Hizmet Hareketi eleştiriden muaf mı?

SALİH HOŞOĞLU | YORUM

Bir önceki yazıda Hizmet Hareketi’ne eleştiri diye yapılan sataşmaların kahir ekseriyetinin ‘karalama’ yahut ‘iftira’ boyutunda olduğunu yazmıştım. Hizmet’ten hazzetmeyenlerin çok defa etikle hukuku karıştırarak, açıkça mugalata yaptıklarını ve infaza yeltendiklerini anlatmıştım. Hizmet’i dışardan eleştirecekler elbette nezaketle ve ellerindeki donelerle bunu yapabilirler. Geçenlerde Ahmet Kurucan’ın çok güzel ifade ettiği gibi, Hizmet din değildir. Kaldı ki bugün dinler de kıyasıya eleştiriliyorlar. Hatta iddialarına göre İslamcı bir yönetimin olduğu Türkiye’de İslam dini hiç aslı faslı olmayan ithamlarla kamuoyu önünde karalanıyor; kaldı ki Hizmet eleştirilmesin!

Hizmet’in dışından gelen eleştirilerle ilgili şöyle bir hatırlatma yapmak isterim: Hizmet’in kimseye borcu, bağımlılığı ya da minneti yok. Kimseden hakkı olmayan bir şey almadı, hep verdi. O nedenle Hizmet dışından yapılan eleştiriler nesnel ve objektif olmak zorundadır. Yani Hizmet’in doğrudan sorumlu olduğu konularda olmalıdır.

Şu anda piyasada Hizmet’e saldırarak prim yapmaya çalışan parazit tiplerin iddialarındaki gibi abuk ve alakasız olmamalıdır. Mesela “gayr-i ahlaki ilişki” nedeniyle ordudan atılan birinin bunu Hizmet’e fatura edip mağdur rolü oynamaya kalkması gibi olmamalıdır. Yahut Rektörlük seçiminde 3. sırada iken YÖK tarafından 1. sıraya konulmamasını Hizmet’e bağlayan şarlatanlarınki gibi olmamalıdır. Bu konuda binlerce örnek olduğu için detaya girmeyeceğim. Bu tarz suçlamalarda objektif hukuk normlarına bakılır, nokta.

İş yapmayan çok konuşur!

Bir de dost olduğunu söyleyen, iddia eden yahut ihsas eden (en azından eskiden öyle olduğunu söyleyen) ciddi bir kitlenin de eleştirileri var. Bunların eleştirileri daha çok duyumlara dayalı, bir tarihlerde bir yerlerde yapıldığı iddia edilen bazı işlerin etik olup olmadığı ve Hizmet’in/Hizmet kurumlarının performansı konusunda oluyor. Söyledikleri bazı şeylerin doğruluk payı da olabilir ancak bu olayların hemen tamamında bir ya da birkaç kişinin uygulaması söz konusudur ve bu uygulamaları ‘Hizmet’ olarak kabullenmek doğru değildir. Hizmet gönüllülerine ahlak/etik üzerinden eleştirenlerin en azından kendilerinin eleştirdikleri konularda sicillerinin temiz olması iyi olur.

Gerçekte herkes Hizmet’i birçok konuda ve haklı olarak eleştirebilir, çünkü ortada çok ciddi işler yapan bir topluluk var. Bir yerde bu boyutta iş, hizmet, üretim varsa hata da eksik de olur. Bunlar olmasa da “Daha iyisi niye yapılmadı!” diyerek de eleştirebilirler.

Bizim toplumun büyük kısmı “çok konuşan, çok eleştiren ama iş yapmayan” kişilerden oluşuyor. O yüzden Türkiye’de devlet desteği olmadan bütün gönüllü kuruluşlar hatta siyasi partiler cılızdır, zayıftır, etkin değildir. Cemaatler ve sosyal hareketler bu handikapı aşmak için kalıcı elemanları istihdam ederek organize olmaya çalıştılar, çalışıyorlar. O zaman da karşılarında devletin baskısını buluyorlar. ‘Örgüt müsünüz, yasadışı işler mi yapıyorsunuz?’ gibi ithamlarla karşılaşıyorlar.

Türkiye’de devlet herkesi yasal alan ile yasadışı alanın sınırında tutmaktan pek memnun olduğu için asla bu konularda yasal düzenlemeler yapmıyor. Türkiye dışındaki Türkiye kökenliler bunu bir şekilde aştıklarında bünyede bürokratikleşme ve hantallaşma problemi başlıyor. Özetle organizasyon, üretim, iş yapmak zor iştir, her aleyhte söz eleştiri değildir ve kıymet-i harbiyesi de yoktur.

Doğru ve yerinde eleştiri hayati bir ihtiyaçtır

Hizmet’e dışardan gelen saldırı ve eleştirilerin dışında bir dönem Hizmet’te görev almış kişilerden de eleştiriler geliyor. Bu bir yönüyle Hizmet’in sağlıklı yürümesi için gerekli ve hayati bir ihtiyaçtır. En başta belirttiğimiz gibi Hizmet bir din değil, yapılan işlerin bizzat o işlerin içinde olanlarca, yakın çevreden veya dışardan destek veren dostları tarafından belli ölçülere uyarak kritik edilmesi bir zarurettir. Ancak burada önemli sınırlar ve sınırlılıklar mevcuttur, olmalıdır. Genel Hizmet felsefesi ve uygulamaları ile ilgili öneriler ve tartışmalar her platformda usulünce yapılabilir. Zira o daha iyiyi arama çabasıdır.

Ancak özellikle kişileri ve belli uygulamaları hedef alan eleştirilerin kamuoyu önünde yapılması pek sağlıklı olmamaktadır. Bugüne kadar sosyal medya platformlarında bu tarz eleştirilere girişen arkadaşlar velev ki yüzde yüz doğru şeyler söylüyor olsalar bile usul hatasından dolayı Hizmet’e de kendilerine de zarar verdiler, veriyorlar.

Bir defa kamuya açık platformlarda yapılan bu eleştirilerin bir kısmı kamuoyu tarafından bilinmeyen hususlardır. Mesela bir ülkede yetersiz performansı veya etik dışı uygulamaları olduğu iddia edilen bir yönetici hedefe konuluyor ve eleştiriliyor. Bir defa bu kişi genel kamuoyu tarafından bilinmiyor, hatta büyük oranda Hizmet içinde de bilinmiyor. Dahası o kişinin performansı onları ilgilendirmiyor.

Mesela ABD’nin filanca bir eyaletindeki tartışma beni hiç ilgilendirmiyor, çünkü olayı, kişileri, hadiselerin seyrini ve diğer detayları bilmiyorum, öğrenmek de istemiyorum. Buna vaktim de yok, bunun bana bir faydası da yok, benim bilmemin de onlara faydası yok. Bu eleştiri böylesi kamuya açık bir platformda yapılınca o kişi daha da dokunulmaz hale gelebiliyor.

Dışardan bunu okuyan biri Hizmet hakkında olumsuz bir kanaate sahip olurken Hizmet içinden birileri de “çok muhtemelen kişisel sürtüşmeleri vardı” gibi bir kanaate sahip olabiliyor. Nitekim bu tarz eleştirileri yazanlara verilen cevaplarda bunların hepsini görüyoruz.

İnsanın olduğu yerde fikir ayrılıkları olur

İnsanın olduğu her yerde farklı düşünceler, sürtüşmeler, fikir ayrılıkları, küsmeler, tartışmalar ve hatta kavgalar olur. Bu Hazret-i Adem (AS) zamanından beri değişmedi, bundan sonra da değişmeyecek. Bu farklılıkların dozu değişir, güçlü bir yönetici/lider figürü varsa yüze vurmayabilir, orada çalışanların çoğu özverili insanlardır ve birçok şeyi absorbe ederler vesaire ama bu hayatın bir gerçeğidir ve asla inkar edilemez.

Önemli olan bu aykırılıkları nasıl yönettiğiniz, farklı fıtratları nasıl mezcettiğinizdir. Birlikte yaşamayı başarabiliyorsanız problem büyük oranda çözülmüş demektir. Eleştirmekten amacımız Hizmet’in daha verimli ve etkin yürümesi olduğuna göre eleştirileri de buna uygun mecralarda yapmamız lazım.

Şimdilerde WhatsApp grupları gibi çok farklı grup-içi platformlar mevcut ve bu tartışmaların nezaketle ama ciddiyetle buralarda yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyorum. Hizmet içinde çalışırken dışlanma korkusu yaşayan ve o nedenle eleştirilerini seslendirmeyenlerin daha sonra dünya aleme Hizmet içi konuları anlatmaları çok daha büyük bir çelişkidir.

Yönetici hastalığı

Bizim eğitim sisteminde öğretilmeyen ve İslam dünyasında da pek de dikkate alınmayan bir husus “yönetici hastalığı”dır. Bu kısaca bir kişinin lider ya da yönetici pozisyonuna ulaştıktan sonra yaşadığı kişilik değişimidir. Özellikle yönetici olduktan sonra belli başarılara imza atmış kişilerde görülme ihtimali daha fazladır.

Bu aşamada yöneticinin etrafında onun hoşuna gidecek şeyleri söyleyenler toplanır ve yöneticinin gerçeklikle bağını koparabilirler. Bu konuya az ilgisi olan herkesin bildiği bir husus olduğu için detaya girmeyeceğim. Şartlar imkan verirse çok az yönetici kendisini eleştirenleri yanına yaklaştırır, yönetici yaklaştırsa da çevresini alanlar yaklaştırmazlar.

Hizmet içinde belli mekanizmalardan dolayı bu problemin görülme ihtimali pek olmasa da dikkatli olunması gereken bir husustur. Kanaatimce ilkokul birinci sınıftan itibaren insanların yönetici hastalığı konusunda eğitilmesi zaruridir. O nedenledir ki hesap verebilirlik, şeffaflık, öngörülebilirlik ve kanunlarla/yönetmeliklerle/kurallarla sınırlı olma gibi temel prensipler yöneticileri sınırlandırmalıdır.

Hizmet Hareketi’nin kendi içinde oluşan problemleri ve yükselen eleştirileri iyi tanımlanmış mekanizmalar oluşturarak değerlendirmesi gerekir ve bu sayede birçok yol kazasının da önüne geçilmiş olur. Ayrıca ciddi anlamda performans artışı sağlanabilir.

Hizmet’te kimse her şeyin en iyisini yapma iddiasında olmadı, olmamalı da. Mevcut imkanlarla ve birikimlerle elden gelenin en iyisi yapılmaya çalışılmaktadır. Eğer her işi en iyi şekilde yaptığını iddia eden birileri varsa kesinlikle yanılıyorlardır yahut bizi kandırıyorlardır. Bu iddialarına itibar edilmemelidir. Ama Bediüzzaman’ın verdiği bir ölçü ile en iyiye ulaşma iddiasıyla iyiden de mahrum olmamalıyız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

15 YORUMLAR

  1. Ne güzel tespit olmuş:

    “Hizmet Hareketi’nin kendi içinde oluşan problemleri ve yükselen eleştirileri iyi tanımlanmış mekanizmalar oluşturarak değerlendirmesi gerekir ve bu sayede birçok yol kazasının da önüne geçilmiş olur. Ayrıca ciddi anlamda performans artışı sağlanabilir.”

    Insanlar dinlenmeyince veya dinlendikten sonra kaale alınmayınca malesef içlerini ya eşlerine ya da sosyal platformlara dokuyorlar. Umarım bu tespitiniz kayda değer bir şekilde değerlendirilir.

    Yazarlar da yazilarinda eleştiri yapanları at sineği, parazit vb. tabirlerle otekilestirerek kendi tabanlarini konsolide etmeye calismamalilar. Bu tip söylemler topluluğu fikri manada militanlastiriyor.

    Ayrıca bu tip yaklasimlar her ne kadar haklı olsa da bu topluluğu hashasi diye otekilestirenlerden bir farkiniz olmadığı hissi uyandırıyor.

  2. Hiç olmazsa kimseden hakkı olmayan bir şey almadı demeseydiniz. Türkiye sokaklarındaki sıradan vatandaşlardan kari ekserisinin bu cemaate husumetinin altında yatan en önemli sebep sınav sorularinin dağıtılması ve kadrolaşma meselesi. Yedi düvele yayildi bu konu. PMYO sınavlarından askeri okul sınavlarına, o sınavlara girip de bu duruma şahit olan cemaatin kenarından kıyısından geçen insanların sayısı yuzbinlerin çok çok üzerinde. Ha bu demek değildir ki o insanlar omurgalı. Dün sırf şahsi menfaatleri uğruna cemaate yanaşan bu insanlar şimdi benzer şekilde soruların dağıtıldığı ilim yayma vb başka cemaatlere kapı atma derdinde. Değişen tek şey cemaatin adı. Türkiyenin sistemi daha önce de böyleydi, halen de böyle. ÖSS YDS dahil birilerinin sorulara önceden ulaşmadıgi tek bir sınav dahi yok Türkiye’de. Şimdi birileri çıkıp buraya yazdıklarıma laf edebilir ama yıllarca cemaat evlerinde kalıp şakirt olarak takılan bir AKP’li 17-25 sonrası ilim yaymaya kapıyı atıp arabasının bagajindaki hakimlik sınav sorularından ve mülakat dosyalarından ilk ağızdan bahsetmemiş olsa, duyum der geçerdim ama bu vatandaş şu an mecliste bir milletvekili. Soru çalma olayı Türkiye’nin bir gerçeği, cemaatten önce de vardı, cemaat bunu fazlasıyla yaptı, şimdi de daha katmerlenmis ve bir değil birden fazla cemaate pay edilmiş şekilde devam etmekte. Cemaat de içinden çıktığı Türkiye sosyolojisinin temel karakteristik özelliklerinden azade degil. Bu gerçeği fark etmek gerekiyor. Cemaat hiçbir zaman hiçbir kimseye sınav sorularını vermemiştir iddiasinda bulunan kişi ya çok saftır ya da ÖSYM tarafından yapılan sınavlarla hiç işi olmamıştır. Isteyen istediği kadar inkar etse de somut hakikat bu. KPSS, TUS, Hakim savcı veya kaymakamlık sınavları dahil soruları önceden belirli kişilere dağıtılmayan tek bir sınav yok. Bu düzen hep böyleydi, halen de böyle, bu gidişle daha uzunca bir süre de böyle olmaya devam eder. Zira Türkiye toplumunun sosyolojisi bu. Değişmesi öyle hayal kurarak masa başında plan yaparak olmuyor. Türkiye devletinde herkes kendi gibi olanı kadrolastirmaya çalışır. Liyakate binde milyonda bir belki rastlanır. Kökünden ve kuruluşundan hatalı bir sistem var ortada. Yüzlerce yıllık kemikleşmiş temel mantalite sorunlarını kimse gidip de masa başında planlanmış birkaç hamle ile değiştiremez.

    • Hemen açıklayayım.
      Bir dönem PMYO sınav soruları işi o kadar ayağa düştü ki cemaatle alakası olmasa bile bir şekilde dersaneye gitmiş, birkac kez maklube yemiş ama ÖSS de adam akıllı bir yer kazanamamış sempatizan bile denilemeyecek kişilere dahi dagitildi bu sorular. Ihraç olan insanlar cemaatle öyle veya böyle irtibati olan insanlar, lakin polis gibi uzman çavuş gibi eli silah tutan ama alt kademe denilebilecek alanlarda sırf devlete kapı atmak için kenarından cemaate yanaşmış ve şu an işine gücüne devam eden çok ama çok fazla insan var, zira bu insanlar zaten o sınav soruları için cemaate yanastilar, cemaatte başkası olacağına hiç olmazsa sempatizan olsun diyerek bu şekilde on binlerce kişinin kadro almasına ön ayak oldu. Yaşanan KHK sureclerinde sorgulamalarda iskencelerde görev alan kişilerin bile bir çoğu da bu tarz insanlardan müteşekkil. Yüzbinler ifadesi size abartılı gelmiş olabilir belki ama bana az bile geliyor, zira cemaat bilhassa 2009 sonrası iş ve eş bulma kurumu haline gelmişti bir çok insanın gözünde. Insanlar devlet memuru olabilmek için bir şekilde cemaate yanasmaya veya cematten bir referans bulmaya cabaliyordu. Kendi tanıdığım farklı cemaatlerden insanlar bile iş bulabilsin diye çocuğunu haftada bir bile olsa cemaatin evine göndermeye çabalıyordu. Bu insanların çok büyük kısmı kadroyu alınca cemaatle selam sabahı kesip yoluna devam etti. Ihraç olan yuzbinler varsa, ihraç olmayıp su an başka cemaatlerle veya akp ile yoluna devam eden bunun kat be kati sürüyle insan var.

      Bu durumun aynısı 2015 ten beri hakimlik sınavında ilim yayma tarafından yapılıyor (daha doğrusu yapılıyordu diyeyim, son 5 yılı bilmiyorum) ki, şu an AKP MV olan ve yukarıda bahsettiğim eleman o dönemde Hamamönünde Ömer hocanın rahlesinden geçmeden hakim olmanın mümkün olmadığı gibi iddialı bir laf edebilmisti. Ilim yayma ile geçmişte hiçbir alakası olmasa bile hakim olmak isteyen adayın önce Ömer hoca diye bilinen adamin ön mülakatindan geçmek zorunda olduğunu ifade etmişti.

      Cemaatten önce bu işler sınırlı sayıda kişiye benim bildiğim kadarıyla ÖSS ve ALES sınavlarında yapılıyordu. 2004 öncesi ülkücü camianın önde gelenlerine ALES sorularınin verildiği, Ergenekon tayfasinin belli başlı elemanlarına bir şekilde ÖSS sorularını verdiği herkesin olmasa bile konuyu bilen birçok kişinin bildiği sırlar. Daha öncesinde Hakim savcı kadrolarına ulusalcı ekibin nasıl yerleştirildigi bazı siyasilerin diline düşecek kadar ayyuka çıkmıştı.

      Cemaatin fazlasıyla yaptığı husus eskiden başkalarınin belli sayıda kişiyle sınırladigi bu soru dağıtma işini özellikle PMYO sınavı gibi veya ÖSYMnin yapmadıgi bazı alt kademe askeri okul sınavları gibi sınavlarda artık bu kadar da olmaz denecek kadar yaygın hale getirmiş olması. 2007 sonrası cemaat ile irtibati olmayıp da sözleşmeli subay astsubay veya uzman çavuş olabilmiş kaç kişi vardır diye bir soruya cevap vermek oldukça zor. Yüzde birden fazla olabileceğine ihtimal bile veremiyorum.

      Günümüzde ise AKP nin kendisine biat etmiş farklı cemaatler arasında bir denge şeklinde yaptığı bu iş hepten zivanadan çıkmış durumda. Hatta kapatılan dersanelerin yerine açılan kurumlar, ya da KPSS TUS gibi meslek sınavlarına hazırlayan dersaneler, özel sınıflarda sınavda cikacak soruların yaklaşık yüzde 70’ini sınavdan önce deneme sınavi şeklinde adaylara sunabiliyorlar. Bir dersane sınavda çıkan soruların birebir aynısının yüzde 10 gibi bir oranını sınav öncesi verse, hadi olabilir denir ama bu oran 70 ve hatta daha fazlası ise buna tesadüf demek için fazlaca saf olmak gerekir.

      Bu nedenle 17-25 öncesi memur olmak için cemaate yanaşan anadolu insanı şu an mesleğine göre kendisine bir cemaatten referans bulma arayışında. Bir yere yanasmadan kendi hakkıyla devlet kadrolarında yer bulabilen insan sayısı her geçen gün daha da azalmakta. Anadolu insanı da bunun farkında ve kimisi menzil kapısında, kimisi ilim yayma, kimisi hakyol, kendisine göre iş arayışında. Ulkucu ve Ergenekoncu tayfada benzer şekilde. Herkesime dağıtılmış bir pay var. Bunlar zan, duyum, tahmin vs değil bizatihi vakia. 15 Temmuzdan önceki Mayıs ayında GATA da üçüncü sınıf öğrencisi bir çocuk savcıliga gidip de cemaat bana ÖSS sorularıni verdi, vicdanım rahat değil diye ifade vermişti. Bu küçük vakıa çoktan unutuldu gitti. Günün birinde şu an kadro için bir yerlere yanaşan bu yüzbinlerce insanın içinden vicdani olup da bana sınav soruları verildi diyen insanlar çıkar mı bilemem, lakin kılıç çantanından okul birincisi yapilanina kadar hiçbir teğmen, sadece kendi halinde bir teğmen değil buna eminim. Her birisi belli amaçlar ve hedeflerle yetistirilmis bir grubun elemanı. Türkiye’de hakkaniyet, adalet, liyakat gibi kavramlar cemaat kadrolaşma işlerine girismeden önce de yoktu, bugün ise hiç hiç yok.

      • Veli bey, size birkaç sorum var.

        Sorum, kesinlikle RETORİK SORU değil. Amacım asla da, eleştirmek değil. Zihin jimnastiğini çok severim.

        Eğer okurken retorik soru, cevabı içinde saklı, siz vermişsiniz cevabı, zaten mantığınızı belli etmişsiniz diye düşüneceksiniz, öncelikle söyleyim kesinlikle öyle bir amacım da yok. Baştan belirtiyorum bu nedenle.

        Soruyu sormadan yazınızdan çıkardığım şey şu.

        657 sayıllı devlet kanununda liyakat esası odaklı. Oysa, bu sadece lafta. Herkes, kendi LİKAYAT kavramı üzerinden bir felsefi vicdani temelini bulmuş.

        Ülke de bir haksız sistem kurulmuş, Ergenekon vari, İDEOLOJİK ve halkın değerlerine düşman ya da zıt bir yapı, sistemlerini korumak için, kadrolaşmışlar, soru vermişler, adamlarını HAKSIZCA kritik yerlere getirmişler, sistemlerini devam ettirmek esas olmuş.

        Bunu bir İDDİA olarak değil VAKIA olarak da belirmişsiniz. Yani bu bir TESPİT olarak verdiniz.

        Bu sistemin zıt-düşman tarafı olarak addedilen tarafları da, Tarikatlar, cemaatler, ister bölüşüm problemi deyin, ister sosyokulturel ezilmiş aşağılanma, bu HAKSIZ tutum karşısında benzeri yöntemi kullanıyorlar. Allah rızası, Alemi İslamın geleceği.. için mübahlaşıyor çok şey.

        Tarafların önemi yok, bu ülke de ana 3 4 bakış açısı varsa, her biri yaptığı eylemde başkasının kendnisine uğrattığı ZARARI ENGELLEME, ÖNLEME.. SİSTEMLERİNİ DEVAM ETTİRME.. gerekçesi var.

        Ama son yıllarda tadının çıktığını, hele 15 temmuz sonrası da bunun iyice zıvanadan çıktığını, üstelik eyvallahsız bir şekilde yaptıklarını söylediniz.

        mhp, akp.. ve kimse ortakları.

        Bunu da bir diğer tespit olarak söylediniz.

        Biraz açarak yazdım.

        Şimdi gelinen noktadan şunu kendim çıkardım, TESPİTLERİNİZ üzerinden.

        Bu ülke de, her TARAF kendi HAKLI!! nedenleriyle, bu sistemi devam ettiriyor.

        LİYAKAT kağıtta kalmış birşey.

        Bu bir kısır döngü.. cendere..

        Ve yine kartlar yeniden karıldı, ülkede görümeyen haksız düzen devam ediyor.

        İşte tam bu nokta da, bir sorum var size.

        Siz, bir insan olarak, dürüst ahlaklı bir insan olarak ama sorumlu bir vatandaş olarak bunu değiştirmek istiyorsunuz. Adil bir sistem. Güzel bir toplum.

        Ve karşınızda da, nasıl işlediğni bildiğiniz bir sistem. KENDİ VARLIĞINI en ufak riske karşı bile bırakmayacak, anında onu yok etmeye odaklı bir sistem.

        Sistemin paydaşları değişse de, döngü bu. Arkaik bir planı da var, felsefik, inanç planı da var üstelik. Bu döngünün devam etmesinin KUTSAL yönü de var diyelim yani. Kutsal derken, kutsalı tanımayanlar dahi buna giriyor bu arada. Ergenekonu da, şunu da bunu da.

        Şimdi hocam soruyorum size.

        Siz, bunu değiştirmek istiyorsunuz diyelim.

        Gönül bu ya. Değiştirmek istiyorsunuz.

        Haksız bir döngü var.

        Nasıl değiştirirsiniz bunu.?

        Siz nasıl bir yol izlersiniz?

        Ne yaparsınız?

        Lütfen sorumu eleştiri olarak, retorik olarak ele almayın.

        Siz, bu haksız sistemi, haksızlık yapmadan nasıl dönüştürebilirsiniz.

        Yazınızda ki netlikte bir netlikte cevap verebilir misiniz lütfen yine.

        Dediğim gibi amacım retorik soru ve cevap üzerinden savunmak değil.

        Tespitlerinizi okudum,böyle bir döngüye VAKIA olarak bildiğini söyleyen biri olarak,

        bunu nasıl deeğiştirirsiniz. 10 yıllık, 20 yıllık, 30 yıllık artık neyse geleceğe vabeste bir plan program olarak ne yaparsınız?

        Açıklama yapar mısınız, yorumunzdaki hususları da göz önünde tutarak.

        Yani, adilce girmeye çalıştığın yerde mülakattan eleneceksin, full çeksen bile hadi alalım deselerde, girince egemen taraf hangisiyle, ondan yana olmazsan, etkin bir role ulaşamayacaksın, dolayısı ile gerçek anlam da haksız sistemi değiştiremeyecek, sadece hatta onun meşru yanlarını geliştiren yanı olacaksınız.

        Dürüst olmasa da rsistem sizin gibi dürüstleri bir yere kadar kullanıp, ama kritik noktaya getirmiyorlar diye de bilioruz çıkarımlarını da yapıyoruz.

        Ve siz düşünün işte,

        ne yaparsınız böyle bir durum da?

        Cevabınız için tekrar teşekkür eder, bir cevabi nitelikte olmadığnı söylemek istiyorum.

        …..

        bİRKAÇ SORUM var demiştim.. bu uzun değil o kadar.. Yukarda siz ne yapardınız diye verdiğniz soruya verdiğniz cevap ne ise, nasıl bir yöntem ise.. Henüz bunu yazarken bende bilmiyorum.. Ama diyelim ki o yaptığınız yöntem de bu döngüyü değiştirmedi. HAKSIZLIK hukuksuzluk liyakatsizlik GÜÇ olarakkarşınızda durmaya devam etti. …

        İşte öyle bir durumda, siz bir başkasına tavsiye de bulunsanız.. Genç idealist birisi ya da biriler iolsun. yüzlerce belki binlerce. O an ne tavsiye edersiniz. Nasıl bir yol tavsiye edersiniz..

        Bunu da yine somut, açık, net yazarsanız sevinirim.

        Tekrar teşekkür ederim.

        TEKRAR EDİYORUM, bu bir köşeye sıkıştırma sorusu değil, zihin jimnastiği sorusu.

        • Çok basit bir metaforla vereyim ilk cevabı. Bir gömleğin düğmeleri ilkinden itibaren yanlış iliklendi ise sonraki düğmeleri nasıl doğru ilikleyebilirsiniz? Önce tamamını açıp sonra en baştan doğru ilikleyerek değil mi. Başka bir seçenek, ara bir formül var mı? Ya da bir duvarı inşa ederken yerinden kayan hatalı bir kiremit varsa, bişey olmaz deyip binayı inşa etmeye devam edebilir misiniz? Ben bilmiyorum şahsen.

          Bu ülkenin daha kuruluşundan itibaren var olan ve kendisi gibi olmayanı baskı altında tutmaya yok etmeye çalışan bir sistem var. Kurucusunun ilahlastirilacak seviyede kutsandigi böyle bir ülkede benim gibi olmayan başka tarafla adil bir anlaşma yapmam mümkün olur mu? Daha ülkenin kuruluşundan beri taraftarlarinca kutsallastirilmis bir iç savaş var ortada. Öyle iki taraf vs de yok, Ergenekon ve dindar gibi. Her fraksiyonun kendi kutsalı var ve her fraksiyonun birden çok düşmanı var. Cemaatlerinden partilerine kadar ülke sosyolojisi bu. Bu fraksiyonlarin tamamı da her ne kadar zaman zaman ittifaklar yapsalar bile gücü ele geçirmek için her yolu “sadece kendilerine mübah” görüyorlar. Türkiye sistemi adalet ve liyakat degil onun veya bunun yandasligi üzerine bina edilmiş bir sistem. Bunu gozden kacirmamak lazım öncelikle.

          Böyle bir devlet sistemi ve böyle bir sosyolojide çözüm ayak uydurarak orta yol bulmak mıdır, ya da onlar yaptı ben de yapayım midir, yoksa sistemi sıfırdan inşaa etmenin yollarina bakmaya, bu kısa vadede mümkün değilse bile en azından bunun için adım adım ama sağlam bir şekilde ilerlemeye çalışmak mıdır?

          “Kadrolaşma” çalışmasina geçirilen “Mahrem hizmet” kisvesinin Adnan Menderes zamanından beri var olageldigi, Eşref Bitlis’in daha askeri okul öğrencisi iken kimin elinden burs aldığı ve genel kurmay başkanı olmasına ramak kala kimler tarafından neden öldürüldüğü, en nihayetinde de o zamandan beri var olan bilhassa TSK’ya yönelik bu “mahrem hizmetin” 15 temmuz sonrasi verdiği aşikar sonuc anlaşılmadan bir çözüm bulunabilir mi emin değilim.

          Her ne kadar ilahiyatci sifatli birtakım kalem tutucular akıl zannettikleri hevalarini Kur’an, Sünnet ve Siyerin önüne geçirip de kendilerini Kur’an’a uydurmak yerine, “Ben böyle düşünüyorum” “Bence bunun en iyi yolu bu” gibi örnek ifadelerle dini akıl zannettikleri kendi hevalarina uydurma cabasinda olsa bile ben nefsim adina “Bence Türkiye’nin sorunu buydu ve böyle çözülür” demekten imtina ederim. Tarih boyu akılcılık veya akilperetlik diye bilinen çarpık itikatlarin günden güne hevaperestlik haline geldigi bir minvalde kendimin veya başkasının şahsi interpretationunu edille-i ser’iyye’nin ilk sırasına yerleştirmekten Allah’a sığınırım. Kuranı kendime ölçü ve filtre yapıp da kendi düşüncelerimi acaba Kur’an’a uyuyor mu diye bu filtreden geçirmek yerine, aklımi veya başkasının aklını filtre yapıp da Allah’ın ayetlerini bu filtreden geçirip, bu ayet sadece o devre özgü, günümüzde olmaz böyle şeyler gibi ifadeleri İslam diye lanse etmekten de Allah’a sığınırım. Yoksa apaçık ayetlere rağmen mortgage da helal olur, hristiyan da cennetlik…

          Elime Kuranı Sünneti Siyer-i Nebiyi alıp satır satır çalışmadan kalkıp da “Rasulullah bu devirde yaşasa böyle yapardı” gibisinden zirvaliklarla ne kendimi ne de insanlari aldatmaya çalışmam. Zira şahsi yorumlarin, bencelerin sonu asla gelmez. Her bence ifadesi bir nevi “kibirlerin savaşına” gebedir. Eğer bir konuda çözüm lazımsa somut bir delile dayanaga başvurmak gerekir, öyle değil mi. Bu konu özelinde ele alacak olursak, Siyerden daha güzel bir örnek cevap olabilir mi? Bana düşen önce kendimden başlayıp itikadimi duzeltmem, dini iyi öğrenmem, sonra en yakinimdan başlayıp adım adım etrafa ilk günkü itikat ne ise içine gillugus karıştırmadan onu anlatmam, “eğer Rabbim bu şekilde uygun gördü ise” kendileri ile aynı itikadı paylaştığım muslimlerle birlikte Darül Erkam evresinden, 13 yıllık Mekke döneminden geçmem, sonrasında ise “Rabbim nasip eder ise” Medine evresini yaşamaya gayret etmem gerekir ki eğer takdiri ilahi müslimlere yeni bir Medine evresi nasip etmeyecekse de etmez, bu beşerin elinde olan bir husus asla değildir.

          Hal böyleyken hangi şartlar olursa olsun gayri meşru yollara, insan uydurması yorumlara sapmanın hiçbir anlamı yok. Bu türden çabaların verdiği sonuc da içinde yaşadığımiz üzere yoruma gerek bırakmayacak netlikte ayan beyan ortada. Herhangi bir üniversiteyi kendi cabamla kazanıp öğretmen doktor vs bir meslek sahibi olabilirim. Ille de askeri ogretmen olmak askeri hakim olmak zorunda değilim di mi. Ben bunu nefsim için değil İslam için istiyorum gibi süslü ambalajlarla kendimi kandirmamin hiçbir anlami yok. Son on yılda kendisinden ders cikarilacak sayısız örnek yasandi. Çok zengin olmak, krallar gibi yaşamak, makamlar payeler mallar mülkler elde etme gibi çabalara girişmeden önce ölümü ve vereceğim hesabı tekrar tekrar hatırlamam gerekir ki üç günlük dünya iktidarı uğruna ahiretimi heba etmeyeyim. Degisimin tek yolu benim kendimi Kur’an Sünnet ve Siyere göre degistirmemden geciyor. Başka yollar çözümler arayanlar varsa kendileri bilir. 70 yıllık mazisi olan mahrem hizmetin de siyasal İslam denen sapkinligin da sonuçları ayan beyan ortada. Güç Allah’ındir ve onu dilediği zaman dilediği kadar dilediğine verir. Ben eğer kendimi İslam’a nispet ediyorsam Allah’ın bana çizdiği kurallara harfi harfine uymadan bir yere ulaşmam mümkün olabilir mi? Kaldı ki o kurallardan başka yollara saparak o hedefe ulasabileyim. Akibetin hayr olmasi için hedefin de yolun da tastamam hayr olmasi gerekmez mi?

        • Sebeplere abanmamak ve Allah’a sırtını dayamak. Bu kadar! Mesele Türkiyenin, dünyanın kurtulması, bir yerlerin cendereden çıkması değil ki. Mesele belli değerlerin yaşatılması. Kurtarılması gereken değerlerdir.
          Şimdi kendimizi avutuyoruz, bizden öncekiler de yaptı, herkes yapıyordu diye. Sadece biz yapmamış olsaydık, harika olmaz mıydı?

  3. Hareketten birileri darbe teşebbüsüne karışmış, kimine göre sadece suça bulaşmış kirli iktidarın adalet önünde hesap vermesini sağlamak amacıyla bir operasyon. Her ne niyet ile yapılırsa yapılsın, cari yasalara göre suç. Bazı noktalar ayan beyan ortada. Bu iş planlanırken engel olabilecek sivil/resmi herkes yol üzerinden temizlenmiş, aklı selim devre dışı bırakılmış, “şakirt itaat” diyenler en büyük yalanları söylemiş, yapmaya niyetlendikleri şeyi de ellerine yüzlerine bulaştırmış ve zalime kıyım yapabilmesi için kusursuz bir koz vermiş. Şimdi deniyor ki dünyanın öbür ucundaki mesele beni ilgilendirmez. Sinek küçüktür ama mide bulandırır, burada mesele küçük olmaktan çok öte.

    Güçlü devletlerin istihbarat örgütleri bu işin içinde hareketten birileri varsa bunu biliyorlardır, emin olun.

    Peygamberler dışındaki hiçbir insan ismet sıfatına sahip değil, elbette hata yapabilir, suç işleyebilir. O hata gönül verdiğim harekete zarar verecekse elbet umurumda olur ve hesap sorulmasını isterim.

    15 Temmuz sonrasındaki süreçle ilgili olarak cezaevindeki şahit olduğum sadece bir mesele. Darbeden 6-10 ay önce insanlara telefonlarına ısrarla bylock uygulamasını kurmaları ve kullanıcı adı ile şifre bilgilerini vermeleri istenmiş. Bylcok veya başka bir uygulama kurmak ve kullanmak elbette suç değil. Meselenin farklı boyutu var; o kişilerden biri bunu mantıksız buluyor ve uydurma bir hesap adı ve şifre veriyor. Elbette kimse de o kişiye hesabın aktif olmadığını ve sahte bir hesap olduğunu söyleyemiyor. Bu sahte hesap bilgisi kişinin yargılandığı dosyanın tespit ve değerlendirme tutanağında karşısına çıkıyor. Benim gördüğüm uygulamayı kullanıp bunun bilgisini vermeyen kimseye bu konuda herhangi sorun çıkmamış. Kullanıcı adı ve şifreyi verenlerin ise tespit ve değerlendirme tutanağında bu bilgiler karşılarına çıkmış. Şimdi, “üzerindeki elbisenin hesabını vermeden dinlemeyiz de itaat de etmeyiz” diye sorgulayan kişi gibi hesap vermeden olmaz. Olur diyen varsa onlar için olabilir ama gelecek için olmaz.

  4. Sanırım nelerin umuma açık olarak tartışılabileceği veya tartışılamayacağı konusunda kafalar net değil.

    Meramımı bir misal ile anlatayım. ABD’de ödeneği devletten alan bir okul, yönetim kurulu toplantısını önceden duyurmak ve isteyenlerin izleyici olarak katılmasını sağlamak zorunda. O toplantılarda bütçe durumu, okula yapılacak büyük harcamalar, uygulanacak eğitim politikaları vs görüşülür. Dışarıdan insanlar isterlerse önceden talepte bulunarak bu toplantılarda söz alabilirler. Ama okulun özel konularının konuşulduğu iç işleyişine dair toplantılara, mesela disiplin kurulu toplantısına veya öğretmenler toplantısına sadece ilgili personel katılabilir.

    Biz hizmette neden benzerini uygulayamıyoruz? Himmet veriyor ama verdiğimiz himmetin nerede nasıl bütçelendiğini bilmiyoruz. Bunları kimlerin ne zaman nerede görüştüğünü, ne karar verdiğini bilmiyoruz. Genele yayılacak uygulama ve faaliyetlerin maslahatlarını, nasıl kararlaştırıldığını bilmiyoruz. Bunlar hizmetin özeli olamaz. En başta Ali Heyet denen kurul şeffaf olmalı. Hatta toplantıları umuma açık kaynaklarda canlı yayınlanmalı. Kurumların özel toplantıları umuma kapalı olarak ilgili personel ile yapılabilir, bundan doğal bir şey yok. Ama bütçeleri ve personel vb ana başlıklarda harcamaları web sayfalarında yayınlanmalı.

  5. Hocam, su yaziniza kadar butun yazdiklariniza katiliyordum ama bu yazida anlattiklariniz gerceklerden alabildigine uzak. Sizin salik verdiginiz estiri tarzi 2016 oncesindeki hizmet icin yapilabilirdi ya da testinin kirilmadigi herhangi bir donem icin. Ama yasanan bunca seyden, insanlarin canlarini, en kiymetlilerini, ozgurluklerini, namuslarini -bakin dunya mevki ve mallarini demiyorum bile- yitirdigi bir vasatta bu dedikleriniz sizce de cok naif degil mi?

  6. “Mesela ABD’nin filanca bir eyaletindeki tartışma beni hiç ilgilendirmiyor, çünkü olayı, kişileri, hadiselerin seyrini ve diğer detayları bilmiyorum, öğrenmek de istemiyorum. Buna vaktim de yok, bunun bana bir faydası da yok, benim bilmemin de onlara faydası yok. Bu eleştiri böylesi kamuya açık bir platformda yapılınca o kişi daha da dokunulmaz hale gelebiliyor”
    Haksizliga ugramis birinin yaninda olmak neden sizi ilgilendirmesin. Bu hakiki muslumanlarin isi degil mi?
    Haksizliga ugramis butun kisilerin problemleri icerde hallediliyor mu? Bununla alakali gerekli onlemler aliniyor mu? Cevdet ve Osman meselsinde ki gibi oldugu zamanlar olmuyor mu?
    Burada verilen davranis bicimi AKP ve yandaslarinda gordugumuz davranis bicimi degil mi?
    Yaziklar olsun… Yazdiginiz sey cok zavallica…

  7. Insanlari aptal yerine koyan bir yazi. Agacin gövdesi saglam görünüyor ama icin bosalmis. Kendi kendini bosaltiyor. Hani 5 sene önce yazilsa genis kitlelere hitap edebilecek bir yazi. Ama artik cok gec. Bunu dahi görmemeleri gerceklikten ne derece koptuklarini gösteriyor. Madde madde itiraz yazmak gelmiyor icimden. Hic gerek yok.

  8. Hareketin kendi içinde eleştirileri toplayacak bir mekanizma oluşmalı demişsiniz ama bu mekanizma hala eksik. Bu durumda oluşan pratiği size anlatayım:
    -Bir şahıs, bir konuda şikayette bulunur. Yönetici cevabı:
    -Hareketimizin prensiplerine uymuyor bu tavrınız. Bir sorun varsa, ilgili yöneticiye aktarılır, toplum içinde zihinler bulandırılmaz
    -İlgili şahıs, sorunu yöneticiye birebir zaman bulup aktarır ki bu zamanı bulmak ta kolay olmayacaktır. Bu sefer alınan cevap:
    -Mübarek, bir sürü iş yapılıyor özveri ile. Bunlar zaten insanları yoruyor. Böyle hatalar olabilir. Çözümün nedir peki? Sen bir çözüm getir. Bak senden başka şikayet eden yok
    Yani toplum içinde yapınca judo hareketi gibi geriye çakma, birebir olunca amir sıfatıyla ezme.
    Yazının ana teması “İnsanlar neden sosyal medyada şikayet ediyor?” olsaydı, neden neden diye sora sora şu sonuca ulaşacaktık:
    -Hareket içerisinde hâlâ evet bunca yaşanan sorundan sonra dahi hâlâ sorunları aktaracak mekanizmalar yoktur
    Çok örnek sayılabilir ancak kapatmadan şunu da aktarayım. Gazete ve televizyonlara iletişim kanallarından çok eleştiriler aktarmışlığım oldu. Bilin bakalım bu eleştirilerden hangileri kimler tarafından cevaplandı? Söyleyeyim, sadece ve sadece Etyen Mahçupyan yazdıklarıma cevap yazdı. Hem de her yazdığıma. Diğer arkadaşların hepsi çok önemli işler ile meşguldü, bir tanesi bile cevaplanmadı. Ertuğrul Özkök’e laf atarken, kendileri koltuklarından kalkmayan, yerine genç nesilleri yetiştirmeyen yöneticiler yüzünden ciddi sıkıntılar yaşandı. Onların aldıkları kararlarla birçok hatalar yapıldı. Bylock programını insanlara kurdurmak ve böylece fişletmek yukarıdan gelen bir karardı. Kimse çıkıp özeleştiri yapmadı. O kadar bilgi işlem ya da istihbarat gibi alanlarda uzman kişilerin görüşleri dikkate alınmadı. Dediğim gibi örnekler artırılabilir ancak asıl sorun:
    “Hareketin hâlâ eleştirileri alma, hazmetme, kabullenme, işleme koyma, cevap vererek ilgili kişiye dönüş yapma” mekanizmaları yok
    Bu arada dışarıdan yapılan eleştirilere karşı “nayır kabul etmiyoruz” görüşünüzü yazmadan önce, üstadın bu konudaki yaklaşımı nedir diye baksaydınız keşke. Kendisi fasık ve kafirlerden gelen eleştirilerde bile “onlar yanlış bir konuda eleştirmişler ama aslında da şu alandaki açığımıza onların diliyle Allah bir uyarı göndermiş” deyip onların eleştirilerinde bile kendini düzeltmek için bir çıkarım yapmıştır

    Durmak yok, harekette otokrasiye devam. Yeni hedefimiz, sosyal medyada eleştirenleri taşlamak. Önce en günahsız eline taşını alıp yürüsün. Bu harekette günahsız çok zaten değil mi?

    • Ben de sizin gibi Zaman yazarlarina bir cok yorum / soru/ sikayet yazmisimdir.. SadeceAli Bulac’tan duzgun cevap almistim.. digerleri , icimizden yetisenler, verdikleri cevaplar ‘ dediysem bi hikmeti vardir, senin kafan ermeyebilir ben ne yapayim’ tarzinda burnundan kil aldirmayan cevaplar idi

    • Benzer şekilde ben de, Nedim Hazar Bey’e, bu sitede görülen e-posta adresi üzerinden bir mail atmıştım. İki satır olsun okuyucu hatırı için bir cevap alamamış olmak üzdü, ki kendisini 30 yıldır takip eden, olasılıkla yaklaşık aynı yaşlarda bir okurum.
      TR724’e sorum: Şayet yazarlarımız okuyucu ile iletişim kurmak istemiyorsa, e-posta adresleri niçin veriliyor? Bu adresler çalışıyor mu, çakma mı, yoksa cevap verilemeyecek boyutta çok mu e-postaya muhatap olunuyor?
      Selam ile…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin