Hizmet’in stratejik vizyonu ve ırkçılık sorunu

YORUM | UĞUR TEZCAN

İster bağlı olduğunuz grubun ideolojisi istikametinde olsun, ister İslam’ı farklı yorumlayan anlayışlarınızın tesiri altında olsun Hizmet Hareketinden rahatsızlık duyuyor, metodlarını tasvip etmiyor veya topyekün nefret ediyor olabilirsiniz. Bunu Türkiye’nin şartları göz önünde bulundurulduğunda çok garip karşılamıyorum. Zira sizler, yıllar boyunca birbirine karşı kin güttürülerek, nefret ettirilerek, ötekileştirilerek, cahil bırakılarak ve parçalanarak yönlendirilmeye alıştırılmış kayıp bir neslin fertlerisiniz. O dar kalıpları aşıp öteki olanla empati kurabilmenizi ve iletişim tesis edebilmenizi beklemek omuzlarınıza fazlaca yük bindirmek anlamına geleceği için bu size karşı bir nevi haksızlık etmek anlamına bile gelebilir. Anormalliklerin sıradanlaştığı, sürekli düşman üreterek yaşamanın artık bir norm halini aldığı, kimseye güvenmemenin geçer bir akçe olduğu böyle bir ortamda sizlerden içine hapsolduğunuz fasit dairenin zincirlerini kırıp insanlığınızı ve Müslümanlığınızı zamanın ruhuna göre yeniden inşa etmenizi beklemek sadece ütopik hayaller kurmak anlamına gelebilir.

İşte Hizmet Hareketi böyle bir toplumun içinde neş’et etmiş olan bir harekettir. Nefretle, ümitsizlikle, vizyonsuzlukla ve cehaletle zehirlenmiş bir toplumun içinde kendine özgü; ama Kur’an’dan süzülen bir vizyonla kök salmaya başlamış; kayalıklarda biten nadir ve nadide bir çiçek gibi filiz vermeye yüz tutmuş bir oluşumdur. Mükemmel değildir elbet; içinde yetiştiği toplumun bazı hastalık, hata ve kusurları onun da üzerine bulaşmış olsa da o, onları ‘Allah rızası’ bahçelerine yağan rahmet yağmurları altında yıkamaya azmetmiş ve öyle bir azimle de o kayalıklar arasında kök salmaya niyet etmiş bir harekettir.

Cihat düşüncesi belli bir döneme kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli hayat anlayışı olmuş olsa da; onu Batı’ya açılmaya yönlendiren ileri görüşlü vizyon onun için daha önemli bir hayat kaynağı olmuştur ve ona önemli bir varolma sebebi kazandırmıştır. Birincisi ona hareket için geçerli azim, irade ve enerjiyi vermişken, ikincisi de o harekete bir pusula gibi yön vermiş, istikamet sağlamıştır. Kendi etrafındaki kendi gibi olan gruplar, beylikler ve ülkelerle gerekli olmadıkça uğraşıp zaman kaybetmemiş, ona sürekli enerji kaybettirecek ve onu kısır bir çekişmenin içine hapsedebilecek öyle itiş-kakışlardan uzak durmaya çalışmıştır. Eğer kendisini sürekli olarak öyle bir çekişmenin içine çekmeye çalışan Pers de olmasaydı eminim ki Osmanlı, daha değişik formlarda da Batı’ya ve hatta Okyanus ötesine açılmaya gayret gösterirdi. Bu anlayışla olsa gerek, o; belli kadrolar için yetiştirdiği insanları bile o dar kalıplı fitne ortamlarında yetişen, zihinleri kabilecilik ve grup aidiyetçiliği gibi anlayışlarla bulanıklaşmış, kendi dar kalıpları ve çekişmeleri içine hapsolmuş çevrelerin çocuklarından değil de kendi vizyonu ve İslami anlayışı ile yetiştirdiği devşirme çocuklardan seçmiştir. Bu da aslında bir nevi açılımdır ve zamanın şartlarına bağlı olarak düşünülmüş önemli bir stratejidir.

Hizmet Hareketi de benzer bir yol izlemektedir. Kurduğu kurumlar aracılığıyla hamasetten uzak bir anlayış izleyerek kendisine ait bir kulvar çizmiş ve önemli bir vizyon geliştirmiştir. Bu vizyonu Türkiye’deki bir çok kesim, girişte belirttiğim reflekslerden ötürü, anlayamasa veya kabul etmese de, o; Kur’an ve Sünnet’ten harmanlanan önemli bir anlayıştır. Hareket de tıpkı Osmanlı gibi o hastalıklı ve sürekli fitne kazanı gibi kaynayan zehirleyici ortamın didişmelerine bulaşmak istememiş, kendisini sürekli olarak eleştiren, hor ve hakir gören, aşağılayan, ithamlarla suçlayan, belli itiş-kakışların içerisine çekmek isteyen gruplarla gereksiz tartışmaların içine girmemiş; hatta kendisini onlara anlatma veya kabul ettirme gibi bir endişeye de kapılmadan ve vakit kaybetmeden o zehirleyici, hamasileştirici ortamdan uzak durmaya çalışmıştır. O toplumun içinden kurtarabilediği kadar insanı eğitip, bilinçlendirip, kurtarmaya çalışarak belli bir kıvama ulaşmış, sonra da ulaşabildiği kadar farklı kesimlerden aklı selim sahibi kişilerle diyalog kurmaya çalışmıştır. Kendi ülkesinde belli bir noktaya kadar kök salar salmaz da gözünü hemen diğer toplumlara açılma yollarına dikmiş ve dünyanın bir çok ülkesine açılım yapmıştır. Bu vizyon ona hep bir zindelik kazandırmış ve ona önemli bir istikamet vermiştir. Zaten sosyolojik anlamda da olması gereken budur. Tarih boyunca yaşanan tüm göçler bile yaşadıkları fesat ve bozuk ortamların tesis ettiği kabz halinden sıyrılmaya çalışan insanlarca yapılmış ve bu onlara yeni bir canlılık vesilesi ve dinamizm kazandırmış ve onların yeni idealler, kabiliyetler ve bakış açıları geliştirmelerini sağlamıştır.

Zira Türkiye ve Ortadoğu coğrafyası her düşünceyi ve hareketi kendi dar kalıpları, hastlalıkları, itiş-kakışları, milliyetçilik, devletçilik, lider tapıcılık, çıkarcılık vb. bir çok asit kuyusu içinde eritebilecek bir ortamdır. O hastalıklı bünyenin evlatları ile uzun soluklu bir sistem kurmak bugün için pek mümkün görünmemektedir. Ülkenin bugün geldiği nokta tüm İslami grupların durumları da göz önüne alındığında bunun göstergesidir. Onlar ileride kendilerine şefkat edilip eğitilmeleri ve ellerinden tutulmaları gereken, İslam’ın ve ahlaki kaidelerin kendilerine yeniden öğretilmesi icab eden bir kitledir. Hizmet’in diğer toplumlara açılıp oralarda ‘’sulh adacıkları’’ oluşturabilmesi, Türkiye’deki o kabz halinden sıyrılmaya çalışarak dışarıda kendine yeni bir kimlik oluşturabilmesi ve evrensel bir bakış açısı kazanabilmesi ancak bu sayede mümkün olabilirdi. Bu açılımın amacı sadece yaklaşan muhtemel savaşları önleme adına bir gayret değildir veya artan ırkçılık sorununa karşı dünyaya bir çözüm sunma gayreti de değildir. Dediğim gibi, bu, sosyolojik bir gerekliliktir! Dün cahilce tavırlarla Hizmet’in bu açılımlarını eleştiren kesimler o kabz halinin tesiriyle bugün Siyasal İslamcı AK Parti’nin (İslami) değerleri bir buldozer gibi ezen kötücül ve fesat devletçi yöntemleri altında ezilmişler ve pert olmuşlardır. Bunu halen farkedemememiş olmaları da çok acıdır. Hasarla kurtulabilen bazılarının ileride geç de kalmış olsalar tamamiyle Hizmet Hareketini taklit etmeye çalışacaklarını da göreceksiniz. Bunu kısmen de olsa yapmaya başlayanlar olmuştu zaten.

Vizyon; bir kurumun ileriye bakan yönünü ve felsefesini ifade ederken, misyon da o hedefe ulaşma adına bugün ne yapıyor olduğunun serencamesidir. Strateji ise o vizyonu başarmak veya idame ettirmek için ne tür yöntemler izlenildiğiyle alakalıdır. Hizmet için bu üç husus o kadar iç içe geçmiştir ki, ben o nedenle hizmetin vizyonu kelimesinden ziyade, Hizmet’in ‘stratejik vizyonu’ tabirini kullanmayı daha uygun görüyorum. Çünkü onun vizyonu ve stratejisi, eksiklik ve kusurlarına rağmen, sürekli aksiyoner olmayı ve inşa edici olmayı gerektiren, yöntemleri ilmek gibi hem günlük misyonunu hem de ileri soluklu vizyonunu an be an dokuyan bir harekettir.

Yıkmanın çok kolay olduğu ve çok da tercih edildiği böyle bir zaman diliminde sadece imanı değil, insanı da, toplumu da yeniden inşa etmeye çalışmak alışılmadık bir vizyon ve sürekli aksiyon gerektiren gayretlerdir. Değişik kültürlerden, ırklardan ve dinlerden insanları; insanlık, adalet, insana saygı, kardeşlik, birlikte yaşama, diyalog kurma gibi yapıcı hedefler doğrultusunda bir araya getirmeye çalışmak, en azından saygı duyulması gereken çabalardır. Bizim topraklarımızda henüz tam olarak anlaşılmasa da ve ihtiyaç duyulmasa da dış dünyada önemi gittikçe daha iyi anlaşılmaya başlanmış değerlerdir bunlar. Geleceği de bu yöndeki gayretler belirleyecek ve şekillendirecektir.

Dünya politik yönden sürekli nefret üretirken ve bir medeniyetler çatışması üretme istikametinde hızla ilerlerken bunun aksine olarak insanlık vicdanında, paralel bir düzlemde, daha yapıcı bir anlayışın da doğuyor olduğunu gören gözler görüyor. İnsanlık bir hiss-i kable’lvukû ile yaklaşan bazı çılgınlıkları ve kaosları önceden seziyor. İlkeli hareket eden, ahlaki ve hukuki bir yaşantı anlayışı ve sistem geliştirebilme becerisi olan insanlar ve topluluklar çoktandır belli arayışların içerisine zaten girmiş durumdalar. Hizmet’in açılım sağlama ve her yerde olma, önemli merkezlerde sulh adacıkları oluşturma, değişik toplumlarla diyaloglar kurma gayretleri o psiko-sosyolojik gelişmeler trenine çok geçmeden eklemlenme, ona bizim değerlerimize ait bir renk, bir ses, bir nota katabilme gayretleridir. Bu bakış ve gayret değerli bir basirettir, bir kabiliyettir ve Allah’tan bir lütüf ve ikramdır.

Bu satırları duygusal bir düzlemde belli bir tarafgirliğin tesiri altında yazdığımı düşünenler çıkabilir ki ona da saygı duyarım; ancak ben şahsen bu yazıda kabaca çizmeye çalıştığım gibi meseleyi sosyal ve psikolojik bir zeminde değerlendirdiğimi düşünüyorum. Bir yandan dünyada hızla artan ırkçıklık ve faşizm hareketleri ve buna bağlı olarak yaşanan büyük çaplı göç hareketleri ve zihinsel değişimler; diğer yanda da tüm bu negatif yıkma-parçalama-nefret ettirme gayretlerine rağmen, birbirine artan bir hızda empati duyan eğitimli-kaliteli insanların varlığı bana bu satırları yazdırıyor.

Bulunduğum Amerikan toplumunu ve dünyadaki gelişmeleri büyük bir merak altında yıllardır izlemekteyim. Yaklaşık 17 yıl önce Amerika’ya geldiğim ilk yıllarda belli sosyolojik gelişmeleri, toplumun doğasını ve bazı sinir uçlarının verdikleri refleksleri kendimce yorumlamış ve etrafımdaki bazı insanlara çok yakın bir gelecekte hem Amerika’da hem Avrupa’da hem de diğer ülkelerde ırkçı ve faşist hareketlerin çokça artacağından endişelendiğimi, bazı grupların sokaklarda Yahudi, Müslüman vs. avlayacak konuma bile gelebileceklerini söylemiştim. ABD’deki rahat özgürlük ortamının ve refah düzeyinin büyüsüyle büyülendikleri için olsa gerek; beni komplo teorisyeni olmakla itham etmişler, o yöndeki sözlerimi kendilerince değersizleştirmeye çalışmışlardı. Zaten kendi çocuklarının fikirlerini dinlemeye pek alışmamış bir toplumun fertleriydiler hepsi! Şimdi geldiğimiz noktada Trump’ın ve bazı Batılı liderlerin faşist refleksleri, Erdoğan’ın faşist düzeni, dünyanın her yerinde ivme kazanan ve hızla örgütlenen faşist ve aşırı sağ hareketler, yabancılara karşı artan düşmanlıklar, nefret suçları ve ölümlerindeki yükseliş, camilere, kliselere ve sinagoglara yapılan saldırılar insana üzücü bir haklılık duygusu yaşatıyor bugünlerde!

İşte insanlığın geldiği bu noktayı çok önceden sezebilmiş olduğu görülen Hizmet Hareketi’nin özellikle son çeyrek asırda gerçekleştirmeye çalıştığı ‘stratejik vizyonun’ önemi, sosyolojik anlamda, sonradan çok daha iyi anlaşılacak bir vizyondur; dünyanın ihtiyaç duyduğu ilaçlardan da biridir. O nedenle Hizmet’in bu stratejik vizyonunu yıllardır sadece duygusal bir aidiyet duygusuyla değil de, sosyolojik öngörülerim gereği hep destekledim ve halen de destekliyorum.

Bu son cümleden olarak; böyle bir vizyonun önünü kesmeye; hatta onu tümüyle yok etmeye ant içmiş Ergenekon ve Erdoğan zihniyetinin, bilerek veya bilmeyerek, insanlığın geleceği adına nasıl büyük bir cinayet işledikleri de sanırım bu yazı çerçevesinde daha iyi anlaşılmaktadır… İnsanlığın nefret ve kin deryalarında boğulmasını önlemeye çalışanlar Kur’an’da ‘’hakkı ve sabrı tavsiye eden salih kullar’’ tanımlamasının (inşallah) muhatabıdırlar. Bunun karşısında olanları destekleyenlerse kendi konumlarını ve nasıl büyük bir vebalin altına girdiklerini iyice düşünmelidirler!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Ameller niyetlere goredir, hadisi sirrinca, referanslarini kurandan izan ve iman yolu ile alip peygamber adimlarini takip etmeye calisan her isini allaha imana baglamaya calisan bir hareketin uygulamalarindaki hata ve eksiklikler davayi curutmez bilakis guclendirir. hak ve hakikate dayandigi icin elestiriliyordur zaten. Kuvvetinizi yalnizca hak`da bilmelisiniz sirrinca, kotulerin durdurmak isteyip ancak tuzak kurarak zarar verebildigini de eklersek , demekki hem dogru isi apiyoruz hemde dogru yontemlerle, elbette hata ve kusur kendimizden kaynaklaniyor. Amaci insanligin iyiligi olan bu mevzuda ayaga kalkip toparlanmali ve ask ile devam etmeli…..Rahmetli Beziuzzaman Hz. Ne guzel etmis biz Turkleri uyandirmis

  2. Sayın Yazar çok önemli bir sosyolojik vak’ayı özetlemiş. Hizmet Hareketinin Türkiye’de maruz kaldığı soykırım girişimi aslında doğru yolda olduğunun bir göstergesidir. Hizmet “devletleştirilemediği” ve “içten ele geçirilemediği” için yok edilmek istendi. Şayet muktedirlere katılmayı kabul etseydi ve insanlığa hizmet fikrinden vazgeçseydi bunlara maruz kalmazdı herhalde. Hizmete en başından beri düşmanlık gösteren çevrelere bakıldığında en fazla rahatsızlık duyulan şey “diyalog” söylemi olmuştur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin