YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, 20 Ekim 2024 tarihinde Hakk’a vasıl oldu. Bugünlerde talebeleri ve sevenleri onunla yaşadığı tatlı hatıralardan bahsediyor, bu sonsuzluk yolcusunun insanlığa yaptığı bereketli hizmetleri konuşuyor. Anlatılanlara, konuşulanlara baktığımızda onun, hayatını hiç boşluk bırakmayacak şekilde dolu dolu yaşadığını görüyoruz. Hakk’a ve halka hizmet mevzubahis olduğunda hep ön saflarda koşmuş. Dur durak bilmeden gaye-i hayalini gerçekleştirmeye çalışmış. Ulaşabildiği herkesin sinesine i’la-i kelimetullah dert ve ızdırabını saçmış. Kur’ân ve Sünnet’ten süzülen fikirleriyle, ruhlara nüfuz eden sözleriyle, ceyhun olup akan gözyaşlarıyla, herkese güven vaad eden samimiyet ve temsiliyle altın bir nesil yetiştirmiş. Ve daha neler neler yapmış…
Hemen ifade edelim ki onu büyük yapan şey, sadece yaptıkları değildir aynı zamanda yapmak isteyip de yapamadıklarıdır da. Yani âli himmet olmasıdır. Hep büyük hayallerin peşinden koşmasıdır. Yüce ideallere, yüksek mefkurelere kilitlenmesidir. Ufkunun enginliğidir. Niyet ve hedeflerinin kuşatıcılığıdır. Bütün insanlığı kucaklayacak vicdan genişliğidir. Hep yükseklere talip olması, gözünü hep zirvelere dikmesidir. Elindekilerle yetinmeyi dûnhimmetlik görüp sürekli “hel min mezid” (Daha yok mu, artırılamaz mı) demesidir. Çıtayı hep yükseklere koymasıdır. Ömür boyu sahip olduğu potansiyelleri inkişaf ettirebilmek için çırpınıp durmasıdır. Allah’a duyduğu sarsılmaz güveni sayesinde sebeplerin sınırlılığına takılmamasıdır. Esasen ortaya çıkan hizmetler de bir yönüyle onun bu yüce himmetinin bir semeresidir.
İnsanın Hak katındaki yüceliği, himmeti ile ölçülür
Bediüzzaman Hazretleri, bir insanın kıymetinin, himmeti nispetinde olduğunu ifade eder ve ardından sonra şöyle der: “Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başına küçük bir millettir.” Hocaefendi de aynı hakikati şöyle seslendirir: “İnsanın Hak katındaki yüceliği, himmetinin yüceliğiyle ölçülür.” İşte bu sebepledir ki Hocaefendi’nin büyüklüğü icraatlarından daha ziyade iç dünyasında, yani güçlü imanında, sönmeyen ümidinde, kâinatları kuşatan şefkatinde, engin niyetlerinde, büyük hayallerinde, derin hülyalarında, mukaddes ideallerinde aranmalıdır. Kendisi bir yerde bunlardan şöyle bahseder: “Ben, yıllar var ki her sabah gerçekleşeceğini umduğum emellerimin üzerime düşen gölgeleriyle uyanıyorum. Hiç düşünmedim/düşünmek istemedim hülyalarımda tüllenen aydınlık günlerin gelmeyeceğini ve abes saymadım intizarda geçen günlerimi. Her gün ufuklar aydınlanırken, yorgun gözlerimle uzaklarda beliren nice karaltılarda bıkıp usanmadan emellerimi, ideallerimi heceleyip durdum.”
Arapça bir sözde şöyle denir: هِمَّةُ الرِّجَالِ تَقْلَعُ الْجِبَالَ “Gayret ve irade erlerinin himmeti, dağları yerinden söker.” Şimdiye kadar dünyanın kaderini değiştirenler de hep bu tür insanlar olmamış mıdır? İnsanı doğru bildiği yolda ölesiye koşturan güç kaynağı, kilitlendiği gaye-i hayalidir, iç heyecanlarıdır, metafizik gerilimidir. İnsan, hayal etmediği, rüyasını görmediği, peşinden koşmadığı şeyleri gerçekleştiremez. Yürüdüğü yolda önüne çıkan engelleri, sarp yokuşları, kandan irinden deryaları aşması peygamberane bir azim ve kararlılığa sahip olmasına bağlıdır. Ten kafesine hapsolanlar, arzu ve heveslerine tutsak yaşayanlar, dünyanın çekim gücüne kapılanlar, bir darlığın kurbanı olarak hayatlarını yaşayanlar büyük işler başaramazlar.
Asla ümitsizliğe düşmedi
Hocaefendi’nin bu âli himmetidir ki ona müthiş bir mücadele ruhu kazandırmıştır. O, hiçbir zorluk karşısında ümitsizliğe düşmemiş, pes etmemiştir. Sürekli kapalı kapıları zorlamış, olmazları oldurmaya çalışmıştır. Önüne çıkan her fırsatı gayesi istikametinde değerlendirmesini bilmiş, sahip olduğu bütün imkânları bu istikamette seferber etmiştir. Sürekli yüksek iradeli olmaktan, iradenin hakkını vermekten bahsetmiş ve kendisi de bunu fazlasıyla yapmıştır. Ne hasımlarının bitip tükenme bilmeyen düşmanlıkları ne de dostlarının vefasızlığı onu yürüdüğü yoldan döndürebilmiştir. O, problemlerin büyüklüğü altında ezilmemiş, hiçbir zaman çaresizliği kabul etmemiş ve her zaman alternatif yollar arayışında olmuştur. Bütün bunlar sayesinde o, pek çok insan açısından olmaz gibi görünen şeyleri oldurmuş, hayal dahi edilemeyen güzelliklere vesile olmuştur.
Hocaefendi’nin bu yüce himmeti, hayatının her bir karesine yansımıştır; dualarına, ibadetlerine, nefisle mücadelesine, insanî potansiyellerin inkişafına, dünyayla ilişkisine, i’la-i kelimetullah ufkuna, sebeplere riayetine, Allah’a güven ve itimadına, inkılapçı ruhuna, insanlığa hizmetine, dünya sulhunu sağlama gayretlerine… O, bütün bu alanlarda hep mükemmeli aramış, ahsenin (en güzelin) peşinde koşmuş, her işini itkan üzere yapmaya çalışmış, hep alternatif yollar düşünmüş, sürekli sınırları zorlamış, ömrünü derin bir muhasebeyle yaşamış, mevcudu yeterli görmeyip hep bir arayış içinde olmuştur. Çevresindeki insanlara da aynı duygu ve düşünceleri aşılamaya çalışmış, onları şekilcilikten, darlığın mahkûmu olmaktan, hayatlarını ucuza satmaktan, zihin konforundan kurtarmış ve insan-ı kâmil olma yolunu göstermiştir. Bir vaazında söylediği gibi onlara sadece sahabeyi anlatmamış, onları sahabe olmaya çağırmıştır.
Himmetinizi yüksek tutun!
Onun dini yaşama ve uhrevi nimetlere mazhar olma konusundaki şu yaklaşımı himmetinin yüksekliğini çok güzel ortaya koyar: “Rabbimiz’den sadece Cennet’in bir köşesine bizi kabul buyurmasını istemek, himmetin düşüklüğüne delildir. Hâlbuki Allah bize himmetimizi yüksek tutmamızı öğretmektedir. Himmetimizi yüksek tutmalı ve O’ndan, müttakilere bizi imam kılmasını, onlara şefaat edebilme salâhiyetini vermesini talep etmeliyiz… Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına göre dünya Cenâb-ı Hakk’ı görmek için müsait bir temâşâgah, bir mirsat olmadığından, Allah burada görülemez. Gördüm diyenlerin gördükleri esasında mir’at-ı ruhlarına göre bir tecellîdir. Bununla birlikte muhalfarz bir insan bu mazhariyete erse, yine de himmet o kadar âlî olmalı ki “Dahası yok mu bunun?” demelidir.” (Cemre Beklentisi, s. 172)
Hocaefendi, iman konusunu anlatırken sık sık Bediüzzaman’ın Âyetü’l-Kübra risalesinde anlattığı doyma bilmeyen yolcuya atıfta bulunur ve onun gibi olunması gerektiğini vurgular. İnsanın taklidi imanı yeterli görmeyerek tahkiki imanı elde etmesi, her gün imanını bir kere daha tazelemesi, imanda yakine ermesi ve yakinde de mertebe katetmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur. Sahip olunması gereken imanın keyfiyetini şu sözlerle ortaya koyar: “Riyaziye-i kat’iyede iki kere ikinin dört etmesinde belki şüphem olabilir. Ancak imana ait hakikatler bende öyle bir kanaat hâsıl ediyor ki doğruluğunda zerre kadar şüphem yoktur!” diyebilecek şekilde, Richter ölçeğine göre on şiddetinde bir depreme maruz kalınsa bile sarsılmayacak sağlam ve güçlü bir imana sahip olunmalıdır.” (Yolun Kaderi, s. 155)
Hocaefendi’nin âli himmet oluşu yaptığı dualara bile yansımıştır. Bu konuda onlarca örnek verilebilir. Hatta onun duaları sadece bu açıdan ele alıp incelenebilir. Biz konuyu uzatmama adına şu iki örnekle iktifa edelim: “Allah’ım, Sen istidatları daha da inkişaf ettirebilirsin. Senin kaderinin yanında kaza’n kaza’nın yanında da atâ’n vardır. Kaza buyuracağın şeyleri atânla değiştirebilirsin. Bize nâmütenâhî istidatlar bahşeyle! İstidatlarımıza yeni yeni inkişaflar lütfeyle! Bizi her şeyi daha doğru okumaya, daha doğru değerlendirmeye muvaffak eyle!” (Yenilenme Cehdi, s. 170) “Allah’ım, ben şu meselede 30-40 cümle ile senden bir şeyler istedim. Hâlbuki enbiyâ, asfiyâ, evliyâ, mukarrabîn ve ebrârın istediği veya istenmesi gerekli olan nice şeyler vardır ki istememişimdir; ben onları bilememiş, idrak edememiş, istememiş olabilirim. Şimdi bu mülâhazaların hepsini birden nazara alıyor, bütün ruhumla Sana bir kere daha teveccüh ediyor ve rahmet kapının tokmağına dokunup inliyorum.” (Prizma-1, s. 173)
Kur’an en az ayda 1 hatmedilmeli
Hocaefendi’ye göre Kur’an’a karşı vefanın alt sınırı ayda bir onu hatmetmektir. Teravihin hatimle kılınmasını tavsiye etmiş fakat kendisi bunu da yeterli görmeyerek teravih namazlarını üç hatimle eda etmiştir. Aynı şekilde mukabele sünnetine riayet etmiş fakat meseleyi bir adım daha ileri götürerek ayetleri mealleriyle birlikte okutmuş ve ihtiyaç gördüğü yerlerde açıklamalar yapmıştır. Dolayısıyla Ramazan günlerinde gününün iki, üç saatini mukabeleye ayırmıştır. Bunun yanı sıra Hocaefendi’nin Kur’an’a müthiş bir güveni ve teveccühü vardır. Ömrünü âdeta onu anlamaya adamıştır. Ama anladıklarını da hiçbir zaman yeterli görmemiş ve “Ne acıdır ki bugüne kadar biz onlardan gerektiği gibi istifade etmesini bilemedik. Kalb ve kafa bütünlüğüne erip, bir gavvas gibi Kur’ân ummanına dalamadık.” (İrşad Ekseni, s. 149) sözleriyle hep fazlasını talep etmiştir.
Hocaefendi, ibadetlerin özü ve usaresi sayılan namazı duyarak, hissederek, hakkını vererek, iç ve dış tadil-i erkânına riayet ederek, huşu ve hudu içinde, kimin huzurunda durduğunun şuurunda olarak kılmaya ayrı bir önem verir. Onun şu sözleri maksadımızı anlatmaya fazlasıyla kâfidir: “Namazın hakikatini idrak etme hususunda yüce himmetli olmalı; Cenab-ı Hak’tan selef-i salihinin ibadet aşk u iştiyakını, onlardaki kulluk temkinini dilenmeli ve namazı şuurluca ikame edebilmek için inayet-i ilahiyeyi talep etmeliyiz. Belki her birimiz şöyle demeliyiz: “Allah’ım, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı hangi enginlikte ikame ediyor idiyse bana da o idraki lutfeyle; namazın manasını benim ruhuma da duyur. Rabbim, ben de Peygamber Efendimiz’in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimin bütün zerrelerinde duymak istiyorum.. namaz esnasında Sen’den başka bütün mülahazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyorum.. Ne olur Allahım, bu lütfunu bana da nasip eyle!” (Diriliş Çağrısı, s. 292)
Nefsi sıfırlamak!
Büyük zatları örnek alma konusundaki şu yaklaşımları bir taraftan onun himmet ufkunu gösterirken diğer yandan bize de onun mirasına nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda ipucu vermektedir. “Şimdi bu büyük zatların yaşadıkları hayata, ulaştıkları seviyeye bakıp “Böyle bir hayat yaşanamaz, yaşanması mümkün değildir!” diyerek onları tamamen mütalaadan dûr edersek yanlış yapmış ve böyle bir irfan menbaından kendimizi mahrum bırakmış oluruz. Zira bu büyük zatlar yaşadıkları hayat ve ortaya koydukları dinî düşünce ve telakkiyle bizim önümüzde bir ufuk açmakta, hedef belirlemekte ve gaye-i hayalimizin şeklini değiştirerek bizi meâliye müştak hâle getirmektedirler. O hedef ve gayeye ulaşamasak bile nazarlarımızı onlara tevcih etmemiz neticesinde, hep yüksekleri kollar, himmetimizi âli tutar ve böylece sürekli bir inkişaf ve terakki yolunda bulunmuş oluruz.” (Cemre Beklentisi, s. 86)
Onun dini yaşamasında âlî himmet oluşuna dair daha birçok misal verilebilir. Söz gelimi günahlar karşısındaki kararlı tavrı, hayallerini dahi günah kirlerinden temiz tutma gayreti, töhmet mahallerine yaklaşmaması, şüpheli şeylerden uzak durması, hatta takvanın bir gereği olarak bazı mubahları bile terk edişi misal verilebilir. Nefisle mücadele adına yaptığı riyazetler, nefsini nasıl yerden yere vurduğu, her fırsatta onu sıfırladığı anlatılabilir. Sebeplere kılı kırk yararcasına riayet etmede hiç kusur etmediği ama sonuçları Allah’a vermede de son derece gayur olduğu izah edilebilir. İsraf konusunda tekellüf sayılabilecek ölçüde nasıl dikkatli yaşadığına veya mukaddesata son derece saygılı olduğuna dair örnekler verilebilir. Onun tevazuda, vefada, cömertlikte, rıfkta, insan sevgisinde ve daha başka ahlaki hasletlerde nasıl zirveleştiği anlatılabilir. Fakat biz onun dinini yaşama konusunda mükemmele talip olduğuna işaret sadedinde bütün bunlara temas etmekle yetineceğiz.
Başkaları için yaşamak!
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin âli himmet oluşunun en önemli tezahürlerinden biri de başkaları için yaşaması, diğerkâmlığı, adanmışlığı, ülkesine, ülküsüne, dinine, milletine, insanlığa hizmet etme aşkıdır. Ve bu aşk onun çocukluğuna kadar uzanır. Şu sözler bunun en büyük kanıtıdır: “Her insanın gönlünde yatan bir arslan, doğuştan getirdiği bir hedef vardır. Bu hedef herkes için değişik olabilir. Fakat ben 12-13 yaşlarında Erzurum Kurşunlu medreselerinde ders görürken, bir elimde Arapça kitabı, diğer elimde harita olur ve ‘Allah’ım, bir zamanlar olduğu gibi dünya muvazenesinde sözü dinlenir bir ülke hâline tekrar nasıl gelebiliriz?’ der, çocuk yaşımda bunun planlarını yapardım. Ben, bu hülyalarla büyüdüm. Hayatta bunun dışında bir hedefim olmadı. İyi bir evim olsun, çocuklarım olsun, arabam olsun, bunlar katiyen aklımdan geçmedi.” (Röportaj, Sabah, 13-27 Ocak 1997)
Aynı şekilde o, bir televizyon konuşmasında, gençliğinden bu yana milletinin bir fanus içine konulmak istenmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, “Bizden insan çıkmaz. Biz, kâşif ve mucit yetiştiremeyiz.” şeklindeki ümitsizlik ifade eden düşünceleri hiç kabullenemediğini söylemiş ve hep bu fanusu kırmanın, milletin ayağındaki prangaları, boynundaki tasmaları çıkarıp atmanın hayallerini kurmuştur. (Kanal D, 16 Nisan 1997)
O, insanlığa hizmet etme noktasında sınır tanımamıştır. Bir gün gözü duvarda asılı duran Osmanlı haritasına takılmış ve “Kaldırın bunu, ufkumu daraltıyor!” demişti. (“Ufuk Turu” Röportajı) Zira onun hedefinde bütün insanlık vardı. Sahip olduğu inanç ve değerlerin insanlığa sulh ve huzur getireceğine, sürüp giden çatışma ve kavgaları sonlandıracağına inanmış ve bunları dünyanın her bucağına ulaştırabilmenin yollarını aramıştır. Hatta dünyada ulaşılmadık insan kalmasa, “Acaba oralarda derdimizi, davamızı anlatabileceğimiz birileri var mıdır?” diyerek gözümüzü Mars’a ve diğer gezegenlere dikmemiz gerektiğini ifade etmiştir. Türkçe olimpiyatlarında Marslı taklidi yapan çocuk öyle hoşuna gitmişti ki günlerce ondan bahsetmiş ve himmetin âli tutulması gerektiğini söylemişti.
Ulaşılmayan bir insan bile kalmamalı
Hocaefendi’nin şu sözleri onun himmet ufkunu anlama adına önümüze ışık tutar: “Çıtalar hep yükseğe konulmalı, himmetler hep âli tutulmalı. Mesela Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna, Antartika’dan Grönland’a kadar nerede insan varsa bunların tamamına ulaşma, bunların tamamını belirli fasl-ı müşterekler etrafında bir araya getirme, anlaşma ve uzlaşmalarını sağlama hedeflenmelidir. Dünyada duygu ve düşünce tayflarımızın ulaşmadığı bir yer bırakmamaya çalışmalıyız. Hedef ve ideallerin yüksek tutulması, niyet ve azimdeki enginliğin bir yanıdır. Bu tür duygu ve düşüncelerle oturup kalkan bir kimseyi, Allah, ideallerini gerçekleştirmiş gibi mükâfatlandırabilir.” (İmtihanlar Kuşağı, s. 188)
Onun hayvanlar içinde en çok sevdiği hayvan küheylan, kuşlardan ise üveyktir. O, küheylandan bahsettiğinde ölünceye, çatlayıncaya kadar dur durak bilmeden, yorulmadan davası uğruna nefes nefese koşan kimseyi kasteder. Yükseklere çıkan ve kanatlarını gerip uzun süre yükseklerde kalan bir kuş olduğu için de üveyki misal verir. Her ikisi misal de himmet yüceliğine işaret eder.
Hocaefendi’nin karşılaştığı fikirlere, olaylara, yapılara, sistemlere teslimiyetçi bir şekilde değil de sorgulayıcı bir tarzda yaklaşması da onun âli himmet oluşunun başka bir tezahürüdür. Zira bu sayede o, var olan eksiklikleri görür, problemleri teşhis eder ve ardından kendi tekliflerini, çözüm önerilerini, alternatifleri ortaya koyar. Fakat bununla da yetinmez ve aklına gelen çözümler üzerinde düşünmeye, bunları tashih etmeye veya bunlara yenilerini eklemeye devam eder. Sürekli yeni fikirler, yeni yaklaşımlar, yeni çözümler teklif eder. Eksikleri telafi etmenin, kemale yürümenin yolu da bu değil midir?
Her problemin bir çözümü vardır!
Yapılması gereken işler karşısında “yapamadık, edemedik” şeklindeki cevaplardan fevkalade rahatsız olur. Zira ona göre her problemin mutlaka bir çözümü vardır. Biz onun yolunu yöntemini bulamamış veya ortaya koymamız gereken ceht ve gayreti ortaya koyamamışızdır. Aynı şekilde onun, yapılması gereken işlerin ertelenmesine, savsaklanmasına, ağırdan alınmasına tahammülü yoktur. Keza baskı ve tazyikler karşısında eli kolu bağlı oturmayı, çaresizce beklemeyi de içine sindiremez. Onun yaklaşımı şudur: Eğer bizi Yusuf gibi kuyunun dibine atacak olsalar, pençelerimizle kuyuda kertikler oluşturup oradan çıkmanın bir yolunu bulmalıyız. O, mevcut şartlar ve imkanlar ölçüsünde mutlaka gaye-i hayal istikametinde bir şeyler yapılabileceğine inanır.
Hülasa, Hocaefendi’nin sözlerinden, eserlerinden, tecrübelerinden hareketle onun duygu ve düşünceleri, hedef ve idealleri, hayal ve hülyaları da anlaşılmadıkça onu hakkıyla tanımak mümkün olmaz. Hocaefendi’yi birçok âlim ve entelektüelden ayıran temel özelliklerden biri de onun sahip olduğu bu vicdan enginliği, ruh yüceliği ve âli himmetidir. Yazıyı onun şu sözleriyle noktalayalım: “Yüksek düşünceleri, yüce gayeleri, büyük ve evrensel projeleri ancak, her zaman yüksek uçabilen, uzun soluklu; yürüdüğü yolda hız kesmeden yürüyen, durduğu yerde kararlı duran, uhrevî zevklerle gerilmiş karasevdalılar gerçekleştirebilir.”