YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Neredeyse her gün mahkemeler tarafından verilen hukuka aykırı kararları, muhaliflerin yargılandığı davalarda hakimlerin tarafsız olmadıklarını gösteren davranışları okuyor, duyuyoruz. Hakimlerin bağımsız olmadığında yargının nasıl siyasallaştığını ve tarafsızlıklarını yitiren hakimlerin nasıl canavarlaştıklarını görüyoruz.
Hukuksuz rejimlerin, hakimlerin verdiği kararlarla nasıl güçlendiğini, hukuksuz yasaların sorgusuz uygulanarak nasıl insanlara zulmedildiğini Nazi Almanya’sından öğreniyorduk. Muhtemeldir ki bundan sonraki süreçte, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemi vurgulanırken, hakimler eliyle nasıl hukuksuzluklar yapıldığı anlatılırken, Türkiye’de yaşanan acı örnekler gösterilecek. Adalet celladı, seyyar giyotin ne demek bizden öğrenecekler!
Hakimlerin bağımsız ve tarafsız olmadıklarında, insan haklarının nasıl yok edildiği ve yaşam hakkı ihlaline varacak hukuksuzlukların nasıl gerçekleştiğinin en ağır örneklerinden birisi hiç şüphesiz, Nazi dönemi Almanya’sında yaşanan ve bazı hakimler aracılığıyla yapılan hukuksuzluklardır.
Yönetmen Stanley Kramer’in 1961 yapımı olan ve gerçek olaylardan yola çıkılarak hazırlanan “Nuremberg Mahkemesi” filminde, insanları ölüme gönderen uygulamalara “evet” veya “hayır” diyen hakimlerin davranışlarının nelere yol açtığı dramatik biçimde anlatılıyor. Filmde, verdikleri kararlarla Nazi rejimin inşasında ve güçlenmesinde önemli rolleri olan hakimlerin, savaş sonrasında Amerikalı yargıçlar tarafından yargılanmaları anlatılıyor. Verdikleri kararlarla insanların ölümüne sebep olan hakimlerin, sanık olarak yargılandıkları davada, karar verdikleri yargılama konuları yeniden yargılama konusu yapılıyor, geçmiş davada taraf olan kişiler yeniden dinleniyor ve eylemler yeniden değerlendiriliyor.
Sanık olarak yargılanan hakimler Nazi rejiminde görev yapmış ve “tahammül edilemeyecek kadar adaletsiz” olan yasaları sorgulamadan ve tereddüt etmeden uygulamıştır. İnsanları ölüme götüren bu yasalardan birisi “Alman Kanını ve Alman Onurunu Koruma” yasasıdır. Bu yasaya göre ari ırktan olanlar ile olmayanlar arasında evlilik ve cinsel ilişki yasaklanmış, bu davranış “ırkı kirletme” suçu olarak tanımlanmış ve yapanların cezalandırılacağı düzenlenmişti.
Sanık Ernst Janning, ‘ırkı kirletme’ suçluyla itham edilen bir Yahudi’nin davasında hakimlik yapar. İddiaya göre ari ırktan biriyle cinsel ilişkiye giren bir kişi “Alman Kanını ve Alman Onurunu Koruma” yasasına aykırı davranmış oluyor. Açılan davada, toplumsal ve siyasi baskı altında olduğunu söyleyen Hâkim Ernst Janning, yargılama yapmadan peşin hükümlü kararıyla, rejim tarafından ötekileştirilen kişinin ölümüne karar verir. Janning, mahkemedeki savunmasına göre, suçlanan kişi duruşma salonuna girmeden, dosyada var olan delillerin ne olduğuna bakmadan, kendini savunma hak ve imkânı dahi tanımadan ölüm cezası gibi ağır bir karar verir.
Bu karar, açık bir hukuksuzluğun onaylandığı, hukuksuzlukların yapılabilir olduğu, hâkimin “tahammül edilemez derecede adaletsiz” bir yasanın sorgusuz uygulayıcısı olduğu, adalet ile bağı bütünüyle kopmuş bir sistemin onaylandığını gösteren kararlardan biri olmuştur. Bu niteliği gereğince de verilen bu karar sadece taraflarla sınırlı kalmayıp tüm toplumu etkileyecek niteliktedir ve öyle de olmuştur.
Filmde benzer baskılarla karşılaşmasına rağmen hukuksuzluğa ortak olmayan hakimler de anlatılıyor. Ernst Janning ile aynı baskı koşullarında bulunan hakimlerden bazıları emekli olarak ya da istifa ederek adil olmayan yasayı uygulamaktan kaçınmış. Filmde yer alan bu karakterler sayesinde, Nazi rejiminde ağır baskılara maruz kanılsa dahi, mutlaka hukuksuzluk yapmak zorunda olunmadığı, aynı koşullarda benzer durumda olan kişilerin farklı davranış imkanları olduğu anlatılmaya çalışılmış. Yani, üzerimde baskı vardı, başka imkânım yoktu, yerimde kim olsa aynısını yapardı gibi itirazların doğru olmadığı gösterilmiş.
Ernst Janning’i yargılayan ABD’li hâkim Dan Haywood da kendi dönemine göre başka türden bir baskı altında kalmış. Ancak hukukun üstünlüğüne inanan yargıç Haywood baskılara boyun eğmemiş ve hukuk neyi gerektiriyorsa onu yapmış.
Filmde anlatılmaya çalışıldığı üzere, davranışlarını belirleyen olgusal nedenler ve karşılaşılan tehdidin boyutu farklı olsa da, her iki hâkimin de (Ernst Janning ile Dan Haywood’un) farklı eylem yapma olanakları bulunmaktadır. Ve hakimler sorgusuzca iktidarın talepleri doğrultusunda karar vermeye başladığında çok büyük hukuksuzlukların yaşanması da kaçınılmazdır.
Yaşam hakkı ihlallerinde hakimlerin rolüne odaklanan filmde, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren hakimlerin yaşam hakkı ihlaline varan hukuksuzlukların yaşanmasının asıl müsebbipleri olduğu acı bir olay üzerinden gösterilmiştir.
Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde hukuksuzlukların mimarı olarak kabul edilen 10’larca hâkim ismi, zihinlere kazındı. Bu hakimlerin hikayelerinin hukuk fakültelerinde okutulması, örnek olarak gösterilmesi, filmleşmesi uzun sürmez.
Türk hakimlerinin anlatılacağı filmlerde Nazi rejiminden farklı olarak, bazı hakimlerin baskıya gerek olmaksızın “cihat” diyerek, “sevap” diyerek, “vazife” diyerek zulme ortak olmaları anlatılacaktır. Yapılan tüm hukuksuzlukların kayıt altına alınıyor olması ise senaristlerin işini kolaylaştıracaktır.