YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN
Hocaefendi, yazıları, telkinleri, sohbetleri ve diğer esbabın gerektirdiği hususlara riayet ederek fiili duada bulunurken, kavli olarak da sürekli olarak Allah’tan (cc), nezdinden bir inayetle bu problemlerin çözümü için yalvarıp yakarıyordu. Bu dualarından bir tanesi de, insanların dava şuurunu tam benimseyip, içte ve dışta, insanlığı ve İslamı ilgilendiren bütün dertlerin ıstırabını çeken insanlar haline gelmeleridir.
Hocaefendi, “Mefkure Yolculuğu” adlı kitapta hizmet insanlarının, insanlığın dertleriyle muzdarip olmaları gerektiği hususunu şöyle dillendirmektedir: “Evet, çile ve ızdırabın temelinde, öncelikle İslâm’ın hayata hayat kılındığı altın devirlerin bilinmesi, daha sonra da, bugünkü Müslümanların maruz kaldığı zillet ve meskenetin farkına varılması meselesi vardır. Hazreti Pîr böyle bir tablo karşısında, “Şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!” gibi ifadelerle ızdırabını dile getirmiştir. Keza o, milletinin imanını selâmette gördüğü takdirde, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya bile razı olduğunu ifade etmiştir. İşte bunlar gerçek insan olmanın gereği düşüncelerdir. Eğer insanlık başını almış Cehennem’e doğru gidiyorsa ve sen insansan böyle bir tablo karşısında mutlaka ürpermen gerekir. Fakat şurası da bir gerçek ki, herkes meseleleri bu ölçüde bir vicdan genişliğiyle duyup hissedemeyebilir.”
Herkesin gönlüne, insanlığın dertleriyle alâkadar olmaları için korlar saçar, ızdırap tohumları ekerdim…
Aynı yazının devamında ve başka sohbetlerinde de sık sık dillendirdiği husus olan, hizmet erlerinin başlangıçtaki safveti tekrar elde edebilmeleri ve birer hizmet delisi haline gelmeleri için, belki de Allah’a (cc) dua makamında şöyle demektedirler: “Ancak dayanabileceklerini bilsem, elimin ulaştığı herkesin gönlüne, insanlığın dertleriyle alâkadar olmaları için korlar saçar, ızdırap tohumları ekerdim. Ta ki uykuları kaçsın ve çare bulma adına deli divane gibi dolaşıp dursunlar. Zaten bir insana dininden dolayı deli denmeyince onun imanda kemale erdiğini söylemek zordur. Yani başkaları sizin hâlinize bakıp diyecekler ki: “Bağları, bahçeleri, revnaktar çiçekleri ve ferahfezâ iklimiyle bu cazip dünyanın keyfini çıkarmak varken, şu insanlar niye bu işlerle meşgul oluyor ki?” İşte bu, deli görülmenin, Yunus’un ifadesiyle, varını yoğunu Allah yolunda yağma etmenin ifadesidir.”
Allah’a (cc) yakınlaştırması açısından Celali tecelliler daha önde ve daha etkilidirler
Cenab-ı Hak’ın iki türlü tecellisinden bahsedilmektedir. Celali ve Cemali tecelliler. Allah’ın (cc) Cemali tecellilerine cemaat süreç öncesinde daha fazla mazhar oluyordu. O kadar ki, aklı erenler, tarihte hak davayı temsil edenlerin başlarına gelen imtihanlar, çileler ve zorluklara bakınca, “bu kadar güzel hizmetler eda eden bu topluluğun başına neden öncekilere geldiği gibi zorluklar gelmiyor” diye şüphe içerisine girebiliyorlardı. Bu Cemali ve Celali tecellilerin insanları Allah’a (cc) daha çok yaklaştırması beklenir. Fakat Cemali tecellilerdeki lütüf ve rahmetin aşikar bir tarzda zuhuruna binaen bazen insanlar gaflet, ülfet ve ünsiyet gibi tehlikeli hastalıklara yakalanabilmektedirler. Bu sırra binaen Celali tecelliler, insanı Allah’a (cc) yaklaştırması açısından daha önde ve daha etkilidirler. Çünkü, Celali tecellilerde, cebri lütfi olarak kulun, Allah’a (cc) yaklaştırılması söz konusudur. Menfi ubudiyetler de bu kategoride ele alınabilir. Hastalıklar, belalar ve musibetlerde riya söz konusu değildir. Kul, Allah’a (cc) olan ihtiyacının farkındadır. Samimi ve hakiki bir tevhid anlayışı içerisinde Rabbi’sine yalvarıp yakarmaktadır.
Hocaefendi, “Uhud mu, Tâif mi?” başlıklı bamtelinde bu hususta şunları söylemektedir: ““Hazreti Muhyiddîn’in de ifade ettiği gibi ki, zannediyorum, İmam Rabbânî hazretlerinin de bu konuda hususî bir-iki mektubu var: “Celâlî tecellî”nin önemi esasen, mü’min için çok büyüktür, kâfirler ve münafıklar için bu söz konusu olmasa da. Mü’min, o Celâlî tecellîler karşısında, “Cemâlî tecellî”den daha fazla hisseyâb oluyorlar. Mü’min, böyle bir “Celâlî tecellî” karşısında daha bir metafizik gerilime geçiyor; Cenâb-ı Hakk’a daha genişçe teveccüh ediyor. O açıdan da esasen, bir yönüyle Celal’in gözünde “Cemâl”, daha bir cemâl haline geliyor. Evet, bu İmam Rabbânî Hazretlerinin beyanı. Ayrı bir şey; yani, Celâl, çok daha önemli mü’min için; diğerleri için değil. Hazreti Muhyiddîn de meseleye öyle bakar; zannediyorum Hazreti Pîr-i Mugân, Şem’-i Tâbân da meseleye öyle bakar. -Mesela, Üstad hazretleri “Bazen de cemal, celalden tecellî eder. Evet, cemalin gözünde celal ne kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir.” der.-“
Sürecin başlamasıyla, hizmet üzerinde artık Celali tecelliler ağırlık kazanmaya başlamıştır. Allah (cc), kulunu kendisinden uzaklaştıran, onu rahat ve rehavete sevkederek gaflet, ülfet ve ünsiyet içerisine düşüren bütün sebepleri ortadan kaldırmaktadır. Daha önceleri sonuna kadar kendilerine açtığı bütün kapıları kapatmış ve sadece iltica edebilecekleri tek bir kapı olarak kendi kapısını açık bırakmıştır. Hizmetin kurumları bir bir kapanmış, işlerinden kovulmuşlar, bir kısmı hapishanelere atılmış, bir kısmı gaybubette ve bir kısmı da yurt dışına cebri hicret yapmak zorunda kalmışlardır.
Süreç boyunca, hizmet insanları hangi sebebe müracaat etmişlerse, meselelerin çözülmesi adına hangi kapılardan beklenti içerisine girmişlerse, hiç birisinin onlara faydası dokunmamıştır. Allah (cc) bu şekilde, davasının hizmet erlerinin yüzlerini cebren hep kendisine çevirmiş, onlar da bu hadiselerden aldıkları derslerle, şirkten kurtulup, hakiki tevhide ulaşma adına çok önemli mesafeler kat etmişlerdir. Hocaefendi’nin ifadesiyle, ne zaman bu hakikat tam anlamıyla gerçekleşirse, yani esbabın bi’l külliye sükut’undan sonra, kullar, herşeyi sadece Allah’tan bekler hale gelirlerse, Allah’ın (cc) cemali tecellileri görülmeye başlanacak ve bu kışlar yerlerini Cennet asa baharlara bırakacaktır.
Hocaefendi, Sızıntı’nın 2006 yılı Haziran ayındaki “Belki Bir Gün Biz de Dirileceğiz” başlıklı yazısında mevzuyu şu şekilde ele almaktadır: “Bazen bu yolun yolcuları, kendi güç, kuvvet ve kabiliyetlerini her şey sayıp onlara güvenme gafletine düşeceklerinden veya düşme durumunda bulunduklarından Cenâb-ı Hak onları şirkten sıyanet etme adına her isteyip dilediklerini hemen vermez ve “cebrî lütfî” bir tevcihle onların yüzlerini tevhide çevirir. Bazen de, her şey yerli yerinde olmasına rağmen diriliş erlerinde tam bir teveccüh olmayabilir; işte böyle bir durumda Cenâb-ı Hak, onları değişik baskı, saldırı ve tazyiklere maruz bırakarak, ızdırar ruh hâletiyle kendine yönelmeleri ve bir muztar içtenliğiyle O’na içlerini dökmeleri için belli bir süre onların diriliş gayretlerine aynıyla cevap vermez.”
Üstad Hazretleri, 15. Mektup’ta ““O mübarek zâtların başına gelen o feci, gaddârâne muâmelenin hikmeti nedir?” sorusuna cevap verirken öncelikle zahiri dört sebebi açıkladıktan sonra şöyle devam ederler: “Mezkûr dört esbap, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazreti Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki; o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse; öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer, o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım.” diyecektir.”
Aynı hakikatı, bu zamandaki hizmet insanları için de söyleyebiliriz. Hizmet insanlarına o facia (süreçte yaşananlar) sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki; o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer.
Celali tecelillerin bu yönüne vakıf olan büyükler her türlü tecelli karşısında Yunus Emre gibi diyebilmişlerdir:
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Sonraki yazıda konuya devam edelim… İnşaAllah
Twitter adresim: @osman_sah