YORUM | İDRİS GÜRSOY
Hasan Polatkan’dan sonra sıra Fatin Rüştü Zorlu’daydı. Elleri arkasından kelepçeli, hücreden alındı sabık dışişleri bakanı. “Önce benimle mi başlıyorsunuz?” diye sordu. Cevap vermediler. Yüzüne karar okundu. Ailesine mektup yazmak istediğini söyledi. “Kısa olsun” dedi Altay Ömer Egesel. Kelepçeler o zaman çıkarıldı. Güneş doğmadan işi bitirmek için acele ediyorlardı. Mektuba son noktayı koydu. Abdest aldı. Gömleğinin kollarını indirdi, kol düğmelerini taktı. Kravatını aradı bulamadı. Ada komutanı Tarık Güryay’a döndü:
“Benden evvel asılmış olanların ölüme nasıl gittiklerini bilmiyorum. Fakat ben, işte gördüğün gibi galiba bir insanın olabileceği kadar sakin ve metinim. Senden bunu aileme ve bilhassa anacığıma mutlaka bildirmeni istiyorum. Son nefesimi onu utandıracak bir korkaklığa düşmeden verdiğimi mutlaka bilmesini isterim.” (Tarık Güryay, Bir iktidar Yargılanıyor)
İmam, Kur’an okurken idamlık Zorlu, bazı hatalarını düzeltiyordu.
İdam gömleği giydirilip, karar özeti, yakasına iliştirildi. Ellerini arkadan kelepçelediler. İdam sehpasına metanetle yürüdü, yardım almadan sehpaya çıktı. Boğazına idam ipliğini geçirmeye çalışırken elleri titreyen cellada çıkıştı: “Oğlum ne titriyorsun? İlmik senin değil benim boynuma geçecek.” Son sözleri ise, “Allah, memleketi korusun. Haydi Allahısmarladık!” oldu. Ayağının altındaki sandalyeyi kendisi itti.
16 Eylül 1961’da can veren Fatin Rüştü Zorlu (51), DP hükümetinin en başarılı bakanlarından biriydi. Üniversite eğitiminden sonra 1932’de Dışişleri Bakanlığı’na memur olarak girdi. İki dil biliyordu. 1952’de NATO daimi delegeliğine atandı. 1954’te DP Çanakkale milletvekili seçildi. Türkiye’nin Kıbrıs politikalarını dünyaya duyurdu. Türkiye’nin Kıbrıs’a garantörlüğünün kabul edildiği anlaşmada onun imzası vardı. 1957’de dışişleri bakanı oldu.
Fatin Rüştü Zorlu, 27 Mayıs öncesi Başbakan Adnan Menderes’i uyardı. “Bir komplo var, savunma bakanı yapın bunu çözeyim,” dedi. Menderes’in cevabı, “Sen zaten Ethem’i (Menderes) sevmezsin,” oldu.
Radyodan darbe bildirisi okunduğunda Ankara’daydı. Başbakan’a ulaşmaya çalıştı ama başaramadı. Yanına gitmek teşebbüsünde bulundu yollar kapalıydı. Harbiye Orduevini aradı, yerini bildirdi. Asker kapısına geldiğinde hazırlığını yapmıştı. Eşine son vedasıydı bu.
Darbe, kendi hukuku ile gelmişti. İşkence, dayak, hakaret, küfür serbestti. Zorlu, Yassıada’ya sevk edilirken, arkasından tekmelendi, dayak yedi. DP’li Hadi Hüsman, o anlara şahit olmuştu:
“Rahmetli Fatin Rüştü Zorlu, uçağın merdivenlerinden inmeye hazırlandığı sırada, önceden arkasına mevzilenmiş olan hava binbaşısı sırtına bir tekme vurdu. Zorlu, dengesini kaybetti, merdivenlerden yuvarlanarak yerde bekleyen askerlerin arasına düştü. Kalabalık ona söylenmedik laf bırakmadı. ‘Hırsız’ söylenenlerin başında geliyordu, şiddetle dövüldü. Zorlu’nun aşağıdan, ‘Yapmayın, ne olursunuz, itidalinizi koruyun,’ dediğini duydum.”
İşkence ve kötü muamele Yassıada’da da devam etti. Nilüfer Gürsoy Bayar, Yassıada’ya en çok giden kişilerden biriydi. Evinde yaptığım bir röportajda Zorlu’nun annesi ile karşılaşmasını anlatmıştı:
“Bir duruşmaya çocukları da aldım gittim. Sıramızı bekledik. Girdiğimiz yerin karşısında yine bir kapı. Baktık Ahmet geldi. Çocuklara çikolata almış kantinden, vermek istedi. ‘Hayır, yasak, veremezsiniz!’ dediler. Biri kadın üç subay bizi dinliyor. Zaten donuğuz, ‘Veremezsiniz!’ deyince iyice donakaldık. ‘Ne yapıyorsunuz? Kitap okuyor musunuz?’ dedim. ‘Evet,’ dedi Ahmet, ‘Fatin Rüştü Bey bir kitap okudu son günlerde, içinde kaşolar var ve ekomoz oldu.’ Hemen oradan itiraz ettiler ‘Türkçe konuşun!’ diye. Kaşo ve ekomozun ne olduğunu anlayamadılar. Ben anladım ki bir şey söylemek istiyor ama neden bahsediyorsun diye soramadım. Dönüyoruz vapurla. Remzi Birand var, Konya milletvekilinin hanımı, kardeş tarafından akrabayız. ‘İyi ama ellerinin üstünde siyah siyah kabuklar var,’ deyince fena oldum, sigara söndürmüşler. Bir de baktık Fatin Rüştü Zorlu’nun annesi Güzide Hanım feveran hâlinde. Zorlu’nun yüzünü mosmor görünce sormuş. ‘Merak etme anne, voleybol oynarken oldu,’ demiş. ‘Ne voleybolu! Sana vuran eller kırılsın!’ diye feryat ediyor. Yassıada’da fiziki işkence var, bir de onlara yöneltilen yalan iddialar var. Mesailerini ortaya koymuşlar, akla gelmeyecek yalan iddialarla manevi işkence yapıyorlar.”
Zorlu’nun yargılandığı 6-7 Eylül olayları davasında tek şahit Coşkun Kırca’ydı. O da yalancı şahitti. Menderes’e çektiği iddia edilen telgraf hiç ispatlanamadı. 15 Eylül’deki son duruşmaya aileler alınmadı. İdam kararlarını radyodan öğrendiler.
İdamlıkların İmralı’ya sevki de acılıydı. Hepsinin elleri arkadan kelepçelendi. Üzerlerinde ne var ne yoksa ailelerine teslim edilmek üzere alındı. İmralı’daki hücrelerinde saatlerce arkadan kelepçeli beklediler
İdamların infazı sırasında avukatlar yoktu. Naaşlar ailelerine gösterilmedi, Zorlu’nun cansız vücudu açılan çukurlardan birine atıldı. İmralı’ya ziyaret yasaktı. Zorlu’nun kızı Sevin hanım, mezara ancak 1990’da naaşların İstanbul’a nakli sırasında gidebildi.
60 yıl oldu. Zalimlerle hesaplaşılamadı. Aktörler değişti. Yöntemler değişmedi. Zulüm, bugünlere geldi…
O gün bir cunta darbe yapmıştı. 5000 ‘den fazla subay ve astsubay, çoğunluğu emekli edilmiş ve bir kısmı da ihraç edilmişti. TSK ‘yi yeniden dizayn etmişlerdi. Cuntaya karşı o kadar subay ve astsubay ,vatan savunması yapar gibi, karşı duramamıştı. Bırakın birbirlerini yesin demişlerdi, sonra binlercesinin ve bir dönemin üzerine beton döktüler. 1980 yılına gelindiğinde dizayn olan TSK emir komuta zinciri içerisinde, kullanışlı ahmaklar sayesinde olgunlaşan şartlar altında darbe yapmıştı. Tüm ülkenin ve yine bir dönemin üzerine beton döktüler. Yazdıkları anayasanın temeli halen yürürlükte. Bugün de TSK ‘yı yeniden dizayn etmek için kullanışlı ahmaklar ile akla ziyan bir operasyonla öyle bir beton döktüler ki, 20. yüzyılda bu topraklarda, hatasıyla ve doğrusuyla yetişmiş bir nesli tıpkı Çanakkale savaşındaki gibi biçtiler. Allah’ın takdirine itiraz olmaz ancak bu topluluk da zayi olursa kim kalacak? Eğer kader imkan verirse bu beton dökenlerin üzerine toprak örtüp, kürekle düzelttiken sonra yola öyle devam etmek gerek. Aksi durumda her fırsatta yine biçmek isteyecekler. Elbette birgün gerçek kıyamet kopacak ama o güne kadar neden sürekli beşeri kıyametler olmasına izin verelim. Hele ki yaptığı antlaşmaya zorbalık ve zulümle ihanet edenleri neden sürekli affediyoruz, sonra dönüp dişlerinin kirasını istiyorlar işte….