‘İçeriden’ bir selam ve bir hediye

YORUM | ŞEMSİNUR ÖZDEMİR

Sevgili kardeşim …

Birkaç gün önce kalabalık bir ortamda uzun zamandır görmediğim kardeşinle karşılaştım. Sık olmasa da görüştüğümüz zamanlarda senden ve çocuklarından bahsediyoruz aslında. Buradan oralara doğru elimizi uzatıp bir şey yapamamanın hicabı içinde, iyi dilek ve dualarla bitiriyoruz bu konuşmaları. Artık çocukluktan çıkıp ergenliğe ulaşan evlatlarının isyanlarını, annenle babanın yıllar geçtikçe onlara bakamayacak kadar yaşlandığını düşündükçe bir hal çaresi bulamamanın ezikliğini yaşıyoruz. Bu sefer yaralarını tazelememe adına sizleri sormadım fakat tam ayrılırken çantasından minik bir şey çıkarıp uzattı kardeşin. “Bunları ablam yapmış. Ailem birkaç tane bana verdi. Ben de size hediye etmek istiyorum” dedi.

Renkli boncuklardan kitap ayracı olarak tasarladığın bir el ürünüydü. Ne diyeceğimi bilemedim ilkin. Elimdeki boncuk ve ip değil sanki bir kor parçasıydı. Elimi, gözümü, kalbimi, sonra tüm zerrelerimi çarptığını hissettim. Teşekkür ettim, selam söyledim sana. Hem sizlere hem de zindanlarda gün sayan tüm masumlara dualar ettik beraber.

O günden beri elimde bu ayraç. Nasıl yapsam da formunu bozmadan bir kolyeye çevirsem, her an boynumda taşısam diye düşünüyorum. Nice demir kapılardan, dikenli tellerden, nice ellerden ve farklı ülkelerden geçip bana kadar ulaşmış bu hediyeyi, kutsal bir emanet gibi muhafaza edeceğim. Ve bir gün buluştuğumuzda sana gösterecek “Bak ben seni hiç unutmadım, her daim yanımdaydın kardeşim” diyeceğim.

Cezaevi kantininden bu boncukları ve ipleri sipariş edişini, sonra yatağına çekilip bunları tek tek dizerek bir ürüne dönüştürme çabanı, işleyen parmaklarını, hassas kalbini, umutlarını, hayallerini düşünüyorum da kalbim daralıyor. Bu yerlere, bu ülkelere, bu evlere, bu yürüdüğüm parklara sığamıyorum. Kuş olup uçsam, o dikenli tellere konsam, “unutmadık sizi, bir an önce hürriyete kavuşmanız için duadayız..” desem, kederlerine ortak olsam, anne babalarından yoksun büyüyen evlatlarının başını okşasam..

İnan ki unutmuyoruz cezaevlerinde çile dolduran masum hizmet kardeşlerimizi. Bütün dualarımızda, sohbetlerimizde hep siz varsınız. Belki şimdi soruyorsun “Hürriyetin nimetlerini sonuna kadar yaşayan siz dışardakiler, zindanlarda adalet bekleyen kardeşleriniz için duadan başka bir şey yapabiliyor musunuz?” diye.

Emin ol, her birimiz kendimize her gün, her an bunları soruyoruz. Bilhassa hasta ve yaşlı tutukluların, bebekli annelerin, annesi babası tutuklanmış çocukların hikayelerini gördükçe acıdan iki büklüm oluyoruz. Elimizin  ermediği, sesimizin ulaşmadığı o mazlum, masum insanlar için daha daha.. ne yapabiliriz?

15 Temmuz sonrası Hizmet Hareketi ile uzaktan veya yakından ilgisi olan herkes, farklı şekillerde, farklı yerlerde haksızlıklara, zulümlere maruz kaldılar ve bu kötülükler katlanarak devam ediyor. İçerde veya dışarda olsun, gaybubette, mülteci kamplarında, iki göz odalarda kıt imkanlarla yaşama mücadelesi veriliyor hâlâ. Yıllar içinde kimilerinin maddi imkanları düzelse de herkesin imtihanı kendine göre farklı..

Sürecin başından beri kendimce öğrendiğim ve yapmaya çalıştığım bir şey var: Bugün ne yapmam gerekiyorsa onu yapmak ve yaşamak. Dün elemiyle, kederiyle geçti gitti, değişmez artık. Yarın ne olacağımız ise belli değil. Sadece şimdiyi, bu ânı yaşıyorum ve bundan sorumluyum.  Aynı fikirde olmayanlar vardır elbette. Herkesin hayata tutunma motivasyonu ve yöntemleri değişebilir.

O meş’um darbe tiyatrosundan sonraki hayatımın 3 yılı Türkiye’de, bir yılı Bosna Hersek’te geçti ve yaklaşık 3 yıldır da burada yaşıyoruz. OHAL döneminde ve sonrasında Türkiye’de kalan herkesin yaşadığı sıkıntılara ailece biz de maruz kaldık. Eşi tutuklanmış, kendisi her an can güvenliği tehdidi altında 3 çocukla başbaşa kalmış bir kadın ne kadar güçlü durabilirdi? Biraz ağlar, sızlanır; sonra mecburen çocuklar için ayağa kalkar, duaya sarılır, okumalara yoğunlaşır ve kendi kendimi şöyle teselli ederdim:

Bir iftira ve kumpas bahanesiyle masum insanlara darbecilik iftirasını atanlar, zaten bizi yok etmek istiyorlar. Ellerinden gelse dar ağaçları kuracaklar belki ama henüz bunu yapamadılar. Her türlü kötülüğü, zulmü kullanarak bize bu hayatı yaşanmaz kılıyorlar. Ben de bu bedbîn, yorgun halimle onlara yardımcı oluyorum adeta. ‘Gerek yok zahmet etmeyin ben kendimi öldürürüm’ diyorum nerdeyse. Zaten istedikleri bu ve ben onlar adına kendime, aileme, çocuklarıma bunu yapıyorum. Bu depresif hal ruhuma çöktüğünde kolay olmasa da silkeleniyor “hasbunallah ve nimel vekil” diyerek ayağa kalkıyordum. Hayır diyordum, hayır. İnadına yaşamaya devam edeceğim, edeceğiz. İçerde veya dışarda, gaybubette veya mülteci kampında olsun, insan gibi yaşamaya, Rabbimizin bize emanetlerini korumaya devam edeceğiz. Cezaevi ziyaretlerinde eşime “Kendini salma burada, berbere git, traş ol, spor yap. Vaktini değerlendirmeye bak. Sağlığına dikkat et, moralini yüksek tut, hasta olmamaya çalış. Dışarı çıktığında yapacak çok şeyin var. Bu boşlukları kapatmamız lazım.” diyordum. Onun bunları duymaya ihtiyacı yoktu aslında, zaten biliyordu ama ben ona söylerken aslında kendimi motive ediyordum. Çocuklara da mümkün olduğunca normal şartlar sunmaya çalışıyordum. Nazi zulmünü anlatan “Hayat Güzeldir” filminde olduğu gibi, zorlukları oyuna çevirmeye gayret ediyor, küçük de olsa hediyelerle, ikramlarla onları mutlu etmeyi istiyordum.

Hayat, her şeye rağmen içerde de dışarda da devam ediyor, canım kardeşim, etmeli de.. Adeta bir soykırıma dönen zulüm ve tenkil süreciyle beraber çocuklar büyüyor, nesiller değişiyor, problemler çeşitleniyor. Yapay zeka çağında, yeni coğrafyalarda, farklı kültürlerin arasında hem kendimize, hem çocuklarımıza ‘insanca’ yaşam alanları kurmamız gerekiyor. Bir taraftan da içinde bulunduğumuz toplumlara ne verebilir, ne alabiliriz sorularıyla meşgul olmak zorundayız. Ve elbette önceliğimiz bir an önce ülkemizdeki hukuksuzluğun son bulması ve yapılan hak ihlallerini kayıt altına alıp bütün dünyaya sesimizi duyurmak olmalı. Mü’minler olarak bir vücudun azaları gibiyiz. Kanayan yaraları sarmadan, topyekûn şifa bulmadan fertler olarak rahat ve huzuru duymamız mümkün değil. Bir gün gelip “biz içerdeyken sizler buralarda ne yaptınız?” diye soracağını biliyorum ve o güne hazırlıyorum kendimi. Hiç olmazsa “Hayatta kaldık, yeniden ayağa kalktık, birbirimize sahip çıktık, yolumuzdan dönmedik..” diyebilmek istiyorum.

İşte senin gönderdiğin bu ayraca bakarken, “içerdeki” bir dostun hayata tutunma gayretini, kardeşlerine sesini duyurma çabasını, yaşamaktan vazgeçmeyişini hissetmeye çalıştım. “Bizi unutmayın” diyen bir çığlık yankılanıp duvarların ardından bütün dünyayı sarıyor, kalplerimizde yankılanıyor sanki..

Bu günler geçecek, sizler bizler yine sevdiklerimize kavuşacağız, beraber sofralar kuracağız ve bir yâd-ı cemil olarak bugünleri anacağız inşallah. Vekilimiz Allah, muînimiz Allah olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Şu yazıyı çerçeve yapıp evimin baş köşesine assam sezadır. Sen çok yaşa inşallah Şemsinur abla. Benim için de hep ablaydın ve bu değişmedi. Duruşunla, hissiyatınla, maneviyatınla, güçlü imanınla, güçlü kaleminle, güç vermeye devam ediyorsun. Allah senin gibilerin sayısını artırsın, seni tanımayanlara da tanımayı nasip etsin inşallah. Selam ve hürmetler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin