İktidarın üç aşamalı yok etme planı ve “kopya” argümanı üzerine (3)

Cemaatlerin kadrolaşma stratejileri ve şaibeler

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

“Yüzlerce şüphe bir araya gelse de bir kanıt etmez!” (Suç ve Ceza, Dostoyevski)

Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bütün dini grupların Türkiye’de bir “İslam davası” vardır, o da; “Allah’tan korkan, okumuş gençleri devlete yetiştirmek.” Böylelikle hem ülkeyi “başkalarına satmayacak, suistimal etmeyecek” kimseler yetiştirmiş olmak, hem de –kendi kadrolarınla-  zaman zaman “işi psikopata bağlayıp” halkına zulmeden “devletin şerrinden emin olmak”.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dindar kesimler üzerine yapılan yoğun baskılardan sonra başta Zahit Kotku, Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi din alimleri olmak üzere, bütün dini, sosyal gruplar bu devlet tazyiki önlemek için devlete okumuş, imanlı/ dindar insanlar yetiştirme çabasına girişmişlerdi.

“İnsanlara zulmetmeyecek imanlı kadrolar” yetişsin derken, bunun zamanla güç devşirmeye dönüşmesi de vaki olmuştur. Bu yolda bazen helal, mübah sınırlarını zorlayacak şekilde bir kadrolaşma yönelimi de olmuştur. Şu anki AKP ve ortaklarının kurduğu zulüm çarkına destek veren bazı tarikatlerin ve cemaatlerin sırf bunu “kadrolarını koruma ve genişletme” hırsı ve güdüsü ile yaptıkları da söylenebilir. (Bu hengamede, insanlara zulmetmeyecek insanlar yetiştirelim derken, insanlara zulmedilmiş midir, bu kadrolarla zulümlere alet olunmuş mudur, ayrı bir mevzu!)

Hatta yeri geldiğinde kendi camiasındaki insanları devlet dairelerine sokabilmek için ekstra arayışlara ve gayretlere girdikleri de mümkündür. Her tarikat ve cemaat; okumuş kendi insanını yetiştirmek için kendi özel okullarını ve dersanelerini açmış, kendi adamı devlet dairesine girsin ve kadroya dahil olsun diye özel dersler de vererek bu alanda optimal başarı yarışına girişmişlerdir.

Kendi adamlarının kapasite olarak yetersiz kaldığı yerde soru temin etme, kopya çektirme arayışlarına girmiş de olabilirler. Zira bu alanda epeydir şaibeler konuşulup duruyor.

Bu adam yerleştirme yarışında neredeyse her yolun denenme noktasına gelindiği söylenirken, dini gruplar ne kadar bu kopya işlerine bulaşmıştır acaba? Bu alanda Gülen Hareketi, ülkedeki her kötülükten ve suçtan sorumlu tutulduğu gibi, bu alanda da sorumlu tutulmaya çalışılıyor.

R.T. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak da Gülen Cemaati’nin okullarından mezun. Yakın zamanda bu damat bakan, bir konuşmasında bu Cemaat’in ülkenin en zeki insanlarını seçtiklerini ve en donanımlılardan oluştuğunu söylemişti. Cemaat, ülkenin en zekilerini seçiyorsa zaten, dünya çapındaki bilim yarışmalarında ve olimpiyatlarında bu kadar birinciler çıkarırken, yine de bazı elemanları için kopyaya ihtiyaç duymuş olabilir mi?

Hani sürekli kazanmaya odaklanmış olimpiyat sporcuları, kaybetme ihtimalini sıfıra indirmek için gerekmediği halde doping takviyelerine bile ihtiyaç duyması gibi, böyle bir takviyeye ihtiyaç duymuş olabilir mi?

Şu anki mevcut ortamda, adalet sisteminin siyasilerin oyuncağına döndüğü, muhaliflerini dövme sopası haline geldiği konjonktürde bunun aslını hiçbir zaman tam öğrenemeyeceğiz sanırım. Zira Cemaat için en çok suçlamanın yapıldığı sınav, 2010 yılı KPSS sınavı ve ona dair yargılamalar halen sürüyor ve ortadaki suçlama ve deliller havada uçuşuyor. Temel delil; birilerinin itirafçı haline getirilmesi. Değişik baskı ve vaatlerle birilerine, “evet soru aldım, şu verdi” dedirtilmesi.

Belki içlerinde gerçekten bu suça bulaşmış kimseler de vardır. Ama bu dönemin en büyük talihsizliklerinden birisi de bu kadar baskı, şantaj ve karalamaların olduğu yerde gerçek suçlular ile suçsuzların ayırt edilememesi. Adaletteki somut delil arayışından ziyade, istihbarat verileri ve listeleri üzerinden insanlar kategorik olarak toptan suçlandığı için ortada bir suçlu var mı yok mu, varsa kimler; bir türlü aydınlanamıyor. İleride gerçek hukuk geldiğinde belki de bu konu çok daha sağlıklı ele alınır.

“DUYUM” YAZILARI ÜZERİNDEN GİDİLİRSE…

Peki, Cemaat’in kopya iddialarına dair içerden hiç mi bir ses yok?

Bu noktada eski Today’s Zaman Gazetesi yazarı, GYY Bülent Keneş’ten çok çarpıcı bir yazı geldi: “HOCAEFENDİ VE HİZMET HAREKETİ’NE ASIL İHANET EDENLER…”

Keneş, sosyal medyadan da takip ettiğim kadarıyla Cemaat içerisinde çıkışlarıyla ve medyadaki cesur konuşmalarıyla tanınan ve bilinen birisi, sözleri ve yazıları da referans alınan bir gazeteci. Nitekim onun bu sözlerini, hükümete yakın medya (Erdoğan’ın medyası da diyebiliriz) Sabah tarafından görülmesi de bu yönde oldu: “Fetö’nün medya tetikçisinden itiraf geldi!

Sabah, Keneş’in yazısından yola çıkarak şunları diyordu: “Fetö’nün medya imamlarından, Today’s Zaman eski Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’ten itiraf geldi: Evet KPSS sorularını bizimkiler çaldı!..”

Keneş’in yazısının kabinde böyle bir yankının geleceği beklenecek bir hamle idi.

Çünkü Havuz Medyası zaten bu tür iddiaları neredeyse 5 yıla yakın bir zamandır dillendirmekteydi. Buna dair bir dayanak bulduğuna inanınca da olaya balıklama atlamışlardı.

Zaten bu iddialarla ilgili de savcılıklarca iddianamaler düzenlenmişti ve şu an binlerce insan bu iddialarla yargılıyorlar.

ÖZ-ELEŞTİRİ KAVRAMI AÇILACAK OLURSA

Önceki yazılarımızda da aktardığımız gibi, gazeteci Ahmet Dönmez önemli bir belge yayınlamıştı. Bu belge, 15 Temmuz resmi tezini çökertiyordu. Akıncı dava dosyasında bulunan resmi bir tutanak ve altında, o sırada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı olan Serdar Coşkun’un imzası vardı ve daha olaylar meydana gelmeden gelmiş gibi yazılmış, bu da her şeyin önceden kurgulandığını gösteriyordu.

Bu şok belgeyi dolaylı olarak tutanağın savcısı vs bile kabul etmişti. Bu durumda gazetecilerin ne yapmasını beklersiniz? Belgeyi tartışmasını, sonrasında yaşanılanları konuşulmasını, değil mi? Ama tam öyle olmadı. Kendisi de bu dönemin mağdurlarından olup yurtdışında yaşamak zorunda olan Ergün Babahan gibi gazeteciler bile bu belgeyi tartışmak bir yana, “cemaatin özeleştiri yapması gerektiğini” şu sözlerle ifade etti: “Cemaat hatalarıyla yüzleşmedikçe inandırıcılık sorunu yaşayacak ama Türkiye’de her grup aynı maalesef.”

Bu durum, Hristiyanlıktaki “Confess it!”, “İtiraf et, tövbe et!” çağrısı geldi.

Hani çarmıha gerilen Hz. İsa’ya bütün suçlarını itiraf etmesi istenmişti de, şimdiki Hristiyanlık anlayışında Hz. İsa’nın bütün insanlığın suçlarını ve günahlarını üstlendiği, cezasını çektiği inancı var ya, Cemaat için de öyle bir proses var sanki şu an. Toplumun ve özelde de dini toplulukların bütün hatalarını üstlenmesi isteniyor gibi. Bu histerik ortamda Cemaat, mevcut hataların ve veballerin ne kadarından sorumlu, içindeki fertlerin ne kadarı hangi cürümlerden mesul, çok belirsiz.

Cemaat ve ileri gelenlerinin “özeleştiri” yapması sözkonusu olduğunda ise, sanırım her meslek grubundakilerin kendi sahası ile ilgili ancak “özeleştiri ve tövbesini” sunması hakkaniyetli olur. Yani bilmediğin, elinde somut verinin olmadığı bir sahada şimdi birisinden duyduğundan yola çıkarak, bu Cemaat içindeki varlığınla ilgili arınma yollarına gitmek, başkası üzerinden kurban sunmak olur. Mesela bir gazeteci özeleştiri yapacaksa; böyle şaibeler duyduğu yıllarda o dönem bu konuda araştırma yapmış mı, bu meselenin üzerine gitmiş mi zamanında, yani işini yapmış mı yapması gerektiği zamanda? Ya da Cemaat bilinci ile Cemaat medyasında görev yaparken meslek etik kurallarına, tarafsızlık ilkeleri ne kadar, ne ölçüde riayet etmiştir? Şimdi arkasına dönüp baktığında yetersiz gördükleri var mı?

Ya da Cemaat ile gönül bağı olmuş olan ve devlet dairelerinde görev yapmış birisi şimdi kendisini sorguladığında, görev yaptığı zamanlarda tam adalet ve hakkaniyetle işini yapmış mıydı, şimdi olsa bazı konularda daha hassas olur muydu?..

Cemaat ya da tarikat gibi dini oluşumlar ya da bir siyasi- idelojik yapı içinde yer almış olup da şimdilerde başına bu kadar gaileler gelmiş kimselerin artık ayaklarının yere daha sağlam basacağını, çevresinde olup bitenlere daha bir empati ile yaklaşacağını umuyorum. Bu süreç geçtiğinde, günümüzün mağdurlarının eski hataları bir daha tekrarlamayacağını, yaşananlardan ders alarak artık daha sağlıklı adımlar atacağını düşünüyorum. Ve de gruplar artık hormonlu bir büyüme yapabilmek için herhangi bir usulsüzlüğe tevessül etmeyeceğine inanıyorum. Bu savrulma sürecinde, niteliksiz insanları zorla bir yerlere yerleştirdiğinde, kriz anlarında bu kifayetsiz tiplerin savrulmalarını görünce, bütün grupların dili yanmışçasına niteliğe önem vereceğini umuyorum.

Bu zamana kadar değişik iddialar oldu, başta Gülen Cemaati olmak üzere, değişik dini gruplar olduğu kadar Kürt Hareketindekiler için de… Yolsuzluğa, hırsızlığa, kopyaya, darbeye, teröre vb bulaştığı iddia edilenler. Her grup içerisinde bir suça bulaşmış kimseler çıkabilir. Mühim olan topluluk olarak o yanlışa genel manada sahip çıkmamak, ona mesafe koymak. Bu, o toplulukların şahsi maneviyesi adına bir zorunluluk. O fertlere düşen ise bu hataya, cürme hata deyip bunun telafisine bakmak, ders çıkarmak ve kendisini düzelterek yoluna devam etmek.

Aksi takdirde AKP’nin düştüğü gayyaya düşülür. Nasıl ki bu grup, yolsuzlukları ortaya ilk döküldüğünde üzerine gitmek, yüzleşmek ve telafi etmek yerine o cürümlere sahip çıkmaya kalktılar.  (Bunun en taze örneği, medyaya da yansıyan bir AKP ilçe başkanının “Hırsız bizim hırsızım” sahiplenmesi gibi.)

Onlarca çocuğun iktidar vakıf yurtlarında tecavüze uğraması karşısında tepki vermek yerine olayın üstünü örtmeye ve “olur böyle şeyler, birkaç kereden bir şey olmaz, ne abartıyorsunuz?” diyerek yaşananları küçümseme yolunu tercih ettiler. Suç ve vebal bir kaç kişinin iken, o cürme herkes sahip çıkınca o suç herkesin ortak vebali haline gelmişti. Başkalarının hatalarını görünce ise ayyuka çıkarmışlardı.

Günümüzün mağdurları, kızdıklarına benzememeli, kötülük ve kötü fiiller ile arasında mesafe koymalı. İddaların havada uçuştuğu şu günümüzde ise, hadiste ifade edildiği gibi, “Kişinin her duyduğunu söylemesi, ona günah olarak yeter” (Ebû Hureyre r.a,  Müslim) Umarım insanlar yaşananlardan ders alıyordur. “Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur.” (Sadi) “Hata yaparak geçmiş bir yaşam, hiçbir şey yapmadan geçmiş bir yaşamdan sadece daha şerefli değil, aynı zamanda daha yararlıdır.” (Bernard Shaw) Ve insan, “ancak kendi hatasını büyüten, başkalarınınkini de küçülten aynada görebilirse, her iki hata hakkında da, haklı bir fikir yürütmeye gücü yetebilir.” (Mahatma Gandhi)

Türkiye ve halkı hatalarıyla yüzleşiyor. Demokrasiyi, hakkı- hukuku tam içselleştirememenin, laiklik, evrensel ilkelere bağlılık, çağdaşlık, gerçek dindarlık, milliyetçilik kavramlarıyla metamorfoz geçirecek şiddette yüzleşiyor şu an. Bu dönemin dayak yiyenleri, hatalarıyla yüzleşip dersler çıkardığında karşılıklı helalleşerek, devlet bazında da genel aflarla yeni bir sulh dönemine geçişine çok ihtiyaç var. Ama bu dönemin müstebitleri, zalimleri, ortakçıları her halükarda hukuk önünde hesabını verecek, kaçış yok. Çünkü, kırdığın yerden kırılırsın.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin