HTŞ’nin zaferi, Erdoğan’ı kurtarmaya yetmez!

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Vaktiyle, kimin söylediğini hatırlayamadığım, “Türkiye gibi ülkelerin dış politikası olmaz, politikası olur” diye bir cümle not etmiştim. “İç ve dış politika içiçedir, birlikte yürür.” anlamına geliyor. Bunu zorunlu kılan coğrafya mıdır yoksa tarih mi? Her ikisi de galiba. Yeni Suriye’yi konuşurken, Şam’da olup biteni yorumlarken söz dönüş dolaşıp iç politikaya, Erdoğan ve AKP’ye kayıveriyor.

Şam gelişmelerinin, Türkiye’ye etkisinin konuşulacağı yerde ‘Erdoğan’ın kazancı veya kaybı’ tartışılıyor. Yandaşlar Erdoğan’dan bir ‘Şam Fatihi’ çıkarmanın peşinde, muhalifler ise Esed’in gidişinin faturasını bile Erdoğan’a kesmenin telaşı ve gayreti içinde. Şam’a bu iki paradigmanın dışına çıkarak bakmak ve değerlendirmelerde bulunmak daha doğru değil mi?

Erdoğan, Türkiye değildir! Kısa süre sonra mazi olacak ve ‘Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı’ denecek. Hiç hayırla da yad edilmeyecek. O da farkında ki anılmak istediği iyi ve güzel sıfatları kendisi sıraladı. Geriye büyük enkaz bırakacağı aşikar. AKP ahalisinin durumu da farklı olmayacak;  “Onlar bir kavimdi, geldi geçti…”

Erdoğan ve AKP’ye tarihin koyacağı faturanın yanında Suriye’deki kısmi kazancın, psikolojik üstünlüğün lafı bile olmaz.

Esed’in gidişi hem Erdoğan hem de Türkiye için ‘zafer’ kabul edilebilir. Esed’ler içinden çıktıkları yüzde 7’lik bir kitleye yaslanarak 60 küsür yıl süren bir aile diktatörlüğü kurdu. Baba Hafız Esed ve oğlu muhaliflere nefes aldırmadı. Her türlü zulüm ve işkenceyi yaptı. Hama hâlâ kanayan bir yara… Onbinlerce kişi tankların paletleri altında ezildi.

Esed rejiminin çöküşü bütün diktatörlere ibret olsun!

Normal bir lider tankları halkının üzerine sürer mi? Topları muhalif de olsa milletine karşı ateşler mi? Hafız Esed dünya tarihinin eşini pek az kaydettiği bu katliamı yaptı. Şair o kara günü ‘O sabah ezan sesi gelmedi camimizden / Korktum bütün insanlar için, bütün insanlık adına…’ mısralarıyla tarihe not düştü. Esed’lerin devrinde Suriye iktidar ve yandaşları dışında herkesin potansiyel mahpus ve mahkum olduğu koca bir hapishaneye döndü.

Elbette Esed rejiminin yıkılması sadece Türkiye veya Erdoğan için değil, insanlık için de ‘büyük kazanımdır.’ Tarihle ve kaderle kavga eden bir saltanatın ilanihaye ayakta kalması mümkün mü? Halkı silahla sindirmek, muhalifleri beton duvarlar arasına, zindanlara hapsetmek kolay. Bunu Firavun da yaptı, Nemrut da… Erdoğan da yapıyor aynısını. İstibdatla saltanat bir yere kadar. Zulmün de, baskının da sonu felakettir. Esed rejiminin çöküşü bütün diktatörlere ve zalimlere ibrettir.

Erdoğan tıpkı Esed gibi bugün ‘tarihin ve kaderin köşeye sıkıştırdığı bir lider.’ Zulüm ve baskı politikalarını arttırması bu yüzden. En ufak muhalif sesin üzerine bile polisi ve savcıları sürmesinin başka izahı var mı? Gazeteci Özlem Gürses’in ağzından çıkan ters bir cümlenin bedeli kelepçe ve ev hapsi mi olmalıydı? Yanlış cümlenin karşısına doğrusunu koyar, toplumun vicdanına havale edersin… O kadar. Erdoğan, tarih ve kaderle kavga ve mücadele halinde ve çoktan ‘kaybedenler safında’ yerini aldı.

AKP rejiminin Baas rejiminden ne farkı var?

31 Mart’ta Erdoğan’ın feleği şaştı. Sandıkta ‘yenilmez adam’ putu paramparça oldu. Meşruiyetini ve halk desteğini yitirmiş bir lider durumunda. 31 Mart yerel seçimdi ama kendisini oylattı. Bir bakıma seçimi bile isteye ‘güven oylamasına’ dönüştürdü. Şehir şehir, ilçe ilçe dolaştı. Netice kendisi için ‘felaket’, Türkiye için ‘umut’ oldu. Hala 31 Mart’ın şokunu ve travmasını atabilmiş değil.

Erdoğan’ın da katılımıyla AKP, şu sıralar il kongrelerini yapıyor. Seçimsiz kongre olur mu? Olsa olsa parti toplantısı olur. Çok güçlü başkanlar istisna kabilinden rakipsiz kongreye gidebilirler. AKP’nin il ve ilçesinde seçim yapılan kongresi var mı? İki, üç adaylı kongre haberi ben ne duydum, ne okudum, ne de gördüm. Erdoğan AKP’sinin, Esed’in Baas’ından ne farkı var? Demokrasi ve halk iradesinin öncelikle ve evveliyatla parti kongrelerinde ortaya çıkması gerekmez mi? Erdoğan’ın demokrasi konusunda Şam’a söyleyecek bir sözü olabilir mi?

Baksanıza HTŞ lideri Ahmet eş-Şara takım elbise, kravat ve kısaltılmış sakalıyla yepyeni bir kişilik ve imaja bürünürken; oğul Bilal Erdoğan ‘şalvar ve cepkene’ övgüler düzmekle meşgul. Oysa keramet ne kravatta, ne de şalvarda, zihniyette… Düşüncenin sığlığında. Böyle bir AKP zihniyeti ve anlayışının Şam’a verebileceği bir şey olabilir mi?

İstanbul’un ‘en büyük kaybedeni’ Erdoğan’dı!

Erdoğan’ın İstanbul’a atayacağı yeni il başkanı belli oldu. Yeni başkan Bağcılar Belediye Başkanı Abdullah Özdemir… Kongre göstermelik. İşte bir atama daha. Ne parti delegelerinin iradesi söz konusu ne de sandığın hükmü. Erdoğan yerel seçimin faturasını Osman Nuri Kabaktepe’ye kesti. Halbuki Kabaktepe ne umutlarla İstanbul teşkilatının başına getirilmişti. AKP İstanbul’da kaybetti. Adayı Murat Kurum, arkasına aldığı devlete ve Bahçeli’ye rağmen İmamoğlu karşısında yarışamadı bile. Kabaktepe kaybeden ama ‘küçük’ kaybeden. AKP’de ‘büyük kaybedenler’ var.

Murat Kurum bunlardan biri… Bütün saha ve zemin kendisine göre ayarlandı, devletin imkanları seferber edildi, bakanlar çıkarma yaptı, Cumhurbaşkanı ilçelerde bile miting düzenledi. Buna rağmen bozguna uğradı. Büyük sözleri ve vaatleri seçmen elinin tersiyle itti. Tepkisi sadece adaya değil, doğrudan Erdoğan’a idi.

Sonuç: Murat Kurum terfi etti, tekrar bakan koltuğuna oturdu. Halkın vermediğini Erdoğan verdi. Bu bile Erdoğan’ın demokrasi anlayışı hakkında fikir verebilir.

İstanbul’un en büyük büyük kaybedeni kimdi? Hiç kuşkusuz Erdoğan… Seçimi yukarıdan ve uzaktan izlemedi. Cumhurbaşkanı forsunu kullanarak kendini meydanlara attı. Sıradan bir yerel seçimdi oysa, referandum falan değildi. Mayıs seçimlerinin üzerinden 1 yıl bile geçmemişti.

Sonuç: Seçmenden ağır sille yedi. Böyle bir gerçek varken faturayı ‘Osman Nuri Kabaktepe ödesin…’ demek hangi demokrasi, ahlak ve siyasi etiğe sığar?

Tekrar mevzuya dönersek… Erdoğan’ın önüne çıkan her fırsatı ‘iç politika malzemesi yapmak’ için varını yoğunu ortaya koyacağını tahmin etmek zor değil. Esed’in çöküşü ve Yeni Suriye’yi kendi çıkarı için bir ‘imkan ve sermayeye’ çevirmek isteyeceği de kesin. O ister de acaba Erdoğan’a Şam’dan ekmek çıkar mı? Benim cevabım: Çok zor…

Daha Şam’ın üzerindeki savaş sisi dağılmadı. Suriye’nin ne tür gelişmelere gebe olduğu meçhul. Esed’in gidişiyle mesele bitmedi.

Batmakta olan gemiye kim binmek ister?

Ortadoğu coğrafyasının tekin olmadığı, yakın tarihli örneklerle sabit. Şam dolmuşuna kendiniz binersiniz ama nerede ineceğinizi siz değil başkaları belirler. İşte Irak! Ders ve ibret almak isteyene zengin bir laboratuvar… Türkiye Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumunu hiç arzu etmedi. Kırmızı çizgiler çizdi, durdu. Netice ortada… Esed sonrası Şam’ın alacağı biçime de bakmak lazım. Onun için de çok erken. Günün sonunda Erdoğan’dan bir ‘Şam Fatihi’ çıkmaz.

Erdoğan’ın adaylığının önünde bile aşması güç engeller var. Meclis’te ‘Anayasa değişikliği veya erken seçim kararı’ için yeterli sandalyeye sahip değil. Açığı milletvekili transferleriyle kapatabilir mi? Şansını zorlar ama güç. Gelecek Partili Nedim Yamalı’ya rozet takacak. Davutoğlu’na kapıyı açarsa partinin bütününü alabilir. O kapı sürgülü… Fakat denize düşen yılana bile sarılabilir. Ama kim batmakta olan gemiye biner? AKP’nin buzdağına çarpan Titanic’ten ne farkı var? Davutoğlu, Erdoğan sonrasına dikti gözünü zaten.

Toparlayacak olursak, keşke Şam ve Suriye Erdoğan’dan bağımsız tartışılabilse… Tarihi belirsiz seçimlerde Şam veya Suriye gelişmelerinin seçmen tercihi üzerinde mutlak belirleyici olacağı kanaatinde değilim ben. Biraz etkisi olur belki… Fakat seçimin sonucunu belirleyecek düzeyde değil.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin