M. AHMET KARABAY | YORUM
Tarih, birbirinin benzeri olayların, onları aktaranlara göre farklı anlatımlarıyla dolu. Cengiz Han’ın torunu Hülagû Han’ın İslam coğrafyasında yaptıkları, 8 asırdan bu yana bütün detaylarıyla toplumsal belleğimize kazınmış durumda. Oysa bu tarihten 5 asır önce Kuteybe bin Müslim’in Türk coğrafyasında yaptıkları hatırlanmak istenmez.
İlhanlı Devleti’nin de kurucusu olan Hülagû Han’ın (hd: 1256-1265) yaptıkları, yalnız tarih kitaplarında yer almaz, halk arasında pek çok deyimlere de yansır. Osmanlı dönemi şairi Nedim, sevgilisinin acımasızlığını anlatırken, onun zalimliğini Hülagû Han ile kıyaslar:
Tahammül mülkünü yıktın, Hülagu Han mısın kâfir.
Aman dünyayı yaktın, ateş-i sûzan mısın kâfir.
Hülagû Han, önce 1243’te Kösedağ (Sivas) savası ile Anadolu Selçukluları devletine, ardından da Abbasi İmparatorluğu’na son verdi. 1258’de Bağdat’a girdiğinde Halife Mu’tasım’ı keçeye sarıp atlarına çiğnettiği kayıtlarda yer alır. Selçukluların bütünüyle Araplaştırıldığı gerekçesiyle en çok zararı Sünni İslam eserlerine verdi.
Bugün Hülagû Han’dan söz etmeyeceğim. Türk dünyasına benzeri olayları benzeri yöntemlerle gerçekleştiren Kuteybe bin Müslim’i ve yaptıklarını anlatacağım.
“Müslüman olmayanı Türk de saymayan” bir yaklaşım içinde olanları, yazının devamını okumamalarını tavsiye ediyorum. Zira ilk dönem İslami kaynaklardan yapacağım alıntılar, bu kişileri hayli rahatsız edebilir.
KUTEYBE’NİN SAHNEYE ÇIKIŞI
Kuteybe bin Müslim, kimi tarihi kayıtlarda “Arapların dâhilerinden” biri sayılır ve “Maveraünnehir Fatihi” olarak yer alır. 669’da Emevi Halifesi Muaviye döneminde doğan Kuteybe, Irak Genel Valisi Haccac döneminde Horasan Valiliğine atandı.
Halife Ömer dönemindeki Nihavent Savaşında hükümdar Yezdigirt/Yezdicerd’in, hezimete uğramasından sonra Sasani Devleti bu yenilgiden birkaç yıl sonra 651’de tarih sahnesinden çekildi. Böylece Halife Osman döneminden itibaren Müslüman orduları, Orta Asya içlerine kadar sokulmaya başladı. Sonra sekteye uğrayan Türk beldelerine saldırılar Kuteybe’nin 705’te göreve getirilmesiyle farklı bir aşamaya geçti.
Bu dönemde Göktürk İmparatorluğu yıkılma sürecindeydi. Merkezi yönetim gücünü kaybetmiş, neredeyse her şehir ayrı bir devlet durumundaydı. Bu dağınıklık, Kuteybe’nin işini epey kolaylaştırmış oldu.
Avrupa’nın Hıristiyanlaştırılması sürecinde Katolik kralların yaptıklarının bir benzerini Emevi halifesi Velid de Kuteybe eliyle Orta Asya’da yaptı dense yanlış olmaz. Arap komutanı, kendisine direnen ya da yaptığı anlaşmayı bozanları hiç acımadan kılıçtan geçirdi.
Kuteybe, Horasan valisi olduktan sonra Türk yurdu olan Tahoristan’ın merkezi olan Belh’teki isyanı bastırmakla işe başladı. Belh yöneticisi savaşmayı göze alamayınca teslim oldu. Kuteybe bu yöneticiyi de yanına alarak Ceyhun Nehrini geçip Maveraünnehr bölgesine doğru ilerledi.
Sonra Türk hükümdarlarından Nizek Tarhan’la mücadeleye girişti ve onu da teslim aldı. Bu kez Nizek’i de yanına alıp Baykent’e doğru ilerledi. Burayı yakıp yıktı. Daha önce teslim aldığı Baykent halkının arkasından isyan etmesine öfkelenen Kuteybe, şehrin barış teklifini kabul etmedi. Katliam ve yağmalama yaptırdı. Askerleri katletti, kadın ve çocukları esir aldı.
Yeni hedefi bugün Özbekistan sınırları içinde olan Buhara oldu. Buhara’yı işgal etmesi gecikince Irak genel valisi Haccac tarafından uyarıldı. Bunun üzerine baharla birlikte yeniden yola koyuldu. Soğd, Şuman gibi yerleri aldı. Özellikle Şuman’da büyük katliamlar yaptı.
Buhara yolunda bunları yaptıktan sonra kent kapısına dayandığında Verdan Hüdat’tan kendisine teslim olmasını istedi. Çatışmalarda Verdan Hüdat’a üstünlük sağlayamayınca tekrar merkez yaptığı Merv’e döndü.
Bir yıl sonra yeniden Buhara kapısına dayandı. Bu kez on binlerce insanı öldürerek kenti harabeye çevirdikten sonra ele geçirdi. Buhara’nın alınmasında, “Kim bir baş getirirse ona 100 dirhem vereceğim” dedi. (İbn Esir, İslam Tarihi, 4. cilt, sayfa: 217
Yanında getirdiği Nizek Tarhan, Buhara’nın alınmasından sonra memleketi olan Tahoristan’a gitmek üzere Kuteybe’yi ikna etti.
Nizek Tarhan, dönüş yolunda Merv, Talekan ve Cürcan gibi şehirlere Kuteybe’nin atadığı Türk yöneticileri isyan etmeye ikna etti. Buna çok öfkelenen Kuteybe, güvendiği komutanlardan Süliym en-Nasıh’ı, “Şunu bil ki, Neyzek Tarhan’ı getirmeyecek olursan seni asarım” diye gönderdi. (İbn Esir, İslam Tarihi, 4. cilt, sayfa: 224)
Bu komutan da bir hile ile Nizek Tarhan’ı ele geçirip Kuteybe’ye getirdi. Kuteybe de bölgenin teslim alındığının sembolü olarak kendi eliyle kestiği Nizek Tarhan’ın kellesini Haccac’a gönderdi.
710’da Sistan’a doğru ilerledi. Rutbil isimle Türk komutan teslim olmaya yanaşmayınca benzeri katliamları burada da yaptı. Hamced bölgesinde de kendisine direnleri doğradı.
Bu kez hedef olarak Semerkand’ı seçti. Buranın çok güçlü bir savunma sistemi olduğunu önceden öğrendiği için burada farklı bir yöntem uyguladı. Kendisine tabi olmaları halinde geri döneceğini söyledi. Ancak teslim aldıktan sonra yine sözünden döndü ve katliama girişti.
Kuteybe, en önemli katliamlarından birini Talkan’da gerçekleştirdi. Burada yapılanları başka kaynaklardan değil, ilk dönem İslam tarihi kaynaklarından Taberi detaylarıyla anlatır.
“Talkan halkını kılıçtan geçiriniz. Ne kadarını kırabilirseniz kırınız” emri verdi. Ortaya çıkan tabloyu anlatırken Taberi, “4 kersen (yaklaşık 20 kilometre) yol boyu iki taraflı birbirine birleşmiş ceviz ağacı dallarına asılmıştı.” (Taberi, Tarih-i Taberi, 4. Cilt s, 249)
KUTEYBE’NİN İBRETLİK SONU
Çin sınırındaki Kaşgar’a vardığında Emevi halifesi I. Velid’in öldüğü, yerine Süleyman bin Abdülmelik’in geçtiğini haber aldı. Süleyman’ın önceden kendisine düşmanlık beslediğini bilen Kuteybe, “Ahmağın biri halife olmuş” diye adamlarına tepkisini dile getirdi. Yeni halifeye ise bağlılık mesajı gönderip, görevde kalması halinde hizmetlerine devam edeceği yolunda bağlılık bildirdi.
Halife Süleyman’dan istediği haber gelmeyince başına gelecekleri bildiğinden isyana kalkıştı. Kendi ordusundaki askerler başlattığı isyana destek vermeyince zor duruma düştü. Kendi askerleri bir camide kıstırarak öldürdü ve malını mülkünü yağmaladı. Hanımı, bir oğlu ve 5 kardeşi de bu olaylar sırasında öldürüldü.
Kuteybe’nin mezarı, halen Özbekistan’ın Fergana vadisinde, Andican vilayetinin Pamuklu köyünde bulunuyor. Sade denecek bir mezar, Osmanlı yaklaşımlı tarih kitaplarında “Topal Timur” diye anlatılan Emir Timur (hd: 1370-1405) tarafından yeniden yapılarak burası bir türbeye dönüştürüldü.
KUTEYBE’NİN YÖNETİM ANLAYIŞI
Türklerin Müslümanlarla ilk teması Kuteybe’nin yaptığı bu savaşlarla başladı. Kuteybe, yönetim anlayışı olarak bölge insanından kendisine bağlı özel aileler belirler ve bunlara çok cömert davranırdı. Sadakati sürdüğü müddetçe bu kişileri el üstünde tutardı. Bunlardan İslam dinini seçenler olurdu. Mevaliye bu yakınlığı, kendilerini üstün ırk gören Arapların Kuteybe’ye husumetini üzerine çekti. Kendi Arap askerleri tarafından öldürülmesinde de bunun etkisi olduğu belirtilir.
Kuteybe’nin yaptığı katliamlar, İslam dünyasında hep müsamaha ile karşılanır. Bu yaklaşım, bir şekilde günümüzde de devam eder. Akademisyen tarihçi Fatih Şeker’in, bir televizyon programında Murat Bardakçı’nın bütün sıkıştırmalarına karşın cevap vermekte zorlanması, bu yaklaşımın sonucu.
Konuyu bütünüyle din bağlamında ele alıp sempatik göstermeye çalışıldığında, bu farklı bir kapıyı da açar. Moğol hükümdarı Hülagû Han’ın yaptıklarından da benzeri durum ortaya çıkarılabilir. Hülagû Han’nun bu katliamları, büyük ölçüde Araplaşmış ve Farslaşmış olan Selçukluların asimilasyonunun önüne geçti diye yorumlanır.
Kuteybe’nin valileri büyük ölçüde Türklerden seçmesi gibi, Hülagû Han da kendisine vezir olarak Müslüman Necmeddin Tusî’yi seçmişti. Bütünüyle yakıldığı iddia edilen Bağdat kütüphanelerindeki pek çok eserin alınıp Orta Asya’ya götürüldüğüne ilişkin kaynaklar söz konusu. Bu kaynaklarda alınan kitapların ganimet olarak alındığı ve götürüldüğü bölgede Türk ve İranlı birçok alimin yetişmesini sağladığı belirtiliyor.
Tarihten bir yarar sağlanabilmesi, ancak ideolojik bağnazlıklardan kurtarıp okumakla mümkün olabilir.
Her birey farkında olarak veya olmayarak tarihi olayları yanlı yorumlar veya anlatır. Özellikle de psikolojide olumlama hatası dediğimiz hataya çokça düşülebilir. Yani siz sizin önkabullerinizi destekleyen kaynakları ön plana çıkarıp diğerlerini göz ardı etmiş olabilirsiniz. Bunu ben bilemem. O yüzden tarihi okurken farklı bakış açılarından faydalanmamız gerekir ki hepsini toplayıp bir karara varmalı. Örneğin sizin iddialarınızın (veya o verdiğiniz kaynaklardaki iddiaların) zıttını savunan bir yazı:
http://cuid.cumhuriyet.edu.tr/tr/pub/issue/36586/417935
Bu linkte yazının özeti var ama üstteki PDF linkine tıklayarak tam halini indirebilirsiniz.
Yazılarınızın bir çoğunda derinlikten uzak yüzeysel bilgi, eleştirel olma çabası, farklılık ve orijinallik kaygısı görüyorum. Bu durum bütüncül değerlendirmenin önüne geçiyor.
Zengin kelime haznesi veya orijinal bir üslup kullanımı bazen dikkatsiz nazarlardan kaçırabiliyor bu entellektüel sığlığı ancak ne yazık ki bu noktada da başarısız buluyorum yazılarınızı.
Ayrıca The Mongols kitabının kapağını neden yazının sonuna iliştirdiğinizi anlamadım doğrusu. Çünkü kitaba herhangi bir referans göremedim yazıda. Yaptığınız okumaların kapak sayfalarını makalelerin sonuna eklemek ilginç bir tercih. Her yaptığınız okumayı yazılarınızın altında göremediğim için bu kitabın farklı bir özelliği olmalı diye düşündüm…
peki Kuteybe bin Müslim’in bu yaptiklari hangi kitaplarda var?
Evet bence de tarih okumalarini ideolojik bagnazliktan kurtularak yapmak lazim ve bunu yaparken de öncelikle aynaya bakmak lazim. Müslümanlarin Hülagunun zulümlerini iyi bilip Kuteybe´nin zulümlerini bilmemesinin arkasinda ideolojik bir sebep yok. Hülagu´yu iyi biliyoruz cünkü Islam medeniyetinin yerle yeksan olmasinin ve bi daha da basini kaldiramamasinin en büyük amillerinden biri. Hülaguyu bilmemiz lazim ki, Müslüman olarak bu adama neden yenilmisiz, neden hala gün yüzü göremiyoruz anlayalim.
Kuteybe denen adamin bizi kese kese Müslüman ettigimizi bilicaltimizda canli tutmamizin ise hicbir seye faydasi yoktur. Bu adamin varligini gün yüzüne cikarmaya calisan ateist, deist ve agnostiklerin en büyük amacinin Müslümanlarin dini inancini sarsmak oldugunu biliyoruz. Düsünsene seni kese kese Müslüman eden adamin bir dini hak din olabilir mi? Insanlar bu demagojik soruyu kendi kendilerine sordu muydu, elbet bir cogu süphe oklarindan kurtulamayacak. Halbuki mesele o dinin zulme olan bakisi, bir Müslümanin yaptigi zulümler degil. Dolayisiyla burda ideolojik bir önlem yok, bu konu ideolojiyi ilgilendiren bir sey olmadigi gibi inanci ilgilendiren bir sey de degil, bir tevafuk. Nitekim Türkler daha sefkatli bir Sultan vasitasiyla, daha seve isteye de Müslüman olabilirlerdi. O zaman napicaktik, ben biliyorum napicaktik, o demagojik parmagimizi sokacak baska bi delik bulacaktik. Iste bu travmatik arayistir ideolojik olan.
Diyelim bir araba beni ezdi, hastaneye kaldirildim ve orda bir hemsireye asik olup evlendim, iki sene sonra da bu esimi kaybettim ve simdi bu travmayi kaldiramadigim icin beni ezen ve hastaneye kaldirilmama vesile olan, dolayisiyla su anki travmama sebep olan kisiyi olanlardan sorumlu tutuyorum. Karabay iste tam da bunu yapiyor. Belli ki bircok seyini mezara vermis. Birkac cicek ve bir sise su isine daha cok yarayacaktir. Mezarlik ziyareti iyidir, yasini saglikli bir dimag ile tutmak iyidir, ancak öyle bir tutam cicek dikebiliriz oraya.