Hrant Dink 10 yıl önce öldürüldü [Haber-Yorum: Kemal Ay]

‘Kalbim’ dediği yakın dostu Hrant Dink’in ölümünden hemen sonra Zaman gazetesindeki köşesinde Etyen Mahçupyan şöyle yazmıştı:

“Doğrusu kendimden pek emin değilim artık. Bu ülkeye, bu topluma, buradaki insanlara aynı geniş yürekle bakıp bakamayacağımdan emin değilim. Hrant’ı taşıyamayan, geçmişte her kimlikten isimli isimsiz Hrant’lara layık olamayan, bu toprakların kültürüne yabancı olmasına karşın toprağı isteyen, toprağı öylesine istediği için insanlığını unutan bir toplumda mı yaşıyorum sorusu artık kaçınabileceğim bir soru değil.”

Dün, Güneş ‘gazetesinin’ manşetinde Etyen Mahçupyan’ı da Hrant Dink cinayetinde ‘şüpheliler’ listesine ekleyen o ‘haberi’ görünce, işte bu yazıyı hatırladım. Mahçupyan’ın tek suçu muhtemelen şu sıralar tartışılan anayasa (rejim) değişikliğine karşı çıkmak ve Meclis’teki oylamanın Türkiye’nin sorunlarına çare olmayacağını söylemekti. Bir kez daha karşısında “toprağı öylesine istediği için insanlığını unutan bir toplum” vardı belki de, bilmem kendisi bunu düşündü mü…

‘Sakıncalı’ Ermeni

19 Ocak 2007’de yani yaklaşık 10 yıl önce, Hrant Dink’in Şişli’deki Agos gazetesi binası önünde altı delik ayakkabısıyla, yüz üstü uzanan cesedi hafızalara kazınmıştı. 1990’lardaki faili meçhul cinayetleri anımsatan bu cinayet, Hrant Dink’in şahsına yönelik yoğun tehditlerin, üstelik ana akım medyada yer bulduğu bir dönemde işlenmişti. Bir kişiyle ilgili ‘kökeninin Ermeni olduğunu’ söylemenin hâlen hakaret kabul edildiği Türkiye’de, üstelik Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni olabileceğini açıklamıştı Hrant Dink.

“‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesiyle, Ermeni cemaatine ‘Türk’ kelimesine duydukları öfkeyi bir kenara bırakmalarını tavsiye etmişti ancak yargı bunu ‘Türklüğe hakaret’ sayarak 301. maddeden hakkında dava açmıştı. Daha sonra Ergenekon davasında yargılanacak Kemal Kerinçsiz, Doğu Perinçek, Veli Küçük ve önde gelen ulusalcılar Dink’e mahkmede ‘taarruz etmiş’ ve mahkemeyi adeta bir ‘infaza’ çevirmişti. Buna karşılık, ‘güvencin tedirginliği’ duyduğunu söylemişti Hrant Dink.

Kamu görevlileri yargılanıyor ama

Güneş’inki gibi zırvaları da dâhil edersek, arkasında toplumsal ve siyasal destek olan bir cinayet davasının 10 yıldır çözülememesi, bütün yönleriyle aydınlatılamaması tuhaf. Agos’un ve Hrant’ın Arkadaşları’nın deyimiyle, ilk kez konuyla ilgili bütün devlet görevlilerinin yargılandığı bir dava var şimdi karşımızda üstelik. 2007’de başlatılan soruşturma önce Ergenekon durağına uğradı, ardından ‘örgüt tespit edilemedi’ pervasızlığını yaşadı, nihayet hükümetin ‘Paralel yaptı’ aymazlığı içinde sürdürülüyor. Yine de ama, evet, konuyla ilgili bütün kamu görevlileri yargılanıyor.

5N1K’ya göre bakacak olursak, cinayetle ilgili 2 kritik zaman dilimi (istihbaratın alındığı dönem ve cinayetin işlendiği dönem) ve 3 kritik mekân bulunuyor. Cinayet Trabzon’da, Rahip Santaro ve McDonald’s şubesinin bombalanması gibi eylemlerin olduğu sıralarda pişiriliyor aslında ve bu süreçte Trabzon emniyet istihbaratı (o dönemde görevde Engin Dinç var) polis muhbiri Erhan Tuncel’den Hrant Dink’e yönelik bir eylemin planlandığını öğreniyor. Bunu Şubat 2006’da, yani cinayetten 11 ay önce İstanbul İstihbarat’a bildiriyor Trabzon. Bu sırada il emniyet müdürü Ramazan Akyürek, İstanbul İstihbarat’ta bu konuyla ilgili C Şube’nin müdürü ise Ali Fuat Yılmazer. Bu arada Yılmazer, Şubat 2006’da yurt dışında görevde olduğunu, ilgili istihbaratın başka birisi tarafından görülüp işleme sokulduğunu ancak asayiş toplantılarda konunun gündeme geldiğini söyledi.

İstanbul’un sorumluluğu

Akyürek, Trabzon’un tek görevinin bu bilgiyi ikinci kritik mekân olan İstanbul’a iletmek olduğunu açıkladı savunmasında. Bu noktadan itibaren Hrant Dink’in korunması, ikinci kritik mekân İstanbul’un üzerindeki bir vazife. Ayrıca Celalettin Cerrah’ın kendisinden bazı evrakları imha etmesini istediğini, böylece İstanbul’un sorumluluğunun ortadan kalkacağını da iddia etti Akyürek. Nitekim Ali Fuat Yılmazer de, son duruşmada Hrant Dink’in tıpkı Orhan Pamuk gibi sıkı tedbirlerle korunması gerektiğini ama bunu yapması gerekenin ‘koruma şube’ olduğunu ileri sürdü.

2006’nın Mayıs ayında Akyürek Trabzon’dan ayrılıp Ankara’da Emniyet İstihbarat’ın başına geçiyor. Cinayetle ilgili üçüncü kritik mekân Ankara. İstihbaratın alındığı ve Trabzon’la İstanbul arasında paylaşıldığı dönemde Ankara’daki istihbarat görevinde Sabri Uzun var. Bu sebeple Sabri Uzun sorgulananlar arasında. Ayrıca İstanbul istihbarat şube müdürü Ahmet İlhan Güler de, kritik konumundan ötürü listede. Her ne kadar Hrant Dink meselesinden C Şube mesul olsa da, Güler istihbarat toplantılarında bu konunun konuşulduğunu söyledi. Yani aslında devletin bütün istihbarat birimlerinin bildiği fakat önlemek için ‘idari sorumluluğu olanların’ pek kılını kıpırdatmadığı bir vaka.

‘İmha etmezsen hepimiz yanarız’

Trabzon’da 2006’da Akyürek’in ayrılmasıyla Reşat Altay emniyet müdürlüğüne atanıyor. Kısa süre sonra istihbarat şube müdürü Engin Dinç de ayrılıyor Trabzon’dan. Erhan Tuncel’in polis muhbirliği görevi de savsaklanmaya başlanıyor. Cinayet fikri tam da bu dönemde olgunlaşıyor. Yasin Hayal’in Ermenilere ve Hrant Dink’e kini bilindiği hâlde, ne Trabzon’da, ne Ankara’da ne de İstanbul’da pek hareketlilik yaşanmıyor. Bir ara EGM, bütün illere Ermenilere yönelik bir eylem olabileceğine dair yazı gönderiyor, o kadar.

Normalde EGM sadece bu sonuncu uyarıyı yapmış olsaydı ve Hrant Dink bundan sonra öldürülseydi, “Bütün Ermenileri tek tek koruyamazdık” diyerek bile yırtabilirdi emniyet teşkilatı. Ama 15 Şubat 2006’da Hrant Dink ismi istihbaratın radarına girmiş. Nitekim Akyürek’in iddiasına göre Cerrah’ın “İmha etmezsen hepimiz yanarız” dediği belge de bu. Mayıs 2006’da EGM İstihbarat’ın başına geçen Akyürek’e “Neden bu makamda bir işlem yapmadınız?” diye sorulunca, Akyürek yeni bir bilgi gelmediğini aktardı. Yani aslında Trabzon’da işlerin savsaklandığına işaret etti. Cinayet sırasındaki Trabzon il emniyet müdürü Reşat Altay’ın davaya dâhil edilmesi biraz da bu sebepten.

Davayı sulandırmak istiyorsanız…

Bu tabloya bakan herkes, kamu görevlilerinden hangilerinin suça ortak olabileceğini, hangilerinin ihmal suçu işlediğini, hangilerininse görevini yaptığını aşağı yukarı çıkarabilir. Ancak eğer mevzuu ‘kullanışlı’ kılmak ve Etyen Mahçupyan’a kadar getirerek sulandırmak istiyorsanız, mesela, Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’i baş sanık yapar, haklarında müebbet istersiniz ve diğer herkesi bir şekilde kurtarırsınız. En kritik isimlerden Engin Dinç’i bile davada ‘zoraki sanık’ hâline getirirsiniz ve herkes aslında maksadınızın cinayeti çözmek olmadığını anlar. Bu, cinayetin faili meçhul hüviyetini korumaktan başka bir işe yaramıyor. Agos gazetesi iddianame açıklandıktan sonra “Bu dava paralele sığmaz” diye çığlık atmıştı. Bunun sebebi de gayet açık.

Hrant Dink’in öldürülmesinin arkasında bir örgüt var mı, yok mu? Bu bir ‘derin devlet’ cinayeti mi, yoksa o dönem Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün iddia ettiği gibi ‘kahvede okey oynayan çocukların’ öfke cinayeti mi? Ocak 2007’de Hrant Dink’in tabanı delik ayakkabısıyla yüz üstü uzandığı Şişli’deki o sokak, 10 senedir çeşitli gösterilere sahne oldu. “Hepimiz Ermeni’yiz” lafı başka bir zaman diliminde hiç o günkü kadar güçlü söylenemedi. Ancak bütün bunlar davanın çözülmesine yetmedi. Bilakis Ogün Samast’ın cinayet günü taktığı ‘beyaz bere’ Yeni Türkiye’de makbul bir sembole dönüştü.

‘Söz konusu vatansa…’

Hrant Dink’ten bir süre önce Trabzon’da 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin, Rahip Santaro’yu öldürmüştü. Yakın zamanda ceza süresi dolan ve dışarı çıkan Akdin, Karadeniz Gazetesi’ne konuşarak cinayetle ilgili motivasyonunu anlattı. Haberleri okumuşsunuzdur. Taşra gazetelerinin meşhur röportaj finali sorusu olan “Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?” sorusuna cevabı şöyle Akdin’in:

“Türk ve Müslüman olmaktan gurur duyduğumu, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünü, söz konusu vatansa gerisi teferruat olduğunu belirtmek isterim. Ülkemizin geçirdiği bu zorlu süreçte tüm halkımızı birlik ve beraberliğe davet ediyorum. Bundan sonra vatanıma, milletime hayırlı bir evlat olmak için her şeyi yapacağım. Yaşadığım o olay artık geride kalmıştır.”

Bir gün, yani 2022’de 32 yaşındayken hapisten çıktığında, Ogün Samast da böyle diyerek makbul vatandaşlar arasında yerini alacak muhtemelen.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin