İktidarın otoriterleşmesinde Menemen örneği

YORUM | İDRİS GÜRSOY

1929 büyük buhranı ekonomik sıkıntıları büyütmüştü. Kitleler, tek parti iktidarından hoşnut değildi. Atatürk’ün arkadaşı Fethi Okyar 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) kurdu. Okyar, her gittiği yerde büyük ilgi görüyordu. Yerel seçimlerde SCF büyük başarı elde etti. Özellikle Ege’de pek çok belediye başkanlığı kazanıldı. Tek parti uygulamaları sorgulanıyordu. Ankara çok rahatsızdı. Okyar, 17 Kasım 1930’da Serbest Fırka’yı kapatmak zorunda kaldı.

Tek parti, sarsılan otoritesini güçlendirmek ve iktidarına tehdit gördüğü unsurları bitirmek istiyordu. Menemen olayı, (23 Aralık 1930) muktedirlere büyük bir fırsat verdi.

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın seçimleri kazandığı Menemen’de bir grup, yeşil bayrak açıp halkı “şeriata”çağırmıştı. Grubu dağıtmak isteyen yedek subay Kubilay’ın başı kesilerek şehit edilmişti. Vahşi cinayet ve görünüşte irticai kalkışma ülke gündemine bomba gibi düştü. Ekonomik kriz, kötü yönetim, Serbest Fırka’nın kapanması bir anda unutuldu.

Tek parti, baskı ve yasaklarla ülkeyi yönetiyordu. Her hareket (özellikle dini) takip ediliyordu. Menemen’de böyle bir cinayet nasıl işlenebilmişti? Kimdi bu dindar kisveli caniler? Ciddi bir araştırma ile her şey açığa çıkarılabilirdi.

Ancak amaç başkaydı. İktidar, katilleri cezalandırmakla yetinmeyecek, Menemen’i siyasi amaçları için kullanacaktı. Muhalefetin oy deposu ve rejim için tehlikeli sayılan hareketler, “cinayet-kalkışma” ile ilişkilendirilerek tamamen yok edilecekti. 

Menemen’e sevk edilen jandarma ile çatışan Giritli Mehmet öldürülmüş ve 6 adamı kıskıvrak yakalanmıştı. Soruşturma bile açılmadan hadisenin adı; ‘cumhuriyet devrimlerini içine sindiremeyen Nakşibendi tarikatının tertibi’ diye kondu. 25 Aralık tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti şöyleydi:
“Şeriat isteriz diye ayaklandılar”

“Maktul Derviş Mehmet Nakşibendi şeyhidir”

27 Aralık’ta İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndaki zirvede ana gündem Nakşibendilerdi. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Şükrü Kaya ve askeri yetkililer, sert tedbirler alınmasını kararlaştırdılar. Tutanaklardan yansıdığı kadarıyla bir cadı avı başlayacaktı:

-Nakşiler, siyasi bir teşekküldür. Bütün şeyhler, mevkufen mahkemeye alınmalıdır. Bunlarla irtibatlı olanlar etraftan celp edilmelidir.

-Tekkeler ya mektep yapılmalı yahut yakılmalıdır.

-Hiçbir yerde kutup ve kutbul aktap bırakılmamalıdır. Bu tarikat bir yılandır mahvedilmelidir.

-Alakası tebarüz edenler tecziye olunacaktır, kesif muhitler dağıtılarak temizlenecektir.

-Kadın mensuplar mühimdir, müsamaha olunmamalıdır.

-Kumandanlar bilmeli ki bu tarikat yok edilecektir.

-Muhalif gazetelerin tesir dereceleri aranmalı ona göre muamele yapılmalıdır. Kazım Karabekir’in Hür Adam’a  makale yazması şâyanı dikkattir.

Cumhuriyet, “Dolmabahçe’de dünkü tarihi içtima” manşeti ile alınan bu kararlara geniş yer ayırırken, aynı sayfada, “cumhuriyeti yıkmak isteyen bir şebekenin vücudu anlaşıldı” haberi yer alıyordu. Onun altında 7 Nakşibendi şeyhi ile 7 sivil tevkif edildi deniliyordu . Bu haberde Esat  Efendi’nin fotoğrafı vardı ve onun için kullanılan “gözaltına alınanların başında” ifadesi dikkat çekiyordu. 

31 Aralık’ta Menemen, Balıkesir ve Manisa’da sıkıyönetim ilan edildi. Orgeneral Mustafa Muğlalı başkanlığında hukukçu olmayanlardan divanı harp mahkemesi kuruldu. Ülke çapında 2200 kişi gözaltına alındı. İdam sehpaları hazırdı. 37 kişiye idam cezası verildi. 3 Şubat’ta infazlar gerçekleşti. Erbili Hocaefendi’nin oğlu da idam edilenler arasındaydı.

Ancak sorgulamalarda anlaşıldı ki; Mahkeme tutanakları ve Genelkurmay arşivine göre Kubilay’ın katili Giritli Mehmet’in dinle, diyanetle ilgisi yoktu. Nakşi de değildi. Yönlendirmeye açık, cahil birisiydi. Üstelik Mehmet ve 6 adamı  esrarkeşti. Mahkeme tutanaklarına göre; “olay günü grup, çifter çifter esrar kullanıp, sarhoş kafayla meydana çıkmıştı.”

Mahkemede  ayrıca istihbarat ve emniyet zaafları da zabıtlara geçti. Emniyet, Manisa’dan itibaren Mehmet ve arkadaşlarını izlemiş ama müdahale etmemişti. Şeriat isteriz diye meydana çıktıklarında da tecrübesiz bir asteğmen, mermisiz  askerleri ile esrarkeşlerin üzerlerine gönderilmişti. İhmali görülen ilçe Jandarma komutanı görevden alındı.

Bütün bu gerçeklere rağmen sonuç değişmedi. Suçlu baştan ilan edilmiş, olağanüstü mahkeme, siyasetin aldığı kararları uygulamıştı. Basın da, istihbarat zaafı ve emniyetin ihmallerine hiç değinmedi. Katillerin isimlerinin başına “Nakşi”, “ Şeyh” “Mehdi”, “gerici” sıfatları konurken, esrarkeş oldukları, Manisa’dan beri takip edildikleri ısrarla gizlendi.

Menemen’i başarı ile kullanan tek parti, muhaliflerini ezdi ve otoritesini güçlendirdi. 1946’ya kadar başka parti kurulmasına izin verilmedi. Halk partisi, iktidar ömrünü 1950’ye kadar uzattı.

Sürecin mağduru Erbili Hocaefendi’ye gelince. Erbili, mahkemedeki savunmasında Menemen olayları ile bir ilgisinin olmadığını söyledi; “90 yaşındayım. 20 seneden beri kendimi ölü farz ediyorum. Türklüğe hizmetim olduğundan oğlum İngilizler tarafından Bağdat’tan nefyedildi…”

Nakşi şeyhi, 23 Aralık’tan çok önce de yaklaşan fırtınayı görmüştü. 18 Temmuz 1930’da, Vakit gazetesinde Esat efendi hakkında bir haber çıkmıştı. Gazete, “Erenköy’de bir dedikodu. yüzlerce müridi olan bu esrarengiz şeyh kimdir?” manşetini atıyor. Erbili için “İngiliz ajanı” deniyor. Lüks içinde yaşadığı ileri sürülüyor. Benzer yalan haberler Akşam ve Cumhuriyet’te de çıkıyor. 

Erbili’nin oğlu Mehmet Ali Efendi, “Babacığım bu havayı beğenmiyorum. etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz devamlı gözetim altında. Bir tedbir alalım. Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım. Biz de gözönünden silinelim.” diyor. Erbili’nin cevabı; “Allah’ın takdiri ne ise o olacaktır. Bana öyle geliyor ki ok yaydan çıkmış ve hakkınızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir.”  oluyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin