Ana Sayfa Türkiye HSK veya “Yargıda şeyini yapma” kurulu

HSK veya “Yargıda şeyini yapma” kurulu

Yorum | Çağrı Gümüşer

Türkiye’de yargı bağımsızlığı konusundaki gerileme artarak devam ediyor. Yargı bağımsızlığına vurulan darbeler o kadar çoğaldı ki, artık yargının bağımsız olduğunu söyleyebilmek neredeyse imkânsız bir hal aldı. Bunun son örnekleri geçtiğimiz Temmuz ayında HSK tarafından gerçekleştirilen yüksek yargıya üye atamaları ile adli ve idari yargıda 3 bin 320 hâkim ve savcının yer değişikliğini içeren atama kararnamesi. Bu kararnamede öncekilere nazaran dikkat çeken husus, bu kez sosyal demokrat ve ulusalcı kimliği ile bilinen isimlerin herhangi bir talepleri olmaksızın yer değişikliğine ve tenzili rütbeye tabi tutulmaları oldu.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı standartlarının çiğnenmesi Türkiye için yeni değil. Bu husus AB üyelik müzakereleri sürecinde en önemli konu başlıklarından birisi oldu. Özellikle 2014 yılı ve sonrasında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile kuvvetler ayrılığı hakkında ciddi endişeler bulunduğu belirtilerek Türkiye’ye karşı tavsiye raporları düzenlendi. Örneğin 2016 yılı ilerleme raporunda “yürütme erkinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üzerindeki rolünün ve etkisinin sınırlandırılması ve hâkimlerin görev yerlerinin kendi istekleri dışında değiştirilmesine karşı yeterli güvencenin sağlanması” tavsiyesinde bulunulurken, bu rapor sonrası geçen iki yıllık süreye rağmen, geçtiğimiz Temmuz ayındaki kararnameler yargı bağımsızlığı konusundaki geriye gidişin süratle devam ettiğini gösteriyor.

Değiştirilen Anayasa’da bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine yer verilmiş olsa da HSK’nın, büyük çaplı olarak hâkim ve savcıların görev yerlerini istekleri dışında değiştirmeye devam ettiği görülüyor. Hâkim-savcılar görev yaptıkları mahal için öngörülen görev süresi dolmadan, herhangi bir talepleri bulunmadığı halde ve önceden bilgilendirilmeksizin yer değişikliğine tabi tutulmaktalar. 2014 yılından bu yana, birçok hâkim-savcı, HSK’nın basit bir kararıyla, anayasal hâkimlik teminatına rağmen ve temel tasfiye edilemezlik ilkesine aykırı olarak, Türkiye’nin bir tarafından diğer tarafına taşınmak zorunda bırakıldı. Bu husus hâkim-savcıların yürütme erki ve HSK karşısında hiçbir güvencelerinin bulunmadığını gösteriyor. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü ciddi bir şekilde zedeleyen bu kararlar yürütme erkinin HSK üzerindeki etkisinin ve kontrolünün de bir sonucu. Söz konusu atamaların, yargı genelinde caydırıcı bir etki oluşturduğu, hâkim ve savcılar arasında yaygın bir oto sansür riskini de beraberinde getirdiği göz ardı edilemez.

Diğer taraftan gerek Yargıtay üyeliği seçimlerinde, gerekse atama kararnamesine konu terfi kararlarında objektif kriterlerin kullanılmadığı görülüyor. Görevde yükselmeler objektif kriterlere bağlanmadığı için siyasal iktidar tarafından hâkim-savcılar üzerinde baskı kurmak için bir araç olarak kullanılma riski taşıyor. Siyasal iktidara yakın veya yandaş olan hâkim-savcıların yükseltilmeleri, liyakat, tecrübe, başarı ve kıdem gibi kriterleri taşıdıkları halde diğer hâkim-savcıların yükseltilmemeleri yargı içi dengeleri bozmanın yanı sıra yargı bağımsızlığını da zedeler nitelikte.

Yargıtay üyeliği seçimleri yürütme erkinin HSK üzerindeki etkisini ve görevde yükselme için siyasi iktidara yakın olmanın veya iktidarın siyasi çıkarlarına ve amaçlarına uygun karar vermenin bir ölçüt olarak nazara alındığını göstermesi açısından dikkat çekici ayrıntılar içeriyor. 16 Temmuz 2018 tarihli kararla ilgili olarak Devletin haber ajansı Anadolu Ajansı “FETÖ ile mücadele edenler yüksek yargıç oldu” başlığıyla konuyu haberleştirirken, haber içeriğinde; “Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Yargıtay’a seçilen yeni üyeler çoğunlukla, Fetullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) ve darbe girişimine yönelik soruşturma ve kovuşturmalarda yoğun görev alan isimlerden oluştu” ifadelerini kullandığı görülüyor.

Yargıtay üyeliğine seçilen isimler incelendiğinde seçimlerdeki en önemli kriterin “FETÖ ile mücadele etmek” olduğu, siyasi iktidara yakın olanların, iktidar ile aynı dünya görüşünü paylaşan kişilerin veya siyasi iktidarın çıkar, amaç ve hedeflerine uygun hareket edenlerin isimlerinin seçimde ön plana çıktığı görülüyor. Gerçekten de bu atamalarda kıdem, başarı, tecrübe ve liyakat gibi objektif kriterlerin dikkate alındığını söyleyebilmek mümkün değil.

3 bin 320 yargı mensubunun yer değiştirmesini öngören 25 Temmuz 2018 tarihli atama kararnamesi için de aynı durumun söz konusu olduğu söylenebilir. İlk derece ve istinaf mahkemelerinde ünvanlı görev olarak kabul edilen mahkeme başkanlıkları ve başsavcılık makamlarına yapılan atamalarda objektif kriterlere yer verilmediği gibi, tam aksine başta sosyal demokrat kesim olmak üzere siyasi iktidara muhalif isimlerin istekleri dışında yer değişikliğine tabi tutuldukları, tenzili rütbe ile ünvanlı görevlerden alındıkları görülmekte.

Diğer taraftan gerek tenzili rütbeye tabi tutulan ve gerekse görevde yükselmelerine karar verilen (mahkeme başkanlığına veya Cumhuriyet Başsavcılığı görevlerine atanan) kişiler bakımından hangi kriterlerin uygulandığına ilişkin bir açıklama yapılmadı. Objektif kriterlerin gözetilmediği, mesleki kıdem ve liyakatin nazara alınmadığı bu atamalar HSK’nın yürütmenin etkisi altında karar verdiğini göstermekte. Doğal olarak bu durum yargı bağımsızlığını ciddi şekilde zedelediği gibi yargıçların tarafsızlığını da olumsuz olarak etkiliyor.

Bunun yanı sıra emeklilik haklarını elde etmiş kimi isimlerin, istekleri dışında İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyükşehirlerden çok uzak yerlere atandıkları, aile fertlerinin eğitim ve sosyal durumlarının dikkate alınmadığı bu atamalarla bir nevi ailece cezalandırıldıkları ve adeta emekli olmaya zorlandıkları görülmekte. Genel olarak sicili eski olan yargı mensuplarının istek dışı bu atamalarının onları emekli olmaya zorlamak amacını taşıdığı açıktır. Bu uygulamanın Hâkimlik teminatını düzenleyen Anayasa’nın 139. maddesindeki “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz” hükmünün dolaylı biçimde ihlâli niteliğinde olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü ciddi bir şekilde zedeleyen bu kararlar HSK’nın yapısı ve yürütme erkinin HSK üzerindeki etkisinin ve kontrolünün de bir sonucu şüphesiz. AB Türkiye İlerleme Raporlarında da belirtildiği üzere; yürütme erkinin HSK üzerindeki rolünün ve etkisinin sınırlandırılması ve hâkimlerin görev yerlerinin kendi istekleri dışında değiştirilmesine karşı etkili güvencenin sağlanması; HSK’nın itibarının yanı sıra kamuoyunda yargıya güvenin yeniden tesis edilebilmesi için de Kurulun şeffaflığının artırılması, yürütmeden tamamen bağımsız olması ve Avrupa standartları ile uyumlu usullere sıkı bir şekilde bağlı kalması gerekmektedir.

HENÜZ YORUM YOK