SALİH HOŞOĞLU | YORUM
Prensip olarak eskileri tartışmak ve bazı maaşlı elemanların ürettikleri aslı astarı olmayan iddiaları cevaplamaktan yana değilim. Ancak bazı mücbir sebeplerle yakın geçmişi irdelememiz gerekiyor. Geçenlerde Ahmet Kurucan, 15 Temmuz öncesinin bilinmesine dikkat çekti. Bu tarz yazılar muhtevanın muğlaklığı nedeniyle kendi kamuoyumuzca bile pek dikkate alınmasa da konunun bamteline dokunmaktadırlar.
Kanaatimce yaşı 30’un hatta 35’in altında olanların eski dönemin dinamiklerini bilmemelerinden dolayı, bu hususlarda ciddi bir okuma ve taharri yapmadıkça, bir kısım meseleleri anlamaları ve sağlıklı değerlendirmeleri pek mümkün olmayacaktır. Hatta daha ileri yaşlarda olsalar bile devleti ve devletin işleyişini bilmiyorlarsa yine de konuyu hakkıyla değerlendirmeleri zordur.
Bir şeyin tarih olması ve tarafsız değerlendirilmesi ayrı bir konudur; ki bunun için üzerinden zaman geçmesi gerekir ve yaşananlar hadiselerin tarafı olmayanlarca değerlendirilmelidir. Bu belki elli yıl sonra olabilecektir. Oysa şimdilerde ortama hakim olanlar bize içinde yaşadığımız olayları bile yüz seksen derece tersyüz ederek muhkem kaziyeler imiş gibi anlatıyorlar ve bu anlatılarına da inanmamızı istiyorlar.
İşin vahimi bu sürecin mağduru olmuş epeyce kişi de bu söylemlerden etkileniyor, “Biz ne kadar yanlış şeyler yapmışız!” demeye başlıyorlar. Şu an yaşadıklarımızı doğru anlamak için 15 Temmuz’un hemen öncesindeki birkaç yılı bilmek yetmez. Bir anlamda Türkiye’nin yakın tarihini de bilmek gerekir. O nedenle ben konuyu biraz daha geri götürmek ve geniş çerçevede ele almak gerektiğine inanıyorum. Hele de bugünlerde Türkiye’de Hizmet’in lehine olabilecek en küçük imaların bile takibat altında olduğu dikkate alınırsa bu daha da önem kazanır.
Gereğinden fazla ‘güç’ vehmetmek!
Şahsen önemli bulduğum bazı konuları çeşitli münasebetlerle yazmaya çalışıyorum. Bunlardan biri de bu sürecin öncülü ve hazırlayıcısı olduğuna inandığım bir algıdır. O da Hizmet’in bir dönem Türkiye’de çok etkili olduğu, tabir yerindeyse ülkeyi yönettiği iddiası/abartısı ve hatta yalanıdır (hangisini beğenirseniz kullanabilirsiniz). Bu öyle etkili bir anafordu ki Hizmet’in içindeki birçok kişi bile geçmişten günümüze Hizmet’in gücünü (özellikle o dönemlerde) olduğundan çok daha fazla olarak algıladı veya vehmetti. İki tarafın da böyle düşünmesi bir yönüyle anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir olgudur.
Taraftar olanlar cihetinden bakınca; insanlar güçlü olmaktan hoşlanırlar, güçlü bir gruba mensubiyet kişiye güven verir, böyle bir algı yeni tanıyan insanları bu topluluğa girmeye daha kolay ikna eder. Karşıt olanlar için ise yaşadıkları büyük hezimet ve başarısızlıkları izah etmede böyle bir argüman çok yardımcı olur. Lakin Hizmet’in etkinliğinin ve gücünün bir kısım çevrelerce sistematik abartılmasında daha farklı bir ajandanın olduğunu ve bir plan dahilinde yapıldığını düşünüyorum. Nitekim zaman içinde bu abartının çok vahim yan etkilerini gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Hizmet hangi yıllarda etkiliydi? Bu iddiaları tekrarlayanlar bu soru hiç sorulmuyor. Birilerine göre ta 1970’lerden günümüze kadar bu böyleydi, hatta hala gizli bir güç olarak her şeye müdahil oluyor. Bazıları tarihi daha bu taraflara çekiyor, en makul görünenleri 2003 ve sonrasını işaret ediyor. Hakikatte ise Hizmet’in en etkili olduğu iddia edilen yıllarda bile gerçekte hiçbir yaptırımı yoktu, sadece o günkü konjonktürün getirdiği bir kabulle çok sınırlı bir etkinlik sağlayabiliyordu.
O dönem Türkiye’nin en iyi zamanlarıydı!
Bugün tamamen kurgu ve algılarla yürütülen kara propagandaların bina edildiği o dönemin 2003-2012 olduğunu varsayalım. Gerçekte Türkiye’nin bütün çelmelemelere rağmen en iyi zamanları olan o dönemde bile Hizmet’in devlet içinde dikkate değer bir etkinliği yoktu, olmadı ve olamazdı da zaten. Ancak özellikle ulusalcı kesim 2002 sonrasında yeni iktidar olan Ak Parti Hükümetini ve muhafazakar camiayı karalamak ve araya fitne sokmak için sanki her şeyi Hizmet kontrol ediyor gibi bir propagandaya giriştiler.
Yaptıkları bugünkünden çok da farklı değildi, Hizmet tamamen meşru yollarla kurumlar açıyor, faaliyetler yapıyordu. O çevreler eskiden beri herkesin kullandığı kanuni haklarını kullanan kişileri eğer Hizmet’ten iseler yaptıkları faaliyetleri büyük bir cürüm olarak lanse ettiler. Şimdilerde bile iddialarını az deşseniz aynı yere çıkarsınız. “Cemaat okul açtı, üniversite açtı…” ve benzeri söylemler.
Nasıl yani; okul açmak suç mu, yahut okul açarken birilerinin mülkünü mü talan etti? Kamu arazisini mi işgal etti? Yaptıysa siz devleti yönetenler niye müdahale etmediniz?
Böyle bir soru sorulmuyor elbette, tek taraflı yoğun bir propaganda sürdürülüyor. Bu psikolojik harpteki gri propaganda taktiğidir. Yapılan işi bir çeşit çamur atarak kirletmedir. Toplumdaki kıskançlık ve dedikodu damarını işleterek Hizmet’i karalamakta oldukça başarılı oldular. Buna Cemaat içinde olup dünyadan habersiz kişiler de farkında olmadan katkı sağladı, bazıları hala sağlıyor.
Cemaat’i ‘hedef’ yapan; engel olduklarıydı!
‘The Cemaat’ asla Türkiye’de devlet yönetiminde söz sahibi olmadı, olamazdı da. Siyasetin yönettiği bir ülkede siyaset dışı bir gücün siyaset izin vermedikçe yönetimde söz sahibi olması zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Hizmet ancak dolaylı yoldan ve çok sınırlı konularda etkili oldu. Kanımca Cemaat’i hedef yapan başlıca amil Cemaat’in “menfi etkisi” oldu; yani ‘The Cemaat’in yaptıklarının yanında ve belki de daha çok yapılmasına engel oldukları başını belaya soktu.
Gerek darbe hazırlıklarının deşifresi, gerek her kurumda ve seviyede Hizmet gönüllülerinin varlığı ile yolsuzluk ve talanın rahat yapılamaması en büyük rahatsızlığı oluşturuyordu.
Bu rahatsızlık özellikle 2007 sonrasında Hükümet cenahında da çok derinden hissedildi. Nitekim Hizmet sonrası Türkiye bu tarz işler için dikensiz gül bahçesi oldu. O zamanlar Hizmet hükümet ortağı değildi ve doğrudan hiçbir yaptırım gücü yoktu. Mesela en küçük bir ilçeye Tarım Müdürü bile atayamıyordu. AK Parti ile ilişkilerin en iyi olduğu zamanda bile Hizmet kurumları kendi kanuni haklarını almakta zorlanıyordu.
Israrla bu konudaki propagandanın etkisini ve kamuoyundaki algının vehametini Hizmet içindekiler dahi anlamadılar diyorum. Mehmet Ali Brand’ın 2010’daki yazısı ve daha sonra Nazlı Ilıcak’ın, “Her Taşın Altında The Cemaat mi Var?” kitabı bu konuya dikkat çekmeye çalıştılar. Hizmet içinden bazıları da Hizmet’in olduğundan kat kat güçlü ve etkili görünmesinden rahatsızdı, birçok kişi bunun farkında değildi, belki bazıları da memnundu.
Güç algısı, düşmanlık ve kıskançlığı besledi
Nihayetinde bunun içerde ve dışarıda ne kadar korkunç bir irrasyonaliteye ve kıskançlığa yol açacağını hakkıyla hesap edilemedi. Kanımca bu algıyı kamuoyuna pompalayan çevreler bunu kasti olarak ve ustalıkla yaptılar. Bu algı Hizmet’i çok gereksiz ve işi olmayan şeylerle meşgul ederken bütün bürokrasi kademelerinde ve sıradan halkta Hizmet’e karşı bir kıskançlık ve düşmanlık oluşmasına yol açtı.
Bu algı iktidar çevrelerine kamu kaynaklı her olumsuzluğun Hizmet’e yamanmasına halkın ikna edilmesi kolaylığını getirdi. Halkımız serserilik yapıp ders çalışmayan çocuğunun üniversiteyi kazanamamasını da, başvuranların sadece yüzde üçünün kazandığı kamudaki bir sınavda yüzde 20’ye bile giremeyen çocuğunun başarısız olmasını da kolayca Hizmet’e fatura etti. Hele de böylesine ısıtılmış ve tava gelmiş kamuoyuna “KPSS soruları çalındı, the Cemaat’ten insanlara verildi ve kamuya sadece onlar aracılığıyla girilebiliyor” hikayelerinin boca edilmesi meseleyi istenen kıvama getirdi.
Bu konu o kadar abartıldı ve çığırından çıktı ki Hizmet’e dost birçok kişi bile bunlara inandı (hala inanıyorlar) ve kendisinin dışlandığını iddia ederek düşmanlık göstermeye başladı. Geçmişte öğrenciliğinde ve öğretmenlik formasyonunu sırasında Hizmet’in evlerinde kalmış bir tanıdık başvuranların sadece yüzde 7’sinin atandığı bir branşta puanı yetmediği için atanamamasından Hizmet’i sorumlu tutmuştu.
Şimdilerde durum daha kötü bir hale evrildi. O yıllarda çocuk yaşta olanlar veya hadiseleri uzaktan izleyenler bu hikayelere inanıp Hizmet’e düşman olabiliyor. Birileri de benim yazılarımın altına bunları yorum olarak yazıyor. Hizmet’in etkinliğinin bu kadar abartılması ve realitelerden uzaklaşılması insanların böylesi hikayelere kolayca inanmasını da mümkün kıldı, kılıyor.
Özetle bahsedilen dönemlerde ülkeyi Hizmet yönetmedi, en etkili olduğu iddia edilen dönem de Türkiye’nin altın çağı olarak anlatılmaya devam ediyor. Öyle olsa da o zaman da ülkeyi Hizmet yönetmiyordu, yanlışlara daha fazla engel olabiliyordu.
Teşekkürler Salih Bey.Bana göre son derece isabetli ve meseleyi tesbitte etmede çok güzel bir yazı olmuş.Evet herbir arkadaşımız kendi penceresinden bakarak görüşlerini bizlerle paylaşıyor.Rabbim hepsinden razı hoşnut olsun diyoruz.Lakin yine bana göre diyorum,sizin bu tesbitleriniz bu süreci anlamamızda müthiş bir ufuk açıyor.Rabbim kaleminize,idrakinize,ufkunuza güç ve kuvvet versin.Çünkü böyle tesbitlere çok çok ihtiyacımız var.Allaha emanet olunuz.
Çok güzel ve isabetli bir yazı. Sonuç olarak her alanda hizmet ülkeye bir kaç gömlek fazla geldi. Şimdi ülkede yok ama herşey çok kötü
Sevgili Yazar çok güzel bir noktaya temas etti:
Hatta öyle uzağa gitmeye gerek yok. Aslında genci de, yaşlısı da olsa gözlerinin önündekini kaçırıyorlar.
Herşey o kadar net ki.
Öncelikle Vehmedilen güce gelelim. 125 bin kişi KHK ile ihraç olmuş.
Bu kişiler nasıl belirlendi, bu noktaya kimse temas etmiyor, ilgilileri de anlatmıyor ama ben anlatayım.
Dava dosyalarında olanlar, arada kaçırmış olabilirler.
Olay şöyle işliyor:
2016 baharında, Devlet Kurumlarını paylaşmış Erdoğancı Savcılar, SGK ya bir liste gönderiyorlar.
Liste, Muhalif olarak görülen ve cemaat olarak nitelenen tüm KURUMLARIN ÇALIŞANLARININ listesi.
Evet yanlış duymadınız, tüm okul, üniversite, kreş, ankaokulu, lise, ticari kuruluş… bunlarda çalışan herkesin listesi SGK ya gönderiliyor.
Yani onlar çanta da çeklik 1.
Peki ne yapılıyor. Ne isteniyor bu liste ile.
Bu liste ile şu isteniyor. Bu liste de olanların, Kamu Kurumlarında çalışan, tüm bakanlıklarda, bağlı ve ilgili genel müdürlüklerde hatta tüzel kişiliklerde çalışan 1. ve 2. derece USUL FÜRU yakınlarının tespit edilmesi isteniyor.
SGK ve içişleri arasındaki bir iletişimin de burada varlığı olması da ayrıca ikinci bir ilişki.
Yani, basitçe, cemaa Kurumu diye adlandırdıkları, devletin kanunları çerçevesinde kurulmuş ne kadar Kurum var ise, oralarda çalışanların Kamu da ki yakınları tespit ediliyor.
Anne, baba, eş, çocuk, ve eşler tarafından eşlerin anne baba ve kardeşleri. 1. ve 2. derece usul füru tespiti yapılıyor.
Bu şekilde sanırım 400 bin kişi çıkıyor.
Bir ara 400 bin kişi var, 125 bin yetmez, daha da atın daha da diyen, ağzının suyu akanların iddiasının özünü de bu oluşturuyor.
Yani, Kamu da kim olduğunu bilmedikleri masum suçsuz insanları, sadece 1. ve 2. derece usul füru yönüyle özel Kurumlarda çalışan yakınları nedeniyle bir güzel atıyorlar.
Bu kadar mı.
Hayır değil.
Bankasya da da aynı yöntemi yapıyorlar, Anne baba ve kardeşi Bank asya da hesabı olanlara da yapıyorlar.
Dikkat edin, hesabı olanlar diyorum, ilgili dönem diye belirledikleri aralıkta para yatıranları ise ayrıca listelendiriyorlar, ama arka planda, sadece hesabının olması dahi yetiyor.
Bitti mi, bitmedi, dahası var.. Kamu kurumlarında, AKP ve ortaklarının dominesinde olduğu için, bu arada etkili d iyenlerin kulakları çınlasın. İşte her amirden, altında çalıştırdıkları kişileri tek tek değerlendirmelmeri isteniyor.
Buna değerlendirme demeyin, fişleme deyin. Tek tek fişleniyor, ancak bilgileri yok.
Fişleme olaylarının mantığı da Kurumlara göre değişiyor. Kimin fişlediğine göre de. Bazı Kurumlarda gümüş yüzük takmak cemaatten olmak için bir gerekçe gösterilirken, algısı anlayışı bu kadar marjinal sola yakın, dünyadan habersizler tarafından cemaatten diye fişlenirken,
Bazı kurumlarda, ki mesela, Askeriye de, ağzıyla itiraf eden generalin ağzıyla söylersem, düğün için kınalı kuzu göndermeyen de cemaat olarak fişleniyor.
Çöp olarak attığı alkol içki şişesinden dolayı fişleniyor.
Bu sefer gümüş edğil altın yüzük taktığı için fişleniyor.
Bunları da tek tek kriter olarak belirliyorlar Kurumlara göre yani, birbirine ters.
Bazı Kurumlarda, pisuvarda ayakta işememek, cemaatten olmanın delili iken, bazı kurumlarda pisuvarda işemesi cemaatten olmaya delil olabiliyor mesela.
Fişlemeler böyle yapılırken, işte bir de böyle liste oluşturuluyor amirler tarafından.
Ve bu listeler de, amir görüşüdür diye gidiyor.
Oldu mu işte size, buyrun harika bir havuz.
1. Kurumlarda çalışan 1. ve 2. derece akkraba olmaları nedeniyle sadece fişleme listeleri
2.Bank asyaya kendi, 1. ve 2. derece akraba olanların listeleri.
(Bu arada, başka bankalardan kredi çekenler dahi araştırılıyor o dönemlerde, onlar da fişlemeye esas bilgi olarakkenara konuluyor).
3.Kurum amirinin pisuvara işemesi/işememesi, gümüş yüzük takması7takmaması gibi bilumum sebepleri gerekçelendirdiği,
bazılarının ergenekon operasyonlarındaki tutumuna göre, 17/25 e tutumuna göre de eklenip,
işte bir harman ile Amir görüşüy le de oluşan bir liste..
Bunlar birleştiriliyor. Buyrun size yüzbinlerce insan.
Bunlardan bir tanesi olanlar, eğer güvenlik bürokrasinde çalışıyor ise, özellikle iyi konumda ise,askeriye ve ordu da, ve kamu da A kadro da, direk atılmanın sebebi oluyor.
B Kadro ve altı kadrolarda ve biraz da şehrin inisiyatifine göre, amir görüşünün yumuşatmasıyla eh işte oluyor.
Yumuşatılıyor dersem, hepsi atılıyor. Aman lütfen merhamet sanmayın hepsi atılıyor. Ama hapse girmiyor bir kısmı. böyle de adiller.
Demek istediğim şu.
Bir flash bulundu, bir şey bulundu, falanca verdi, filanca takla attı da oldu, kısmı işin özü değil.
Onlar nedir ne değildir bilemem. Ama şundan eminim. Onlara gerek kalmayacak şekilde bunlar oldu.
Peki bunları nereden biliyorsun..
Bunlar onbinlerce insanın dava dosyalarının içinde yazılı.
Savcılar tek tek talimatları anlatmışlar zaten. Bunları fikri takip yaparak siz serencamesini görerek öğreniyorsunuz.
O kadar komedi olanı ise şu. Hapse banka da parası var, ailesi 1. ve 2. derece cemaatkurumlarında çalışıyor, amir görüşü var diye hapse atılanlar, sanki bunlar yokmuş gibi, tek tek
bank asya da parası olup olmadığının tespiti.
1. ve 2. derece akrabalarının olup olmadığının tespiti diye sgk ya yazılması,
kurumuna sorulması.. falan fişmekan, önündeki kağıttaki şeyleri tekrar istiyor.
E tabi burada biraz hukuki kılıfına sokarak.
Böylece hapse attıkları insanlar için delil üretme yoluna gidiyorlar.
E gele gele yine, banka kaydı, akrabasının kurumlarda çalışması, kendi oğlu öyle bir yerde okumuşsa onun kaydı geliyor, resmi veriler kayıtlar. legal hukuken asla suç olmayan, hatta sorgulanması anayasal hakkı ihlaleden bir suç boyutunda, suç olmayan şeyler suç olarak isnat ediliyor tekrar.
Değerli yazar ve Kurucan Hoca o nedenle öyle geçmişe gitmesin.
2016 öncesi herşey tek tek hazırlanmış , işlenmiş, bunları dava belgelerinde, eklerde tek tek savcılar ağzıyla yazmışlar.
Orta da gele gele geleln bir hazırlık varmış.
Gelelim olayın ikinci yönüne..
Tayyip Erdoğanın “Velev ki hadi oldu diyelim” kısmına.
Velev ki ihraç edilen herkes öyleydi. Güçlü müydü.
Sayılara bakalım.
125 bin ihraç edilen var. O dönem kamu daki personel sayısı 3.5 milyon.
Yani yüzde 3.3 ü ihraç edilmiş.
Peki, belirli önemli yerlerde nasıl bu güvenlik gibi. Türk Ordusundaki kurmay subay kadrosunun sanırım erbabı daha iyi bilir, yarısından fazlası.
Hakimlerin yarısı.
Olay çok net onlarda da.
Ergenekon operasyonlarına tutumları nedeniyle, demokrat tutumları nedeniyle bir fişleme, ordu da yapılmış..
Hakim savcılarda da, Bu HSYK seçimlerindeki tutum ve tavırları nedeniyle.
E bunlar arkadaş böyle önemli olaylarda herkes demokrasinin yanında olmalıydı ki, görünen o dönem demokratik tutumu olan herkesi toplamışlar ihraç edilenler, HSYK seçimlerindeki evet hayır oyuna denk.
Peki hiç merak ettiniz mi, şu an kaç kamu personeli var.. Mesela devlet personel başkanlığında kamu çalışanlarının sayısı hep yazılırdı geçmişte, şu an girseniz göremezsiniz. O karamlar yok.
Rahmi Koçtan öğrendik. 5.5 milyonmuş.
3.5 milyondan 5.5 milyona çıkmış sayı.
Yani 125 bin kişiyi atıp yerine, 2 milyon insan almışlar.
İşte devrim budur, işte saklanılan budur.
İşte çalmalar, çırpmalar, haksızlıklar budur.
İşte göstere göstere ben istediğmi yaparım eyvallahım yok demeler budur.
Mesela, bazı kurumlar sınavı dahi kaldırdılar, yani sınavda haksızlık var yok demeye bile tahammülleri yok uğraşmıyorlar.
Doğrudan davet yoluyla istediklerini alıyorlar.
Çorumdaki Akp li Hüseyin amcanın oğlunun haberi bile yok hatta orda. Oraya akp li olmak yetmez, o oligarkin parçası, seğirmesi ile girilir çünkü.
Yani bu iş akp liyi de vuruyor aslıda.
Haksızlık yapıldığını söyledikleri sınavlar bile yok artık.
E sus payı olarak arad bir öğretmen alımı vs yapıyorlar. Belediyelerle Chp vb muhalif kesimlere sus payı veriyorlar, oradan az beslensinler diyorladır,
ama rakamlar orta da.
3.5 milyon kamu ç alışanından 5.5 milyona.
Bilmiyorum geniş tanım dar tanımla bu marj azalabilir de artada bilir de. Ama az bir tanıdığı olanlar, eski çalıştığı kurumlara sorsunlar öğrenirlre.
Kurum personel sayısının ne kadar arttığını.
Sözleşmeli istihdam yöntemlerinin zirve yaptığını onlarca kurumda.
Yani, ortada sınav dahi yok.
Hizmet insanlarının kendileri savunmasında bu yanlar eksik.
Gözlerinin önündekini görmüyorlar. Gösterilene bakıyorlar.
Görmen gereken şey senin bu.
Münferit hadiseler, geleceğe yönelik tuzak olarak konmuş ilerde bunu kullanırız birilerini şuna bulaştıralım nevi şahsına olayı kullanalım denilen hadiseler olmuş ise de, onlar asla ama asla bu fotoğrafı değiştirmez.
Gerçek bu.
Göstere göstere gelenl bir fişleme var. E keyfinden 15 Temmuz öncesi o listeler , binlerce saat verilerek oluşturulan o emekler boşuna değildi. Kullandılar da.
Bunu hizmet insanlarının akıllarına sokması gerek.
Öyle vehmedilen bir güç olsa idi, o listeler engellenir, kamu oyuna bile duyurulurdu.
Bu arada hayırlı olsun 2 milyon kamu çalışanız daha oldu.
Hakim savcı sayısından tut bilmem nereye katlandı herşey.
En iyi savunma saldırıdır.
Asla bu dediklerimi tartışmaya aldırmıyorlar. Sürekli topu senin saha da oynatmak istiyorlar.
Şeytanın en büyük hilesi, olmadığına ikna etmek imiş derler.
Ergenekon kendini kenara çekti hemen, adını dahi andırmıyor şu an.
Akp var orda da figüran o da, zevkle bu figüranlığa soyundu.
Bunları yazarken, akp yi hafif yumuşattığım sanılmasın. Zavallılar kullanılıyorlar gibi.
Çirkin kötü iyi filmini muhakkak izlediniz. Clint Eastwood un.
O filmin en iğrenç karakteri, ÇİRKİN di.
Ve emin olun, o film deki en tehlikeli karakter de Çirkin di.
Şu an olan olaylar da da bence farkı yok.
Çirkin zarar veriyor bize. kötü değil. Kötü daha masum daha makul kalıyor.
Bir tarafta katil , bir tarafta zalim var.
Zalim öldürmüyor ama hınçla tepiniyor.
Katili daha nahif buluyorum bu ilişki de.
Nietschzhe Roma için Kartal ifadesini kullanırdı. O nedenle kızmazdı. Romanın doğası bu, yırtıcı vahşi kızmıyorum o nedenle onlara derdi.
Hatta Romayı yıkanın, Hristiyanlar olduğunu söylerdi. Sana tokat atana diğer yanağını da sen uzat diyerek, edilden fasif bir toplum inşa ettiklerini, o yırtıcılığı ile ayakta kalan romanın o savaşçılığını kaybettiğini ve yıkıldığını söyler Nietzsche. Katılırız katılmayız.
Ama suçu katile atmayalım. Kötüye atmayalım. Çirkine odaklanalım.
Zalim çirkin herşeyi kasıp kavuruyor.
Katliamlar değil, hep akıllarda zulmler aklıyor bakın. yezidler var akıllarda, hülagüler.
Zalim çirkine odaklanın. katile değil.
Yazarın isabetli değerlendirmelerine ilaveten bu yorum çok ama çok isabetli hususları açmış idraklere
güzel bir yazı olmuş teşekkürler
Yurt dışında yaşayan Hizmet İnsanlarının Turkiye üzerinde kafa yormalarını, emek harcamalarına anlam vermekte zorlanıyorum.
Türk halkı ve Devleti tercihini yaptı : “SİZİN BİZE VE ÇOCUKLARIMIZA HİZMET ETMENİZİ İSTEMİYORUZ”
Üstadın rüyasında gördüğü;
“Ağrı dağının patlaması ve büyük büyük kayaları dünyanın dört bir yanına savurması ….”
Bence bu günleri anlatıyor . Türkiye’de yetişen insanların DÜNYAYA YAYILMASI.
Yani ana hedef tüm.insanlığa Risale i Nurları ulaştırmak.
Mesainin bir bölümünü de olsa TR üzerine harcamak, bu büyük amaca zarar verir düşüncesindeyim.
Türkiye bu insanların yetişmesi için bir kuluçka makinesi, bir tarla görevi gördü. Sonrasında ise bu yetişen insanları kovdu. Bu kadar.
Bunun cezasını çekmeye başladılar bile : gençliğin hedefsizliği, suç artışı, ekonomi, İsrail tehdidi…vs…
Bence Yurt içinde olanlarda Dünya hedefiyle, meşgul olunsa daha VERíMlí olur fikrindeyim.
Madem öyle, Türkiye bir savaşa mı girecek, ekonomi dibe mi vuracak… Ne olacaksa olacak, insanlar bir yolunu bulacaksa bulacak, düze çıkacaksa çıkacak.
Bundan sonrası kendilerine ait.
Şunu da eklemekte fayda var; Yaklaşık 10 yıldır, kimse soru çalmaktan tutuklanmadı. Kimse bu yalanı gerçeğe bürüyemedi. Bu yöndeki davalarda bile en fazla cemaate üyelikten tutuklamalar verildi. 2009 sonrası bu yalanı sakız gibi çiğneyen muhalefet bir özür bile dilemedi. Öz eleştiri yapmadı.
Halen benzer yalanları sakız gibi çiğniyorlar…
Velev ki yanlış seyler yapıldı. Velev ki kelimesinin üzerini basarak bir kez daha tekrar ediyorum.
Bu yanlislarin 10 katını 100 katını yapanları hiç elestirmeyenler neden hizmet ve cemaati bu kadar acımasızca eleştiriyor? Geçmişte yazdıklarına bir baksinlar ve kendi oranlarını kendi vicdanlarinda hesaplasinlar.
Güzel bir insan bana şöyle bir hatırlatma yapmıştı çok eskilerden. Insan sevdiğini eleştirir, sevdiğine kızar.
Türkiye gerçeklerini farkında olmayanlar, yakın geçmişi ve uzak geçmişi bir kez daha hatırlayip eleştirilerini ve eleştiri oranlarini tekrar gözden geçirmeliler.
Hizmet/cemaat elestirilecekse reel Türkiye şartlarında zaruri yapılan hatalardan dolayı değil, kendi icindeki dengesiz ve tutarsız propogandadan dolayı elestirilmelidir.
Hırsız Recep’in deyimiyle, “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” Ben Hizmet Hareketinin bir mensubu değilim. Gönüllülük esasına dayalı ve çok geniş bir halk tabanına sahip olan bu yapının, son yirmi yıl içinde aleyhinde algı üretip propaganda yapan çevrelerin planlarını anlamadığına, bunlara cevap veremediğine, kısacası kendini savunamadığına şahit oldum. Mehmet Ali Birand’ın yazısı hem çok açık bir dost ikazı olması hem de hitap ettiği kesimin aymazlıkla karşılaması sebebiyle çok manidardı. Hareketin olacakları öngörememesi ve tamamen kaderci bir yaklaşımla gidişata razı olması sonucu, ağacın içindeki kurt gibi hareketin içine yerleşmiş/yerleştirilmiş provokatörler eliyle hareket mensupları gizli saklı faaliyet yürüten, kod isimleri olan, kendilerine mahsus bir haberleşme uygulamasıyla haberleşen teröristler olarak kayıtlara geçirildiler. Şu anda dahi yapması gerekenin onda birini yapmaktan uzak bir yapıyı izliyoruz. Başkalarının cemaati güçlü göstermekte menfaatleri vardı. Zannımca Hizmet hareketinin veya cemaatin kendini güçlü veya güçsüz görmeye değil, objektif olmaya, güç ve imkan sınırlarını bilmeye ve mensuplarını doğru bilgilendirmeye ihtiyacı var. En önemlisi, Hizmet Hareketi toplumsal destek görmek istiyorsa; insanlığa karşı şeffaf olmalı, faaliyet ve amaçları hakkında çok net ve doğru bilgiler sunmalıdır. Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah!