YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Ötekisiniz, zulme uğrayanlardansanız siz. Kim ne derse desin, işin püf noktası, sizi artık vatandaş olarak kabul etmemeleridir. Kâğıt üzerinde vatandaş olabilirsiniz. Ama bu hiçbir anlam ifade etmiyor. Ötekileştirildiniz ve bu salt toplumdan dışlanmış olduğunuz anlamına gelmiyor. Ondan daha korkuncu, hukuka parantez açmış olmaları, sizi ve ailenizi – eşinizi, çocuklarınızı, çoğu kez ebeveynlerinizi, kardeşlerinizi, diğer akrabalarınızı – Sippenhaft kapsamında “öteki hukuku” kapsamına almış olmaları.
Gelin bu ne anlama gelmekte, izah etmeye çalışayım.
Modern devletlerin vatandaşlık hukuku istisnasızlık ilkesine dayanır. Bu hukuk anlayışının esasını eşit vatandaşlık oluşturur. Eşit vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdınız mı, artık orada bir modern devlet de kalmamış demektir. Eşit vatandaşlık, sadece insanları eşit ilan ederek uygulanamaz. Yani diğer bir ifadeyle, bir yasa maddesiyle, hatta bir anayasal ilkeyle, insanları eşit vatandaş haline getiremezsiniz.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Eğer derdiniz makyaj değil de, esas ise, olanı görmek zorundasınızdır. Türkiye’de eşit vatandaşlık ilkesi, artık uygulanamaz olmuştur. Çünkü bir öteki hukuku yarattılar. Başka türlü bugünkü gayri hukuki takibat politikasını gerçekleştiremeyeceklerdi. Böylelikle, hedefe aldıkları grup ve bireyleri statü infazına tabi tuttular. Onların “hain ve terörist” olduğunu, artık onlara “normal prosedürel bir hukuk” uygulanmayacağını ilan ettiler. Bunu yapmayı kafalarına ta 2013’te koymuşlardı. “Paralel devlet” yapılanması dedikleri şey, buna kapıyı ardına kadar aralamaktı. Fakat takibatı kitleselleştirmek için bu yeterli değildi. Daha büyük bir gerekçeye – meşruiyet zemini yaratacak kadar “ciddi” bir bahaneye – gerek duyuluyordu. İşte 15 Temmuz 2016 bu bakımdan “Allah’ın lütfuydu”. Bu 15 Temmuz kaldıracıyla, eşit vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdılar. Bunu büyük bir istekle onaylayan ve kabullenen yeterince geniş bir kitle zaten mevcuttu ülkede. AKP ve MHP tabanlarının da 15 Temmuz sonrası ikna edilmesiyle beraber, operasyon tamamlanmış oldu. Öcüleştirilen ve şeytanlaştırılan bir nefret grubu vardı artık. Ve bunlar elimine edilmeliydiler.
Böylece sizin artık en temel haklarınız ortadan kaldırılmış, buharlaşmıştı. Vatandaşlıktan ileri gelen anayasal ne kadar güvenceniz varsa ona kan doğradılar. Hukuksal tüm haklarınızı – başta temel ve reddedilemez insan haklarınız olmak üzere – reddettiler. Nasıl mı? Kitleleri sizin artık bu haklara sahip olmadığınıza ikna ederek! Nürnberg’de Nazi Almanyası tarafından Yahudiler için uygulanan “öteki hukuku” üzerinden!
Öteki hukukunun esası, normal kanun maddelerinden bağımsız olarak “hukuksal uygulamalar” geliştirmektir. Olağan hukuka istisna yapmak, ona bir parantez açmak, standart vatandaşlık haricinde bir alt kategori yaratarak istenmeyen bazı grup ve şahısları o kategoriye dâhil etmek, öteki hukuku uygulamalarıdır. Meşruiyet ile gayrimeşruluk düzlemi üzerinden, vatandaşlık haklarından faydalanmasına engel oldular insanların.
Bunu yapmak birkaç KHK’lık bir iş değildir. Çok daha detaylıdır. Çetrefildir. Zordur. Neden? Çünkü bunu yapmak için geniş bir meşruiyet zemini yaratılması elzemdir de ondan. Üçkâğıtçı terzi sendromu: Çıplak kralın olmayan giysisi gibi, birilerinin çıkıp “kral çıplak” demesinden korkarlar. Bu bağlamda, geniş bir meşruiyet zemini gerekiyor zaten tam olarak. Çünkü kitle psikolojisi çalışanlar bilir: geniş kitleleri saf suyun içinde araba yok etme illüzyonuna inandırdınız mı, en cevher ve rasyonel bilim insanı bile çıkıp “Yahu bu ne saçmalık!” dese, kimse onu dinlemez. Kitle inanmak istediğine inanır, onu gerçek kılar. Bunu yaratan illüzyonist böylece başarılı olur. Bu eğer bir illüzyon gösterisi olmuş olsaydı, mesele olmazdı. Fakat olan bir hukuksal dramdır. Kitleseldir. Tehlikelidir. Olan, birkaç KHK’lık bir iş değildir derken bunu kastediyordum.
Bu meşruiyeti nasıl sağladılar? Soru bu.
Bakın önce birbirinizi ve daha da önemlisi kendinizi kandırmayı bırakın ve gerçekleri görmekle işe başlayın. Halkın çok ciddi bir oranı bu illüzyona inanmaya hazırdı. Gülen Cemaati’nin devlette etkin olduğu, belirleyici olduğu, çok güçlendiği yönünde genel bir algı zaten yerleşmişti Türkiye’de. Dolayısıyla illüzyonu yaratacak olanların işi bir bakıma yarı yarıya kolaylaşmıştı zaten. Bu gerçekti, değildi ayrı konu; ama algı buydu. Bu durum iki grupta rahatsızlık yaratıyordu.
Sekülerler, kadim korkularından ve paradigmalarından dolayı, Gülen Cemaati’ni oldum olası sevmezdi. Bu antipati, Ergenekon (Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Askeri Casusluk vs.) davaları sürecinde bilendi ve nefrete dönüştü. Ötekileştirmenin zihinsel altyapısı böylelikle Kemalo-sol seküler tabanda net olarak oluşturuldu.
Muhafazakârlar, 17 Aralık 2013 öncesinde bile, Erdoğan’a yapılan ameliyat esnasında Hakan Fidan’a soruşturma açılmasıyla beraber, Gülen Cemaati’nden dolayı endişe duymaya başlamışlardı. Milli Görüş ve diğer İslami gruplardan olanlar, kendilerinden daha donanımlı ve dünyaya açık Gülen Hareketi mensuplarından dolayı kompleks duyuyorlardı. Fakat bu psikolojik altyapından daha önemlisi, iktidar sahipleri, ellerindeki iktidarı giderek daha fazla bu grupla paylaşmak zorunda kalmalarından dolayı bir memnuniyetsizlik yaşıyorlardı. Bu iki nedenden daha önemli olmak üzere, 17 Aralık soruşturmaları başlayınca, AKP’deki karar alıcı klik, ellerindeki maddi imkânların sona ermesi bir yana, başlarının korkunç bir belada oldukları bir gerçeğe uyandıklarında, artık savaş kaçınılmazdı. Gülencileri ötekileştirmek dışında bir şansları yoktu. Çünkü yeni düşmanlarını yok edebilmek adına eski düşmanlarıyla barışmak, bir ittifak kurmak zorundaydılar.
Böylece geniş tabanlı bir meşruiyet zemini oluşturuldu. Neye yönelik olarak? Hukuk dışılık ve öteki hukuku yaratma doğrultusunda! Artık Türkiye kamuoyu seküler veya muhafazakâr, artık ne grup veya parti/hareket varsa – AKP, CHP, MHP vs. – tümü Voltran’ı oluşturmuş, devletin ceberutlaşması için düğmeye basılmıştı. Daha önce Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Aleviler veya Kürtler için başvurulan öteki hukuku, bu ulusal düzeydeki konsensüs tabanında diriltilecekti. Öyle de oldu.
Bugün olanlar, aşağı yukarı bu açıklamaya çalıştığım olaylar silsilesi ve mantık zinciri içerisinde gerçekleştirilmiş bir hukuksuzluğun ürünüdür. Bu sistem başka bir şeye evrilemez. Bir kırılma gerekiyor. Bir deprem olacak. Ve fay hattı kırılacak. Enerji boşalacak. O yitip giden enerjiden sonra, yeni bir başlangıçla, yeni bir ruh oluşacak. Ancak bir mesele var: Bunun olması için gereken koşullar henüz oluşmuş değil.
1915’ten sonra 1923’te yeni bir başlangıç şansı elde edilmişti. Fakat 1915 karanlığı, bu potansiyel ışığı gömdü. Böylece yeni devlet Osmanlı’nın bu günahıyla doğdu. Erdoğan sonrasının Türkiyesi de Erdoğan döneminde – kolektifçe işlenmiş olan! – bu günahla doğacak. Yani geçmişle hesaplaşarak, özeleştiri yaparak, özür dileyerek ve hepsinden önemlisi restore ederek işe başlamayacak.
Öteki hukukunun sonlandırılması, tatlı su muhalefetiyle olmaz. Bir geçiş – transformasyon – değil, sert bir çarpma ve kırılma ile olur ki, bu da sıkı ve mücadeleci bir muhalefet cephesini gerektirir. Değerler evreninde hakka ve hukuka inanan, liberal demokrasi ve açık toplum, hukuk devleti ve güçler ayrılığı gibi ilkeler üzerinden demokratikleşme ve normalleşme talep eden, rejim için tehlikeli bir muhalefetten bahsediyorum! Yoksa bugünkü muhalefetten değil! Çünkü bugünküsü – CHP’siyle, İYİP’iyle, hatta kısmen HDP’siyle – rejimin diskurunu kullanma, yani rejimi yeniden üretme manasında – bu rejimin bir parçasıdır. Rejimin diskurunu reddedemiyorlar. Çünkü bu diskurun özel hukuka temel oluşturup takibata aldığı grupların elimine edilmesini açıkça ya da latent olarak istiyorlar. Bunu onlar da arzuladıkları oranda, AKP-MHP koalisyonunun ortağı durumundalar. Eşyanın tabiatı gereği, bu nedenle rejimi eleştiremiyorlar. Post-Erdoğan döneminin rejim yönetimine talip olmaları, muhalefet değil. Daha doğrusu: bu rejim içi muhalefet! Rejime muhalefet değil.
Sonuç ne peki?
Öteki hukukunun sona ermesi, FETÖ diskurunun külliyen reddedilmesine bağlı. Gerçeği görmüyor değiller. Yani hepsi – tüm rejim – gerçeği biliyor. Bu bilgisel veya idraki bir problem değil. Gerçek ne? FETÖ diye bir terör örgütü yok – gerçek budur. Fakat bunu itiraf ettikleri anda, zemin çöker ve inşa ettikleri bina – rejim – yerle bir olur. Hukuk dışılığın sona ermesi ve (anayasaya aykırı) öteki hukukunun ortadan kalkması, bu çöküşe endekslidir. Bu nedenle ben bazılarının iyimserliğini paylaşmıyor, Erdoğan’ın ve AKP’nin gitmesinin normalleşme için yetmeyeceğini savunuyorum. Bu gerçeği ne kadar görmezden de gelseniz, o olduğu yerde duruyor.
Zulmün bitmesini isteyen herkes, umut gördüklerinden – CHP, İYİP, Davutoğlu, Babacan, artık kimse! – rejim diskurunu terk etmelerini talep etmeli.