YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye geçtiğimiz hafta belki de Cumhuriyet döneminin en onur kırıcı tavrına muhatap oldu. Başkan Trump tarafından 9 Ekim 2019’da yazılan mektubun muhtevasının açıklanması ve ardından yapılan ziyaretle büyük ideallerle başlayan Kuzey Suriye harekâtının aldığı seyir, bundan elli beş yıl önce dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün muhatap olduğu “Johnson Mektubu’nu” akıllara getirdi.
Türk dış politikası yazarları yıllarca Johnson Mektubu’nu diplomasi kurallarını ayaklar altına alan “onur kırıcı” bir yazışma ve “ültimatom” olarak değerlendirdiler. Bugün Erdoğan’a gönderilen mektubun, AKP’nin resmi basını ve onlardan geri kalmayan yarı resmi basın “kamufle etmeye çalışsa da” Johnson mektubuyla mukayese edilemeyecek kadar aşağılayıcı ve ancak bir sömürge valisine gönderilecek üslupla kaleme alındığı anlaşılıyor.
Yıllar önce Başbakan İnönü de Johnson Mektubu’nun içeriğini kamuoyuyla paylaşmamış, mektubun muhtevası iktidar değişikliğinden sonra ortaya çıkmıştı. Bugün de kamuoyu, Erdoğan’a gönderilen mektup Trump tarafından basına sızdırılmasaydı muhtevadan ve “aşağılayıcı” üsluptan haberdar olmayacak, Türkiye’nin Amerika’ya “kafa tuttuğuna” inanmaya devam edecekti.
Küçük Amerika: Türkiye
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet Rusya tehdidi ile zorunlu olarak gelişen Türk-Amerikan ilişkileri 1947’de bir antlaşmaya dönüşmüştü. Türkiye Marshall yardımı ile ekonomik yardıma da kavuşmuş ve ABD örnek alınan bir ülke olmuş hatta Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hedefi ilk defa İnönü döneminde söylenmişti.
DP iktidarı da CHP’nin dış politika anlayışını devam ettirdi ve Türkiye 1952’de NATO üyesi oldu. Amerikan yardımları ile ekonomik yatırımlara yoğunlaşan Menderes yönetimi, askeri ihtiyaçlarını ABD’den temin ettiği gibi ordusunu da NATO ile uyumlu hale getirdi. Bu yıllarda “Amerikan rüyası” her alanda etkili olmakta, Menderes ülkeyi “Küçük Amerika” yapacağına dair vaatlerde bulunmaktaydı.
Menderes, 1957 yılına gelindiğinde Türkiye’de yaşanan ekonomik krizde ABD’den kredi almaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Hatta son Amerika gezisinde hiç de iyi karşılanmadı. Nitekim darbe sonrasında da Amerika Menderes’in idamını durduracak etkili bir adım atmadı.
Kıbrıs Yolunda
1961 seçimlerinden sonra İnönü başbakanlığında bir koalisyon hükümeti kurulsa da 27 Mayıs’ın çalkantıları devam ediyor, ordu içindeki cuntacılar yeni darbeler planlıyorlardı.
Diğer yandan DP iktidarının büyük gayretleriyle 1960 Londra Antlaşmasıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde “Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuş fakat kısa zamanda problemler baş göstermişti. Rumlar tarafından oluşturulan EOKA’nın faaliyetleriyle adanın Türk halkı baskılara maruz kalmakta ve EOKA bu yollarla adayı Yunanistan’ın bir parçası yapmayı hedeflemekteydi. Cumhurbaşkanı Makarios’un da Türkleri yok sayan tutumlar sergilemesi, Türkiye’nin dikkatini tamamen Kıbrıs’a çevirmesine neden oldu.
1963 Aralık ayında yaşanan “Kanlı Noel”, Türk hükümetinin sabrını iyice taşırmış, Kıbrıs Bakanlar Kurulu’nun da Türk bakanların katılmadığı bit toplantıda “Rumlardan oluşan bir ordu kurulması” kararı alması bardağı taşıran son damla olmuştu.
Türkiye’nin İngiltere ve Birleşmiş Milletler nezdindeki girişimleri yetersiz kalmış, adaya konuşlandırılan Birleşmiş Milletler Gücü de güvenliği sağlayamamıştı. Artık Türkiye için tek çare adaya asker çıkarmaktı.
Türkiye BM ve NATO üyesi bir devletti ve Batı ittifakının bir parçasıydı. Adaya yapılacak bir müdahalede NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan savaşabilir hatta statükonun bozulmasından rahatsız olan Sovyet Rusya olaya müdahale edebilirdi.
Gece Gelen Mektup
Türkiye ABD’nin onayını almadan bir harekâta girişmek istemiyor fakat ABD’nin desteğini de almak mümkün olmuyordu.
Dönemin ABD Başkanı, John F. Kennedy’nin 23 Kasım 1963’te bir suikasta kurban gitmesinden sonra görevi devralan Lyndon B. Johnson’du ve yeni başkan ilk önemli sınavını Kıbrıs sorununda verecekti.
ABD’nin tavrı karşısında Başbakan İnönü TIME dergisine bir röportaj vermiş ve Milliyet’in 16.4.1964 tarihli sayısına göre şöyle demişti: “Müttefiklerimiz ittifakın (NATO) dağılması için çalışmakta olan uzak devletlerle yarış etmektedirler. Bu ittifak bozulmasın diye sonuna kadar sabrediyoruz. Müttefiklerimiz bu ittifakı dağıtma gayretlerinde muvaffak olurlarsa yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur.”
İnönü’nün bu demeci gazetelerde “Batı İttifakı Yıkılır” manşetiyle verilmiş ve yeni bir dünya sisteminin kurularak Türkiye’nin bu yeni yapıda yerini alacağı yazılmıştı. Sonraki yıllarda da bu ifadelerin Johnson Mektubu üzerine kullanıldığı ileri sürülmüşse de bu iddia doğru değildir. Çünkü Johnson Mektubu bu röportajdan iki ay sonra gönderilmiştir.
İnönü Hükümeti bu gergin ortamda bir de Albay Talat Aydemir’in ikinci darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Sonunda Hükümet kamuoyunun da baskısıyla Kıbrıs’a müdahaleye karar verdi ve sıra adaya asker çıkarılmasına geldi. İnönü bu kararın ABD’ye de bildirilmesi gerektiğini düşündüğünden ABD’nin Ankara büyükelçisi de harekât konusunda bilgilendirildi.
İşte bu sırada beklenmedik bir gelişme yaşandı. Amerika’nın birkaç aylık Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye hitaben kaleme aldığı mektubu 5 Haziran gecesi Ankara’ya ulaştırdı. Johnson sadece mektupla yetinmemiş aynı zamanda Amerikalı NATO Başkomutanı General Lemnitzer’i de Ankara’ya göndererek harekâtın durmasını garantiye almak istemişti.
Türkiye’ye gece ulaştığından “gece gelen mektup” adıyla meşhur olan mektupla Ankara’daki hava birdenbire değişti ve Kıbrıs’a müdahaleden vazgeçildi. Mektup başlangıçta hükümet tarafından açıklanmamış, kamuoyu mektubun varlığını 6 Haziran’da Beyaz Saray’ın açıklamasıyla öğrenmişti. Mektubun içeriği de saklanmış, kamuoyuna ABD’nin harekâta karşı çıktığına ve İnönü’yü Amerika’ya davet ettiğine dair bilgiler dışında ayrıntı verilmemişti.
Dönemin gazetelerinde ise “müttefik ABD’nin tavrına” karşı yaşanılan şaşkınlık öne çıkmaktadır. Örneğin İnönü’nün damadı Metin Toker tarafından çıkarılan “Akis” dergisi 11 Haziran 1964 tarihli nüshasında “Johnson Mektubu’nun İçyüzü” sürmanşetiyle yayınlanmıştı. İç sayfalarda ise “Dostun dosta ettiği” başlığı tercih edilerek mektubun içeriğine dair sadece Kıbrıs’a müdahaleden vazgeçilmesinin istendiği ve İnönü’nün Amerika’ya davet edildiği bilgisine yer verilmiş, ayrıca Johnson’a verilecek cevabın “benzer tonda olacak şekilde” hazırlandığı yazılmıştı.
Gerek Akis gerekse Hürriyet’in ifadesiyle “kaba bir üslupla yazılan” Johnson mektubu, İnönü hükümeti üzerinde “soğuk duş etkisi” yapmıştı. Akis mektubun “kaba” üslubunu da Johnson’ın henüz Kıbrıs meselesine vakıf olmayışına bağlıyordu.
Hürriyet gazetesi gelişmeleri “Amerika, Çıkarmamızı Yine Önledi” başlığıyla vermeyi tercih etmiş ve Amerikan Büyükelçisinin İnönü’yü ziyareti Johnson’dan mesaj getirdiği şeklinde izah edilerek mesajın içeriğinin bilinmediği belirtilmişti. Batı basınında ise mektup “Türklere boyun eğdirildiği” şeklinde yansıtılmaktaydı.
İktidar Değişince
İnönü ise Johnson’a yumuşak bir üslupla cevap vermiş ve TBMM’den güvenoyu istemiştir. Ayrıca İnönü, TBMM’den güvenoyu aldıktan sonra Johnson’um gönderdiği Boeing 707 tipi “Başkanlık uçağıyla” Amerika seyahatine çıkmıştır.
Seyahatte Türk başbakanını küçük düşürücü olaylar da yaşanmış, Amerikalıların İnönü’nün boy ölçüsünü bilmemeleri nedeniyle Başbakan, ayağının altına tabure konarak konuşma yapabilmiştir. Johnson mektubunun ve seyahatin sonucu, Türkiye’nin Kıbrıs çıkarmasından vazgeçmesi ve çıkarmanın ancak on yıl sonra yapılabilmesi olmuştur.
Bu önemine karşılık mektubun tam metni iki yıl sonra 1966’da gazeteci Cüneyt Arcayürek tarafından Hürriyet gazetesinde yayınlanmasıyla öğrenilebildi. Dönemin bürokratlarının hatıralarından mektubu 1965 seçimleriyle iktidar gelen Adalet Partisi’nin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Arcayürek’e verdiği anlaşılmaktadır.
Mektubun tam metninde Başkan Johnson’un “tehditkâr” üslubu dikkat çekmektedir. Johnson, İnönü’yü Kıbrıs’a bir müdahale durumunda ortaya çıkabilecek bir Sovyet tehdidine karşı NATO’nun Türkiye’ye yardım etmeyebileceğini ve Amerikan silahlarının kullanılmasına izin vermediğini belirtiyordu.
Bunun anlamı Türkiye’nin yıllardır mücadele etmeye çalıştığı Sovyetlere karşı müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı ve Türk ordusunun NATO amaçları dışında bir harekâtta silah ve cephaneden mahrum olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıydı. Türkiye aynı zamanda BM’de de müttefikleri tarafından desteklenmemiş ve Kıbrıs’a müdahaleden vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Diplomatik Mektup mu? Tehdit mi?
Mehmet Gönlübol Hoca, Johnson mektubunun alışılagelmiş diplomatik üsluptan çok farklı olduğu vurgusunu yapmakta ve bu üslubun “işgale uğramış bir ülkeye dikte ettirilen barış antlaşmasıyla mukayese edilebileceğini” belirtmektedir. Diğer yazarların da mektupla ilgili yorumları buna yakındır. Dönemin Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball ise mektubu “İnönü’nün Johnson’dan yediği papara” ve “hayatımda gördüğüm en kaba diplomatik mektup” şeklinde değerlendirmiştir.
Bugün Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği mektupla Johnson Mektubu’nun mukayese etmek çok zordur. Johnson mektubunda gerekçe olarak 1947 Türk-Amerikan Antlaşması’na, BM ve NATO çerçevesindeki antlaşmalara atıf yaparken Trump bu tür gerekçelere bile ihtiyaç duymadan doğrudan Erdoğan’ı tehdit eden bir üslubu tercih etmektedir.
Yine ilginç bir nokta da Johnson’un İnönü’nün şahsında Türkiye’yi muhatap almasına karşılık Trump bütün diplomatik teamülleri bir kenara bırakarak herhalde Türkiye’yi “tek adam rejimi” olarak gördüğünden sadece Erdoğan’ı muhatap almıştır.
Trump’ın gönderdiği mektupta yer alan ifadeler mevcut Amerikan yönetiminin Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi nasıl gördüğünü de ortaya koymaktadır. Hele Türkçeye “Sert adamı oynama! Aptallık etme!” şeklinde çevrilen ifadelerle Trump’ın Erdoğan’ı seçilmiş bir cumhurbaşkanı yerine önce ülkesini sonra da komşu ülkeleri büyük bir felakete götüren “maceracı bir lider” olarak gördüğünün de kanıtıdır.
Sonuç olarak Johnson’un İnönü’ye gönderdiği mektubun yanında Trump’ın mektubunun diplomatik bir mektup olarak bile değerlendirilemeyeceği dikkate alındığında Türk dış politikasının son yıllarda nasıl gerçeklerden uzak hale geldiği ve Türkiye’nin neden “değerli yalnızlıkla” avunmak zorunda kaldığı bir kez daha anlaşılmaktadır.
Seçilmiş Kaynakça: Akis, 14 Haziran 1964, S. 52, İ. Cem Feridinoğlu, “Hürriyet Gazetesi’nce 1964 Johnson Mektubu Sürecindeki Dilin Milliyetçi Söylem Bağlamında Söylem Analizi Yöntemiyle İncelenmesi”, KSBD, C. 9, S. 2, 2017; Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu Kıbrıs 2014, ATAM, Ankara, 2016; B. Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, İstanbul, 2014, İletişim, C. 1; M. A. Okur,”21. Yüzyılda Johnson Mektubu’nu Yeniden Okumak”, KÖK, C. IX, S. 2, 2007.