YORUM | AHMET KURUCAN
Türkiye için söylenen ve eminim farklı versiyonları olan bir cümle ile başlayayım yazıya: “A haberi izliyorum Paris, sokağa çıkıyorum Beyrut.”
A haber malum. Havuz medyasını amiral gemisi desek mübalağa olmaz sanırım. Paris bu benzetmede düzeni, temizliği, adaleti, sosyal refahı temsil eden şehir ismi. Beyrut ise sokaklarında dini ve etnik çatışmaların olduğu, hergün onlarca insanın hayatını kaybettiği, yüzlercesinin yaralandığı, açlığın, fakirliğin, kaosun, anarşinin kol gezdiği şehri temsil ediyor.
Nereden çıktı bu?
Beşir Atalay’ın Zoom üzerinden yaptığı bir programda söylediklerinden.
Başka?
Eski Diyanet İşleri Başkanı hani 15 Temmuz 2016 tarihinde mel’un askeri darbe kalkışması esnasında MİT başkanı Hakan Fidan ile akşam yemeğinde iken karısından telefon alıp darbe olduğunu öğrenen Mehmet Görmez’in, YouTube’da yayınlanan “Gençler için Gazze ve Filistin” adlı kısa konuşmasından.
“Şaşırdım kaldım!” denir ya umulmadık hadiseler karşısındaki şaşkınlığı ifade için. Güzel bir deyimdir. Meramı net ifade eder. Ama günümüz Türkiye’sinde bunu bir adım ileri taşımak gerekir. Şöyle denilse daha doğru olur kanaatindeyim: “Şaşırmadım kaldım.”
Neden?
Zira her ikisinin de adaletsizliğin sosyal ve iktisadi düzen adına dile getirdiği olumsuzluklar aklı eren herkesin altına imza atacağı argümanlarla dolu. Her ikisinin de dini açıdan gerek ayet ve hadis gerek ulema yorumları gerekse tarihi hadiselerden verdikleri örnekler inanmayan insanların bile itiraz edemeyeceği deliller ve örneklerle dolu. Her ikisinin de “Müslüman olma” ortak paydası etrafında birleşmiş, adaletsizliği maruz kalan din kardeşinin derdi ile dertlenme, ona/onlara her türlü imkanını kullanarak yardım etme ekseninde dile getirdikleri yorumlar ancak İslam’a düşman hatta insanlığa düşman varlıkların kabul etmeyeceği düzeyde sağlam kanaatlerle dolu.
İyi de o zaman neden şaşırdım, pardon şaşırmadım?
İçinde yaşadıkları ülkede yaşanan adaletsizliklere karşı kör olduklarından dolayı şaşırmadım. Görmemeleri, duymamaları, işitmemeleri imkansız belki bizzat kendi yakın dairdeki eş-dost-akrabalarına kadar uğrayan zulümlere karşı aynı duyarlılığı göstermemeleri ve şu ana kadar “dilsiz şeytan” misali bu olumsuzluklara karşı bir tek cümle bile ağızlarına almamalarından dolayı şaşırmadım.
Adaletin siyasetin köpeği haline geldiği bu noktada kendilerinin de payı olmasına rağmen hiç pişmanlık izhar etmemelerinden, pişkin tavırlarına devam etmelerinden dolayı şaşırmadım.
Yanlış anlaşılmasın kastım sadece Hizmet Hareketin mensuplarına yapılan ciğersûz zulümler değil. Onun yanıbaşında Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Suriye’liler ve sair din mensupları başta olmak üzere azınlıklara yapılan zulümleri de, geldiğimiz nokta itibariyle AKP muhalifi olan hemen herkese devlet eliyle yapılan orantısız zulümleri de kasdediyorum. Sebepler planında ülkenin bu hale gelmesinde çorbada tuzu bulunan bu insanların bu kadar pişkince adalet dersi vermeleri, değerler hiyerarşisinden, kuvvetler ayrılığından, anayasal haklardan, temel insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmeleri karşısında insanın kusası geliyor.
Sözü uzatmayayım.
Böylesi düşüncelerin zihnimi sardığı, duygusallığın ağır bastığı dönemlerde yazdığım yazılar beni rasyonel zeminden kopartabiliyor. Onun için yakınlarda Çankırı Cezaevi’nde açık görüş salonunda iki kadın arasında cereyan eden konuşmayı aktarıp bitireyim. Fakat bitirirken bu iki zevata bir cümle sözüm olacak.
Olay şu; iki kadın çağırdıkları mahkumların gelmelerini beklerken konuşuyorlar. İkisi de orta yaşlarda. İkisi de başı kapalı. Biri diğerine soruyor.
-“Kimi bekliyorsun?
-“Oğlumu. Ya sen?”
-“Ben de oğlumu?”
-“Senin oğlun neden mahkum oldu?”
-“FETÖ’den.”
-“Oooo Öyle mi? Elhamdüllillah. Benim oğlum hırsızlıktan yatıyor.”
Hırsızlığın normal, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin fikri mimarlığını yaptığı Hizmet Hareketi içinde dine, imana, millete, insanlığa hizmet etmenin anormal kabul edildiği bir Müslümanlık anlayışı.
Ülke ve ülke insanı nereye savruldu Ya Rab?
Hırsızlığa elhamdüllilah diyen başı kapalı tesettürlü bir anne!
Hem de Müslüman-muhafazakar olduğunu iddia eden AKP iktidarı zamanında.
O iki zevata ise sözüm şu: Hırsızlığa elhamdülillah denilmesinde sizin de payınız var. Biliyorsunuz ve farkındasınız değil mi?
Elinden sekeri alinmis cocuk gibi zirliyoruz hala, hirsizligin o kadar da buyuk bir suc olmadigini anlamazliktan geliyoruz. Takildik kaldik orda. Halk yuz vermedi iste. Halki arkasina almayan olusumlar otekilesir ve zayiflar. Hicbir sosyolojik stratejiye riayet etmeden rovansist saiklerle hareket edilince neler olurun textbook ornegi olduk. Hirsizligin suc ve gunah olmadigini soyluyor degilim; dedigim yumurta kufesi tasimanin gerektirdigi satranc ustaligindan uzak duygusalligimiz. Rasyonelligi elde etmeden dunyaya nizam vermek neyimize.
Madem ki konu hırsızlık, hemen aklıma gelen iki olay.
1-Afrikalı yoksullara kurban kesiyoruz diyerek alınan milyarlarca liralık bağış paraları doğrudan Pensilvanya’ya gönderiliyor. Bağışçılara ise birer SMS, kurbanınız filanca ülkenin, falanca şehrinde kesilerek, eti yoksullara dağıtıldı.
2- Sizin Hizmet Hareketi dediğiniz ya da adınız her ne ise, sizi 1980’lerden beri az çok biliyoruz. Milyarlarca dolarlık serveti nasıl kazandınız. Büyük kısmı Türk halkından aldığınız bağışlarla. Kalan miktarı Akp ile ortaklığınız sayesinde aldığınız ballı ihalelerle. Afrika, muz, Türk iş insanlarının Pensilvanya ziyaretleri, falan hepsini biliyoruz işte.
Haram mı, helal mi, şayet sizin haram anlayışınız da Akp’liler gibiyse durum hemen ortaya çıkar. Kime söylüyorsun “iki yüzlü ve hırsız” diye. Bu konuda güzel bir özdeyiş var; tencere dibin kara, senin ki benden kara.
Bunları çocuklar bile biliyor, yapmayın böyle, kimse inanmaz.
Hizmet Hareketi’ymiş de, insanlığa hizmetmiş de, geç bunları beyefendi, kimse yemez.
Türk ordusunda, Türk emniyetinde, Türk yargısında yaptıklarınızı sayalım mı. En kısa yoldan anlatalım; ne amaçla devlet içinde örgütlendiniz.
Dilin kemiği yok, gözünü karartıp yazıyorsun, peki ya gerçekler.
iftira atmasak… vebali agir olur Polat kardesh…