YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
İki binli yılların başında demokratik, barışçıl ve kucaklayıcı bir söylemle ortaya çıkan AKP, 2009-2010 yıllarından sonra hukuktan ve demokrasiden uzaklaşmaya, yolsuzluk ve rüşvet gibi gayrimeşru yollarla kendi iktidarını güçlendirmeye, temel hak ve özgürlükleri ihlâl etmeye başladı. Dinî argümanları etkili bir şekilde kullandığı, kendisini dinin ve Müslümanların hamisi gibi gösterdiği için birçok cemaat ve tarikatın da desteğini yanına aldı. Hatta onlardan koşulsuz şartsız kendisine biat etmelerini istedi. Fakat Hizmet Hareketi, Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin izlemiş oldukları politikaların ülkenin ve dinin geleceği açısından yıkıcı sonuçları olacağını düşündüğü için Erdoğan’ın safında yer almadı. Onun yaptığı kanunsuzluk ve yolsuzluklara göz yummadı. Elde edilmiş demokratik kazanımların Erdoğan tarafından heba edilmesini meşru çerçevede eleştirdi, hukuk çerçevesinde mani olmaya çalıştı. Erdoğan, Hizmet Hareketini, kurmak istediği istibdat rejiminin önünde büyük bir engel gördüğü için yok etmek veya en azından ezmek ve sindirmek istedi.
Ülkeye büyük hizmetler yapan, halkın nazarında büyük bir itibar kazanan ve tüm faaliyetlerini legal ve ahlaki çerçevede yürüten bir hareketi yasal ve normal yollarla yok edemeyeceğini bildiği için, devletin tüm güç ve şiddet aygıtlarını da arkasına alarak onun hakkında büyük bir karalama kampanyası başlattı. 17-25 Aralık 2013’de gerçekleşen yolsuzluk soruşturmalarını bahane göstererek ilk olarak “paralel devlet yapılanması” ithamını ortaya attı ve Hizmet Hareketinin hükümeti devirmeye kalkıştığını iddia etti. Etrafındaki sis perdesinin hâlâ aralanmadığı şaibeli 15 Temmuz darbe girişimini bahane göstererek Hizmet Hareketini “terör örgütü”, Hizmet Hareketiyle bir şekilde “iltisak” ve “irtibatı” bulunan vatandaşları da “terörist” ilân etti. Hizmet gönüllüleri hakkında uydurduğu yalan ve iftiralarını halka kabul ettirebilmek için devletin tüm imkânlarını seferber etti. Kontrolü altında tuttuğu medya organlarını etkili bir şekilde kullanarak Hizmet Hareketi hakkında korkunç bir algı yönetimi ve kara propaganda yürüttü. İkna edici hiçbir somut delil ortaya koymadan onlar hakkında akla hayale gelmedik iftiralar uydurdu.
Bunlarla da yetinmedi. Asıl amacı Hizmet gönüllülerini mahkemeye çıkarmak ve onlar hakkında farklı cezai yaptırımlar uygulamaktı. Fakat bu kolay değildi. Çünkü Hizmet gönüllüleri dürüst, ahlâklı ve temiz bireylerden oluşuyordu. Herhangi bir kriminal suça bulaşmamışlardı. Onları toptan “suçlu” hâle getirmenin tek yolu, mensup oldukları Hizmet Hareketini illegal bir yapı olarak tanımlamaktı. Bu yüzden, Hizmet Hareketini bir terör örgütü ilân etmenin yanında, Hizmet gönüllüleri hakkında uyguladığı cezai yaptırımları Müslüman halk nezdinde meşrulaştırmak için de Diyanet’i kullandı. Diyanet, tüm kadrosuyla Erdoğan’ın emellerini gerçekleştirmeye çalıştı. Dini istismar ederek ve dinî argümanları kullanarak Hizmet Hareketini ve Hizmet gönüllülerini din nazarında “sapkın” bir grup gibi göstermeye çalıştı. Hatta işi tekfire kadar götürdü. Bütün bunların neticesinde Hizmet mensupları hakkında bir “cadı avı” başlatarak, Hizmet Hareketini sosyal ve ekonomik bir soykırıma tâbi tuttu. Hapis cezalarıyla, sürgünlerle, mal müsadereleriyle, işkencelerle Hizmet mensuplarının çok ağır trajediler yaşamasına sebep oldu.
Peki, Erdoğan’ın kurguladığı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi ülkede dinin resmî temsilcisi konumunu ihraz eden bir kurumu da kullanarak dile getirdiği tüm bu iddialar ne kadar gerçekle uyuşuyor? Hizmet Hareketinin bir terör örgütü olma ihtimali var mı? Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın iddia ettiği gibi Hizmet Hareketi, DEAŞ, Boko Haram ve Eş-Şebab gibi terör örgütlerinden daha tehlikeli bir yapılanma mıdır?
Cevabın kocaman bir “HAYIR!” olduğunu, iddia sahipleri dahil, Hizmet’i ve Hizmet gönüllülerini tanıyan herkes biliyor. Değil topyekûn hareketin, şöyle böyle bu hareketle ilişkisi bulunan herhangi bir ferdin şimdiye kadar cebir ve şiddet kullandığına, kamu düzenini bozduğuna, temel hak ve hürriyetleri tehdit ettiğine dair bir örnek mevcut değil. Bunu kendileri de çok iyi bildiklerinden önce terörün tanımını değiştirmek için teşebbüste bulundular, bunu yapamayınca kendileri tarafından planlanan ve kontrol edilen bir darbe teşebbüsünü gerekçe göstererek Hizmet Hareketini terör örgütü ilân ettiler.
Gerçek, anlatılan hikâyeden çok çok farklı. Fikirleriyle Hizmet Hareketi için ilham kaynağı olan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü eserlerinde terörü destekleyen en ufak bir ifade olmadığı gibi, yarım asırdan fazladır devam edegelen Hizmet tecrübesinde de terör kapsamına sokulabilecek hiçbir faaliyet yoktur. AKP hükümeti son yedi sekiz yıldır hukuku, adaleti, temel insan haklarını, ahlakî değerleri hiçe sayma pahasına, Hizmet gönüllülerine yönelik tarihte eşine az rastlanacak cinsten her tür baskı ve kısıtlamayı, zulüm ve vahşeti, eziyet ve işkenceyi reva gördü. Hizmet gönüllüleri bu süreçte en ağır insan hakkı ihlallerine maruz kalmalarına rağmen şimdiye kadar herhangi bir şiddet eylemine başvurmadılar. Kimsenin malını, canını tehdit etmediler. Ortalığı kırıp dökmediler. Silah kullanmadılar. Hatta söylemlerini bile değiştirmediler. Radikalleşmediler. Onların bu süreçteki duruşları bile terör ve şiddete karşı duruşlarını gösteren en büyük delildir.
İşin doğrusu, Hizmet Hareketi şimdiye kadar İslâm dünyasında ortaya çıkmış dinî hareketler içinde en barışçıl, en uzlaşmacı, en insanî hareketlerden biridir. Hizmet Hareketinin ilk nüvelerini ve temel ilkelerini ortaya koyan Bediüzzaman Hazretleri, maddî kılıcın kınına girdiğini, medenilere galebenin ancak ikna ile mümkün olacağını ifade etmiş ve müspet hareketi kendine düstur edinmiştir. Onun hareket tarzına ve fikirlerine ayrı bir değer veren Fethullah Gülen Hocaefendi de hep demokrasinin yanında olmuş, defalarca terör ve şiddet eylemlerini lanetlemiş, diğer pek çok İslam ulemasının farklı görüş bildirdiği, bir kısmının onunla aynı biçimde düşünmesine rağmen net şekilde fikrini açıklamaktan çekindiği bir ortamda intihar bombacıları hakkında en ağır ifadeleri en açık bir üslupla kullanmış, farklı din mensuplarıyla hoşgörü ve diyalog faaliyetleri başlatmış, dünyanın her yerinde “sulh adacıklarının” kurulmasına öncülük etmiş, insanlığın üçüncü bir dünya savaşına tahammülü olmadığını belirterek şiddet dalgaları önünde harcında sevgi ve barışın yer aldığı “dalgakıranların” inşa edilmesi gerektiğini söylemiştir.
Hocaefendi, ne binlerce saati bulan vaaz ve sohbetlerinde ne de sekseni aşkın eserlerinde hiçbir şekilde terör ve şiddete prim vermemiştir. Tam tersine onun eserleri baştan sona sulh ve barışı, sevgi ve şefkati, af ve müsamahayı, birlik ve beraberliği, uzlaşı ve iş birliğini, hoşgörü ve diyaloğu yücelten fikirlerle doludur. Hocaefendi her fırsatta İslâm’ın radikal yorumuna karşı çıkmış, sertlik ve kabalığın Müslümanlara büyük zararlar verdiğinin altını çizmiş, ılımlı ve barışçıl bir din yorumunun öncüsü olmuştur. “İslâm’ın, bırakalım şiddet ve radikalizmi besleyen bir din olmasını, insanlığın başına bela olan bu iki musibetin önündeki en büyük panzehir olduğunu herkese göstermek ve anlatmak, Allah’a sağlam inanmış müminlere düşen çok önemli bir misyondur.” (https://www.herkul.org/kirik-testi/siddete-karsi-mucadele/) sözleri ona aittir.
Hocaefendi’nin eserlerinden yukarıdaki tespitleri destekleyen onlarca alıntı yapmak mümkündür. Misal olması adına onun sulh, hoşgörü ve uzlaşıya dikkat çeken birkaç sözünü nakledelim:
“Bizim yaşanabilir bir gelecek adına ırk, renk, inanç, mezhep farklılığı demeden bütün insanlığa kucak açmamız, farklı millet ve toplulukların birbiriyle sarmaş dolaş olmasını temin etmeye çalışmamız lazımdır. Sadece İslâm dünyasında değil bütün bir insaniyet âleminde temel insanî değerlerin hâkim olması için gayret etmemiz gerekir. Her yerde öldürücü silahların bulunduğu bir dönemde böyle bir engin bakış açısına şiddetle ihtiyaç vardır.” (Fethullah Gülen, Yolun Kaderi, s. 148-149)
“Günümüzün inanan gönülleri, hangi çapta olursa olsun içtimaî problemleri çözebilme adına, içinde bulunulan şartların imkân ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, sulh yolları araştırmalı, diyalog zeminleri tesis etmeli, anlaşma platformları oluşturmalı ve gerekirse hakem heyetleri kurmalıdır.” (Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu, s. 158-159)
“Keşke müşterek bahçesi olan cami, kilise ve havralar inşa edebilsek. Mabetlerinden çıkan insanlar aynı bahçede bir araya gelebilse, beraber çay içseler, yemek yeseler ve böylece birbirlerini daha yakından tanıma imkânı bulsalar. Önyargılarından sıyrılsa ve birbirlerini yemediklerini görseler. Öyle bir atmosfer oluştursalar ki herkes çok rahatlıkla kendi düşüncelerini dile getirebilse, birbirine tebessüm edebilse, birbiriyle kucaklaşabilse. Birbirimize karşı bu şekilde insanca tavırlar ortaya koymaya şiddetle ihtiyaç var.” (https://www.herkul.org/kirik-testi/uzlasi-kulturu/)
Şimdiye kadar Hizmet Hareketini “ılımlı İslam” görüşünden, başlatmış olduğu hoşgörü ve diyalog faaliyetlerinden ötürü eleştirenlerin, bugün onu şiddet ve terörün adresi olarak göstermeleri büyük bir çelişkidir. Bu, onların samimi olmadığını, başka hesaplar peşinde olduklarını gösterir.
Fethullah Gülen, İslâm ve terör meselesi dünya basınının gündemine girdikten ve el-Kaide, IŞİD, Boko-Haram gibi radikal örgütler terör eylemleri gerçekleştirmeye başladıktan sonra terör aleyhine net olarak tavrını ortaya koymuş ve her fırsatta “fakat”sız, “ama”sız bir şekilde terörü lânetlemiştir. Belki de İslâm âleminde en başından itibaren bu ölçüde intihar bombacılarına karşı net tavır alan, bunların İslâm’la hiçbir şekilde bağdaştırılamayacağını dile getiren ve -bu örgütlerin hedefi hâline gelme pahasına- “Terörist Müslüman olamaz; Müslüman da terörist olamaz.” (Fethullah Gülen, Yaşatma İdeali, s. 212) diyerek meseleyi kestirip atan ikinci bir İslâm âlimi olmamıştır.
O, bir kısım ulemanın yaptığı gibi bu konuda ne zaruretlere sığınmış ne intihar bombacıları için şehitlikten bahsetmiş ne başkalarının çoluk çocuk demeden yaptıkları katliamlara misilleme yapmayı tecviz etmiş ne Müslümanların zafiyet ve çaresizliğini bir mazeret olarak görmüş ne de bu konuda herhangi bir müspet kanaat izhar etmiştir. Bilakis o, kullanılan vesilelerin meşru olması gerektiğini, insan öldürmenin İslâm’da nasıl büyük bir cürüm kabul edildiğini, fertlerin savaş başlatma yetkilerinin bulunmadığını, savaşta bile masum insanların öldürülmesinin tecviz edilmediğini ve İslâm’ın imajının kirletilmemesi gerektiğini söyleyerek her fırsatta terörün ve intihar saldırılarının karşısında olmuştur.
Sadece terör eylemleri de değil, Hocaefendi, insanları birbirine düşürecek, insanlar arasında kin ve nefret tohumları ekecek her tür çatışma ve kavganın karşısında olmuştur. Müslümanların, sokak hareketleriyle bir yere varamayacaklarını defalarca ifade ve izah etmiştir. Sözlü ve yazılı açıklamalarıyla sürekli ülkedeki gerilimi düşürmeye ve kutuplaşmayı ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Ve bunda da önemli ölçüde başarılı olmuştur. Öncüsü olduğu diyalog ve hoşgörü faaliyetleri vesilesiyle birbirine mesafeli duran çok farklı kesimleri aynı masa etrafında bir araya getirmiştir. Bediüzzaman gibi o da cehalet, fakirlik ve ihtilafı (çatışma ve kavgaları) insanlığın en büyük üç düşmanı olarak tanımlamış ve bunları ortadan kaldırma adına önemli adımlar atmıştır. Kendisini seven ve fikirlerine değer veren insanları da insanlığın başına belâ olan bu üç düşmanla mücadele etmeye çağırmış ve bu istikamette harekete geçirmiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin fikirleri etrafında şekillenen Hizmet Hareketinin şimdiye kadar ortaya koymuş olduğu proje ve faaliyetler ona yönelik terör ithamına en somut ve en güçlü cevaptır. Hizmet gönüllüleri şimdiye kadar hem kendi ülkelerinde hem de dünyanın çok farklı coğrafyalarında açtıkları yüzlerce eğitim müessesesi ile eğitime katkı sağlamış, başarılı ve donanımlı insanlar yetiştirmişlerdir. Kurdukları diyalog merkezleri ve kültür lokalleriyle, düzenledikleri hoşgörü faaliyetleriyle farklı milletlere, dinlere ve kültürlere mensup insanlarla bir araya gelmiş, dostluk köprüleri kurmuş, insanlığın ortak faydası adına ortak projeler yürütmüşlerdir. Türkiye’deki terör probleminin çözümü adına en somut ve yararlı projeleri yürütenler de Hizmet gönüllüleri olmuştur. Onlar Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde açtıkları dershanelerle, okullarla, kitap okuma salonlarıyla, etüt merkezleriyle gençlerin elinden tutmuş, onlara rehberlik yapmış ve dağa çıkışın önünü almışlardır.
Hemen her fırsatta terörü lânetleyen, dinî ve aklî argümanlarla terörün Müslümanlık ve insanlık adına ne ölçüde öldürücü bir zehir olduğunu ortaya koyan ve onun önlenmesi adına çok hayatî bir kısım esaslar üzerinde duran Hocaefendi ile; eğitim ve hoşgörü faaliyetleriyle daha barışçıl ve daha yaşanılabilir bir dünya kurulmasına katkı sağlayan ve aynı zamanda teröre kaynaklık yapabilecek cehalet, çatışma, aşırılık, radikallik ve ayrımcılığa savaş ilân eden Hizmet gönüllülerinin AKP’nin yönettiği Türkiye devleti tarafından “terörist” ilân edilmesi aklen, ahlâken, hukuken ve dinen kabul edilemez bir durumdur.
Müslümanların birlik ve beraberliğini temin etmesi beklenen Diyanet İşleri Başkanlığının, İslam’a ve insanlığa yaptığı hizmetler gün gibi ortada duran bir dinî hareketi terör örgütü ilân etmesi, tadlil ve tekfir etmesi bu kurumun misyon ve vizyonuyla telif edilmesi mümkün olmayan bir harekettir. Bunun tek bir izahı vardır; o da Diyanet’in son on yıldır aşırı derecede siyasallaşması ve AKP’nin teşkilat yapısı gibi çalışmaya başlamasıdır. Son yıllarda siyasetle din arasında kurulan ilişkinin çarpıklığı 2010-2017 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Mehmet Görmez’i bile rahatsız etmiş olacak ki son günlerde şu açıklamayı yapma lüzumu duymuştur: “Dinin siyasallaşması, dinin salt politik bir sisteme dönüşmesi ne kadar büyük bir yanılgı ise, siyasetin dinileşmesi, siyasetin din üzere takdim edilmesi de o kadar büyük bir tehlikedir.” Halbuki görev süresince kendisi de siyasî iradenin bir aparatı gibi vazife görmüş ve o da siyasetin taleplerini yerine getirerek Hizmet Hareketi hakkında çok ağır ifadeler kullanmıştı.
Hizmet Hareketini “terör örgütü” olarak isimlendirmek veya onun hakkında “baği” ve “asi” gibi nitelendirmeler yapmak hiçbir şekilde hakikati yansıtmamaktadır. Hizmet Hareketinin AKP hükümetine karşı yaptığı uyarı ve ikazların, eleştiri ve tenkitlerin, yürüttüğü muhalefet ve pasif direnişin hiçbir şekilde “terörle”, “isyanla”, “ihanetle” ilgisi yoktur. Hizmet Hareketi, hükümetin yararlı ve meşru bulduğu icraatlarını desteklemiş, tasvip etmediği ve ülke açısından zararlı gördüğü faaliyetlerini ise elindeki imkânlar ve kanunların vatandaşlara tanıdığı haklar ölçüsünde engellemeye çalışmıştır. Eğer Hizmet’in bugüne kadar ki tavır ve davranışları illaki İslâmî literatürden bir kavramla isimlendirilecekse bunun adı “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” olmalıdır.