Hüzün iklimi

YORUM | EMİNE EROĞLU

Ayşe Abdurrezzak’ın ve bir firavun zulmü altında ölen bütün kadınların anısına…

İkliminiz hüzün sizin…

Hep yalnızlığın gurbetinde yaşadınız.

İşkence altında ölürken Rabbinizden “cennette bir ev” istediğinize göre, hiç eviniz olmadı.

Oysa kocaman bir sarayda yaşıyordunuz.

Üstadım’ın Volga nehri kıyısında geçirdiği esaret geceleri gibi, siz de uykusuz gecelerinizde Nil nehrinin kıyısına iniyordunuz. Akarsuyun hazîn şırıltıları, yağmurun rikkatli şıpırtıları ve rüzgârın firkatli esmesi sizin ruhunuza da iç içe geçmiş gurbetlerin elemini dolduruyordu.

Nil’in taşkınları biraz da sizin ruhunuzun infialleriydi.

Kur’an’da “Firavun’un karısı” olarak anlatılıyordunuz.

Hazreti Peygamber aleyhisselatü vesselam, “Firavun’un eşi Asiye” diyerek Cennet kadınlarının en hayırlıları arasında anıyordu isminizi.

SEÇİLMİŞTİNİZ

Hazreti  Musa’yı taşıyan sandığın sizin kıyılarınıza vurması tesadüf değildi. Firavun’un bebeklere bile uzanan zulmünden bîzar, kadınlık aleminin zirvesine erişmek için kaderin size bir fırsat sunmasını bekliyordunuz.

Allah, ulü’l-azm bir peygamberini sizin terbiye ve himayenize verdiğine göre Hazreti Meryem’e benziyor olmalıydınız.

Bir çiçek gibi yetiştirilmiş, kem nazarlardan gizlenmiştiniz. Firavun, sizi kendine yakın görse de siz ondan alabildiğine uzaktınız.

O bir cehennem zakkumuydu da, siz tuba-yı cennettiniz.

Hazreti Musa’yı, Firavun’un zulmünden nasıl bir ferasetle korumuş, üzerine nasıl titremiştiniz.

Firavun’a, “İşte” dediniz, “benim için de senin için de göz ve gönül aydınlığı olacak bir çocuk. Onu öldürmeyin. Olur ki bize fayda sağlar, bakarsın kendisini evlât da ediniriz” (Kasas, 9).

Hadiselerin hangi istikamette gelişeceğinin farkında değildiniz henüz, fakat bir çocuğu ölümden kurtarmıştınız.

Sizin için de, bütün bir insanlık için de göz ve gönül aydınlığı olacak o bebeğin, olağanüstü hallerini fark etmeniz için çok zamana ihtiyacınız yoktu. Belki onu emzirsin diye saraya aldığınız kadının Hazreti Musa’nın annesi olduğunu bile biliyor, bildiğinizi gizliyordunuz.

SAKİN VE SABIRLIYDINIZ

Hazreti Musa, onu himaye edemeyeceğiniz kadar göze batmaya başladığında, sessizlik oruçları tuttunuz.

Rüyalarınız sizi teselli ediyor, kırık kalbinize inen ilhamlar ruhunuza ferahlık veriyordu.

On yıllık bir ayrılığa sabrettiniz!.. Daha fazlasına da sabredebilirmiş gibi görünüyordunuz.

Vedalaşamamıştınız bile; fakat Firavun’un zulmünden kaçmak zorunda kalan oğulcuğunuzun mucizelerle geri döneceğinden o kadar emindiniz.

Rabbinizin rahmetine itimat ediyordunuz.

Ondan yalan söz sadır olmayacağını bildiğiniz için olmalı, Hazreti Musa’nın peygamberliğine tereddütsüz iman ettiniz. Musa’nın asası, kalbinizden sonsuzluğa doğru akacak bir ab-ı hayat fışkırttı.Yed-i Beyza’nın sırrına açıldınız.

***

Firavun ordularının başkomutanı “Mümin-i âl-i firavun” sizin ağabeyiniz, muhtemelen de sırdaşınızdı. Belki birlikte iman etmiş, imanınızı gizli tutmaya birlikte karar vermiştiniz.

Ağabeyiniz, Mümin Suresi’nde anlatılan o muhteşem konuşmayı halkın gözleri önünde yaparken siz de oradaydınız ve Firavun’un yanı başında oturuyordunuz.

O, “Rabbim Allah dediği için bu adamı öldürecek misiniz?” (Mümin, 28) deyip sesini yükselttiğinde gözyaşlarınızı içinize akıttınız.

Asa-yı Musa’nın büyücülerin sihirlerini yutması, tanıklık ettiğiniz onlarca mucizeden biriydi yalnızca. Büyücülerin Firavun’un dehşet verici tehditleri karşısında sergiledikleri cesaret ve kahramanlık sizin de kalbinizi güçlendirdi.

Benzer bir akıbetin sizi beklediğini elbette biliyordunuz.

Onların dualarına “amin” derken, kendinizi de katıyordunuz o yakarışın içerisine. Sessizce tekrar ediyordunuz:

“Ey bizim büyük Rabbimiz! Sabır kuvvetiyle doldur kalbimizi. Yağmur gibi sabır yağdır üzerimize ve sana teslimiyette sebat eden kulların olarak canımızı teslim al!” (Araf, 126)

AHİRET YURDUNU ÖZLÜYORDUNUZ

Firavun’un dinmeyen öfkesine, gittikçe artan şiddetine en çok siz tanıklık ediyordunuz. En çok siz farkındaydınız, firavunluğun Firavun’dan ibaret olmadığının. Etraftaki alkışçıların, işbirlikçilerin, çıkar ilişkilerinin, kirli düzenin, şer ittifakların…

Onların zulümlerine ortak olmasanız da karşı koyamamak yoruyordu ruhunuzu.

İmanınızı daha fazla saklayamazdınız. Saklamak istemiyordunuz!..

Gariptiniz. Gidecek hiçbir yeriniz, sığınacak kimseniz yoktu. Otuz yıl Rabbinize dayanarak sabretmiştiniz, “Firavun’un eşi” olmaya.

Artık Allah’a dönmek istiyordunuz.

***

Firavun, en büyük yenilgiyi sizinle yaşadı.

En çok sizin imanınızdan dönmeyişinize öfkelendi.

Canınızı ne kadar yakarsa o kadar firavun olacağını, bürokrasisi ve halkı karşısında o kadar dik durabileceğini sandı.

Size işkence ederek cezalandırmak istedi Hazreti Musa’yı.

Ellerinizi ve ayaklarınızı kazıklara çiviletti. O halde güneşin altında bekletti sizi.

Siz, yolundan dönücülerden değildiniz. Zalime boyun eğmediniz.

“Rabbim!” dediniz, “Benim için katında, cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötülüklerinden kurtar. Beni bu zalimler topluluğundan halas eyle!” (Tahrîm,11)

Sonra cennetteki evinizi seyrettiniz, sizin için açılmış gayp penceresinden.

Gülümsediniz.

Üzerinize o büyük kaya parçası henüz düşmeden yürüdünüz ruhunuzun ufkuna.

Zalimlerle aranızı ebediyyen ayırdınız.

Bize Allah yolunda ölmenin güzelliğini öğrettiniz.

Ve hangi asırda olursa olsun, firavun zulmü altında ölen kızkardeşlerimizin birer Asiye olduğunu.

HENÜZ YORUM YOK