Eyüp, misafir ettiği Peygamber (sas) dostuyla insanların gönlünde her daim farklı bir yer edindi. Eyüp, altın çağını Osmanlı döneminde yaşadı. Bu dönemde geleneksel Osmanlı mimarisiyle inşa edilen cami, medrese, tekke, türbe gibi dini yapıların yanı sıra sahil saraylarıyla, ahşap evlerle süslendi. Eyüp Sultan Camii’nin etrafında oluşan semt daha sonra ilçe oldu. Buram buram tarih kokan sokakları, adeta bir dantel gibi süsleyen tarihi evler; asalet ile mütevaziliğin, zarafet ile dayanıklılığın birlikte yaşadığı, birlikte göze geldiği yerler. Haliç’ten başlayıp Karadeniz kıyılarına dek uzanan ilçenin hemen her sokağı, yüzlerce yılın izleriyle dolu. Osmanlı’nın Eyüp’e en güzel hediyelerinden biri olan bu evlerin bir diğer özelliği de aradan geçen onca zamana rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmaları. Bir kısmı zamanın yıpratıcı etkisine karşı boyun eğse de birbirine yaslanmış vaziyette yüzlerini geleceğe doğru yönelten bu evler, büyük bir kararlılıkla hayatlarını sürdürüyor. Bu dayanıklılıkta ahşap olmalarının katkısı yadsınamaz. Ancak ahşap malzeme kullanılmasının üç sebebi daha var. Bunlardan birincisi Eyüp sokaklarının taş malzeme taşıyan at arabalarının geçişine izin vermeyecek kadar dar olması; ikincisi, bu evlerde kullanılan ahşap malzemenin insan sağlığına faydalı olması üçüncüsü ise depreme karşı dayanıklılık göstermesi.
İstanbul depremlerinden en az etkilenen semt
Bugün Eyüp’ün hemen her mahallesinde rastlanan tarihi evlerin büyük bölümü, 18. ve 19. yüzyıldan kalma. Osmanlı Devleti’nin modern bir İstanbul; başka bir deyişiyle ‘modern bir başkent’ oluşturma çabasını ortaya koyan bu evler, yapılış tarzları itibarı ile bugün dahi tercih ediliyor. Tarihi evler, Osmanlı’nın geleneksel sivil mimari tarzı olan cumbalı ve ahşap yapılardan meydana geliyor. İlk örnekleri Eyüp’te olan ve zaman içinde Fatih, Kadıköy, Üsküdar, Adalar’a da yayılan bu evler ‘bağdadi’ adı verilen bir teknikle yapılmış. Osmanlı döneminde yetişen mimarlar tarafından ortaya konulan bu teknik, ahşap ve çıta sistemli duvarlar inşa etmek üzere kurulmuş. Son derece basit olmasına rağmen en güvenli yapı tekniklerinden biri. Bağdadi, duvarlara atılan sıva harcının, ahşap iskelet üzerine çakılmış ince çıtalar arasına sıkı ve homojen bir şekilde yerleşmesinden ibaret. İçeriden çıtalar üzerine kalın sıva yapılarak oluşturulan duvarlar, dışarıdan da ahşapla kaplanıyor. Kaplama ve sıva arasındaki hava boşluğu ise yalıtım sağlıyor. Bu tekniğin bir diğer özelliği ise ahşap evleri daha sağlıklı ve yaşanılabilir hale getirmesi. Eyüp evleri, bağdadi tekniğiyle yapılmalarından dolayı klasik Anadolu sivil mimarisinden ayrılsa da 19. ve 20. yüzyıl Anadolu mesken mimarisi ile büyük benzerlikler gösteriyor. Genelde bodrum üzerine 2-3 kat olarak yapılan ve oldukça az bir kısmında 4. kat seviyesinde terası bulunan evler, onca büyük depreme rağmen günümüze kadar gelmeyi başardı. İstanbul’da yaşanan depremlerde ciddi bir hasar görmeyen Eyüp, bunu evlerin inşası sırasında kullanılan tekniğe borçlu. Behçet Necatigil, ahşap evleri, “Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi, / Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi, / Kimi hayat’a doymuş göründü, / Bazıları zamana uydular, / Evlerin içi oda oda üzüntü, / Evlerin dışı pencere, duvar.” dizeleriyle anlatır. Bir başka edebiyat ustası Ahmet Hamdi Tanpınar ise “İstanbul’un asıl iç manzarası, şahnişinleri, cumba ve çıkmaları, saçak ve seyvanları, bir kadife gibi yumuşak çizgileri ve süsleriyle, çok renkli olan sivil mimari yapılardı.” diye tasvir eder.