Ana Sayfa Güncel İlahiyat profesörlerine açık mektup 

İlahiyat profesörlerine açık mektup 

YORUM | VEYSEL AYHAN

Soracaklarım öncelikle şu değerli hocalarımıza: 

Ali Erbaş, Mehmet Görmez, Ali Bardakoğlu, Süleyman Ateş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Nuriye Özsoy, Hayrettin Karaman, Hayri Kırbaşoğlu, Mehmed Said Hatiboğlu, Ömer Özsoy, Bekir Karlığa, Mehmet Akif Koç, Mehmet Okuyan, İsmail Kara, İsrafil Balcı, Abdulaziz Bayındır, Mustafa Öztürk, Şaban Ali Düzgün, Mustafa Çağrıcı, İhsan Eliaçık, Vehbi Başer, Mustafa İslamoğlu ve Ahmet Taşgetiren gibi isimlere…

Hayatlarını Kur’an sayfaları arasında yaşayan bu insanlar her türlü eleştiriye açık olduklarını farklı platformlarda ifade etmelerine binaen müsamahalarına sığınarak bazı sorular sormak istiyorum.

Bildiğimiz ve inandığımız gibi “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı…(Abese: 34-36) dehşetli bir gün gelecek.

O korkunç günde hepimiz hesaba çekileceğiz. Tüm cemaat mensupları hesaba çekilecek. Ama siz de titrlerinizden arınmış halde hesaba çekileceksiniz.

O gün şöyle bir diyaloğun içinde yer alma ihtimali hiç aklınıza geldi mi?

“Ey âlim insan! Sana yüklenen ilim ve bulunduğun mevkiinden dolayı vermen gereken hesaplar var.

Şu sorulara cevabın var mı?

-Yaşadığın dönemde yüz binlerce kadın-erkek; hasta-yaşlı senin gözlerinin önünde zindanlara atıldı. Bazıları hücrelerde hastalandı, öldü. Yüzlerce bebek zindan betonlarında emekleyerek büyüdü. Bunlar senin gözlerinin önünde oldu, doğru mu?

– Doğru.

– Peki bu insanların suçu neydi?

– Bunlar darbe yaptı, devlete isyan etti. O yüzden bu cezaları hak etmişlerdi.

– Hayır, yüz binlerce tutuklu insan ne darbeye karıştı ne de devlete isyan etti. Bunlar öğretmendi, ev hanımıydı, mühendisti, hakimdi, savcıydı. Bunlar mı darbe yaptı?

– Doğru ama darbe yapanlar bunların içinden çıktı.

– Şu ayet Kur’an’da 5 ayrı yerde tekrarlanır. “Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.” Bunu bilmiyor musun?

– Biliyorum.

– Peki o zaman niçin tek kelime ile yapılan zulümlere itiraz etmedin? 

– Onların içinde çok kızdığım ve nefret ettiklerim vardı. İçlerinde gerçekten suçlular da vardı. Öfkem onlaraydı.

– “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide:8) ayetini bilmiyor muydun?

– Biliyordum.

-Yani bazılarına öfkelendiğin için yüz binlerce insana yapılan zulmü meşru gördün? 

-…

– Sen de pek çokları gibi milyonlarca insanı “fetö” sözüyle itham ettin. Bu sözün anlamını biliyor musun?

– Biliyorum.

– O cemaat içinden tanıdıkların vardı. Bunlar içinde bir terör fiiline bulaşmış bizzat tanıdığın biri var mıydı? 

-Hayır yoktu. Tanıdıklarım iyi insanlardı, terörist değillerdi.

– Ama sen ayrım yapmadan “fetö” yaftasıyla milyonlarca insana “terörist ve hain” dedin. Her televizyon veya youtube programında hiç yüksünmeden tekrar ettin. 

– Peki şimdi ne olacak?

– Milyonlarca insanın her biri için mahşer yerinde seni bir dava dosyası bekliyor. Onlara dağıtacağın bir tazminatın var mı?

-…

Böyle bir diyalog ihtimali bir kenarda dursun. Ahirette ne olur bilemeyiz.

Ama bir ilahiyatçı, merhamet taşıması beklenen bir mümindir. 

O halde bir mümin kabulüyle soruyorum.

300 bin insan Saray KHK’larıyla işinden atıldı. Bu insanlara özel sektör siyasi korkularla iş vermedi. Hemen hepsi medeni ölüme mahkûm edildi.

Geliri olmayan tutuklulara yardım etmek isteyenler bile gözaltına alınıyor. Dün 8 kadın bu yüzden gözaltına alındı.

Sizden bazınızın dini argümanlarla tahkim ettiği iktidarın zulmünden kaçarken Meriç ve Ege’nin sularında 34 insan hayatını kaybetti. Bunların içinde bebekler de vardı.

Onların fotoğraflarına bakarken ne hissediyorsunuz?

Tutuklu KHK’lı öğretmenin 16 Yaşındaki oğlu Bahadır, yaşadıklarını kaldıramadı, geçen yıl intihar etti. OHAL sürecinde benzeri 100’ü aşkın intihar yaşandı.

Tüm bunların müsebbibi Erdoğan’la çoğunuzun direkt veya indirekt iletişim imkânınız var.

Çok mu zordu kalkıp “Bu yaptığınız zulümdür. Tamam, darbe yapanı bulduysanız cezalandırın ama bu kadınların ve bebeklerin suçu ne!” demek.

Tek kelime etmediniz. Tek bir tweet bile atmadınız. Hiçbir yapılana muhalefet şerhiniz olmadı.

Ahmet Burhan Ataç, 8 yaşında kanser hastası bir çocuktu. Adım adım ölüme gidiyordu. Sizin sessizliğinizi onay ve fetva kabul eden yargıçlar aylarca onun, annesine kavuşmasına izin vermedi. Ve Ahmet Burhan hicran içinde vefat etti.

Down sendromlu Ayşe Asude 1,5 yıldır cezaevinde olan annesinden ayrıydı. Annesinin suçunu merak ettiniz mi?

İtirafçı beyanı şuydu: “Beyaz Lale derneğinde gördüm, sohbet veriyordu, Kuran okuyordu.” 

6 yaşındaki kanser hastası Yusuf Kerim’in hastalığının son evresine kadar annesine kavuşmasına engel oldular.  Annesi Gülten Sayın’ın suçu neydi biliyor musunuz?

Erdoğan’ın açılışını yaptığı Bank Asya’ya para yatırmak ve bir öğrenci yurdunda çalışmak.

Bu adaletsizlikler hiç mi yüreğinizi sızlatmadı?

Gökhan Açıkkollu bir tarih öğretmeniydi. 13 gün gözaltında işkence gördü ve bünyesi buna dayanamadı, vefat etti. İroniye bakın ki 1,5 yıl sonra beraat edip görevine iade edildi. 

Tedavisi ihmal edilen KHK’lı polis Mustafa Kabakçıoğlu, hücresinde plastik sandalyenin üzerinde başı arkaya düşmüş, tırnakları morarmış, elleri bacaklarının üzerinde oturur vaziyette can verdi.

Binlercesinden bir örnek: Hâkime Ayşe Neşe Gül. 2016 ‘dan beri tutuklu. Hala hücrede. 

Bu kadın ve emsali darbe mi yaptı? 

Hiçbir şeyden habersiz komutanlarının emriyle otobüse binen harbiyeli kız öğrenciler Nagihan Yavuz, Nimet Ecem Gönüllü, Şuheda Sena Öğütalan darbe mi yaptı?

Ama siz havuz medyasının iftiralarını “nas” kabul edip zulümlere kulak tıkadınız.

Bu sessizliğinizle tahliye olmaları gereken ağır kanser hastaları içeride gün be gün ölüme yürüyor.

Yaşananlar hiç mi vicdanınızı kanatmıyor?

Ey hayatları Kur’an sayfaları arasında geçen ilahiyat âlimleri!

Kur’an’da sizin bildiğiniz, bizim görmediğimiz bu zulme izin veren bir ayet mi var? 

Değilse niçin yıllardır susuyorsunuz? 

Bu suskunluğunuzla zulüm katlanarak devam ediyor?

Daha dün Konya’da saçma sapan iddialarla 19 kişi gözaltına alındı. Yargıçlar ve emniyet müdürleri Saray’a yaranıp terfi almak için zulüm yarışında.

Siyasi iktidar sadece cemaate zulmetmiyor. Kürt kentlerini yerle bir etti. Binlerce siyasi ve sivil Kürt var hapishanelerde. Saray, halk iradesini yok sayıp belediyelere kayyum atadı. Oy hesabıyla halkı kutuplaştırdı. Kürt siyasi lider, rakip olmasın diye zindana atıldı, mitinglerde açıkça idamı istendi. Ve siz bunlara da sessiz kaldınız. 

Ne olurdu İslam’ın onur ve haysiyeti hürmetine öne atılıp şöyle haykırsaydınız: “İktidarda kalmak için Kürd’ü Türk’e, Kürdü Türk’e düşman etmeyin. Alevi-Sünni ayrımcılığı yapmayın!”  Ama demediniz.

İktidarın din istismarına da itiraz etmediniz. Camiler miting alanına döndü. Gayretkeş imamlar AKP’nin propaganda memuru oldu. Rüşvet ve haraç artık adiyattan. Hatta tüm bunlar ses kayıtlarıyla ortaya çıktı. Dine iliştirilen ahlaksızlık ve yolsuzluklarla milyonlarca insan dinden soğudu, Müslümanlıktan nefret etti. Yolsuzlukları ortaya çıkardığı için yüzlerce polis ve emniyet müdürü 9 yıldır zindanda.

Ne olurdu, “yolsuzluk hırsızlık değildir.” demektense “dinde hırsızlık ve yolsuzluk yoktur.” diyebilseydiniz. Diyanet eliyle peygamber cübbesini Saray’a protokol halısı yapmasaydınız!

Peygamberimiz daha nübüvvet gelmeden yirmi yaşlarında iken zulme karşı çıkmış, sonraki yıllarda iftiharla beyan ettiği üzere Hılfu’l-fudûl’a katılmıştı. 

Bu karşı çıkışı bir insan olarak yapıyordu. Hılfu’l-fudûl akdini hatırlayalım.

“Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi, ister kötü; ister bizden, ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz, süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız.” 

Kritik cümle “İster iyi, ister kötü; ister bizden, ister yabancı”

O devirde yaşasaydınız Hılfu’l-fudûl’a katılır mıydınız bilmem. Ama bugün kendinizi Kur’an’la test edebilirsiniz:

 “Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, anne-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun…” (Nisa 135)

Muhterem hocalarım; Ali Erbaş, Mehmet Görmez, Ali Bardakoğlu, Süleyman Ateş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Nuriye Özsoy, Hayrettin Karaman, Hayri Kırbaşoğlu, Mehmed Said Hatiboğlu, Ömer Özsoy, Bekir Karlığa, Mehmet Akif Koç, Mehmet Okuyan, İsmail Kara, İsrafil Balcı, Abdulaziz Bayındır, Mustafa Öztürk, Şaban Ali Düzgün, Mustafa Çağrıcı, İhsan Eliaçık, Vehbi Başer, Mustafa İslamoğlu ve Ahmet Taşgetiren.

Bunları sizin bir şeyler yapmanız için yazmadım. “Diri diri gömülen kız çocuğunun…”(Tekvir:8) hesabının sorulduğu gün, Meriç’te veya Ege’de ölen bebeklerin de hesabı sorulacak. Yüz binlerce masumun da hakkı aranacak. Bu konudaki sessizliğiniz sizi kimlerle beraber eder, en iyi siz takdir edersiniz. Harekete geçmeniz ve bir şeyler yapmanız kimseyi değil nihai olarak hamiyet-i diniyenizi ve vicdanınızı ilgilendiren bir konu. 

Papa 12. Pius, 19 yıl papalık yaptı. O ve kardinalleri Hitler’in tüm soykırımı sürecine şahit oldu. Ama yaşananlara tek kelimeyle bile itiraz etmediler. Tarih şimdi onları lanetle yargılıyor.

Zulme sessiz kalmak yönüyle onlara benzemenin sizi ürpertmesi dileğiyle.

29 YORUMLAR

  1. Ismail
    Vicdanın ve insanin içindeki adalet duygusunun din ve dindarlıkla bir ilgisi yok. Ahiret inancı ile de ilgisi yok. Neyle ilgisi var? Bilmiyorum. Belki de bu konuya kafa yormakla, çıkar ilişkilerinin aktif bir aktörü olmamakla ilişkisi var. Cevabını bilen varsa yazsın, biz de öğrenelim. Birkaç gün önce Ukrayna Cumhurbaşkanı Selenski´nin bir gazeteye verdiği bir röportajı okudum. Ailesi ile ilgili bir soruya şöyle diyordu: “Tabii ki çocuklarım korkuyor. Ama eşim ve ben 10 yasındaki oğlumuzu yurtdışına göndermeyi uygun bulmadık. Burada çocuklar ölürken onların güneşin altında güneşlenmesi adil olmazdı.” Selenski Müslüman değil, Yahudi. Muhtemelen dindar da değil, Avrupa standartlarında bir insanın olduğu gibi. Ama sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla içinde bir adalet duygusu var. „Ben burayadım, ama çocuklarım güvenliği için yurtdışına çıksın“ dese de bunu herkes anlardı. Veysel bey, “ilahiyatçı merhamet taşıması beklenen bir mümindir” demişsiniz. Bundan emin mısınız? Tarih bize bunu mu söylüyor? Bütün İslam tarihi boyunca ilahiyatçılar iktidara dini payanda yapmadı mı? İçlerinde vicdanının sesini dinleyenlerin oranı nedir? Osmanlı´da taht için çocuk katlini meşrulaştıran Yahudi din alimleri veya orta Asya Şamanları mıydı? İlahiyatçı içinde merhamet taşıması gereken bir mümindir tezi eksik. O, dinin iktidarın parçası olmadığı, laik ve seküler yönetimler ve toplumlar için geçerlidir. O gibi yerlerde öyledir bu. Mesela Avrupa´da kiliseler gerçekten vicdanın ve merhametin canlı tutulduğu, topluma taşındığı, en azından taşınmaya çalışıldığı yerlerdir. Neden? Çünkü kiliseler iktidar mücadelesinin dışındadır. Dini yönetimlerde, dinin siyasetin parçası olduğu yerlerde ise ilahiyatçılar iktidarın destekçisi, payandası, tasarruflarını meşrulaştırıcı meslek grubudur. Öyle bizin zannettiğimiz gibi ve bize bugüne kadar anlatıldığı gibi ahiret inancı da Müslümanların ahlaklı, kanunlara uygun, vicdanlı davranmasını sağlayan bir faktör değildir. Neden değildir? 1. Ahiret inancı insani bir olaydır, insanın yok olma korkusuna hitap eden bir meseledir. Bu inanca sahip insanlar öbür dünyada hesap verme şuurundan ziyade yok olma korkusu ile dini motifli bir hayatın içinde yaşayan insanlardır. 2. Ahiret inancı şu bakımdan da insanları vicdanlı davranmaya götürmüyor, zira ahiret ile ilgili hesap kitap net değil. Bu hocalara sorsanız belki şunu diyeceklerdir: Belki bu konuda yanlışımız, eksiğimiz oldu ama, onun karşısında bir sürü sevabımız da var. Ayrıca Allah affedicidir. Gideriz bir hacca, dileriz bir af ve yolumuza devam ederiz. Üç beş kuruş de bir cami inşaatına, kuran kursuna verdik mi, tamamdır bu iş. Bütün bunları inanca, ahiret inancına karşı söylemiyorum. Her şeyin çözümünü dini kaynaklarda aramanın çözüm olmadığını ve toplumsal ve tarihi tecrübemizi gözardı ettiğini gözlemlediğim için yazıyorum. Umarim içerdeki masumlar en kısa sürede özgürlüklerine kavuşurlar. Zalimlerin de cezası – buna hacı hoca takımı dahil –öbür dünyaya kalmaz.
    • Nedim Polat
      kendi tecrübem ve anlayışım: evet, insan imtihan ve Allah'a kulluk için yaratılmış. kulluktan maksat güzel ahlaklı insan olmak. Kur'an Efendimiz'in ahlakını övüyor; "Sen en yüce ahlak üzeresin" dedikten sonra Kalem süresinde geçen ahlaksızlıkları yapmazsın diyor. Efendimiz de "ben güzel ahlakı tamamlamak (örnek şekilde göstermek) için gönderildim. Evet, her insan selim fıtratla dünyaya geliyor. ama onun formatı başta anne-bası ve çevresiyle bozuluyor ve yaşadığı çevreye göre şekilleniyor. Peki, dinin ve ibadetlerin rolü nedir? Dini vazifelerini yerine getiren insan iyi veya ahlâklı insan demek doğru değil. Eğer bu ibadetler sahibinde güzel ahlâkı mayalıyorsa işte ibadet vazifesini yapmıştır. Çünkü ruh ve bedenden veya kalp ve nefisten ibaret olan insan daima nefsin isteklerine başka ifadeyle dünyevi meyillerine yönelir. Dünya hayatı öyle bir mücadeledir ki, kişi menfaati gereği herşeyi mübah görebilir. Bir de yetiştiği kültür ortamı bunu destekliyorsa ibadetler sadece şekilde kalır. Be vesileyle ibadetler insana ahiretin varlığını hatırlatmak içindir. Eğer kişi vicdanen yönünü ahirete döner güzel ahlâkın gereğini yerine getirebilirse işte ibadetler ona fayda sağlamış olur. Konu uzun, çok şey söylenebilir.
    • Serdar Oran
      İsmail bey Almanca çalışmaya devam edin. Zelenski yerine Selenski demeniz çok iyi bir gelişme... Veysel beyin 1200 küsür kelimelik yazısına 400 kelimelik yorum yapacak zaman bulmanız da iyi bir gösterge... "Mesela Avrupa´da kiliseler gerçekten vicdanın ve merhametin canlı tutulduğu, topluma taşındığı, en azından taşınmaya çalışıldığı yerlerdir. Neden? Çünkü kiliseler iktidar mücadelesinin dışındadır" diyebildiğinize göre bir hayli araştırmış olmalısınız... "FRANSA’da, Kilisede Cinsel İstismar Bağımsız Komisyonu (CIASE) tarafından iki buçuk yıl süren bir çalışma sonrasında yayımlanan 2500 sayfalık rapor şok etkisi yarattı. Rapor, 1950-2020 arasında 216 bin çocuğun din görevlilerinin cinsel istismarına maruz kaldığını ortaya koydu. Bu sayıya Kilise kurumlarında çalışıp da din görevlisi olmayanların işlediği suçlar da eklendiğinde rakam 330 bine ulaşıyor" diye duymuş muydunuz? 70 yılda 330 bin çocuk. 330.000 çocuk/25.550 gün=13 çocuk... Bence bir daha değerlendirin...
    • Tarık Bulut
      İsmail Beyin yorumana katılıyorum. Cesaret edip yazarak bizleri aydınlatan bu yorumu için teşekkür ederim.
    • Davut
      İtikadi açıdan dehşet tehlikeli bir yorum. Neymiş, adalet ve vicdan duygusunun din ve dindarlıkla alakası yokmuş. Bu tarz yorumlar da bizim Hizmet camiasında moda olmaya ve “cesurca” görülmeye başlandı. Oysa cesurca veya orjinal değil. Girin ekşisözlük’e, varoluş sancısı çeken ateist ve deist yazarların bu tarz tonlarca yazısına denk gelirsiniz. İslam’ın adaletle hiçbir alakası yoksa neden o zaman müslümanız? Gidip ateist olalım, madem vicdan ve adaletin dinle hiçbir alakası yok. En azından birçok haramın ve ibadetin yükünden de kurtuluruz. İnsan bir şey demeden önce onun nereye varacağını söyleyerek konuşmalı. Bu konular da öyle Avrupa’dan işinize gelen örnekleri, İslam tarihinden de yine işinize gelen başka örnekleri cımbızla alarak konuşulmaz. Allah kimseyi doğru yoldan ayırmasın.
  2. TAHİR AYDIN
    Çok kıymetli Veysel Bey... Muhakeme ve vicdan aynanız olan, ızdırap mahsulü değerli yazılarınızdan ötürü size teşekkür Allaha hamd ederim. Bu yazınızda da cevabını almayı çok istediğim hakikatli soruları muhataplarını tevcih etmişsiniz. inşallah vicdanlarında makes bulur, onların tevbe ve istiğfarlarına kapı aralar.
  3. Numan
    Öncelikle yorum yapan İsmail beyi tebrik ediyorum. Düşüncelerine aynen katılıyorum… Veysel bey acaba vicdanları harekete geçirecek bir şey yapabilir miyim kaygısıyla bu köşede bana bir yazı hakkı vermişler bunu da bu istikamette kullanayım demiş ve tamamen Allah rızası istikameti ile bir yazı yazmış. Allah kabul etsin 🙏. Ancak meselenin diğer yönü İsmail beyin de dikkat çektiği gibi hiç öyle değil. Tarihi gerçekler de hiç öyle olmadığını açıkça gösteriyor. Düşünsenize bizim başımıza gelen bu zulümlerin kim bilir kaç katı bin küsur yıldır müslümanların eliyle müslim-gayri müslim nice masum insanların başına gelmiş hiç zamanın alimleri akıl önderleri bunları tarihte engelleyebilmişler mi? Hiç yok. Aksine o ilim adamlarının neredeyse tamamına yakını tıpkı bugün olduğu gibi zalimlerin yanında yer almış veya hiç sesini çıkarmamış! Ne kadar her şey bire bir benziyor değil mi? İşte tam burada bence asıl konuşulması kafa patlatılması gereken mesele şu değil mi: Neden müslümanların tarihinde yüzyıllardır bire bir benzer zulümler tekerrür edip duruyor? Hz peygamber’in ifadesiyle neden hep aynı delikten ısırılıyoruz? Acaba bizim de bu çıkmaz döngünün devam etmesinde bir fonksiyonumuz oldu mu? Mesela en azından bugüne kadar doğru sandığımız hangi yanlışlar aslında bu zulüm çarkının devam edip gitmesine zemin oluşturmuş? Ben bu soruları diyalektik olsun diye sormuyorum. Aksine bu soruları hiç olmazsa bizden sonraki dönemlerde tarih tekerrür etmesin diye hayati derecede önemli buluyorum. Ve bu yorumu da yapmamdaki asıl hedef başta yazıyı kaleme alana yazar Sayın VEYSEL AYHAN hocamız olmak üzere diğer arkadaşların hiç olmazsa bu platformda hakkaniyetli bir şekilde müzakere etmesini istiyorum. Keşke altına yorum yazılan yazı sahipleri TENEZZÜL EDİP bu sorularımıza cevaben bir yazı yazsa hiç olmazsa altına bizim gibi bir yorum ekleyip cevap verse! Aslında samimi olan kişilerden beklenen de bu değil midir? Benim bu sorulara kısaca cevabım şöyle lütfen yanlışım varsa başta yazı sahibi olmak üzere tüm arkadaşlara ricam beni düzeltin! Müslüman toplum olarak Hz Peygamberin bıraktığı mirasa sahip çıkarken Ceketi ilk defa nerede yanlış ilikledik? Bir problem ile karşılaştığımızda Kuran, sünnet ve akla müracaat ederken yani mihenge vurarken nerede hata yaptık? Ben diyorum ki devlet eliyle yapılan tüm zulümler hukuk zemininden kayma ile mümkündür. Yalnız buraya dikkat ⚠️ edin! Hukuk başka din başkadır! Hakkı Allah söylese de hukuku insanlar yapar. İnsanlar hukuku yaparken gerek kendi aralarında toplumsal sözleşme ile gerekse geleneksel olarak devraldıkları ilkeleri esas alarak belirler. Devlet de bu hukuk düzenine göre işler. Yani devlet işlerinde yetki sahibi olanların kişisel özellikleri, dinî ve şahsi kimlikleri devlet işlerinde nötr kabul edilir ve hiçbir fonksiyon ifade etmez ve etmemelidir. Bunun tek istisnası bizim inancımıza göre Peygamberlerdir. Zira Peygamberler hiçbir kanuna tabi değildir aksine kanunu Allah’tan aldıklarına inandığımız yetki ile kendileri va’zederler. Dolayısıyla Peygamberler karizmatik liderlerdir. Karizmatik liderler kanunun üstündedir, tabiri caizse devrimcidirler ve yeni bir düzen kurarlar. Diktatörler de karizmatik liderlerdir çünkü onlar da kanunun üstündedirler ve kuralları kendileri belirler. Ancak bunların dışındaki tüm liderler ya Rasyonel liderdir ya da geleneksel liderdir. Rasyonel liderler toplumu aklın esas alınarak hazırlandığı toplumsal sözleşme ilkelerine yani anayasaya göre yönetirler. Bugünkü modern dünyada özellikle batı toplumlarında demokratik yöntemlerle gelip giden liderler gibi. Geleneksel liderler de toplumu geleneksel ilkerin belirlediği yasalara göre yönetirler. Bunlar genellikle İngiliz kraliyet ailesi, Osmanlı padişahları gibi bir ailenin toplumu geleneksel kurallara göre yönettiği liderlerdir. Hem rasyonel hem geleneksel liderler mevcut yasalara aykırı davranamaz davranırsa yasalara göre cezalandırılırlar. Hz peygamber den sonra bize miras kalan devlet yönetimi Kuran ve sünnet hatta ilk dört Halifeyi de katarsak ilkesel olarak seçimle gelen rasyonel liderlerin yönettiği bir yönetim biçimine daha çok benzemektedir. Ama hiç zorlamadan değerlendirmek gerekirse yani seçilen liderin ölene kadar görevde kalındığı ileri sürülerek bunun rasyonel bir liderlik pozisyonuna uymadığı iddia edilse bile en kötü ihtimalle geleneksel rasyonel liderlik diyebiliriz. Ama asla karizmatik liderlerin olduğunu kimse iddia edemez. Zira karizmatik liderler mevcut yasaları tanımaz, kendileri yasa koyarlar. İşte şimdi burada soruyu hatırlayalım. Devlet yönetiminde oturmuş sisteme aykırı olarak Mevcut yasaları ihlal eden ilk icraat nedir? Tarihi olgusal hakikat şahittir ki Hz Osman döneminde Ümeyye oğullarından olan yöneticilerin ehliyet esası ihlal edilerek o döneme kadar hiç görülmemiş bir şekilde toplumda cahiliye adetini hortlatacak kayırmacılığın devlet işlerinde kendisini göstermesidir. İşte ceketin ilk yanlış iliklendiği yer burasıdır. O dönemin en büyük olayları Hz Osman ın şehit edilmesine kadar varan fitne hadiseleri devlet yönetimini belirleyen bu ilkenin ihlali sonucunda ortaya çıkmıştır. Ne ilginçtir ki, o dönemde dünyanın süper güçlerini dize getiren koskoca İslam ordusu Mısır’dan kalkıp gelen iki üç bin isyancıya engel olamamış, devletin merkezinde Halife’nin evini kuşatıp onu şehit edecek kadar ileri gidebilmişlerdir. Buna sonradan Hz Osman ın kanını bahane ederek her türlü yolu meşrulaştıracak on bin civarı askeri olan Muaviye de Hz Osman ın askerleri de engel olamamışlardır. Ve ne hikmetse bu “çakma darbe” sonuç olarak en çok Hz Osman ın kanını bahane eden Arabın en büyük dahileri olarak anılan Ümeyye oğullarından Muaviye ve Amr b As’a yaramış yani “Allah’ın lütfu” olmuştur! İşte burada asıl dikkat ⚠️ kesilmemiz gereken nokta ceketin ilk yanlış iliklendiği yerde Hz Osman ın eleştirilere kapalı olacak şekilde kredisi yüksek dinî kimliği sebebiyle dokunulmazlık zırhına sokulması ve yasaları ilk kez onun delmesi sağlanarak toplumda ve akil insanlarda cahiliye adetinin geri dönmesini sağlayacak projeyi hayata geçirerek ondan asıl faydalanacak kişilerin Hz Osman gibi yeterli dinî kredisi olmasa bile yerleşmiş olan adeti kolayca uygulama alanı bulabilmek olmuştur. Artık bundan sonrası kolaydır. Çünkü artık yasalar cahiliye döneminde olduğu gibi soylu dinî liderlerin oyuncağı olacaktır. Buna ne toplum ne de ileri gelenler ses çıkartmayacak ve meydan Arapların siyasi dahilerine kalacaktır. Nitekim öyle de olmuştur. Tıpkı bugünkü gibi Nihayetinde Hz Ali kendi cahil taraftarları tarafından anlaşılmadığı gibi hakem olayında Arabın dahilerince siyasi hileler ile mağlup edilmiş cahiliye dönemindeki zulüm çarkı bugüne kadar yeniden hayat bulmuştur. Burada ikinci kez dikkat ⚠️ kesilmemiz gereken nokta ise bu hilelerin ve zulümlerin baş mimarı Muaviye’ye yine en çok kendilerine ehli sünnet diyen toplum ve ileri gelenleri toz kondurmamakta inanılmaz derecede ısrarcıdır. Bu satırları yazan ben bile belki 10 sene önce de malesef aynı saftaydım. Şimdi düşünüyorum neden bize bu zulümleri yapanların benim bugün geldiğim bu noktada olmalarını ve beni anlamalarını bekliyorum? Buna hakkım var mı? Zira onlar henüz benim başıma gelenlere maruz kalmamışlar. Beni anlamaları neredeyse imkansız. Çünkü onların bu şekilde düşünmelerine zemin hazırlama işlemi Hz Osman döneminde başlamış ve hala nerdeyse ehli sünnet dünyasının tamamına yakını aynı yerde. Ne dersiniz VEYSEL HOCAM HAKSIZ MIYIM?
    • Serdar Oran
      Numan bey, İsmail beyin yorumunu okuduğunuz ve kendilerini tebrikle başladığınız için ben de sizi tebrik ederim. Ses tonunuz ne kadar da benziyor... Yorumunuz İsmail beyinkinin üç katı uzunluğunda ve neredeyse Veysel beyin yazısına yakın. Herhalde "biz onun yazdığını okuduğumuza göre, işi ne, o da bizimkileri okusun ve yorumumuza yorum yazsın" diye düşünüyor ve "hatta sadece o değil, arkadaşlar da yorumlarınızı okusunlar ve 'hakkaniyetli bir şekilde müzakere etsinler' ki samimiyetleri anlaşılsın" diyorsunuz. Evrenin merkezinin nerede olduğunu düşünüyorsunuz?
    • Tarık Bulut
      Numan Bey, Allah razı olsun. Ha şöyle.. Hakkın hatırını ali tulalım. Hakikati haykırmak lazım. İlk düğme önemli.. Yoksa bataklık kurumayacak.. Sinekleri öldürmek çözüm değil. Problem dipte.. Dipten YAZMAK gerek.. Sağolasın
    • Davut
      Neresinden tutsan elimizde kalan bir yorum. Cevap vermeye kalksan veremezsin zira onlarca mantık hatasıyla, düşünme hatasıyla ve bilişsel yanlılık ile dolu. Tarih okuması yapmayı bilmediğiniz çok açık ve yeni öğrendiğiniz birkaç şeyi ortaya karışık atmışsınız. Bu yorumunuza cevap beklemeniz de kendi durumunuzun farkında olmadığınızı gösteriyor. O yüzden size bir cevap verilse de kabul etmeyeceksiniz ve işinize geldiği şekilde yine üstteki yorumunuz kalitesinde bir karşı argüman üreteceksiniz. “İlim adamlarının tamamına yakını zulümlere ses etmemiştir” “Din başka, hukuk başka” Bu kadar cehalet ancak okumakla mümkün olabilir.
  4. Deniz
    Çıkardan, korkudan, rahattan kurtulmanın tek yolu herşeyi Allah rızasına bağlamaktır. Bunu da Peygamberler, Sahabiler, Alimler ve Cemaat başarabilir. O yüzden boş yere Hocaları yormayın. Onlar eleneceklerini bilsede bu yoldan dönemezler. İnsan tabiatına aykırı. İsmail Beyin yorumuna katılıyorum bu arada. Garip bişey daha var. Hocalara ve Türklere desen ki savaş var koşun, küreği kapan ölümüne koşar. Hesap kitap yapmaz. Ama nedense çok şey bilmelerine rağmen susuyorlar. Aslında susmasalar herşeyin doğrusunu noktası noktasına biliyorlardır. Yani aydın insanlar. Fakat bunu toplum yararına yada Allah rızası için kullanmıyorlar. Karşı durulamaz bir güç karşısında kahramanlık taslamasını açıkçası onları bir insan kabul ederek beklemiyorum. Yani sesini çıkardığında karısını alacaklar zindana, kendisini zindana, çocukları sokağa, torunları okuldan atacaklar. Akrabaları, komşuları, arkadaşları sırtlarını dönecek yada hain, fetö diyecek o hocaya. Bunu neden yapsın? Ayrıca Işid Türk Baş Eyaletinde Işid vesayetinde yaşadığını sanırsam bütün Hocalar farkındadır. Sesini çıkaranı belki Işide kafir diye öldürtecekler. Yani Zalimin önüne bile bile atlamak da doğru değil. Belki gerçekten ahiretini kurtarır. Ama o Hocayı rahat bırakmazlar. Ondan iftira, yalan atmalarını isterler ve maalesef çoğu bunu yaptı. Hocanın adını yazıp yanına fetö yazdığında google da arattığında sicilleri ortaya çıkıyor hepsinin maalesef. İşte bu nokta tam bir facia. Çünkü Hoca kılığında yalan söylediğinde daha etkili oluyor. Hiç Işid aleyhinde laf söylediklerini duydunuz mu? İnanılmaz ama hayır. Testereden geçen tek şahsi manevi H.Efendidir. Şu anda herkes Onların duruşunu not ediyor. Zulüm bittiğinde inşallah önlerinde hiçbir engel kalmayacak. Zulümde eninde sonunda bitecek. İrtica ile laik bir araya geldi cemaati bitirdi, irtica ile pkk birbirine girecek, laikler irticaya girecek, islamcılar tarikatlara girecek falan derken asacak kesecek kimse kalmayacak. O zaman inşallah ışık doğacak.
    • Davut
      Her şeyi Allah rızasına bağlamayı peygamberler, salihler ve alimlerden sonra sadece cemaatin başarabileceğini nerden çıkardınız acaba? Bu nasıl bir cemaat enaniyetidir arkadaş? Dünyadaki diğer tüm müslümanları silip attınız resmen. Hizmet Hareketi acilen bu tarz bir düşünce yapısından kurtulmalı. Hiçbir şeyden ders çıkarmamışız gibi gözüküyor.
    • Raci C.
      Garipsenecek bir durum yok aslında. Türk halkı savaş var denince küreği alıp koşmaz. 15 Temmuz gecesi bizi aldatmasın. Erdoğan'a o kadar güveniyorlardı ki, sokağa çıkmanın bu kadar ölüme sebep olacağını akıllarından bile geçirmediler. Geçirenler de olsa olsa elinde kılıç Diriliş izleyenlerdi. Sonuçta tuttuğunu öttüren bir reisleri vardı arkalarında ve aynen de düşündükleri gibi oldu. Türk halkı korkaktır ve bunda da bir miktar haklıdır. Kurtuluş Savaşı'nda erkek nüfusun ekserisi dağlarda firariydi. Asırlarca süren Celali isyanlarından ve yine asırlarca süren savaşlardan sonra bu gayet normal bi şey. Eh güncel jeopolitik konumu da korkusuzluğa zemin hazırlayacak cinsten değil. Bu korku duvarının aşılmasında tek ümit cemaatti o da (görünüşe bakılırsa) yüzüne gözüne bulaştırdı ve hepten korkunun karadeliğine hepten girdik.
  5. Ali
    Bu saydigin isimlere deger atfederek yazi yazmak sizin de kalitesizliginizi gosteriyor. Allah sizin gibilerinden de arindirsin hizmeti.
    • Davut
      Bence asıl bu yorum sizin kalitesizliğinizi gösteriyor. Allah, Hazreti Musa'ya kaç defa Firavun'a gidip tebliğ yapmasını söylemiş, hatta Firavunla güzel bir şekilde, tatlı dille iletişim kurmasını buyurmuştur. "Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin.." (Taha, 20/44) , ".. hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et.." (Nahl, 16/125) demiştir. Peybamberimiz (s.a.v.), Ebu Cehil'e defalarca tebliğe gitmiştir. Karşı taraf ne yaparsa yapsın onlarla güzel bir şekilde iletişim kurmak bir Kur'an ahlakıdır. Ya da en kötü ihtimalle, ayette de dendiği gibi davranırsın: 'Onlar, kötü ve çirkin bir söz duydukları zaman, ondan yüz çevirirler. Ve: “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Selam üzerinize olsun.' Kalkıp bir de Veysel Bey'e 'Allah sizin gibilerinden de arındırsın hizmeti' demişsiniz. He yani, Allah Hizmet'i Kur'an ahlakını yaşatmaya çalışanlardan arındırsın, istediğiniz bu sanırım. Bu Hizmetteki bazı insanların acilen bu travma psikolojisinden kurtulması gerekiyor. İslami ölçütlere göre düşünemiyoruz maalesef.
      • Ali
        Travma psikolojisinde falan degilim. Ama sirf hizmetin icindeymis gibi gozuken sacma sapan adamlara kardes sen neyin nesisin diyemeyecek miyiz? Bu seslendigi adamlar kim? itikatlari ne? Bunlardan meded umar hale mi geldik? Boyle isimlerden yardim dilenerek magdurlara yardim mi ediyor bu arkadas? Bu isimler evet zulum var deseler bizim hakli oldugumuz mu ortaya cikacak? O bahsettigin islami olcutleri su seslenilen insanlara uygulasana. 15 temmuz sabahi artik gitme vaktiniz geldi diye yazi yazan bu saftirik Bey mi oldu? Hizmet cok buyuk bir manevi korumaymis nicelerine. Ortadan bir kalkti. Nicelerinin yuzunu kac para ettiklerini gormus olduk. Allah'a binlerce sukur olsun ki nice abi diye saygi duyacaklarimizin halini gosterdi. İyi dua etmisim. Allah hizmetimizi bu gibilerinden de temizlesin.
  6. Muhammed Salih
    Herbir insanın mutlak süretde imtihan olunacağına dair ilahi beyanı bütün hayat tecrübemle anlamış ve görmüş biri olarak, yaşanan süreçte geniş bir kesimin topluca bir imtihandan geçildiğini düşünüyorum. Hayatın doğal akışı içinde pek farkına varmadığmız imtihanın, adeta ilan edilerek yapılmasını yaşıyoruz. Saydığınız bütün İlahi kitap yorumcularıda ilan edilen imtihana girmişlerdir. Burada elbetde bilgi ile amel edilip edilmediği test ediliyor. Test kelimesi biraz basit kaçıyor ama hakikatdede test ediliyoruz.... Bizi şaşkınlığa sevkeden ve hayrete düşüren durum ise bu kadar açık ve basit bir imtihanı nasıl oluyordu, Kur'an ayetleri ile adeta yatıp kalkan bu insanların imtihanı kaybetmesidir.. Burada bilgi ve samimiyet beraber test ediliyor. Ben ve o saydıklarınız vede benzerlerinin imtihanda eşitiz ve ne yazık ki onlar kaybettiler...zülmü destekliyorlarsa çok bilmelerinin hiçbir ehemmiyeti yoktur... Zülme rıza zülümdür. Herbir insanın hayatda kaldığı süre boyunca tepetaklak gitmeside mümkün, istikamet üzere gitmesi ve dönmeside mümkündür. Ben o saydıklarınız zülümlere asla taraftar olamam... Allah ın rızasına vesile olmayacağı açık açık ortadayken ve zülüm olduğu apaydınken, bu beyinleri nasla dolu olan insanlar nasıl oluyorda tepki vermiyorlar hayretler içinde seyrediyorum... Bunları görünce ne kadarda temiz bir vicdana sahip olduğuma seviniyor ve Rabbime şükrediyorum...
  7. osman Bodur
    Yazıyı okurken şunu da göz ardı etmemek lazım: yazının muhatabi tr de ilahiyatcilar değil tabiki. Hizmet içerisinde bir şekilde yurt dışında yaşamını sürdüren ama Türkiye'yi unutan veya unutmak üzere olanlara da bir ihtar var bence. Gece gündüz tr deki kardeşlerimiz için plan yapmalıyız, onlar için elimizden geleni ortaya koymalıyız. Zira o ilahiyatçılarin elbette ki hesabı zor ama bizler içinde denilen kıvam yakalanmazsa aynı imtihan yine söz konusu olabilir. Teşekkürler abi yazınız için
  8. Raci C.
    Artik Türkiyenin ilahiyatcilarina, hatta genel olarak akademisyenlerine, aydinlarina not vermenin zamani gecti. Zaman ilahiyatciligin nasil olmasi gerektigini gösterme zamani. Ilahiyatcilik sadece akademisyen olarak ilahiyatcinin nasil olmasi gerektigini de asan bir konu. Bizim artik günümüz sartlarinda bir imam nasil olmali, bir cami nasil olmali, bir cuma vaazi nasil olmali, bir bayram nasil kutlanmali, neleri icermeli, bir cocuk, bir genc, bir yetiskin, bir yasli, bir kadin, bir erkek, diniyle ilgili olarak öncelikle ne ögrenmeli, bu din ona su zamanda nasil sevdirilmeli gibi konulara hizlica ve dikkatlice girmemiz gerekiyor. Bu isler kitap yazmayi, Youtubeda fetva vermeyi artik asti. Insanlar örnek bekliyor artik. Vaazda, derste yeni bir dil, yeni bir retorik, yeni bir bakis acisina ihtiyacimiz var. Ruhundan kopmamis yeni merasimlere, yeni oyunlara, her bakimdan yeni formatlara ihtiyacimiz var. Baska bi tarafa savrulmadan, dengeyi kaybetmeden.. Artik Türkiyeye, Türkiyedekilere not vermekten vazgecin. Türkiyede kalanlarin gelmesini tesvik edin, gelemeyenlere destek olun bu yeterlidir.
  9. Ahmet Haluk Cevheroğlu
    Gerçekleri dile getirdiğiniz ve bu zulmü kamuoyuna anlaşılır bir şekilde izah ettiğiniz için teşekkür ediyorum.Evet Allahın dediği olur.Bizlere düşen bu haksızlıklar için konumumuzun gereklerini yerine getirmek.Netice Allaha ait.
  10. Cemil nadir özgün
    ben ateistim..ama samimi ,dindar 5 vakit namazında niyazında kıraatinde bir hanımefendiyle evliyim.15 temmuz inceden inceye tasarlanmış uygulanmış bir projedir.Suskunları ve susturanları ben de şiddetle kınıyorum.
  11. Abdullah Erdemli
    Sevgili Veysel Ayhan Kardeşim, Arsız, hırsız, yolsuz ve ahlaksız siyasi islamcı rte’yi ve avenesine kızalım, beddua edelim… Ammaa, başımıza gelenleri bir de aşağıda yazdıklarım çerçevesinde düşünelim ve değerlendirelim derim… Erkan Mumcu aşağıda linkli konuşmayı taaa 2007’de yaptı. Ammaa, bu topluluğa yön veren, başta FG olmak üzere, onun etrafına çöreklenen o İLAHİYYATÇI MOLLA TİPLER, hiç irkilmediler, hiç “Yahu! Biz ne yapıyoruz?” diye titreyip kendilerine gelme lüzûmu hissetmediler. Netice mi…??? Netice ortada…. Erkan Mumcu’nun dediği ayniyle vukû buldu : OSMANLI ADAMI AFFETMEDİ…😞😞😞 Şimdi de, hala, utanmadan, sıkılmadan, rüya edebiyatıyla, teselli edebiyatıyla, yolun kaderi saçmalıklarıyla sizleri oyalıyorlar, avutuyorlar… Sizler de ; “Yahu hocaefendi! Yahu agabeyler! Siz bu haltı niye yediniz de bizi böyle mağdur ve mazlum ettiniz, alnımıza o alçaltıcı fetö çamurunun sürülmesine sebeb oldunuz, bizi insan içine çıkamaz hale getirdiniz…” diyerek bu ahmak heriflere HESAP SORMAK yerine, hala onların ağzının içine bakmaya devam ediyorsunuz… Yazık… Çok yazık…😞😞😞 Aşağıya linklediğim Erkan Mumcu konuşmasını, “bizi sevmiyen ve bize düşman olan bu Kemalist dinsizler da ne diyo lan…!” halet-i rûhiyyesiyle, gafletiyle ve zevzekliği ile dinlerseniz, molla agabeylerinizin sizin beyninizi yıkamak suretiyle, size ezberlettiği “EZBERLERİ” sittîn sene aşamazsınız ve hiç bir ders ve ibret alamazsınız…! Çünki o molla agabeyleriniz sizleri senelerce ALDATTILAR, AVUTTULAR, MIŞIL MIŞIL UYUTTULAR…😞😞😞 Empati yapmayı sizlere öğretmediler. “Meyvalı ağaç taşlanır” ve emsali BOMBOŞ VE SAÇMA SAPAN VE ABUK SABUK SÖZLERLE SİZLERİ KANDIRDILAR… Şayet sizin dışınızdakileri adam gibi dinlemez iseniz, onların, iftiralarını, tezvîrâtını bir tarafa bırakarak, ammaaaa, onların size yönelik YÜZDE YÜZ TUTARLI, HAKLI, DOĞRU ELEŞTİRİLERİNİ VE TESBİTLERİNİ DİNLEMEZ İSENİZ, işte böyle ALNINIZA VATAN HAİNİ FETÖ DAMGASINI YERSİNİZ, ÖZ YURDUNUZDA GARİB, ÖZ VATANINIZDA PARYA OLURSUNUZ…😞😞😞 İşbu Erkan Mumcu’nun dediklerine dudak bükerseniz ve onun YERDEN GÖĞE HAKLI UYARILARINI CİDDİYE ALMAZSANIZ, işte böyle, gün gelir, bizler ve onbinlercesi gibi, ALNINIZA VATAN HAİNİ FETÖ DAMGASINI YERSİNİZ, ÖZ YURDUNUZDA GARİB, ÖZ VATANINIZDA PARYA OLURSUNUZ…😞😞😞 FG ve etrafına devşirdiği o UFUKSUZ, VİZYONSUZ, ARKAİK, ANAKRONİK, MOLLA İLÂHİYYATÇI, SIĞ, ÇAPSIZ VE GÜDÜK HERİFLER DAHA “ALLAH’IN TAVRI VE TARZI” DEMEK OLAN SÜNNETULLAH HAKÎKATİNİ DAHİ ADAM GİBİ VE DOSDOĞRU BİL-Mİ-YOR-LAR… Bu dediklerimi, ÜSTÜNE BASARAK+ALTINI FOSFORLU KIRMIZI KALEMLE ÇİZEREK SÖYLÜYORUM VE NE DEDİĞİMİ ÇOK İYİ BİLİYORUM SEVGİLİ KARDEŞİM… Bu paylaştıklarımı ve benzeri kanaatlerimi, yüzlerce mağdur ve mazlum Hizmetkâr ile, DEFALARCA PAYLAŞTIM. AMMAAA….. “Yemin etsem başım ağrımaz!” diye bir deyim vardır. İşte bu deyimi GÖNÜL RAHATLIĞIYLA VE HİÇ TEREDDÜDSÜZ kullanarak AHA DA BURAYA YAZIYORUM : Bu paylaşımlarımı, tahlillerimi, tesbitlerimi, okuyup ta bana adam gibi akıl ve zeka ve bilgi ürünü, delilli+isbatlı+argümanlı cevap-lar, eleştiri-ler yazan BİR TANE BİLE OLSUN, ALLAH KULU HİZMETKÂR ÇIKMADI…😞😞😞 Tam tersine, birçoğundan “sen necisin lan? İt misin, mit misin, ajan provokatör müsün? Boş konuşuyorsun, kes sesini lan…” ve benzeri terbiyesizce sözlerle, dangalakça, aptalca ve ahmakça cevaplar aldım…😞😞😞 Biz de bunları, memlekette iken, senelerce, ele güne karşı müdafaa ettik… “Bunlar okumuş çocuklar” diye sahip çıktık, kol kanat gerdik, savunduk… Değmez imiş…😞😞😞 Abdullah Erdemli İsviçre
  12. Abdullah Erdemli
    Kanaatlerim - 1 : Bizi batıran, memleketimizde insan içine çıkamaz hale getiren, memleketi bize dar eden, bize “vatan haini fetö” damgasını vurduran, devleti ele geçirme uğruna oluşturduğumuz, üstüne basarak/altını çizerek, aha da buraya yazıyorum : “mahrem hizmetlerdir, mahrem hadimliklerdir, mahrem imamlıklardır, mahrem imamlardır, mahrem abilerdir, mahrem haberleşmelerdir, mahrem..., mahrem..., mahrem...”. Bizim Hizmetkâr kardeşlerimizin ne mecburiyeti vardı da, onları BYLOCK’a yönlendirdi içimizden birileri…? Kim devleti ele geçirmeye yeltenirse, bırakalım din kardeşliğini, babalarının oğlu olsanız, peygamber torunu olsanız, gözünüzün yaşına bakmaz, sizi hâk ile yeksân ederler, yerle bir ederler. Peygamber torunlarına, Âl-i Beyt’te merhamet etmeyen o günün Muaviyeleri, Yezidleri, Mervanları, falanları, filanları, feşmekanları gibi, bugünün siyasi İslamcı Yezidlerini, Süfyanlarını vesaireleri kullanan TC devleti de size, bize merhamet etmedi. Dünyayı doğru okuyamayan, dini de doğru anlayamaz. Zira, din sadece Ahiret için değil. Kaldı ki Ahiretimizi de bu dünyada kazanma durumundayız. Dinimizi dünya hayatında nasıl ete kemiğe büründüreceğiz? Dünyayı, hayatı, olayları, toplumları ve insanları doğru okuyarak, doğru anlayarak, doğru tanıyarak... Devlet aklının nasıl çalıştığını akletmemek, anlayamamak, düpedüz, mollalıktır, dünyayı yanlış okumaktır. Memlekette, bize duyulan kin, nefret ve öfkenin yegâne sebebi, senelerce, inatla ve ısrarla bu tehlikeli hevesin peşinde koşmuş olmamızdır. Bizi, devlete sızma hedefimiz yüzünden bitirdiler. Değilse, bize niye düşman olsunlar ki..? Bizim okullarımızdan mezun olan gençlerin, yani, sevdiğimiz tabirle, Anadolu evladının, istediği yere girmesine karşı çıkan yok ki. İsteyen istediği yere müracaat eder, imtihanlarına, mülakatlarına girer. Başarılı olursa, gider, orada çalışır, vatanına, milletine hizmet eder. Almıyorlarsa da girmez! Bu kadar basit! Buna muhalefet eden yok ki. Amma..., biz bunu mahremiyete büründürerek organize ettik senelerce... İşte bu yanlış idi, hata idi. Hem de affedilmez, müsamaha gösterilmez, tolere edilmez bir hata idi. Biraz empati yapın yahu! Siz olsaydınız onların yerinde, siz de ayni şeyi yapardınız. Burada mes’ele, gariban Anadolu evladının, kendi ülkesinin “anasının ak sütü gibi” girmesi helal olan kurumlarına girmek istemesi değil. Mes’ele, bizim bunu mahrem usul ve yöntemler geliştirerek, mahremiyete büründürerek ve üstelik, bunu da büyük bir hırsla ve açgözlülükle, ‘’bizim uşaklardan başka hiçbir gencin girmesine meydan vermemecesine’’, “Rabbenâ hep banâ” görgüsüzlüğüyle ve açgözlülüğüyle yapmamız... O kurumlara giren diğer uşaklar da Anadolu evladı. Onlar uzaydan gelmiyorlar. Bıraksaydık, mahrem organizasyonlara kalkışmasaydık, mezunlarımızı örgütlü biçimde değil de, kendi kişisel çaba ve gayretleriyle, eğer isterlerse, o kurumlara girmelerine imkan tanısaydık, böyle bütün kin, nefret ve hased şimşeklerini ve oklarını üzerimize çekmezdik. Bu mahrem işleri eleştirmek, mezunlarımıza “gidin köyünüzde, kasabanızda çoban olun” demek değil ki. Neden bunu anlamaya yanaşmıyoruz? Herifler, bize memleketimizde cüceliği bile çok gördüler. Bize “Vatan haini fetö” dediler. Değer miydi? Değdi mi? Vallahi de değmezdi, billahi de değmezdi, tallahi de değmezdi…😞 Bunları dile getirmenin moral ve maneviyat bozmakla hiçbir alakası yok. Herbirimiz, herbir Hlzmetkâr kardeşimiz bu muhasebeyi, bu can alıcı, can yakıcı detaylarıyla ve ciddi ciddi herşeyimizi sorgulayarak yapmalı. Bu hezimetin ve bu hezimete yol açan sebeplerin, saiklerin, fiillerin, kararların ve tabii ki bunların sorumlularının sorgulanmadık hiçbir yanı, yönü kalmamalı. Dersler çıkarılmalı. Hem de bütün Hizmetkârlar tarafından. Bu muhasebe ve sorgulama ihtiyacı, zarureti, mecburiyeti kesinlikle ıskalanmamalı. Neden bunları alenî konuşuyoruz? Neden konuşmayalım ki? Herşeyi açık açık müzakere ve mütalaa etmenin ne mahzuru olabilir? Mahremiyet ve gizlilik eğilimi genlerimize, dokularımıza, kimyamıza işlemiş. Türkiye’de bittik, bitirildik. Kısa, orta ve uzun vadede, dünyada da aynı akıbete dûçâr olmak istemiyorsak, eğri oturup, doğru konuşmamız lazım. Bulunduğumuz ülkelerde, buzlu cam gibi değil, şeffaf cam gibi olmalıyız. Bize bakan, şeffaf cama bakar gibi, bizim içimizi, dışımızı görmeli, görebilmeli. Memlekette yaptığımız ve helakımıza sebep olan mahrem alışkanlıkları, mahrem işleri terketmeliyiz. Bunu da herbir Hizmetkâr kardeşimiz duymalı, öğrenmeli, içselleştirmeli. Bulunduğumuz ülkelerde, memleketimizde yaptığımız gibi (daha doğrusu Hizmet karar vericilerinin yaptıkları gibi…) HÜKÜMET DEVİRMEYE FALAN ASLA KALKIŞMAMALIYIZ…🤓. Bu yüzden bendeniz bütün fikir ve kanaatlerimi tanıdığım, bildiğim herkesle alenen ve açıkça paylaşıyorum. Bundan da hiç gocunmuyorum. Niye gocunayım ki! Yarası olan gocunur demişler. Doğru demişler. Hem baştan beri yazdıklarım sır değil ki. Memlekette de, dünyada da, gizli işleri bilmesi gerekenlerin, bu amaçla örgütlenenlerin, yani erbabının zaten bildiği şeyler. Herşeyimizle, her halimizle, her yönümüzle şeffafiyet şart ve olmazsa olmaz... Ben bunu bilir, buna inanır, bunu söylerim... Türkiye’de devlete sızmanın tehlikesini görememek mollalıktır! Türkiye’de bunu farkedemeyip, arabayı duvara toslatanlar, bununla da kalmayıp, uçuruma yuvarlatanlar, öngörüsüzdür, basiretsizdir, firasetsizdir, vizyonsuzdur, ufuksuzdur...! Sünnetullah, Allah’ın kainata koyduğu kanunlardır ve hata kabul etmez, hatayı yapanların Müslüman/kafir/münafık/vs olduğuna da hiç bakmaz. Bıçak ile tedbirsiz ve dikkatsiz oynuyorsanız, elinizi, ayağınızı kesersiniz. Su ile tedbirsiz, dikkatsiz oynuyorsanız, boğulursunuz. Silaha oyuncak muamelesi çekiyorsanız vurulursunuz, ölmeseniz de yaralanır, muhtemelen sakat kalırsınız… Devlet ile kavga etmeye yeltenirseniz devletin tokatını yersiniz! Devleti ele geçirmeye yeltenirseniz, hâk ile yeksân olursunuz, yerle bir olursunuz. Dikkat edin…! Devleti haklı bulmuyorum, devlet haklıdır demiyorum. Abdullah Erdemli İsviçre
  13. Abdullah Erdemli
    Kanaatlerim - 2 : Devletler, tarihteki ilk kurulan devletten, günümüze dek kurulan bütün devletler, Müslümanlarınkiler de dahil, hatta Müslümanların kurduğu devletler en başta olmak üzere, SERİ KATİLDİRLER. İNSAF, MERHAMET, ŞEFKAT gibi şeyler ONLARIN KİTABINDA YAZMAZ. Âlî (yüksek) MENFAATLERİ İÇİN BABALARININ OĞLUNU BİLE KATLEDERLER! Eğer bu mübarek Hizmet’in karar vericilerinde birazcık ufuk ve vizyon olsaydı, devleti ele geçirmek gibi hevesatın tehlikeleri konusunda FG’i usulünce ikaz ederlerdi. Bizim, Müslümanlar olarak, devleti ele geçirmek gibi bir saplantımız hiç, ama hiç olmamalıydı... Gerisi laf-ü güzaf (boş laf) tır…😊 Devlet müslümanın YEGANE hedefi olmamalı. Dinimizi devletsiz de pekala ve adam gibi yaşabiliriz. İşte şimdi herbirimiz AB ülkelerindeyiz, ABD’deyiz, Kanada’dayız, Avustralya’dayız. BAŞÖRTÜSÜ VE BENZERİ, dinin aslıyla, özüyle herhangi bir alakası olmayan, sadece ve sadece bir gelenek ve kabul olan fürûâtı saymaz isek, Muazzez Dinimizi yaşamakta var mı bir sıkıntımız? Hangi birimiz sözümona şeriat ile idare olunan veya Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkeye sığınabildik? Biz müslüman Türkler, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizden ötürü, devleti kutsuyoruz. Devletsiz edemeyiz sanıyoruz. Yanlışlık burada. Ahiret suallerinde, Rab bize devletinizi neden ele geçirmediniz demeyecek. FG aynen Said-i Kürdi gibi, cübbeli ahmed soytarısı ve emsali başka soytarılar gibi, içinden geldiği uyduruk muaviye (Sünni) islamı geleneğinin günümüzdeki mümessillerinden… Yeri gelmişken, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları üzerine de birkaç kelam edelim. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Batı karşısında evvela harp meydanlarında mağlubiyetler almaya başlayınca ve buna binaen toprak kayıpları başlayınca, Saray ve devlet erkânı, haliyle, bu konuya eğildiler, çareler aradılar, tedbirler geliştirmeye çalıştılar. Ne yaptılarsa olmadı. Mağlubiyetler ve toprak kayıpları durdurulamadı. Devlet gittikçe zayıfladı, kuvvetten düştü, küçüldü, sonunda da hâk ile yeksân olup tarihe karıştı. Ulemamız bu uzun inkıraz/yıkılma sürecini “boyunduruğun yere bırakıldığı son üç asır” tabiriyle ifade ediyor! Tanzîmât Fermanları, Islahat Fermanları, Gülhane Hatt-ı Hümayûn’ları, Vak’a-i Hayriyyeler, Nizam-ı Cedid’ler, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’ler, Mecelle’ler, Meclis-i Mebûsânlar, Meşihat-i İslamiyyeler, Mekteb-i Sultanîler, Mekteb-i Tıbbiyyeler, Mekteb-i Mülkiyyeler, Mühendishane-i Bahri-i Hümayûnlar, Mühendishane-i Berri-i Hümayûnlar, vesaire... bütün bu ve benzeri modernleşme ve çağa ayak uydurma çabaları ve gayretleri kifayet eylemedi, yeterli olmadı ve kendisini Devlet-i Ebed Müddet addeyleyen, kabul eden Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye göçtü gitti. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları da zaten gökten zenbille yeryüzüne inmediler. Onlar, Osmanlı Erkan-ı Harbiyyesinin (Genel Kurmayının) en parlak ve donanımlı kurmay zabitânı idiler. Amma, kafaları ve gönülleri din, yani İslam konusunda karışık idi. Kendi zihin ve gönül dünyalarında ciddi gelgitler yaşıyorlar, dini, yani İslam’ı, hem kendi hayatlarında, hem de cemiyet hayatında nereye koyacaklarını net olarak bilemiyorlardı. Hatta bunlardan, Pozitivizm’i benimseyen bazıları için ise, din çoktaaaan gündem dışıydı, yani i’rabdan mahalli yok idi! Eğri oturup, doğru düşünmeli, doğru akletmeli, elimizi vicdanımıza koymalı, insafı elden bırakmadan empati yapmalıyız. Bu insanlar uzaydan gelmediler. Çağdaşları olan Batı’daki fikir akımlarından etkilenerek, dini terakkiye mani görürken, içinde doğup büyüdükleri Osmanlı cemiyyetini esas alıyorlardı. Hurafelerle, kocakarı masallarıyla, cehaletle, üfürükçülükle, cincilikle, yeniliklere ve yenileşmeye muhalif ham softa ve kaba yobazlıkla ve benzeri sayısız illetlerle mefluç (felç olmuş) vaziyetteki Osmanlı müslüman cemiyetine bakıyorlardı... Devlet-i Aliyye yıkılıp, onun enkazından bir TC Devleti’nin kurulması aşamasına gelindiğinde, son Osmanlı münevverlerini teşkil eden M. Kemal ve silah arkadaşlarının zihinleri ve gönülleri işte bu mes’elelerle meşgul ve meşbû (dolu)idi. Ve MAALESEF yaşadıkları acı tecrübeler, devletin sür’atle yıkıma gidişini durduramayışları, Balkanlarda ve diğer bütün cebhelerde şahid oldukları mezalim ve daha birçok acılar ve hatalar ve bunlara bağlı muazzam toprak kayıpları onları UYDURUK MUAVİYE DİNİNE uzak hale getirdi. Devlet-i Aliyye’yi yıkan Batılı güçlerin, biz Müslüman Türklere ve Kürtlere ve Anadolunun bilumum Müslüman halklarına, şu küçücük Anadolu coğrafyasını dahi çok görerek, bırakmak istemediklerini, sağını, solunu, ötesini, berisini işgal ettiklerini, Yunan’a işgal ettirdiklerini ve son bir gayretle son Karakol dediğimiz Anadolu’yu M. Kemal ve silah arkadaşlarının, askeri dehalarıyla ve önderlikleriyle nasıl kurtardığımızı, yani İstiklal Harbimizi iyi öğrenmemiz boynumuzun borcudur. Anadolu’nun kurtarılması için ne bedeller ödendiğini asla unutmamamız gerekir. Bu konuyu çok ama çok iyi anlamamız lazım. Yani, bu insanların neden uyduruk muaviye dinine uzak kaldığı/uzak durduğu ve dolayısıyla da, kuruluşuna liderlik ve öncülük ettikleri Türkiye Cumhuriyeti devletini neden bu uyduruk dinin dindarlarından (DAHA DOĞRUSU DİNCİ YOBAZLIKTAN VE DİNCİ YOBAZLARDAN) sakındıkları konusunu çok iyi tahlil etmemiz ve bu kadronun zihni arkaplanını çok iyi teşhis ve tesbit etmemiz lazım… Bu öyle, kolayca, “Efendim, onlar dinsizdiler, din düşmanıydılar. Bu sebeple yeni TC Devletini dinden ve dindardan uzak tuttular” demekle işin içinden çıkamayız. Bunu demek kolaycılıktır, mes’elenin künhüne, aslına, astarına, içyüzüne HİÇ AMA HİÇ vakıf olmamaktır, tabir-i diğerle MOLLALIKTIR!. İşin aslını astarını anlamadan, dinlemeden, kafa yormadan, incelemeden, “muaviye islamı”nın ne menem bir bela olduğunu öğrenmeden ve anlamadan, basmakalıp işkembe-i kübradan sallamaktır (konuşmaktır, yazmaktır). Bu insanların neden uyduruk muaviye dinine ve yobaz dinciliğe cephe aldıklarını, neden uyduruk muaviye İslamını terkettiklerini, sadece terketmekle kalmayıp, O UYDURUK MUAVİYE DİNİNE BÜYÜK DARBE VURDUKLARINI çok ama çok ciddi olarak araştırmalı ve anlamalıyız. Bugün de o uyduruk muaviye dinine küskün, ona mesafeli ve uzak toplum kesimlerini anlamak istiyorsak, evvela empati yapmalıyız. Kendimizi onların yerine koyup, onların zihin ve gönül dünyalarını doğru anlamaya, doğru okumaya, doğru çözmeye gayret etmeliyiz. Onların gözünde nasıl göründüğümüzü anlamak zorundayız. Basmakalıp ahkam kesmekle, beylik laflar üretmekle olmaz bu işler. HEPSİNDEN EVVEL VE MÜHİMMİ DE, BİZE ÖĞRETİLEN DİNİN UYDURUK MUAVİYE DİNİ OLDUĞUNU FARKETMELİYİZ VE KUR’AN’DAKİ GERÇEK İSLAMI ÖĞRENMELİYİZ…! Ne TC Devletini kuran kadro uzaydan geldi, ne de Türkiye’nin dine ve diyanete bîgane ve kayıtsız kesimleri uzayda yaşıyorlar. İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmakla mükellefiz. “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?” demiş, diyenlerden biri. Doğru demiş! Aynen öyle de, “memlekette, dünyayı ve çağını doğru okuyan, doğru yorumlayan ve buna istinaden, buna doğrudan bağlı olarak da, dinini doğru okuyan, doğru anlayan, adam gibi adam, müslüman-lar varmıydı da, bu insanlar dine küstüler, dindara cephe aldılar?’’. Şuna samimiyetle inanıyorum ; Yaşadığı dünyayı doğru okuyamayan, doğru çözümleyemeyen, doğru değerlendiremeyen, gerek kendi toplumunu, gerekse dünya insanlığını doğru tanıyamayan, Türkiye’nin ve muasır dünyanın geldiği noktayı doğru anlayamayan-lar dini de doğru anlayamazlar. Bu, dün, yani Osmanlı’nın son asrında, TC Devleti’nin kuruluş hengamesinde böyle idi. Bugün de böyle. Yarın da böyle olacak… Eğer biz müslümanlar, Kur’an’daki gerçek İslamı öğrenebilseydik ve buna bağlı olarak dünyamızı ve çağımızı adam gibi dosdoğru okuyabilseydik, son dönem Osmanlı münevverleri, aydınları gerçek Kur’an dinine asla düşman olmazlardı. Bugünün Türkiyesinin dine mesafeli kesimleri de din ile barışık olurlardı. Abdullah Erdemli İsviçre
  14. Abdullah Erdemli
    Kanaatlerim - 3 : Bu noktada, Cumhuriyeti kuran kadroyu, yani M. Kemal ve silah arkadaşlarını, uyduruk muaviye dinine ve onu savunan dinci yobazlığa muhalefetleri ve ona büyük darbe vurmaları yüzünden YERDEN GÖĞE HAKLI BULUYORUM. İYİ Kİ O UYDURUK MUAVİYE DİNİNE DARBE VURDULAR… Maalesef, onların muasırı, çağdaşı olan dinciler, onların din ile barışık olabilmelerine imkan vermiyecek derecede ham softa ve kaba yobaz idiler. Fildişi kulemizden inip, hayal alemlerinden uyanıp, yani intibaha gelip, gerçeklerin çıplaklığıyla sarsılmak durumundayız. M. Kemal’ın Said-i Kürdi’yi Ankara’ya, Meclise daveti, bana göre, benim tarih okumama göre, büyük bir şans idi, büyük bir imkan idi. Said-i Kürdi bana göre, o büyük şansı değerlendiremedi, heba etti... ‘’Paşa! Paşa! Kainatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin de hükmü merdudddur’’ diyerek, namazı bahane edip, amiyane tabirle, Atatürk’e posta koydu ve çekti gitti. Bana göre, büyük ve tarihi bir fırsatı fevt etti, kaçırdı. Bir kere, namaz imandan sonra gelen en büyük hakikat falan değildir. Bu dinin, imandan sonra gelen en büyük ikinci emri “okumak”tır, ilimdir, Rabbin bahşettiği aklı kullanmaktır. Bu sıralamada, namaz gelse gelse SEKİZİNCİ SIRADA GELİR…! Ve, namaz, bu uyduruk muaviye dininin propagandistleri olan CEHENNEM ZEBANİSİ YOBAZ DİNCİLER tarafından “BU ÜMMETİN BAŞINA BELA HALİNE GETİRİLMİŞTİR”. Said-i Kürdi de, asla unutmayalım ki, son tahlilde İslam devleti diyordu. Hatta, onun bir de KÜRTÇÜLÜĞÜ VARDIR VE AĞABEYLER denilen RİSALE RANTİYERLERİ TARAFINDAN MAHARETLE GİZLENİR. Bunları bilmemeniz mümkün değil. Zira, bunlar bir sır değil ve bunları bilmek için müneccim olmaya da hacet yok. İslamcılık ve siyasi İslamcılık, özünde ayni şeydir ve devleti her ne yolla ve yöntemle olursa olsun ele geçirmeyi, arkasından tepeden tırnağa devleti dönüştürerek İslamileştirmeyi, bununla beraber ve peşisıra toplumu devlet gücüyle tepeden zorlayıp İslamileştirmeyi hedefler. Türkiye’de istisnasız bütün tarikatlar, cemaatlar, Erbakan’ın Milli Görüş Partileri ve akp, İslamcı damarı teşkil ederler. Said-i Kürdi ve FG her ne kadar, alenen İslamcıyız demedilerse/demiyorlarsa da, devlete sahip olma gaye-i hayalleri olduğu için, son tahlilde onlar da İslamcıdırlar. “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Nur/Hizmet Cemaatiyiz!”... Said-i Kürdi hem “Maddi kılınç kınına girmiştir. Bu zamanda medenîlere galebe ikna iledir” der, hem de “devletin İslamileştirilmesi için toplumun yüzde şu kadarının iman probleminin hallolunması gerekir” der. FG’in de devletin İslamileştirilmesine yönelik, mahrem ve alenî epey sohbetleri vardır. Arayıp, bulup, dinleyebilirsiniz. İnternette de bolca mevcuddur. O evvelce paylaştığım satırlar, FG tarafından, 60 küsur senedir, dar dairedeki has adamlarına yaptığı konuşmaların çok çok küçücük bir kısmıdır. Halbuki, Türkiye’de devleti ele geçirme yönünde harcanan emekler, devletin halihazırdaki sahipleriyle iyi geçinmeye harcansaydı, onların meramı anlaşılsaydı, neden devleti CEHENNEM ZEBANİSİ DİNCİ YOBAZLARDAN sakındıkları, devletin stratejik kadrolarını onlarla paylaşmaya neden yanaşmadıkları araştırılsaydı ve bunlara yol açan sebepler izale edilebilseydi, yani ONLARLA ARAMIZDAKİ GÜVEN BUNALIMINI AŞABİLSEYDİK, GİDEREBİLSEYDİK, ONLARA GÜVEN VEREBİLSEYDİK, onlarla gül gibi geçinir giderdik ve hakkaniyet ve liyakat ölçüsünde bizim gençlerimiz de devletin önemli ve hassas ve hayati kadrolarında istihdam edilirlerdi. Amma, buna yanaşılmadı. Aksine, mahrem hizmetler, mahrem imamlıklar, mahrem ağabeylikler, mahrem vazifeler ihdas edilerek, TC devletinin kilit bürokratik kadrolarına inatla ve ısrarla sızılmaya çalışıldı. Hem de büyük bir hırsla, yüzsüzlükle ve açgözlülükle... Hulâsa-i kelâm, bizi bitiren bu mahrem hizmetlerdir, mahrem imamlıklardır, mahrem imamlardır... Gerisi laf-ü güzaf... Bütün Hizmetkâr kardeşlerimizin, başımıza bu musibetlerin neden geldiğini düşünmeleri, buna kafa yormaları ve bu mahrem hizmetler denilen faaliyetlerin bizim canımıza okuduğunu farketmeleri, anlamaları gerekir. Bütün bu yazdıklarıma kafa yormalısınız sevgili kardeşim. Rabbin bahşettiği aklımızı kullanmaz isek, işte böyle, cehennem zebanisi dinci yobazların devleti ele geçirme hırslarının kurbanı olur, vatan haini damgasını yeriz… Bu topluluğun büyük çoğunluğu, maalesef, bu hayatî öneme sahip konulara kafa yormak yerine, bunları ISKALAMAYI, GÖRMEZDEN GELMEYİ, İŞİ AHİRETE BIRAKMAYI YEĞLİYOR… 😞😞😞😞😞😞😞 Yan gelerek yatıp, mal gibi geviş getirerek ve işkembe-i kübra’dan sallayarak çözülmez bu mes’eleler… Bu paylaşımlarım üzerinde ciddi kafa yormak lazım. Çevremizde kafası çalıştığını düşündüğümüz başkalarıyla da paylaşmak, onlarla tartışmak lazım. Amma, kafası bu işlere basmayan kalın kafalıları kendi hallerine bırakmak en doğrusu… Onlara hiçbir şey anlatamayız… Ben senelerdir anlatmaya çalışıyorum. Haybeye kürek çekiyorum 😞😞😞 Şunu da behemehal ilave etmem lâzım : Şayet, memleketteki hasbî Hizmetkârları taammüden nice cürüm-lere bulaştırarak kendi mücrimliklerine ortak eden o habîs ve mücrim mahrem imam, mahrem vazifeli, mahrem agabey müsveddelerinin elleri, kolları, salâhiyyetleri buralara da (Avrupa’ya) uzanabilseydi, adımın Abdullah olduğu kadar eminim ki, buralarda hizmet eden, benim oğlum da dahil, sizler gibi nice hasbî ve masum gençleri, buralarda, aynen memlekette yaptıkları gibi, cürümlere teşvik ve icbar ederlerdi de buralardaki gençlerin de başını yakarlardı… 😞😞😞 O habîs mücrim mahremlerin memlekette yaptıkları, aynılarını buralarda da yapacaklarının temînatı’dır…👌 Bundan emin olunuz… Abdullah Erdemli İsviçre
  15. Abdullah Erdemli
    https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/313039/yokAcikBilim_375233.pdf?sequence=-1 Haçlı emperyalistlerin Türkiye üzerine din stratejilerini ve onların yerli işbirlikçilerini tanımak istemez misiniz? Buyurun okuyun…!