PORTRE | İDRİS GÜRSOY
Yassıada’da idam kararları verildikten sonra üç infaz gerçekleştirildi. Başbakan Adnan Menderes’ten önce 16 Eylül 1961’de ilk sehpaya çıkarılan kişi Hasan Polatkan’dı. Tarihi cinayetlerin yıldönümünde Polatkan’ın son anları ve ailenin neler yaşadığını anlatacağım.
Maliye Bakanı Hasan Polatkan, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’e giderken eşi Mutahhare Hanım onu uyardı: “Darbe söylentileri var, Ankara’da kalsanız daha iyi olmaz mı?” Polatkan ise, “Hanım, bu nasıl söz? Türk askeri böyle bir şey yapar mı?” diye cevap verdi.
Mutahhare Hanım’ın eşi ile son konuşması bu oldu. 26 Mayıs’ta Eskişehir Şeker Fabrikası, Başbakan Adnan Menderes tarafından coşkuyla hizmete açıldı. Bir gün sonra (27 Mayıs) Mutahhare Hanım iki çocuğuyla evde yalnızdı. Gece silah sesleriyle uyandı. Pencereden baktığında askerleri gördü. Korktuğu başına gelmişti.
27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti (DP) iktidarını bir gece baskınıyla düşüren ordu içindeki cunta, 16 ay sonra Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu idam edecekti.
16-17 Eylül 1961, Türk demokrasi tarihinde kara bir sayfa. Türkiye’ye ateş düştü. Ancak en büyük yangın, Menderes’le birlikte Polatkan ve Zorlu’nun evlerindeydi. Kabinenin en genç ve başarılı bakanlarından Polatkan’ın eşi Mutahhare Hanım’ın dünyalar başına yıkıldı.
Büyük kızları Sema yaşadıklarını kaldıramadı, yakalandığı hastalıktan sonra hayatını yitirdi. 5 yaşındayken babasını kaybeden Nilgün Polatkan ise, 27 Mayıs 1960 ve 16-17 Eylül 1961 tarihlerini hiç unutamadı.
Hasan Polatkan, 1915’te Eskişehir’de doğdu. Dedeleri Kırım’dan gelmişti. Babası, küçük bir bakkal dükkânını çalıştıran Abdulbahri Bey, annesi yine Kırım Türklerinden, Eskişehir’in tanınmış ailelerinden Seyyid Gazi’nin kızı Gülsüm Hanım’dı. Beş çocuklarından Hasan, ilk, orta ve liseyi pekiyi ile bitirdi. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü’nü kazandı (1933). Ziraat Bankası’nda müfettişken 1946 seçimlerinde DP’den Eskişehir milletvekili seçildi. Menderes hükümetinde Çalışma Bakanlığı yaptı. Daha sonra Maliye Bakanlığı’na getirildi. Hasan Polatkan’la Mutahhare Hanım 1949’da evlendi. Sema ve Nilgün adlı iki kız çocukları oldu. Polatkan, kabinenin en genç ve en zeki bakanlarından biriydi. Gece geç saatlere kadar çalışıyordu. Muhalifleri bile onu takdir ediyordu. İsmet İnönü, Polatkan’ı görünce, “Bu genci neden CHP’ye getirmediniz?” diye çevresine sitem etmişti.
10 yıllık DP iktidarında ülke baştan başa bir şantiyeye dönmüştü. Özel sektör güçlenmiş, devlet yatırımları hızlanmıştı. Ekonominin başındaki Polatkan’ın bunda katkısı büyüktü. 9 buçuk yıl bakanlık yapan Polatkan, önce çalışma hayatını, sonra da maliyeyi düzene sokmuş, 93 milyarlık yatırıma imza atmıştı. Askerle sivil arasındaki maaş farkını korumak için gösterdiği çaba cuntacıları rahatsız etmişti. Ezanın Arapça aslına döndürülmesi için Menderes’e telkinlerde bulunan da Polatkan’dı.
1957’deki seçimlerden sonra darbenin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Kadın hassasiyetiyle Mutahhare Hanım bazı şeyleri hissetmiş ve eşini uyarmıştı. Menderes gibi Polatkan da orduya güveniyordu. Ancak 1950’den itibaren cuntalar faaliyetteydi ve epeyce mesafe almışlardı.
27 Mayıs sabahı Polatkan’ın evi askerlerce sarıldığında artık yapacak bir şey kalmamıştı. Ev didik didik aranırken Mutahhare Hanım, gözyaşları içinde, eşini ve hiçbir şeyden habersiz Nilgün (5) ve Sema’yı (10) düşünüyordu.
Eskişehir’de Menderes’le birlikte tutuklanan Polatkan, bir gün sonra Ankara Harbiye’ye getirilmişti. 11 gün sonra da İmralı’ya nakledildi. Mutahhare hanım tüm çabalarına rağmen eşine ulaşamadı.
Yassıada Mahkemesi, tam bir çadır tiyatrosuydu. İdama önceden karar verilmişti. Daha duruşmalar başlamadan 20 Haziran 1960 tarihli Demokrat İzmir gazetesinin manşeti şöyleydi: “Sabıkların cezası ölüm olacaktır!”
Polatkan, Yassada’da gidişatı görmüştü, ilk günden “Bizi asacaklar” diyordu. Türk adalet tarihinde unutulmaz yaralar bırakan yargılamada, bütün evrensel hukuk kuralları çiğnendi. Polatkan’ın savunma yapmasına izin verilmedi. Susturuldu. “Neden bu kadar fazla şeker fabrikası yaptınız?” diye sorular soruldu. 175 sayfalık savunma metinleri elinde kaldı. Yassıada belgeleri arasında, Polatkan’ın iddianamesini ve aldığı notları da gün yüzüne çıkarmıştım. Orada, “Ben bir gün evinde ziyafet vermiş, davet yapmış, çay tertiplemiş insan değilim. Tek eğlencem sinema ve tiyatro. Türk milletinin büyük kısmı okuma yazma bilmiyordu amma ilme karşı büyük arzusu vardı. Türk köylüsü gerici de değildi,” diyordu.
Polatkanlar yaklaşık 15 ay boyunca sadece iki defa çok kısa ve askerlerin gözetimi altında görüşebildi. İlk buluşma darbeden 11 ay sonra gerçekleşti. Kocasını bitkin hâlde gören Mutahhare Hanım oldukça üzüldü. 83 kiloluk eşi 38 kiloya düşmüştü. Görüşme sırasında öğrendiği bir gerçek ise onda derin izler bıraktı. Polatkan’a işkence ediliyordu.
Yassıada’dan 15 idam kararı çıktı. İmralı’ya elleri arkadan kelepçeli, yüksek güvenlik tedbirleri altında botlarla sevk edildiler.
Darbeci Millî Birlik Komitesi idamlardan üçünü onayladı. Bayar’la birlikte 12’sinin cezası müebbede çevrildi. İlk idam edilen, 16 Eylül’de Hasan Polatkan oldu. Onu Fatin Rüştü Zorlu izledi. Bir gün sonra da Menderes’in boynuna ip geçirildi.
Görgü tanıklarının anlattıklarına göre, infazlar sırasında Polatkan çok üzgündü. İnfaz heyeti saat 04.30’a doğru Polatkan’ı bulunduğu odadan idam hazırlığı için alt kata indirdi. Başsavcı Altay Ömer Egesel, “Söylemek istediğiniz bir husus veya yazmak istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu. “Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin,” son sözleri oldu. Gardiyanlar kravatını söküp aldı, üzerine beyaz gömlek giydirdi, ellerini arkadan kelepçeledi ve cellatlara teslim etti. Sehpaya çıkarıldı. Direnemedi. İşkence görmüş vücudu bir sağa bir sola sallandı. Ruhunu teslim etti.
16 Eylül 1961’de Türkiye, Yassıada’dan gelen idam haberleriyle sarsıldı. Polatkan’ın İstanbul’daki evindeki akrabaları, eşine nasıl söyleyeceklerini bilemiyordu. Nihayet acı haber, Mutahhare Polatkan’a verildi. Teskin iğneleri bile onu sakinleştirememişti.
Polatkan’ın kızlarından Nilgün hanım, o gün 5 yaşındaydı. Aksiyon dergisi için yaptığım röportajda sorularımı şöyle cevaplamıştı.
-Anneniz darbe olacağını nereden biliyordu?
Evimiz, İsmet İnönü’nün evinin hemen yanındaydı. Son zamanlarda İnönü’nün evine girip çıkanların sayısı artmıştı. Ev dolup dolup boşalıyordu. Sabahlara kadar lambalar yanıyordu. Annemin kulağına darbe yapılacağı söylentileri de gelmişti.
-Babanıza savunma yaptırılmıyor. Neden?
Babam, duruşmalarda savunmalarını hazırlamış ancak konuşturulmuyor. Nazik bir insandı. Konuşmak istediğinde hâkim, “Kes, kısa kes, kısa kes!” diyor. Babam kibar bir insandı. “Hayatımı ilgilendiren bir konuda savunma yapmayayım mı?” diyor, o kadar. Darbe gibi idamlara da önceden karar verilmiş. Savunma yaptırsalar bile kerhen dinleyeceklerdi. Sonuç değişmezdi.
-Polatkan için devlet radyosunda, bazı gazetecilerin katkısı ve sunumuyla karalayıcı yayınlar yapılıyor?
Devletin üç önemli kişisi: Başbakan, Maliye Bakanı ve Dışişleri Bakanı. “Bu üç kişiyi bitirmeye muvaffak olursak, DP’yi bitirmiş oluruz” diye düşündüler. Karalayıcı yayınlar yaptılar. O gün bunları araştıracak ne bir merci ne de sizin gibi gazeteciler vardı.
-Babanız, “Allah şahit olsun ki benim evime yemek masası muşambasından başka bir şey girmemiştir,” diyor. Nasıl bir yaşamınız vardı?
Gayet mütevazı, gece geç saatlere kadar çalışan bir insandı babam, arada bir sinemaya ve tiyatroya giderlermiş. Annem anlatıyor, babamla yolda yürürken “Sağa sola bakma, sen devletin bakanının eşisin” diye uyarırmış. Böylesine değerlerine, ailesine bağlı birisiydi.
-Dönemin DP vekili ve bakanlarından Samet Ağaoğlu, babanız için “Yassıada’nın en hazin yüzü” diyor. Kısa sürede zayıflamış, ama mahkemede boyun eğmiyor.
Tabii de eğdirtiyorlar… Bakar mısınız, savunması bile yaptırılmıyor. Çok işkence ediyorlar.
-İdam haberini nasıl aldınız?
Çocuktum, beni uzak tuttular evden. Anneme iğneler, sakinleştirici haplar veriyorlar. Hatta biraz fazla vermişler ancak yine de teskin edemiyorlar. Yavaşça söylüyorlar ama inanmıyor, inanmak istemiyor. Kabullenemiyor. Yaşadığımız bir travmaydı. Annem uzun süre etkisinden kurtulamadı. Kabul edemedi. Gazetede yayımlanan idam fotoğraflarına rağmen bir gün çıkıp gelecek diye bekledi (ağlıyor). Ablam sınavları kazandığı hâlde soy isminden dolayı okullara kabul edilmedi. Ben okula geç başladım, içime kapanık bir öğrenciydim. Teyzem okula götürdü. Sınıf öğretmenim yardımcı oldu. Kim olduğumu biliyordu, beni korudu. Yardımcı bir öğretmen vardı, bir gün sınıfa girdi ve bana sorular sordu. Rencide etti, hiç unutamam o anları.
-Son mektubunda size de selamı var. “Hasretle kucaklarım” diyor.
Yıllardır dokunmadım. Ben de ona mektuplar yazdım çocuk kalbimle. Unutmak istediğim şeyleri şimdi bana hatırlattınız (sesi titriyor).
-Acınızı hissediyoruz. Ama gerçekleri, sizlerin neler yaşadığını bu millet sizden öğrenmeli.
Doğru diyorsunuz. Darbe 1960’ta yapılmış bir şey değil, daha önce planlanmış ve 27 Mayıs’ta gerçekleştirmişler. Menderes’e duyumlar geliyor. Ancak gaflet, inanmıyor. Etrafındaki insanlar mı yanlış yönlendiriyorlar, bilgi mi tam gelmiyor? Gerçekleri az kişi biliyor.
***
Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idamlarını ayrı birer yazı konusu yapacağım. Allah bütün mazlumlara rahmeti, zalimlere ise adaleti ile muamele etsin. Geride kalanlara sabır versin.