YORUM | SÜLEYMAN SARGIN
Dua kulun itibarıdır. Allah’la arasındaki en büyük sırdır. Dua eden insan kendi aczini, çaresizliğini, ihtiyacını ve aslında hiçbir şeye gücünün yetmediğini itiraf eder. Buna karşılık kendisini işiten, her haline nigehban ve ihtiyaçlarını karşımaya muktedir bir Zât’ın varlığını ve dualara karşılık verdiğini kabul eder. Duadaki en önemli sır budur. Ne istediğinden ya da istediğinin verilip verilmediğinden önce esas olan bu sırrı kavramaktır.
Duada önemli olan kulun Rabbine teveccühüdür. Bu teveccühün sürekliliği kul ile Rabbi arasındaki münasebeti kuvvetlendirir. Bu yönüyle dua insanın imanına ve yakînine tesir eder. Dua eden kul, Rabbinin Kudreti’ne, Keremi’ne ve Rahmeti’ne güvenip dayanmıştır. Böyle bir itimad ve istimdad hissi, insana “Kâinata meydan okuyabileceği” bir şecaatin kapılarını açar.
Dua iki tarafı parlak bir ayna gibidir. Aynanın bir yüzü Rabb-i Rahîm’e müteveccihtir. Diğer yüzü ise insanın kalbine, vicdanına dönüktür. Dua eden insan her bir cümlesiyle hem Rabbine arz-ı halde bulunmuş hem de o talebi kendi vicdanına deklare etmiş olur. Bu bir nevi kişinin kendini terapiye alması demektir. Sözgelimi “Filan günahımı affet Allah’ım” diye niyaz eden bir kul, hem Cenab-ı Hakk’tan af dilemekte hem de kendi nefsine“Bir daha o günahı işleme!” ikazını yapmaktadır. Ya da “Allah’ım, hapiste, zindanda, hücrede bulunan, sorguda, nezarette, işkencede veya sürgünde çile çeken kardeşlerime tez zamanda ferec ve mahreç lütfeyle, onları sıkıntıdan kurtar!” diye yalvaran muzdarip, bir yandan Rabbine kardeşleri adına beyaz bir dilekçe sunarken, diğer yandan kendine “Bu kardeşlerin için başta dua olmak üzere daha çok şey yapmalısın!” görevini vermektedir.
Aynı şey evrad u ezkar için de söz konusudur. Günde yüzlerce defa “Lâ ilâhe illallah” diyerek Zât-ı Ulûhiyet’e, tevhidine iman ettiğini ikrar eden insan kendi kalbine de “Sakın içinde Allah’tan başka bir ma’bûda, bir maksuda, bir mahbuba yer verme!” tembihinde bulunmaktadır. “Dua ederken dilimizden dökülen her kelimeye, her cümleye kalbimizin de iştirak etmesi” ifadesi ile kastedilen budur. Maksat, ne dediğimizin, ne istediğimizin şuurunda olmak ve her isteğimizi aynı zamanda kendi nefsimize ve iç dünyamıza da telkin etmektir.
Kul, Rabbi katındaki değerini öğrenmek istiyorsa O’na ne kadar dua ettiğine bakmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ “De ki, duanız olmasa Rabbim size neden değer versin ki!” (Furkan/77) meâlindeki ikazıyla kulun Hak nezdindeki değerinin duasıyla doğru orantılı olduğu ilan ediyor. Şu halde dua kulluğun esasıdır. Efendimiz de “Dua ibadetin omuriliği mesabesindedir” beyanıyla, dua ile taçlanmayan ve sonu duaya varmayan ibadetin felçli bir bedenden farkı olmadığını anlatıyor.
Önemli bir husus
Tam burada bir hususu hatırlatmakta fayda var; insanlar da dâhil olmak üzere bütün varlık âlemi hayatını Rahmâniyet’in kanunlarına bağlı olarak sürdürür. Modern bilimin, adına “tabiat kanunları” dediği âyât-ı tekvîniyye bizim için hayat kanunları mesabesindedir. Bu kanunlara uymak da Kur’an’da bizlere tebliğ edilen kanunlara uymak gibi zorunludur. Hasta olanın gerektiğinde doktora başvurması, ilaç kullanması, istirahat, ameliyat gibi tedavi usullerini yerine getirmesi; acıkan kişinin yemek yemesi, susayanın su içmesi, yorulanın dinlenmesi, üşümemek için sıkı giyinmesi vs bu kanunlardan bazılarıdır. Bir hedefe ulaşmada gereken sebeplere riayet de diyebileceğimiz bu kanunlara uyma, kanunların Sahibi’ne itimad ve itaat demek olduğundan “fiilî dua” olarak adlandırılır.
Buradan hareketle, bugünlerde yaşanan zulümlere, mağduriyetlere, haksızlıklara karşı kanunlar ve meşruiyet çerçevesinde mücadele etmek, zulmü her yere ve herkese duyurmak, mazlumların, mağdurların kurtulmaları için mümkün olan bütün meşru yolları kullanmak ve yırtınırcasına bir gayretle çalışmak bizler için hem farzdır hem de bir nevi duadır. Sosyal medya başta olmak üzere bütün iletişim imkânlarını en iyi ve profesyonel usullerle kullanmak, her meşru mecrada aktif olmak ve hakikatin sesini duyurmak için dur durak bilmeden gayret etmek imanı, insafı ve merhameti olan herkes için olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Bütün bunları yaparken dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu gayretlerin bizde bir tatmin hissi oluşturması ve duaya yeterince zaman ayırmamıza engel teşkil etmesidir. Evet, o gayretlerin hepsi değerlidir, zaruridir ve fiilî duadır. Ama Kudreti Sonsuz’un bizden beklediği sadece fiilî gayret değildir. Esas olan yukarıdaki ayet-i kerimede de buyurulduğu gibi kalbî bir teveccühle her şeyin hakikî Mâliki’ne yönelmektir. Bu yöneliş, riayet ettiğimiz sebeplerin evvelen ve bizzat müessir olmadığının da bir ilanı ve itirafıdır ki böyle bir şuur, kurbiyet merdivenlerini hızla çıkmaya ve amûdî yükselmeye vesiledir. Allah Resûlü’nün (aleyhi’s-salâtü ve’s-selam) Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te sebeplere riayet noktasında bütün tedbirleri eksiksiz aldığını biliyoruz. Ama bütün muharebelerde ridası sırtından kayacak derecede ellerini semaya kaldırarak ızdırar diliyle dua dua yalvardığını ve zaferlerin bu dualar neticesinde geldiğini de unutmamalıyız.
Esbaba kusursuz riayetten sonra dua, Müsebbibü’l-esbab’a sebepler üstü bir teveccühtür. Böyle bir duayı yapan, bilir ve inanır ki Allah (c.c.) Kendi koyduğu kanunlara bağlı değildir ve dilediği zaman bu kanunları değiştirir veya onların ötesinde icraatta bulunur; kullarının imdadına yetişir. Yine inanır ki, “Biri var, kalbinden geçenleri bile işitir, her şeye gücü yeter, her arzusunu yerine getirebilir; aczine merhamet, fakrına medet eder.” İşte bir yandan mücadelede sebeplere kusursuz riayet, diğer yandan bu sebeplerin hakiki tesirlerinin olmadığını ilan sadedinde O’nun hususi rahmetine sığınmak Allah’a iman ve teslimiyetin bir manada en üst noktasına işaret eder.
Hizmet insanları olarak bugüne kadar maruz kalmadığımız ölçüde büyük musibetlere giriftarız. Bu durum bizi duaya mecbur kılıyor. Bu dönem “dua dönemi” olarak adlandırılsa yeridir. Sosyal medyada ve başka mecralarda hainlere, zalimlere karşı sonuna kadar mücadele edilmeli ama diller, gönüller duadan dûr olmamalı. Ettiğimiz dualar, attığımız tweet’lerden az olmamalı. Evrad kitaplarına, sosyal medya hesaplarımızdan daha fazla zaman ayırmalıyız. Her birimiz içeride çile çeken binlerce masumun tez zamanda kurtulması için istisnasız her gece ızdırar diliyle kıvranmalıyız.
Çetelelerle teheccüd, evrad ve kulluk takip etme gibi zorlamalara gerek yok. Dönem öyle bir dönem değil. İçinde bebeklerin, kadınların, yaşlıların ve her meslekten, her yaştan masumların cayır cayır yandığı, alevleri göklere yükselen ve Nemrut’un ateşini aratmayan zalim bir yangın var. O yangını söndürmek için kaç kova su döktüğümüzün çetelesini tutmak hem trajik hem de komik bir durum. Herkes bu mefkûreye bağlılığı kadar, vicdanı kadar, imanı kadar bu işin derdini, ızdırabını yaşamalı ve ona göre dua etmelidir.
Allah katındaki değerimiz duamız kadar ise, bu masum ve güzel insanlarla aramızdaki bağ da onların derdiyle dertlendiğimiz ve onlara ettiğimiz dua kadar olacaktır.