YORUM | AHMET KURUCAN
Kendimden utandım. Sebepler planında sahip olduğum her şeyde en büyük payı olan Hizmet’e ben bu kadar minnettar olamadım diye düşündüm. Sonra kendime haksızlık yapmam hem doğru hem de caiz olmaz diyerek derin bir muhasebe yaptım. Yaptığım muhasebe sonucu “Hayır, ben de en azından bu kadar minnettarım, müteşekkirim ama ihtimal minnettarlığı bu ölçüde, bu netlikte, bu kararlılıkta üçüncü şahıslarla paylaşmıyorum” noktasında karar kıldım.
Avustralya’nın Melbourne, Perth ve Sydney şehirlerinde idim. Bir davet vesilesi ile gittim. Bu şehirlerde eskimeyen nice eski dostlar, eskimeyecek nice yeni dostlarla karşılaştım ve tanıştım. İmkân elverdikçe çay-kahve muhabbetinden araba seyahatlerindeki müzakerelere, sohbet ortamlarındaki karşılıklı konuşmalardan ayak üstü soru cevaplara kadar münasebetlerim oldu bu dostlarla. Silinmez ve unutulmaz anlar yaşadım, hatıralar biriktirdim. Ağladığımız da oldu güldüğümüz de. Dünü de konuştuk bugünü de. Türkiye, Hizmet, din, entegrasyon, çocuklarımız söz konusu ortamların ve konuşmaların ortak paydasıydı.
Ama bir şey beni can evimden vurdu. Sözü uzatmadan başta söyledim onu; minnettarlık. Kime ya da neye minnetdarlık? Hizmet’e. Nasıl mı? Anlatayım. Bir çok insan sürecin mağdurlarından. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde gördüğüm şekliyle Meriç tecrübesi yaşamamış hiçbirisi. Vize ile gelmişler bu ülkeye. Ama hapis hayatları olmuş bazılarının. Bazıları KHK ile işinden gücünden edilmişler. Avustralya’dan önce başka ülkelerde kalmışlar. Düzenleri bozulmuş, malları gasp edilmiş, emekli maaşlarına el konulmuş, üç gün içinde ülkemizden çıkın ültimatomları verilmiş, eş ve çocuklarından yıllarca ayrı kalanlar olmuş ve daha nice mağduriyetler. Fakat ne Allah’a isyan anlamını taşıyan bir söz duydum bu insanlardan ne Hizmet’e atıp tutmalar.
Sorgulamıyorlar mı? Sorguluyorlar. Yapısal ve sistemik manada hata olarak gördükleri bir çok şeyi eleştirel bir gözle ele alıp değerlendirmeler yapıyorlar. Bir daha aynı hataların tekrar etmemesi gerektiğini seslendiriyorlar. Anlam veremedikleri olaylar ya da tatmin olmadıkları açıklama ve izahlar için detaylı bilgi ve kanaat soruyorlar. “Siz nasıl düşünüyorsunuz?” diyorlar. Psikoloji kitaplarında okuduğum “Açık iletişim” modelinin dibine vuruyorlar. İsim isim, hadise hadise, şehir şehir, tweet tweet hepsini ama hepsini gündeme getiriyorlar.
Bütün bu açık yüreklilikle sorgulamalar yapmalarına rağmen dününden pişman olan hiç kimseyi görmedim. Çektikleri onca sıkıntıya, uğradıkları onca haksızlığa rağmen Hizmetin kendilerine kazandırdıklarını itiraf etmekten dur olmuyorlar. “Eğer Hizmet elimizden tutmasaydı, ev ve yurtlarında bize barınma imkânı vermeseydi, anne babamı ikna edip beni köyümden çıkartmasaydı, burs vermeseydi ben bugünkü ben olmazdım. Medyunum, müteşekkirim” diyorlar.
Bir şey daha diyorlar: “Bir gecede hepimizi terörist ilan ettiler, daha ötesi var mı ya hu? Bu durumda yapılması gereken el ele, omuz omuza, gönül gönüle verip barışçıl mücadele içinde bulunmamız gerekmez mi? Hukuk önünde hak aramak adına güç birleşimi yapmak zorunda değil miyiz? “Vur Abalıya mantığı ile hareket etmenin alemi var mı? Sahih bilgi temeline dayanmayan kıyasıya eleştiriler bizi doğru bir sonuca ulaştırır mı? Sosyal medyanin psikolojik harp için en elverişli zemin olduğunu bilmiyor muyuz? İçinde bulunduğumuz şartlar itibariyle sahayı terk etme bunca minnettarlığımızın olduğu Hizmet’e kelimenin en hafifiyle nankörlük olmaz mı?”
Önemli mi bu? İslami ahlak açısından elbette önemli. “İnsanlara teşekkür edemeyen Allah’a teşekkür edemez” sözü Peygamber beyanıdır, hadistir. Nankörlük eden sahip olduğu nimetleri birgün gelir felekten yiyeceği bir tokatla kaybeder. İlahi kanundur bu. “Şükrederseniz nimeti ziyadeleştiririm, nankörlükte bulunursanız benim azabım çok şiddetlidir” Allah’ın beyanıdır. Şiddetli olan azab nedir bunu bilemiyoruz. Herkeste farklı tezahürleri olabilir.
Uzatmayacağım, ilk defa tanıştığım, bir-iki günlük beraberliğimiz içinde samimiyeti sözünden değil yüzünden okunan bir dostun söylediği şu söz sadece bana değil benim gibi halkın önüne çıkıp sohbetler eden nicelerine rehber olacak mahiyette. Onunla bitiriyorum. “Bize Hocaefendi’yi anlatmayın, onu yaşayın.” Benim gafil kafama bir tokmak gibi indi bu söz ve tesirini hem zihnim hem vicdanım hem de kalbimde kaç gündür derinden derine hissediyorum. Doğru söylüyor anlatmayın yaşayın derken. Belki bir ayetten mülhem şöyle de ifade edebiliriz; yaşadığınızı, yaşadığınız kadarını anlatın. Bundan sonrası biraz avamca olacak ama olsun. Demek istiyor ki: “Bize maval okumayın, masal okumayın, hikâye anlatmayın. Aklımızla alay etmeyin. Çocuk değiliz. Her şeyin farkındayız.”
Maaşını, geçimini, rızkını hizmetten mümkün olduğunca sağlamayan, boş vakitlerini ise hizmete adayan modele adım adım geçmeliyiz. Saf samimiyeti böyle yakalarız sanırım. İşlerin böyle de gürüyebileceğine inananlardanım. Minumuma indirmeliyiz. Finansal, mali genişlik olduğunda dahi bunu hedef haline getirmeliyiz. Türkiye de en dinamik hizmetler, yarı zamanlı denilen, rızkını dışardan kazanan, mesleğini hizmet dışı kurumlarda icra edenlerde çıktı. Amir memur ilişkisinin, istihdam edilmenin verdiği ilişkinin yapay doğasını mümkünce ortadan kaldırmalıyız.
YILMAZ BEY, BATIDASIN GALİBA. BUGÜN İHTİYAÇ OLSA, TAM ÜCRETLİ AFRİKA YA, ASYA YA, ORTA DOĞU YA, BALKANLARA, KAFKASYA YA, SİBİRYA YA… GİDECEK ADAM BULABİLİRSEN ŞÜKRET.. SİZ HANGİ ALEMDESİNİZ. GÖNÜLLÜ KATILIMCILARIN ÇOĞUNLUĞUNUN, BU İŞİ, MAAŞ İÇİN Mİ YAPYIĞINI ZANNEDİYORSUN? ALEMİ KENDİN GİBİ SANMA. BU FEDAKARLARI, KENDİMİZE YÜK GÖRMENİN TOKADINI YEMİŞ OLMAYALIM.
Ali bey, candan, gönülden kardeşim,
bu satırları yazarken, öğretmenleri, okullaşmayı, yahut onlara yönelik her türlü lojistiği ne kastettim ne ima ettim aslında. Böyle anlaşıldı ise hiç tereddüt etmeden o elleri öpülesi abilerimden, bacılarımdan özür dilerim. Dileseydi diplomalarını mor binliklere döndürebilecek insanlara, eskiden Türkiye, şimdi batıdan biri olarak, her türlü maddi manevi desteği vermeyi bir borç da bilirim. İmrendiğimi, gıpta ettiği mi ayrıca da söylemek isterim. söyleyim.
Madem öyle, açayım ki netleşsin. Herkes ne demek istediğimi anlar diye düşündüm aslında, ama sanırım siz “doğu” dasınız belki izaha ihtiyaç var.
Lütfen, bir iğneleme olarak algılamayın, ama kastettiğimi, mesela bir alt yorumdaki ENVER bey anlamış. Ama olsun nüansı görememiş olabilirsiniz. Demek ki daha ayrıntılı yazmalıyım.
Meseleyi bir örnek ile hafiften açıp devam edeyim, bağlamı ilk ekonomik olarak alayım, sonra psikolojik yön ve nihayetinde hedeflenen amaç, rızai ilahi yönüyle bağlamaya çalışayım:
Bir örnek;
Eskiden “kimse yok mu” yetkilisi, dünyadaki muadili tüm derneklerin, kendi kurumsallaşmasına, yardım faaliyetlerinde ki istihdama vb masraflara değinmiş, muadillerinde, elde edilen gelirin yüzde 30 a yakınının, yönetim giderleri, bina, mekan, istihdam, bilumum masraflara gittiğini,
Oysa “Kimse Yok mu” da sanırım yüzde 10-15 civarında bu masrafların kaldığını, kalan yüzde 85 90 ın doğrudan amaçlanan hedeflere ulaştığını, yardım olarak gerçekleştiğini söylemişti. Bu büyük bir başarıydı.
Tabi bunun ardında, kurban vb dönemlerde sırf bu faaliyetlere gönüllülerin katılması vardı. Kimileri kendi imkanları ile o ülkelere gidip, kendilerinin ve başkalarının kurban vazifesini yerine getiriyordu.
Merkezi bir Kurumun organize etmesi olarak kalıp Kimse yok mu, hiçbir iş akdi olmayan, gönüllülük esası üzerine işleyen bir sistemle sadece organizasyonda yer almış ve bir çeşit kendi imkanlarıyla yapamayacağı şeyleri organize edip, kenara çekilmişti.
Muadilleri, BM dahil, bu kadar interaktif değildi, maaşlı, yahut kiralama vb yöntemlerle , piyasa koşullarına göre iş yapınca ellbette masrafları artıyordu.
Kimse Yok mu isteseydi, daha çok binalaşmaya, kurumsallaşmaya, satınalma-kiralama- istihdama giderdi ama gitmedi, gönüllülük sistemini çok güzel kullandı, irtibatlarıyla, kimi zaman üniversite öğrencisini, kimi zaman ev hanımını, esnafı insan kaynağı olarak kullandı ve inovatif çözümlerle halletti.
Dikkat ederseniz gönüllülük, iki yönüyle karşımıza çıktı burada, istihdam edilen ama hizmet edenler… istihdam edilmeden hizmet edenler..
Bu iki grubun ikisi de tek başına elbette yürütemezdi, ama ideal olan, o dengenin, daha çok gönüllü (istihdam), daha az kurumsallık-istihdam olduğu da orta da ama dimi.
(Öğretmenlik ve ona bağlı lojistiği bu bağlama sokmadığımı yeniden hatırlatmak isterim).
Mesela, Kimse Yok mu, yürüttüğü hizmeti, daha çok istihdam ile de yapabilirdi, mümkün müydü mümkündü, dünya da işleyişte öyleydi, ama bunun karşılığında ne olurdu, daha fazla masraf olurdu, üniversite öğrencisi, ev hanımı, esnaf yapmazdı da, bu sefer iş akdi olan kişiler yapardı.
Dikkat ederseniz ilk modelde, samimiyet daha da yüksek olacaktı tabiki ve oldu da, öğrenci, esnaf, bilumum gönüllüler “manevi karşılığını Allahtan beklemek” dışında bir ilişki türüne girmediler.
Sakın şu anlaşılmasın, Kimse Yok mu da, ücretli çalışanlar, bunu iş olarak yapıyor kast ettiğim anlaşılmasın. Elbette o güzide kurumların amaçları yöneticileri, istihdam edilenleri hizmet niyetiyle yaptılar bunu. Oraya bir çeşit hizmet niyetiyle yöneldiler iş-hizmet birlikte bir arada olan bir anlayış elbette vardı.
Ama ilkindeki yöntem daha efektifse, neden ikincisini uygulayalım ki. Üstelik daha da güzel değil mi. İşler yürüyor, hizmetler ediliyorsa, insanları bir Kurumsallığa hapsetmeye gerek var mı.
Bir yönüyle kastım bu.
Hizmet türleri çeşitli çeşitli. Okullar, öğretmenler ana eksen olsa da, bir hayata dokunulacaksa her alanda var olunmalı ki öyle de idi malumunuz, en azından Türkiyedeyken öyleydi. Batı da da benzer formları görüyoruz.
Satırlarım daha çok bu benzer formlarına yönelik de zaten. Bir silkeleniş, mültecilikten ufak ufak göçmenliğe geçiş aşamasında tespitim, bende bunlara dahilim. Yeni yeni iş hayatına, iş piyasasına yöneliyor arkadaşlar.
Kolu kanandı ruhu kırık olsa da bir tutunma gayreti, hatta yarışı dahi gözlemliyorum.
BATI daha yeni yeni mültecilikten sıyrılıyor, statüsü, yeni yeni GÖÇMEN olmaya başladı bile. Batıyı çok fazla tasvir etmek istemiyorum, onca zulm varken Türkiyede ki dostlara çirkin kaçar diye, ama aslında bir “batı” da kazın ayağı öyle değil demek istediğim, ama sonuçta, kıyas edemeyiz elbette. Çirkin. Herkesin payına büyük küçük birşey düştü. Batıya küçük düştü, payımız sıfırdan başlamak, uğraşmak emek vermek , yeniden çol çocuk hayata adapte olmak.
Bağlamım da biraz bunla ilgili aslında.
“BATI” perspektifi ile gözlemlere dayalı deyip ikinci örneğime geçeyim bağlamımı anlatmak için:
Mesala, dergi.. çeşitleniyor değil mi artık dergiler şükür ki, sızıntısı, çağlayanı, fontain i, çocuk dergileri dahi çokmuş çeşit çeşit. Bu çok iyi.
Başlangıçlar ve başlangıç vizyonları çok önemlidir. Dergiyi, az önceki KİMSE YOK MU mantığına benzer, bir çeşit İMECE ile de çıkarabilirsiniz, ya da istihdamlaşma, Kurumsallaşma ile de.
Ali bey, mesela, Mevcut haliyle ima ettiğim kast ettiğim birşey de yok yazımda, tekrar şimdi de okudum, ozamlanda o niyetle yazdım. Elimde veri yoktu. Ama bir vizyon anlayışım vardı ve onu yansıttım.
Mantığımla hareket edeceksek, madem yeni yeni yapılanıyor bunlar, dergiler vs, bunun kurumsallaşması mümkün olduğunca az olsun, özellikle istihdamı çok az olsun. Olmasın demiyorum dikkat ederseniz, ama gerçekten baştaki seçimleri sonuçları etkiler.
Yapılanmasını bilmediğim için elbette ayrıntıya da giremiyorum ama tavsiyemi de yazıda belirtmeden geçmiyorum Ali bey. Niyet hayr, akıbet hayr.
Batı dedik ya hani, 15 Temmuz sonrası, mesela buralarda finansal zorluk nedeniyle büyük bir istahdam azaltma, bildiğiniz işten çıkarmalar olmuş. Yani, öyle bir zulm ki, buradaki kardeşimizin bile hayat düzenini bozmuş. Aslında bunların da payına düşmüş birşey.
Bu birfırsatta aslında. Mesela o insanlar, belki zorlansalarda, bir çeşit hayata atılmışlar yeniden farklı alanlarda çalışırken, GÖNÜLLÜ olarak hizmete devam ediyorlar.
Üstüne üstelik şu an binlerce zulme uğramış insan var, eskinin çok daha fazla belki iş yükü var iken, bakın böyle de yürünebiliyor imiş diye düşünüyorum bazen.
Ama elbette, bilgi ve veriye yeterince sahip değilim.
Dikkat ederseniz gayet rasyonelim, akılcı olmak zorundayız da. Bir binanın temelini en baştan yaparken, projelendirme hatası yaparsanız, ne yaparsanız yapın herşeyi o kolonlara uydurmak zorundasınız.
Tam olarak kastım bu.
Bu bağlamda da Türkiye örneğini verdim, gönüllülük, ya da kısmi istihdam vb yöntemlerle, kanaatim insanlar başka alanlarda hayatlarını idame ettirirlerken, bu hizmetler yine de yürütülebilir mi?
Ne kadar, tam istihdamı minumum da tutabilir miyiz?
Ben, hizmetin kabuk değiştirmesinde bunu bir çeşit vizyon değişikliği olarak da görüyorum.
Dikkat ederseniz, sırf yukardaki iki örnekten yola çıkarak, ne dergi olmasın, ne kurban olmasın demiyorum. Ama bunlar vasıtasıyla organizasyonumuzu nasıl hafif yapabiliriz, nasıl daha gönüllülük, imece ile yürütebiliriz onu kastediyorum.
Mesela, bilmedğim için kastettiğiniz “doğu” , “afrika” hakkında birşey diyemem. Ama mesela, burada ŞU ANKİ ŞARTLAR ALTINDA (CETERİS PARİBUS diyorlarmış buna ekonomistler, tüm değişkenler sabit iken demek malumunuz) “okul” açmanın efektif bir şey olmadığını gözlemliyorum. Afrika da en güzel hizmet türü iken, burada belki değil demek bu.
Nitekim, sırf kendi yaşadığım eyalette Türkiye kökenli yüzleri aşkın kişinin çocuklara, gençlere rehberlik verebilecek, en azından davranışlarıyla örnek olabilecek temas noktasında olacak işlerde olduğun, öğretmenlik, belletmenlik türü işlere girdiğini biliorum.
Hem de hiç finansal sıkıntı yaşamadan, mesleklerini icra ediyorlar.
Gün gelir, daha mega projeler imkanı doğar, yeterli finansman ve insan kaynağı gelişir her yönüyle, tabiki okul da olur üniversite de.
Esnek olabilmek yöntemlerde. Bir yerde okul açmak harika bir hizmetken başka yerde ikinci planda olabilir.
Meselenin psikolojik yanı , istihdam ilişkisinde olunduğunda nasıl olunduğu vs yazıcaktım ama çirkin kaçmasın, bizzat bazı muhataplarının ağzından dinlediklerimi, üstelik şümule yaygın bazı hususları anlatmak hoş olmaz deyip yazmıyorum. Başta yazacağım demiştim ama yazmıyorum.
Sebebi de, normal bir sonuç olması. Kimse bu gerçeklikten kaçmaz, ama bundan dolayı da elbette hizmet terk edilmez. Ama mümkün olduğunca, uzaktan, gönüllü ve bir kurumsal çatı altında istihdam edilmeden hizmet etmenin çok iyi bir yöntem olduğunu düşünenlerdenim.
Öğretmen, okul zaten doğası gereği olacak ama unutmamak lazım ki hizmet sadece bunlar da değil, misyona götüren vizyonun stratejilerinden ana olanı belki.
Ali bey, aslında başta yazacaktım ama yanlış anlaşılırım diye sona yazıyorum, “Lafın çoğu aptala anlatılır” denir hani, elbette bu yazdıklarımdan anlaşıldı, ve elbette o yazımı anlamamınız da çok normal, herkes aynı şeyleri gözlemleyecek ortamlarda olmayabiliyor.
Ali bey, güzel kardeşim, ama umarım bu sefer meramım anlaşıldı.
Kapatmadan şunu da ekleyim, Afrikaya şuraya buraya gidecek öğretmen bulunamamasından bahsettiniz de.
“Ben hep son dakika gelen fikirden korkarım” sözü var malum. Bu da tam onlardan. Nasreddin Hoca, damdan düşünce herkes onu suçlayıp, dikkat etseydin, vs deyince kızmış, yahu “bana bir damdan düşen” getirin demiş.
Onca zulmün,kimisi için hapsin içinden, meriçlerden, kamplardan, kamp sonrası süreçleden sonra onca şeyin ardından birisinin kapınızı çalıp böyle bir şeyi teklif etmesi çok çirkin, bunu baştan söyleyim.
Ha damdan düşen birisi söylese idi bunu anlardım. Damdan düşenın halinden damdan düşen anlar çünkü. Afrikaya 25 yaşında bekar, 2000 sonrasını söylersek, güzel bir psikolojik ve maddi güç vs varken gitmek ile aynı değil, bu yukardaki süreçleri yaşamış ve türkiy ede öğretmenlik yapmış insanın gitmesi.
Daha açık olursam, bu bir niyet okuma değil, olgu olduğu için fikir olarak sunuyorum ki, afrika da öğretmen olan kişi de, aynı şartları yaşamış olsa, onca süreçleri, yanında çoluğu çocuğu, mırın kırın eden ailesi, eşi vs, sabırla bekleyen bir ruh halinde çevresi var iken, o da gidemezdi.
Ben, çok çirkin bir teklif olarak gördüm hatta onu. İlla ihtiyaç varsa, Yunanistandayken, birilerine teklif edebilirler mesela dimi. Neden, onca süreçleri geçmiş, hukuki süreçlerini, kağıtlarını, yasal izinlerin daha yeni almış, ama tüm bu süreçleri içinde darmaduman olmuş birisine bunu teklif ediyorlar ki.
Sebep sensin aslında. Her yönüyle kolay çünkü gitmesi.
Bu yönüyle, aman dikkat edin, sağa sola çekilmesin, ben Afrikadaki hizmeti, bu yönüyle, buradaki bir mmülteci arkadaşa sunulan hizmet süreçlerinden, onun hayata adaptesinden çok da yüksek görmüyorum.
Hizmet Eri değil burdaki insanlar artık. Bunlar, mülteci. Daha aşağı bir mevki yok. Emin olun yok. Daha yeni yeni, eskiden gelenlerin seviyesine, göçmen seviyesine, çıkan insanlar bunlar.
Kolu kanadı, ruh dünyaları darmaduman olmuş insanlara, hayata yeniden başlamak için verdikleri 5 6 7 yıllık emeğin ardından, bir daha yeniden teklif sunmayı çok ama çok çirkin buluyorum.
Bu hizmet değil.
TEŞEKKÜR EDERİM .. YAZARSANIZ DEVAM EDERİM..
A
y
Değerli Yılmaz Kardeşim,
(Öğretmenlik ve ona bağlı lojistiği bu bağlama sokmadığımı yeniden hatırlatmak isterim).
1- Madem öyle, bu gönüllü öğretmenler, nereden temin edilecek?
2- Bir mekandan ise, ve en az 4 yıl okuyacaklarsa, bu mekanları kim açacak?
3- Sonra o mekanları kim idare edecek, gece-gündüz geleceğin bu öğretmenlerine, kimler kılavuz olacak?
4- Bu mekanı açacak, sponsoru kim bulacak?
5- Sponsoru ve sponsoru bulacak kişiyi kim bulacak, yetiştirecek?
6- Okulda öğretmen harici, bilumum destek personeli (mhs, reh, h.iliş, idare.. vs) nereden gelecek?
7- Hem okulu kimler planlayıp yapacak, işletecek, şubeler açacak, geliştirecek?
8-… devam edebilirdim
Sonuçta demem o ki, bu okul böyle olmazsa, ideal okul olmaktan çıkar, sıradan bir okula düşer, misyonunu unutur, tükenir, erir, öğretmenleri IT ci olur, daha çok para pul peşinde koşar… vs
Hizmetin okulu, lojistiğinile bir bütündür. Bir kısmını saydığım Lojistik olmadan, o okul, ideal okul olmaktan çıkar.
Ali bey,
Güzel bir ilerleme kaydettik. Neden, olayı duygusallıktan çekip, aforoz edilmeler, sen anlamamışsın arkadaştan, daha farklı bir güzergaha çekmişiz yazışmayı. Yeni yorumunuz bunu hissettirdi.
Ancak, tekrar söylemiliyim ki, benden alıntı yaptığınız şeyi, özür dileyerek tam tersi yanlış anlayarak, üzerine birşeyleri bina etmişsiniz.
(Öğretmenlik ve ona bağlı lojistiği bu bağlama sokmadığımı yeniden hatırlatmak isterim).
Bu yukardaki satırımı kastediyorum. Zaten, onu bağlama sokmadığımı söyledim. Yani, onu ayrı bir yere koydum. Altına da hatta yoruma, bir dergi, kurban organizasyonu örneğini verdim. Cengiz Beye yazdığım yorumda da olduğu gibi hatta, hizmetin banka, finans, hizmet KİT leri, kargo firması vb üzerinden da bir bağlam verdim.
Yavru sahiplerini kendilerinden daha büyük kedi sanırlarmış… diye bir açıklama okumuştum bir yönüyle. Ne söylenirse, herşeyi öğretmenlere mi laf etti modunu anlamıyorum. Açıklama yaptım. X ülkesinde hizmet, sadece bir okuldur ve hizmet okulla eşdeğer olabilir ama hizmet koca bir bütün. X ülkesindeyseniz bunu böyle de görmek zorundasınız.
Ama istediğiniz gibi, sohbetimize evet, benim hiç bağlamına girmedğim, öğretmenlik üzerinden gidelim.
Zihin jimnastiği her zaman iyidir.
8 madde ve daha fazlası demişsiniz ya,
“2- Bir mekandan ise, ve en az 4 yıl okuyacaklarsa, bu mekanları kim açacak?”
Bu güne kadar bu mekanların insan kaynağı ışık eviydi, bu evi açan esnaftı, var mıydı bir istihdam ilişkisi, çoğu yerlerde, okul için yapılan organizasyonun hemen her tarafında esnafın bizzat kendisi oluyordu, taşından toprağına, organizasyonun devasa kısmını zaten esnaf kendisi götürüyordu, burada zaten bir istihdam var mıydı, yoktu, herkes akşam evine gidiyor, gündüz işinin ucundan tutuyordu,
“4- Bu mekanı açacak, sponsoru kim bulacak?”
Açacak, sponsor olacak da yine esnafın kendisi. Zaten öyle değil miydi. Cevap 2 ile aynı değil mi, var mı o kişilerin istihdam ilişkisi hizmetle, elbette yok.
“1- Madem öyle, bu gönüllü öğretmenler, nereden temin edilecek?”
Bunları yetiştirenlerin istihdam ilişkisi içinde insanlar olduğunu mu iddia ediyorsunuz. Gömleğimizi pantolomuzun üzerine atım eve gelen öğrenciye bakan, siz ben o idik bunu yapan. Burs dahi almadan yürüten çok arkadaşımız vardı. Ortaokul, lise öğrencisi ve kimi zamanda üniversite öğrencisi, evlerimize gelip, kaynaşıp, o ruhu alıp, kendi gönlüyle istemiyor muydu.
Buna vesile olan hangi istihdam türüydü ki. Abi dediğimiz kişiler bile, ayrı ayrı bölümlerde okuyan, yine sizin benim gibi öğrencilerdi. Zaten hazırdı. Bu insan kaynaklarının yetiştirilmesinin neresinde bir İSTİHDAM vardı doğrudan. Yoktu tabiki. Gönüllü insanlar, istihdam ilişkisi içinde olmadan yürütüyordu bunu.
Ali bey,
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum en can alıcı noktalardan biri, yetişme, yetiştirilme ise, nasıl da gönüllük zincirinden çıkmış. Bu bir zincir, elbette herkesin katkısı olacak, niyete göre amel vardır, büyüğü küçüğü de olmaz.
Ama, sebepler dairesinde, sorunuza cevap olsun diye yazıyorum, en öz aşamada, o GENÇLİK ruhu, Gönüllülük ruhu olmuş. Bunların finansmanını sağlayan Esnaflar da, O GENÇLİK ruhuyla, istihdam olmadan zaten yapmışlar.
Bunları kenetleyecek, bağlayacak bir organizason yapısı zaten doğası. O da işin gereği. Ona da söz söylenmedi değil mi.
Buraya kadar mutabıksak öyleyse neyin fikir çatışmasını yaşıyoruz?
Sanırım, konu herkesin kendi cephesinden, sözün kendisine geldiğini sanıp, savunmaya geçmesi.
Hizmet, sadece okul değil ki.
Ama madem öyle yazıyalım dedik hani hatırlarsanız az yukarda, devam edelim.
Hizmet, TAŞ değil demek istedğim aslında. Hizmet, yapılmış binalar, taşlar, harika salonlar, derslikler değil. Biliyorsunuz. Bu bir yöntem. Araç.
Bir afrikalının gönlüne en iyi girme yolu, ve yapılabilecek en uygun yol bu olabilir. Başka zaten nasıl bir alternatif olabilir ki denir, şartlara göre. Okul olur.
Elinde kalem tutan insanlardan başkası olmayan, uzmanlık alanı eğitim olan bir güzel düşüncenin katkısı ne olabilir, elbette EĞİTİM.
Ama, eğitim =okul demek de değil yerine göre.
Osmanlı da Medreselerin nasıl bittğini konuşuruz okuruz dimi mesela, koca koca asırlık kurumların en sonunda çürüdüğünden bahsederiz.
Ben birşeylerin çürüdğünden elbette bahsetmiyorum. Lokal bir yer değil ki, biryerde birşeyler ters gitse de, başka yerde eminim çok iyidir.
Ama kast ettiğim, Betondan, taştan yapılan bina değil.
Ve tam burda, işte zihin jimnastiği yapalım derim.
Mesela, en iyi bildiğimiz, sizin de benim de, Türkiye de, çok güzel hizmetler çıktı dimi okullar aracılığıyla, dershaneler eliyle. Öğrencilerin eğitmi seviyesi artırıldı. Rehberlik kısmında sorunsal olduğunu ise bizzat kim söyledi, muhatapları.
Bu bizim niyetimizin kötü olduğu anlamına gelmiyordu, ama sonuçlar itibariyle, bizzat muhatapları, rehberliğin çok da yüksek olmadığını bizzat muhataplarından duyabiliyorduk. Yapmayalım mı?
Ne demek istiyorsun, okul açmayalım mı? Yapmayalım mı? Bunu mu kast ediyorsun?
İşte bu tarz sorular geliyorsa tam şu an, bir örnekle gideyim.
Taşrada, özellikle doğu ve güneydoğu da, ne görüldü, bu bizim çok basit gördüğümüz, hatta çoğunluğu üniversite öğrencisi üzerinden yürütülen OKUMA SALONLARI, yerine göre, o koca koca TAŞTAN, dünyanın masrafıyla emeğiyle kurulmuş binalardan çok daha güzel bir NESİL RUHU verdi.
Çok güzel insanlar, çocuklar yetişti. Oralardan yetişmiş, bende bu ruhla İNSANLIĞA HİZMET EDECEĞİM diyen, fedakar anadolu çocuğunu bizzat kendim de gördüm. Arkadaşlarım da oldu.
Bakın gördünüz mü, burada eğitim=okul değil, eğitim=betondan yapılmış içinde istihdam ilişkisinin olduğu, kurumsallaşmanın olduğu bir yer de değil hatta. Varsa da, hem masraf hem de istihdam-organizasyon yönüyle çok küçük bir yer .
Peki, kafaya taktığım şey, istihdam mı?
Masrafların mı azaltılması?
Perspektif mali bir gerekçe mi?
Hayır diyorum gördüğünüz üzere, cevabımla da, okuma salonlarıyla da.
Hayatının bir döneminde, bir kaç yılını veren bir üniversite öğrencisi, yahut geçici bir istihdam ilişkisiyle sigortalı, ama muvakkat süreli bir genç ile çok da güzel hizmet edilebiliyormuş değil mi.
X ülkesinde, devasa bir okul güzel fikirdir,
Y de, daha önce güzel bir fikir olan aynı X deki gibi yapılmış yolun daha efektif bir alternatifi çıkar onu yapmak daha verimlidir..
Dikkat ederseniz, BATI perspektifi derken de, aslında ben kendi lokaldeki belki bir Avrupadaki gözlemime bakarak söyledim üstelik bunu.
Ve kastım yine okullar değildi, ama o bağlamda dahi bakın girince ne alternatifler çıkabiliyor.
Konu şu değil kesinlikle Ali bey:
Hani Osmanlı da matbaa gelecek iken, bütün hattatlar ayağa kalkıp, işlerini kaybedeklerini düşünerek, din elden gidiyor yaygarası yapmışlar ya,
burada o durum dahi yok. İnanın. Benimkisi bir perspektif. Bundan sonraki için bir ilk adım önerisi.
Var olan insanların hizmetleri başlarımızın üzerine. Hayatını hizmete adamış abimize can feda.
Ama “bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur” gibi, benim tek bildiğim yol bu arkadaş, en iyisi bu, bunhdan sonra da böyle olmalı demek değil.
Konuyu az dağıtacağım, bakın gün geldi şunları duyduk değil mi?
15 Temmuz öncesi o sıcak atmosferde dahi, herkes gardını alırken, birileri samimi niyetle okullar inşa etmeye devam etmiş.
Samimiydiler elbette, akıllıcamıydı hayır.
Demek istediğim bu, konu sadece tehlike yönüyle değil, verimlilik yönüyle de ele alınırsa eğer, tıpkı o günler gibi, ne denirse densin, bunu bir çeşit VARLIĞINA TEHDİT unsuru gibi görme hatasına düşüp, daha güzeline yönelememe RİSKİ.
Ben bu riske işaret ediyor ve diyorum ki.
Madem BATI da yaralar yeni sarılıyor, ve bir canlılık toparlanma var, bunun neticesindeki YENİ-İNŞA da, iyi düşünülsün. Gönüllüğü ön plana çıkaracak, daha az masraflı ama daha etkin hizmetler planlanabilir mi?
Bu vizyona geçmeliyiz deki sebep bu.
Cok yerinde ve dogru bir tespit yilmaz bey..
Kendi yetiştirip ve seçtiği ve istihdam ettiği, en has adamlarına, adanmışlar yerine “ maaşlı insanlar” olarak bakan, kötü zihniyetli bir grup açısından, bu HH manen -onlara göre – zaten ölmüştür, bitkisel hayattadır.
Ya hu, tüm ömrünü/zamanını/mesaisini askerliğe adamış bir asker ile vatan övünür, “git geçimini de şurdan sağla, vatana yük olma” gibi saçmalanır mı!?
Yılmaz bey,
Hizmet, “boş vakitlerde” yapılacak bir şey değildir. Aksine tüm vaktini feda etsen az bile… Sen bu işi anlamamışsın be arkadaş.. RSN böyle diyor, istersen bir daha oku, ben 4 defa okudum, hala okuyorum.. Lütfen yanlışım varsa sen de yaz; buyur;… yoksa hatanı kabul et.
Cengiz bey,
Yazınızı yorumunuzu şimdi okudum. Tüm yorumlar aynı anda geldiği için, Ali Beye verdiğim cevaptan önce mi, sonra mı yazıldı emin olamadım. İlk yazdığım hususa açıklık getirdim. Gayet net olduğunu düşünüyorum, ama değilse, keyifle devam edebiliriz, yeter ki niyetimiz hayr olsun.
Boş vakitler kavramını kullanmadım ama anladığım yönüyle, kastettiğinizi anladığım yönüyle gideyim.
Soruyla başlayım,
Mesela, Milli Eğitim Bakanlığında görev yapan hizmetten bir öğretmenin, hizmet okullarında öğretmenlik yapan bir başka öğretmenden farkı olduğunu düşünüyor musunuz?
Mesela, biri doğrudan hizmet okulunda öğretmenken, diğeri Meb de, ama ikisi de öğrenciye dokunuyor. Mesela, biri istihdam edilmiş, diğeri rızkını dışardan kazanıyor, ama o da öğretmen.
Daha 90 lı yılların sonunda, tevafuk bir ziyarete gittiğim bir büyüğümün matematik zümresine katıldım, ta ozaman, ihtiyaçtan fazla matematik öğretmeni var, diğer arkadaşları MEB e yönlendirelim muhabbeti olmuştu. Ki zaten sonraki süreç, bunu doğal olarak getirdi. Şimdi sorum şu, aynı zümreye katılıp da hizmette öğretmen olan oldu, olmayan oldu, bu niyeti değiştirir mi?
Cenneti cehennemi ayırmak gibi değil mi, hizmeti dar bir alana hapsetmek değil mi bu?
Tersine mühendislik yapalım, o tarz insanlara gündüz yaptıkları okullarda eğitim faaliyetinin hizmet olmadığını, ancak akşamları gittikleri sohbetler, yahut ektradan yürüttükleri sohbetin ancak hizmet olduğunu mu kastediyor sunuz?
Eminim bunu kastetmiyorsunuz. Ama yinede sorayım.
Burada ben öğretmen değilim. Ama gördüğünüz üzere, bir ANA alan öğretmenlikte dahi bakın, zaten bu uygulama yapılmış. Çok daha ayrıntılı yazmıyorum aslında, çünkü sonraki yorumumu okumadığnıızı, Ali beye cevabımı okumadığınızı düşünerek bu örneği genişletmiyorum.
Devam ediyorum, Hizmet, sadece eğitim faaliyeti de değil. Bunu da unutmamak gerekiyor.
Kendi ağzımızla demiyor muyduk, “falanca yerde olmak dahi, 1 yurt hizmetidir” diye. Elbette, ilk dönemler, nice yiğitler, fedakarlık yaptılar, sırtlarına bastırdılar, başkalarına toprak oldular, dileselerdi, onların da yapabilecekleri, sonradan adı hizmet olarak dahi adlandırılan şeyleri dahi kendi zamanlarında bir çeşit dünya gibi gördüler ve koyuldular yollara. Ama fokuslanacağımız nokta o değil. Ben genel bir perspektiften olaya yaklaşıyorum.
Şunu kastediyorsa eğer biri, en iyilerimiz, en hoşlarımız hizmet kurumlarındadır, bu bir olgudur ve çok yerinde bir tespittir. Ama bu hayata açılmayacağımız anlamına gelmez.
Hizmet, boş vakitlerde yapılacka şey değil derken, eğer kamu da, yahut özel sektörde, hayatın değişik ünitelerinde çalışan insanlar kastediliyor ise, onların işlerindeki emekleri , gayretleri “boş vakit uğraşısı, dünya uğraşısı, bizimkisi Ahiret uğraşısı” diye düşünüyorsanız, bence Risale Nuru asıl siz anlamamışsınız.
Emri Bil Maruf, nehyi anil münker.. bir vazife. Kimisi emri bil maruf da olur, lokasyonu, gayreti, pozisyonu ona yeter, bu daha çok kurumsal hizmette de rahat olabilir belki, ve dediğiniz gibi, en has yiğitler, fedakarlar orada olabilir başım gözüm üzerine, ama bu diğerlerinin yaptığını “boş vakit” yapmaz.
Sanrım benim “boş vakitten” kast ettiğim ile sizinkisi aynı değil.
Nehyi anil münkeri hafife almamak gerekir, birilerinin emri bil marufu öndedir, kimisine onun imkanı olmaz, emin olun olmaz, yani yapamaz bulunduğu ortam itibariyle, ama çok güzel nehyi anil münker de bulunabilir.
Herkesin onca baskı altında, “görmeden geçtiği” çok şeyde, onca yolsuzlukta, hakkı hukuku en azından eğmeden devam ettirme gayreti , nehyi anil münker değil midir.
Bu amaçla, o kişilerin yaptığı şeye “boş vakit” denemez. Kaldı ki, ben “boş vakit” derken dahi, o kadar gıpta ettiğim için, herşeye rağmen o girişimlere bir çeşit o gözle baktım, ve bilinçaltımla onore dahi ettim.
Hizmet, kurumlara, istihdam ilişkilerine sığacak bir şey değil, Cengiz hocam.
Herkes yaptığı hizmet alanı ile ilgili HZ. İsa havarisi misali, dönüp dolaşıp en iyisi bu, yalnız bu diyebilir, bu çok da şık birşey,
Ama diğer alanları da hafife alamayız.
Ama, tekrarlarsam, asla şunu reddetmiyorum ve övünerek de söylüyorum ki, benim gözümde, kurumsal yapılarda bulunan abiler, öğeretmenlerimiz vs belli ki seçilmiş insanlar.
Ben entelektüel bir sohbet babında yazdım o satırları. Şimdi bile keyifle okuyorum, bak burada şu kastedilmiş vs deyip hoşuma gidiyor, tabiki öyle değil deyip yazıyorum , Ali beye de yazdım.
Cengiz bey,
Hatırladığım kadarıyla, Necip fazılın, İman ve Aksiyon serisinden bir sahne de bahsedildiği gibi, Hitler, Volgayı geçerken, geçmek için tanklarını öne sürer, ve üstüste sürüleln tanklar ve aralarında bir çok insanda hayatını kaybeder ve geçilir. Feda edilmiştir o tanklar ve o süreçte kimi askerler ister istemez.
Şunu gözden kaçırmıyorum Cengiz bey, birilerinin yaptığı yiğitlik, 20 yaşında yaptığı bir seçim, fedakarca seçim hala da devam ediyor, birileri bunu yaptı, ve o insanlar abilerimiz, büyüklerimiz. Yapılan büyük bir fedakarlık.
Kendimden bahsetmek çirkin birşey olsa da, yakın çervemden haber verirsem, 90 lı yılların ruhunda yaşadık sonuçta, üniversitelerini abilerinin önüne koyup, Boğaziçinin mühendisliklerine, tıpların en iyilerine gidebilecek iken, şakirt o değilde şu olsan denip yönlendirmelere uyarak, istediği değil de, hizmet hedefinin isteğine gönlünü razı ettiği duruma. Ve inanın onlar sadece öğretmenler değildi. Konu öğretmenlik vb de değil zaten.Bunu gözden kaçırmıyorum.
Ama şunu da gözden kaçırmamalıyız ki, insan kaynağı ihtiyacı olduğu dönem başkadır, sonra başka. Risale Nuru okumadığmıı düşünmediğinizden eminim. Risalei Nuru eminim benden daha iyi anlıyorsunuzdur da. Ama ben kendi bakışımla, aklımla, gözlemimle de izahtan geri duramam ki.
Şunu gözden kaçırmamalıyız o nedenle diyorum, zaman değişti, bir zamanların fedakarlıkları vardır kalkar, değişir.
Tam zamanlılık, ilk zamanlara özgü bir şey hizmetin. Çok büyük bir ihtiyaç var, onun üzerine elbette istihdamın hizmette olması gerekiyor. Ama zaman bakın ne gösterdi bize, KHK larla, şunlarla bunlarla, yüzbinlerce de o kökten beslenmiş, yiğit arkadaşlarımız kardeşlerimiz de olmuş.
Gurur duyuyoruz dimi. Hafife de alamayız onları. Ki onları kastettiğinizi de sanmıoyrum. Ama gördüğünüz üzere, zaten herkes istihdam edilmemiş. Bu dediğim bir yönüyle yapılmışta.
İstihdam konusu ve hizmet hedefi iç içe konular zaten. Mesela, daha geçen aklı başında iki dostum, birbiriyle tatlı bir fikir teatisi yapıyordu, biri diyordu ki, bir bankamız, sürat gibi bir kargomuz, finans kurumumuz, televizyonumuz, şunlar bunlar olsun diyordu, bir diğeri diyordu ki, neden daha safça, daha dar ama efektif yapmıyoruz, o emek yerine şunu neden yapmıyoruz diye..
Dikkat ettiniz mi, iki değerli fikir, bunları konuşmak, birilerine hakaret değil Cengiz bey, ne işimiz var parayla pulla kargoyla diyebilir birisi dimi gayet basitçe, bir diğeri de hayır efendim şu şu gerekçeyle lazımdır diyebilir.
Bunları konuşmak, düşünmekte bir beis yok. Benim zerre karar merci olmama rağmen düşünmem de engellenemez ancak. Yeterince bu hayatı yaşadık, gördük.
Ben örnekler üzerinden gittim dikkat ederseniz.
Risalei Nuru herkes okuyor Cengiz Bey, daha bu olaylar olmadan önce, yıl 2015, ortalık kitap kaynıyorken, gittiğim yerde Risalei Nura yazıcılık üzerinden gönül vermiş birisi, hala yazıyormuş. Laf edemem ama biri de bunu bana mutlak yol, tek yolmuş gib isunarsa da elbet düşüncemi söylerim.
Konumuz Risalei Nur vs değil ama madem öyle dediniz anlamak vs üzerinden. Güzel kardeşim, Cengiz bey, Üstadın en has talebesi Hulusi abi, bildiğimiz devlet memuruydu. Üstadın en ateşin, ihtiyacı olduğu Barla döneminde, o genç haliyle bırakıp gelebilirdi, teklif de etmiştir muhakkak, ama üstad devam ettirmiş öyle değil mi. Hulusi abi yanında getirdği, üstadla görüştürdüklerine de Üstad, bırak o işi de en mühim bu dememiş, kaldı ki en mühim iş diyen üstadın ta kendisi, ama en mühim işi gerekçe göstererek dahi o kişileri tam yanına sükrekli olarak çağırmamış. Hayatta görüştükleri, fiziken bilmem ne kadar az bile.
Konuyu dağıtmak istemiyorum. Üzerinde ittifak ettiğimiz şeyler de şüphesiz diye düşünüyorum.
Cerbeze değil niyetim, modern tabiriyle de “pasif kötülük” de değil, kelimelerin ardına sığınarak yapılan, gizlenen. Ben netim Cengiz Bey.
Ve bu hizmetin çilesini, yükünü asla da çektiğimi iddia edemem. O kadar da netim. Ama bu düşüncemi de söylemeden edemiyorum.
Bana şunu derseniz de anlarım:
Hizmet fabrikası, ihtiyaç nedeniyle öğretmen yetiştirdi, yer gök taş kim varsa 80 lerde 90 başında muallim olsun dedi herkes, ihtiyaç vardı, koca bir dünya, asya kapılarını açıyordu, en önemli iş o idi, fabrikanın en büyük ürünü öğretmen yetiştirmekti belki, motivasyonlar ruhlar ona göreydi,
Bir dönem geldi, ihtiyaçlar azaldı, dışarı açılmalar oldu, şuraya buraya gitti, hizmet kurumlara sığmaz oldu..
ve sende bunun ikinci safhasını yaşadığın için sadece o bakıştan bakıyorsun diyebilir, ilkinin tadını alanlar da, sonrakinin yavanlığını görüp, ilk ruhu esas kabul edebilir.
Bunu anlarım, ilk dönem ruhunu vs, sonrakilerin biraz daha yavan olduğunu da hatta kabul ederim, ama bu sonucu inanın değişmez.
Hizmet bir meyve tarlası ise, tek yetişeni karpuz değil. Herşeyi karpuz yetiştiremk üzere ayarlamak, tüm kaynakların boşuna harcanması olur.
Bilmiyorum daha da nasıl teşbih yapılabilir.
Zaman değişiyor, bizim istediğimiz, alıştığımız gibi bir hizmet ile zamana uygun, efektif rantabl hizmet arasında fark olabilir.
Tekrar söylersem, incitici, kırıcı olmak istemiyorum. Kastı aşan birşeyi yazdığımı da düşünemdim aslında, ama daha çok izah etmelilydim demek ki.
Konuyu minvalinden çıkarmamaya çalışsam da, çekilen yerler nedeniyle, mecburen de dağıtmak zorunda da kaldım farkındayım. Açılan her konu, yeni sorulara da gebe olabilir.
Güzel kardeşim, Cengiz Bey, sanırım meramım anlaşılmıştır. Ve zevkle devamını yazarım.
Benim için önemli olan, gerçekten bir şeyi tadında tuzunda konuşabilmek.
Burada yorum yazan arkadaşların dedikleri gibi olayım sorun değil, ama lütfen insaflıca en önemlisi de akıllıca satırlarımı okusunlar.
Burası sesli ortam değil ki, şu satırları yazana kadar bile zaman alıp başını gidiyor, okumaya düzeltmeye dahi fırsat yok, makale de değil. Kaldı ki, bir arkadaşa da yazdım, ve siz abilerimi kardeşlerimi tenzih ederim “lafın çoğu aptala anlatılır” mantığıyla da kısa yazdım. Uzun da yazmak geçse de içimden, bu şöye mi anlaşılır diye.
Cengiz Bey, hizmet çok büyük birşey. Şu tehlikeyi gerçekten ben kendimde görüyorum ki siz de görün inanın.
Mevlana Halide, üstad öncesi zata, o devrin tekkeleri vs tıpkı bugünkü gibi bayrak açmış hizmete şu an açıldığı gibi, kalben ruhen Kuranı sünnete karşıdır kanaatine ulaşmışlar ve ZULM ETMİŞLER.
İlginç ki, aynı mevlana Halid talebeleri, taleberinden ziyade o kol diyeyim, Üstad Bediüzzamana zulmetmişler, karşı çıkmışlar. Ve çok daha ilginçi bu sefer de Bediüzzamanı temsil ettiğini söyleyenler Hizmete, hocaefendiye demediğni bırakmayıp, tekfirciliğe kadar götürüyorlar işi.
Demem şu ki, mevcut halde de, sanki benim anlatımlarımda bahsettiğim insan modeline karşı bir KÜÇÜMSEME, HAFİFE alma, hizmeti esas o kurumsallıkla anmak, onu temsil edenleride temsil eden esas kişiler olarak görmek … işte bu bir tehlike olabilir. Zararsız ama bir tehlike olabilir.
Test edilmeyen hiçbir iddia yoktur.. demişler. Mesela, “boş vakitlerinde” espri olarak kullanalım, hizmette istihdam edilmeyen nice kişiler gıklarını çıkarmadan hapiste yattılar, yatıyorlar. Benmisenin onun hepimizin bildiği dostlarımız.
Belki bir kurumsal kimlik altında olmadılar ama bu pasif duruşlarıyla, güzel sabırlarıyla hiç aşağı bir imtihan vermediler.
Yani, ayağı başı, istihdam edileni etmeyeni birbirine girmiş haslıkta bir örnek durum var Cengiz Bey.
Ve bu sefer herkesi anarak söylüyorum ki,
Asıl gördüğüm tehlike şu ki, sanırım bir gün hepimiz, yepyeni bir jenerasyonun bu işi şöyle yapalım dediğnde, bu sefer bizlerde onların karşısına dikilip, tekfir edicez, Risalei Anlamamışsın sen arkadaş diycez, bunu diycez..
Bu böyle olmuş hep, olacağa da benzer.
Lgbt nin, yapay zekanın, insan ilişkilerin, metaversin konuşulduğu, tuhaf mı tuhaf insan ilişkilerinin olduğu bir dünyada, bir sohbet çatısı altında kendini saklamak, bir kurum altında mevcudu muhafaza etmek elbet güzel, ama inanın gelecek çok başka, ve o geleceğin namzetlerinin yetişme modeline belki de ilk biz karşı çıkıcaz.
Bunlar faraza tabi.
Niyet hayr, akıbet hayr olsun.
Yazarsanız itirazlarınızı, şerhlerinizi gerekli olursa bende cevabını veririm. Yoksa şimdiden teşekkür ederim. Tek tek herkese cevap mukabilinde bu cevap burada olsun.
Hürmetle..
Türkiye de en dinamik hizmetler, yarı zamanlı denilen, rızkını dışardan kazanan, mesleğini hizmet dışı kurumlarda icra edenlerde çıktı.
Yalan!
Kendini %100 tam zamanlı olacak..