan asparagas haberlerle AKP’ye kapatma davası açılıyor. Üstelik bu haberlerin Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Çankaya’ya AKP’li birinin çıkışını engelleme çabalarının olduğu, Cumhuriyet Mitinglerinin, 27 Nisan muhtırasının, 367 tartışmalarının olduğu bir dönemde çıktığını düşünün. Bütün bunlar Başbuğ’un Karargah’ın başında olduğu dönem. Üstelik Org. Hasan  Iğsız ‘internet andıcının Başbuğ’a sunulup sunulmadığına’ dair soruya ‘sorulmadan yapılmaz’ cevabını vermis.

Söz konusu skandala dair haberlerin medyaya çıkması sonrası Karargah’ta yayanlara dair savcıya gönderilen bir ihbar mektubunda (http://www.radikal.com.tr/turkiye/o-subayin-mektubu-basinda-961199/) Genelkurmay Karargahı’nda ki bilgisayarların 35 kez -geri döndürülemeyecek şekilde- silindiği iddia ediliyordu. İddialara göre karargahta tüm bilgisayarlar temizlenirken onlarca çuval evrak yakılarak imha edildi. Söz konusu iddialar savcı Cihan Kansız tarafından Başbuğ’a “Belge imha emrini Mustafa Bakıcı’ya doğrudan siz mi verdiniz?’ diye sordu. Ayrıca site arşivlerinin aynı gece silinmesinin nedeni de soruldu ama Başbuğ tüm bu konulara tatmin edici cevaplar veremedi.

ERZİNCAN ADLİYESİ ÜSTÜNDE ALÇAK UÇAN F-16’LAR

Başbuğ Hürriyet’e verdiği röportajda dönemin 3.Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk’in ‘Alevi köylerini  ziyaret ettiği için tutuklanacağını’ iddia ediyor. ‘Alevi köylerini ziyaret etmek’ şeklinde bir suç olmadığı için Başbuğ’un bu ifadelerinin girişte anlattığım projenin bir parçası olduğunu görmek lazım. Peki Saldıray Berk ile ilgili gerçek suçlama neydi ?  AKP ve Gülen’i bitirme planı aslında Erzincan merkezli uygulamaya konmuştu. İsmailağa ve Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonlarda ‘bulunacak silahlar’ ile söz konusu cemaatler silahlı terör örgütü olarak gösterilecekti. Çatalarmut Barajında bulunan şüpheli el bombaları ve yüzlerce mermi bu amaçla kullanılmıştı. Erzincan merkezli bu operasyonun merkezinde ise Org.Saldıray Berk vardı. İlker Başbuğ kitabında da anlattığı gibi savcıları kışlaya sokmadı, arama yaptırmadı. Söz konusu soruşturma ile ilgili davanın ilk duruşması esnasında Org. Saldıray Berk ‘Ankara’da gizli toplantısı’ olduğu gerekçesiyle katılmazken duruşma esnasında F-16 savaş uçakları adliye üzerinden alçak uçuş yaptılar. Bu iki uçağın adliye üzerinden alçak uçuş yapması talimatını Başbuğ mu verdi sorusu hala cevapsız.

Dahası, Başbuğ’un ‘Alevi köylerini ziyaret’ kılıfına soktuğu olayda telekulak skandalı vardı. Ismailağa Cemaati’ne yönelik soruşturma bahanesi ile dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş , Albayraklar ve aralarında çok sayıda bürokratın da bulunduğu 350 ismin yasadışı dinlendiği ortaya çıktı. Saldıray Berk’in Başbuğ’a çok yakın olduğu, Başbuğ’un Berk için devreye girdiği başkentte kulaktan kulağa yayılmıştı. Başbuğ’un soruşturmaya bu kadar müdahil olması, bu konuyu Erdoğan ile görüşmesi hangi motivasyona dayanıyordu halen bilinmiyor.

BAŞBUĞ FAİLİ MEHÇULLERİN ARAŞTIRILMASINDAN NEDEN RAHATSIZ OLDU?

1990’lı yıllarda Güneydoğu’da yaşanan faili meçhul cinayetlere dair soruşturmalar ilker Başbuğ’u çok rahatsız etti. Savcılar özellikle Şırnak’ta yapılan infazları araştırırken ilginç gelişmeler yaşandı. Albay Cemal Temizöz’e gözaltı kararı çıkınca Genelkurmay direnç başlattı. Genelkurmay Adli Müşaviri bizzat dönemin Adalet Bakanı M.Ali Şahin ile  görüşerek operasyonu engellemeye çalıştı. Şahin dönemin Diyarbakır Başsavcısını Ankara’ya çağırdı. Ancak Erdoğan devreye girdi ve Şahin’e ‘bu işe karışma’ dedi. Temizöz 2 gün gecikmeli olarak gözaltına alınabildi. Faili meçhul cinayetlerle ilgili çok kritik bir isim olan Cemal Temizöz, 17-25 Aralık sonrası değişen siyasi konjonktürle aklandı. Ancak Şırnak’ta yaşanan infazlara dair soruşturmalar üst düzey komutanlara ulaşınca Ankara’da ciddi bir gerginlik oluştu. İnfazlarda aktif rolü olan ama hiç kimsenin gözaltına dahi alamadığı Koçero Salici’nin gözaltına alınması Genelkurmay’da ciddi bir endişeye yol açmıştı. Güçlükonak olaylarına dair soruşturma esnasında ise Org.Engin Alan Başbuğ’a giderek soruşturmadan duyduğu rahatsızlığı iletip bizzat Erdoğan’la görüşülmesini talep etmişti. Başbuğ ise Erdoğan’a ‘vatansever subaylara yönelik bir komplo’ olduğu tezini işledi. Faili meçhullere yönelik soruşturmanın başında ‘nereye gidiyorsa gidin’ diyerek destek olan Erdoğan, bu aşamadan sonra soruşturmadan desteğini çekti. Başbuğ kitaplarında bu konuları anlatmadığı gibi hiç bir gazeteci de Başbuğ’un faili meçhulleri araştırmaya yönelik soruşturmaya müdahalelerini sormadı.

ŞAİBELİ KARAKOL BASKINLARI

Başbuğ dönemi büyük kayıplar verilen karakol baskınlarına sahne oldu. Özellikle Aktütün ve Dağlıca saldırıları sonrasında kamuoyunda ciddi şüphe oluştu. Taraf Gazetesi’nin yayınladığı bilgiler, belgeler saldırılara dair şüpheleri büyüttü. Başbuğ ise önce Balıkesir Astsubay Okulu’nda sonra da Trabzon-Oruç Reis Fırkateyni’nde parmak sallayarak medyayı tehdit etti. Sivil iradeyi ve medyayı alanen tehdit eden Başbuğ saldırılara dair hesap vermediği gibi ihmali olanlara yönelik herhangi bir soruşturma yaptırmadı.

BALYOZ BELGESİNDEKİ BAŞBUĞ İMZASI

Başbuğ, 2003 yılındaki Balyoz Darbe Planı’na dair ‘FETÖ kumpası’ diyor. Başbuğ’a göre söz konusu yargılama da bir kumpastan ibaret. Oysa ki Balyoz Darbe Planı’nın gerçek olduğuna dair sayısız delil var. Sanıkların el yazısı notları, kendi ses kayıtları, power point sunumlar vs. Dahası dönemin MİT Müsteşarının ‘1.Ordu darbeye hazırlanıyor’ uyarısı da var. Taraf Gazetesi’nin haberi yayınlandığı zaman Genelkurmay Karargahı’nda infiale yol açtığı, Başbuğ’un bağırarak basın toplantısı yaptığı herkesin malumu. Ancak ‘gerçekler’ bundan ibaret değil. Çünkü söz konusu darbe planı yapıldığında İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanıydı. Dahası Çetin Doğan başkanlığında yapılan toplantıda kanun dışına çıkıldığına dair bilginin olduğu belgenin altında Başbuğ’un imzası vardı. Hatta Ankara kulislerinde Erdoğan’ın bu belgeyi Başbuğ’un önüne koyduğu da konuşulmuştu. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbug-imzali-balyoz-belgesi-14352417  Başbuğ şimdi imzasını da inkar edip Balyoz’un kumpas olduğunu iddia ediyor.

DİNK’İ AFİŞE EDEN AÇIKLAMA NEDEN YAPILDI?

İlker Başbuğ’un anlatmadığı, hiç bir gazetecinin de sormadığı çok önemli diğer bir başlık ise Dink Cinayeti. Malum olduğu üzere Hrant Dink’in yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi 6 Şubat 2004’te Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna ilişkin iddiayı manşet yaptı. 15 gün sonra Hürriyet Gazetesi, 21 Şubat 2004’te bu iddiayı manşete taşıdı ve ortalık karıştı. Ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı sert bir açıklama yaptı. Hrant Dink’i doğrudan hedef alan açıklama işaret fişeği etkisi yaptı. Dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun MİT İstanbul Bölge Başkanı’na Hrant Dink’in uyarılması talimatını verdi. Dink’e yönelik protestoların zirveye çıkması Genelkurmay’ın söz konusu açıklamasından sonra oldu. Peki o dönem Genelkurmay 2.Başkanı kimdi ? Org.İlker Başbuğ. TSK’da ikinci başkanlar Genelkurmay Karargahı’nın ‘ev sahibi’dir ve basın açıklamaları da onların onayı ile çıkar. Ayrıca MGK’dan çıkan ‘misyonerlik tehdidi’ raporlarının olduğu dönemde MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç’ın sağ kolu da İlker Başbuğ’du. Eğer Genelkurmay’ın o açıklaması olmasa Dink hedef haline gelmeyecek hakkında protesto gösterileri olmayacak, davalar açılmayacaktı. Başbuğ’a kimse bir haber yüzünden o açıklamanın neden yapıldığını sormadı.

BAŞBUĞ’A 12 EYLÜL DÖNEMİ SORULMADI

Başbuğ röportajlarında 1980’li yıllarda Albay olduğunu, ‘FETÖ tehdidini’ fark ettiğini ama o dönemdeki görevlerinin farklı olduğunu söylüyor. Fakat nerede ve ne yaptığını anlatmıyor. Başbuğ 12 Eylül döneminde ‘derin devlet’ olarak da bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaydı. Seferberlik Tetkik Kurulu (STK), ABD’de eğitim gören Tuğgeneral Daniş Karabelen tarafından 27 Eylül 1952’de Milli Avcı Birlikleri şubesi olarak (şimdiki Özel Kuvvetler) içinde faaliyete başladı. Görevi barış zamanında düşman işgaline karşı direniş ve ayaklanma örgütlemek olan kurul, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı. STK’nın adı 6-7 Eylül olaylarıyla da gündeme geldi. Olaylarla ilgili daha sonra konuşan Özel Harp Dairesi’nin eski komutanlarından emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “Özel Harp Dairesi’nin işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” ifadesini kullanmıştı. STK’nın ismi daha sonra da birçok olayda ‘kontrgerilla’ olarak geçmişti. Başbuğ’a hiç kimse ‘siyah’, ‘gri’ ve ‘beyaz kuvvetler’ hakkında bir şey sormadı. Oysa ki yakın tarihte yaşanan bir çok olayda STK’nın izi vardı.

BAŞBUĞ’UN TUTUKLANMASI İLE ERDOĞAN’IN İLGİSİ NE?

Başbuğ İnternet Andıcı soruşturması kapsamında Ocak 2012’de tutuklandı. İlk kez Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir generalin tutuklanması doğal olarak büyük gürültü kopardı. Erdoğan, Başbuğ’un tutuklanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirip ‘tutuksuz yargılanmalıydı’ dedi. Peki gerçekte böyle mi olmuştu?

Ankara küçük bir yer olduğu için kulağı delik gazeteciler yakası açılmadık kulislere sahip olabiliyorlar. Bu kural Başbuğ’un tutuklanması olayında da bozulmadı. Öncelikle şunu hatırlatmakta fayda var; bakmayın Başbuğ’un bugün Erdoğan’a övgüler düzmesine. Aslında Erdoğan ile Başbuğ ilişkisi hayli gergin geçti. Taraflar birbirlerini hiç bir zaman kabullenmedi. Karşılıklı hamle üstüne hamle yaptılar. Başbuğ bir toplantı öncesi Erdoğan’ı karşılamaya inmedi. Başbuğ MGK toplantıları ve haftalık görüşmelerde Erdoğan’a Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarından duyduğu rahatsızlığı yüksek sesle dile getiriyordu. Erdoğan ise durumu idare eden açıklamalar yapıyordu. Erdoğan kurmaylarına Başbuğ’dan bahsederken isim vermeden omzunu gösterip İlker Başbuğ’un geldiğini ima edip söylediklerini aktarıyordu. Bu diyaloglara şahit olan çok sayıda bakan ve danışman oldu. Erdoğan, Başbuğ’un kapatma davasına katkısını bildiği için adeta fırsat kolluyordu. Başkentte Erdoğan’ın soruşturma makamlarına ‘bu adam neden hala tutuklanmadı?’ dediğine şahit olan çok kişi var. Hatta Erdoğan’ın adeta sırdaşı, uzun yıllara dayanan yol arkadaşı bakanlardan birisi, dönemin başsavcı vekillerinden birine “Yanında olmasaydım, diyalogları görmeseydim ‘tutukluluktan rahatsız oldum’ yönündeki açıklamalarına inanabilirdim” demişti. AKP çatısı altında halen siyaset yapan bu bakan dışında Başbuğ’un tutuklanmasına dair sürece dair şahitliği olan başka isimler de var. Fakat Erdoğan her zaman olduğu gibi ‘içeride başka dışarıda başka’ konuştu ve tüm faturayı Cemaatin üzerine yıktı. Başbuğ bu realiteyi bilmesine rağmen Erdoğan’a toz kondurmadı.

Sonuç olarak; İlker Başbuğ bugüne kadar 11 kitap yazdı, sayısız röportaj verdi ama ‘esas meselelere’ dair bir şeyler söylemedi. Halen tutuklanmamış yada sürgüne gitmek zorunda kalmamış az sayıdaki gazeteci ise soru sormak yerine Başbuğ’un istediğini anlatmasına aracı oluyorlar. Oysa ki Başbuğ görev yaptığı yerler ve yıllar itibariyle tam anlamıyla bir kara kutu. 12 Eylül darbesinden AKP’ye kapatma davasına, psikolojik harp sitelerinden Güneydoğu’daki faili meçhullere kadar çok sayıda başlıkta ‘birinci elden’ bilgi sahibi. Dahası psikolojik harp konusundaki uzmanlığını kitapları ve röportajlarında ustaca kullanıyor. Mesela Hürriyet’e söylediği ‘Saldıray Berk Alevi köylerini ziyaret ettiği için tutuklanacaktı’ ifadesi bunun tipik bir örneği. Erdoğan’a övgüler düzerken Alevileri tahrik ederek Ergenekon-Erdoğan ittifakına katılmalarını sağlamaya çalışıyor. Altında kendi imzası olan Balyoz belgesini bile inkar edip ‘zamanın ruhu’na uygun olarak her şeyi ‘fetö kumpası’ olarak tanımlıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Anlatmasa bile carpitmaya calistigi o kadar siritiyorki o magrur kendini begenmis yuz ifadesinden, Sanki kendi milletini esir etmeye and icmis komutan edasiyla her turlu pisligin ardinda biz variz diyor, lisani halle.
    Merdi kipti secaatin arzederken sirkatin soylermis. Bu kadar kitap yazip bir seyler anlatma, olup bitenleri tanimlama ihtiyaci nereden doguyor, yoksa piyonlarinin isi yeterince iyi yapamadigi olaylarin uzerini iyi ortemedigi endisesinden olmasin. Adam yine yumurtlamis neymis daglica baskininin ardinda abd varmis, simdiye kadar neden sustun be adam, zaman ayarlimisin.

  2. Tugayındaki Alevi-Kürt bir ere dahi tahammül edemeyen biri mi TSK da subay kademesindeki Alevilerin derdine düşmüş. Onun “Alevi tanımı” farklı olabilir mi? Ahmet Turan Alkan’ın yıllar önce yazdığı “Celladına Aşık…” başlıklı yazıyı anımsadım. Susurluk kazasında ölen emniyet görevlisi için de Alevi deniyordu.
    Bu ülke Alevi-Sünni-Kürt-Türk-……. yapay sorunları var ancak bunların çözümünün çok da zor olduğuna inanmıyorum, yakın çevresinde bunu çözebilen bu toprakların tamamında da çözebilir. Asıl sorun; namuslu-namussuz, dürüst-sahtekar, çıkarcı-paylaşımcı, hangi kesimden olursa olsun kullanışlı ve karaktersiz insan profilinin tespitini yapmak….
    Bu açıdan cemaat de kendisiyle ilişkilendirilen çıkarcı, kötü niyetli, hırs kurbanı, cahil kişilerin ayrışmasını sağlayacak bir dönüşüm, hesap sorma (Kaderi plandakinden ayrı olarak!) sürecini net olarak ortaya koymaz
    ve bu tip insanların prim yapmasını engelleyecek bir sistematik oluşturmaz ise, 15 Temmuz, 24 Haziran, bylock kumpası, ankesör saçmalığı gibi olaylar bitmeyecek ve gittiği her coğrafyada bir karabasan gibi onu takip edecek.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin