Ana Sayfa Amerika Günlüğü Hilal’in sorusu Trump’ın hayali

Hilal’in sorusu Trump’ın hayali [AMERİKA GÜNLÜĞÜ]

AMERİKA GÜNLÜĞÜ | ADEM YAVUZ ARSLAN

Eğer Steven Spielberg’in ‘The Post’ filmini henüz izlememişseniz yazıya ara verip önce filmi seyredin sonra yazıyı okumaya devam edin. Çünkü ‘gazetecilik nedir?’ ‘devlet-medya ilişkileri’ nasıl olmalıdır?’ sorularına önemli bir cevaptır bu film aynı zamanda.

Amerika Günlüğü’ne 2 yıl önce vizyona giren bir filmle başlamamın nedeni ise Erdoğan’ın son Amerika seyahati. Malum olduğu üzere Erdoğan 13 Kasım’da Washington’a geldi, protestolar eşliğinde Beyaz Saray’a gitti, Başkan Trump ile uzun bir görüşme yaptı.

İki lider arasındaki basın toplantısına ise Hilal Kaplan- Donald Trump diyalogu damga vurdu.

Hem Trump hem de Erdoğan ‘bağımsız gazetecileri’ sevmediği için basın toplantısında soru imkanı sadece ‘yandaş’ isimlere verildi. Erdoğan bu tercihini adı ‘Kabataş yalanı’ ve Pelikan Çetesi ile özdeşleşen Hilal Kaplan’dan yana kullandı.

Hilal Kaplan ise ABD başkanına YPG yöneticisi Mazlum Kobani’nin Beyaz Saray’a davetine dair bir soru yöneltti. Trump da soruya “Siz gazeteci olduğunuza ve Türk hükümetine çalışmadığınıza emin misiniz?” diye cevap verdi.

Tabi sosyal medya yıkıldı.

Yandaşlar Hilal Kaplan’a övgüler düzerken yandaş olmayan kitle ise “Trump Hilal Kaplan’ın gazeteci olmadığını bir görüşte anladı” dedi.

Peki gerçekte ne oldu ve bu konu neden önemli ?

Önce Trump’ın Hilal Kaplan’a neden böyle dediğine bakalım. Gerçekte Hilal Kaplan’ın gazeteci olmadığını, kariyerinde Kabataş Yalancı ve Pelikan Darbesi gibi yüzkızartıcı işlerin olduğunu tabiki Amerikalılar da biliyor. Ancak burada yaşanan durum farklıydı.

Şöyle ki;

Erdoğan Trump ile  Oval Ofis’te yaptığı görüşmede ABD’nin YPG ve Mazlum Kobani’yle olan ilişkisine dair eleştirilerini dile getirdi. Trump ise içeride dinlediği eleştirileri bir de basın toplantısında ‘soru’ adı altında Hilal Kaplan’ın ağzından dinledi. Bu durum normalde özgür gazetecileri sevmeyen, Erdoğan gibi yandaş medya kurabilmenin hayaliyle yaşayan Trump’ın bile dikkatini çekti.

Düşünün Erdoğan’ın ağzından dinlediğiniz şeyleri basın toplantısında bire bir gazeteci (!)nin ağzından dinliyorsunuz. Trump muhtemelen kendisine bir emr-i vaki yapıldığını düşünüp tepkisini dile getirdi.

Yani ortada Hilal Kaplan’ın dediği gibi bir şaka yoktu. Türk tarafı kapalı kapılar ardında dile getirdiği eleştirilere istediği cevabı alamayınca medya aracılığıyla bir oldu bitti yapmaya çalıştı. Hilal Kaplan’a ‘sorması için’ verilen detaylar Türkiye’nin resmi bilgi notundaydı.

Özetle meşhur polemiğin hikayesi böyle.

Erdoğan Trump’a bir emri- vaki yapmak için Hilal Kaplan’ı kullandı ama Trump’ın en az kendisi kadar kurt olduğunu unuttu.

TRUMP ERDOĞAN’A HAYRAN 

Başkan Trump’ın medya ile ilgili fikirleri malum.

Özgür ve bağımsız gazetecileri sevmiyor. Kendini eleştiren, icraatlarını sorgulayan gazetecilere ‘vatan haini’ suçlaması yapıyor. Göreve geldiği günden bu yana ‘yandaş medya’ kurabilmenin yollarını arıyor.

‘Fake News’ tabirinin bu kadar bilinir olmasını sağlayan da Trump.

Kısacası Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı ‘medyayı ele geçirme, muhalif gazetecileri hapse atma yada sesini kesme, yandaş medya kurabilme ve sıkı sansür’ politikalarını ABD’de yapmak isteyen bir Trump var. Bir başka ifadeyle Trump’ın hayalini kurduğu şeyi Erdoğan başardı.

Bu açıdan Trump’ın Erdoğan’a hayran olduğu sır değil. Bu görüşünü çeşitli ortamlarda dile getirdiği biliniyor.

Ancak Trump’ın şanssızlığı Türkiye değil ABD Başkanı olması. Çünkü ABD köklü bir basın özgürlüğü geleneğine sahip. ABD Anayasası’nın birinci ek maddesi en geniş haliyle basın özgürlüğünü düzenliyor. Dahası Yüksek Mahkeme’nin basın özgürlüğüne yönelik çok önemli kararları var. Mesela geçen yazıda bahsettiğim gibi ABD Başkanı ve siyasiler gazetecilere hakaret davası açamıyor. Siyasilerin yasal olarak böyle bir hakkı yok.

‘BEKÇİ KÖPEKLİĞİ’NİN KÖKLÜ BİR GEÇMİŞİ VAR 

Trump’ın ‘talihsizliklerinden’ birisi de ABD medyasının tarihi.

Çünkü köklü bir medya geleneğine sahip olan ABD medyasının ilginç bir ‘devlet-medya’ ilişkisi geçmişi var. Öncelikle ABD Anayasasının mimarlarından James Madison’a kadar uzanan bir ‘watchdog’ (bekçi köpeği) kültürü yaygın.

Buradaki kasıt medyanın iktidarı toplum adına denetlemesi.

Amaç gücü elinde toplayan siyasilerin tiranlığa dönüşmesine izin vermemek. Nitekim ABD tarihi bu misyonun çok parlak örnekleriyle dolu. Tabi ki tüm siyasiler medyanın bu denetim ve kontrol misyonundan mutlu değil. Medyayı kontrol altına almak, ‘milli ve yerli gazeteciler yetiştirmek’ niyetinde olan ilk isim de Başkan Trump değil.

Nixon

“BASIN YÖNETENLERE HİZMETLE YÜKÜMLÜ DEĞİLDİR”

Medya-hükümet gerginlikleri deyince akla ilk gelen örnek şüphesiz 37.ABD Başkanı Richard Nixon ile New York Times arasında yaşanan ‘Pentagon Papers’ haberine dair kavgadır. Girişte bahsettiğim (eğer filmi izlemişseniz zaten konuyu biliyorsunuz) The Post filmine de konu olan haber yüzünden Nixon gazetelere sansür getirmeye çalıştı. Mahkemelerden kararlar aldı. (Hatta yeri değil ama Erdoğan’ın kurduğu yandaş medya modelinin mucidi aslında Nixon’dur. Nixon ‘alo Fatih’ hattı kurmayı planlamış ama ABD medyasının ayağa kalkması nedeniyle hayata geçirememiştir.)

New York Times’in Vietnam  Savaşındaki ‘resmi gerçekleri’ anlatan haberine karşı Başkan Nixon ‘devlet sırrının ifşası’ iddiasıyla mahkeme gitti. Nixon haberi engellemek için yerel mahkemelerden karar çıkartmıştı ama gazete de temyize gidince konu yüksek mahkemenin önüne geldi. Yüksek mahkeme ise bugün halen referans olarak kabul edilen kararında başkan Nixon’a ‘hayır’ dedi.

Mahkeme gerekçesini yazarken bugün her gazetecinin kulağına küpe olması gereken şu ifadeye de yer verdi “Basın, yönetilenlere hizmetle yükümlüdür, yönetenlere hizmetle değil”.

Gerçi şu hatırlatmayı da yapalım; yüksek mahkeme bu kararı verdi ama ABD medyası zaten Beyaz Saray’a bayrak açmıştı. Nitekim New York’un o  dönemki yayın yönetmeni “Bizim tek sorumluluğumuz okurumuza karşıdır. Devlete karşı sorumluluk diye bir şey yoktur” demişti. AP’nin ünlü yöneticilerinden Walter Mears’ta “Devletin ve yöneticilerin işi sırlarını korumak, bizim işimiz de onları açığa çıkarmaktır” demişti.

İster Cumhuriyetçi, ister Demokrat olsun söz konusu olan basın özğürlüğü olunca tüm ABD medyası aynı safta toplanıyor. Mesela sıkı Trump destekçisi FOX TV, ezeli rakibi CNN’nin Beyaz Saray muhabirine yasak getirilince açıktan Trump’a cephe almıştı.

“ÇIKARCI BASIN KENDİNE BENZEYEN İNSAN YIĞINI ÜRETİR” 

Bugün ‘medya dünyasının Oscar’ı olarak kabul edilen Pulitzer Ödüleri’de aslında ‘nitelikli gazetecilerin demokrasi için hayati öneme sahip olduğu’ fikrinden çıkmıştı. New York World gazetesinin sahibi Joseph Pulitzer’in ‘muktedirleri denetleme’ misyonuna inanıyordu. Pulitzer onun döneminde yaygın olan ‘sarı gazetecilik’ akımına karşı ‘çıkarcı basın kendine benzeyin insan yığını üretir’ diyerek tepki koymuştu.

Bugün dünyanın en saygın gazetecilik okullarından biri kabul edilen Colombia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi Pulitzer’in vasiyetine uygun olarak kuruldu. Pulitzer Ödülleri’de gazeteciliğin bu denetim misyonuna katkı için başlatıldı. Nitekim Pulitzer Ödüllerini alan haberlere bakarsanız hepsinin bu denetim misyonuna uygun yapılmış haberler olduğunu görebilirsiniz.

Mesela New York Times’in ABD’nin Vietnam Savaşı ile ilgili halka yalan söylediğini ortaya çıkartan ‘Pentagon Papers’ haberi, başkan Nixon’u istifaya götüren Watergate skandalı haberi, The Guardian’ın ABD’nin NSA aracılığı ile yaptığı gizli ve yasadışı dinleme ağını anlatan haberi böyle haberlerdi.

KİM VATANSEVER KİM HAİN?

‘Vatansever’lik yada ‘vatan hainliği’ tartışması bize özgü değil. Yani yandaş olmayan gazetecilerin ‘vatan haini’ damgasını yemesi sadece Türkiye’de görülmüyor. ABD tarihinde de bunun çok örneği var. Başkan Nixon dahil bir çok başkan ‘kendi çizgisine girmeyen’ medyayı ‘vatan haini’ olarak suçlamış. Bush dönemi de bu tartışmanın en çok yapıldığı zaman dilimlerinden birisi.

Amerikalı siyasetçilerin emekli olduktan sonra anılarını yazmaları yaygın bir gelenek.

Bu kitaplar ‘medya-hükümet ilişkileri’ne dair çok çarpıcı itiraflar da barındırıyor. Mesela baba Bush döneminde Beyaz Saray sözcüsü Scoot McMcellan medyanın Bush yönetimine karşı gerektiği kadar cesur olamadığını anlatıyor. McMcellan kitabında “Eğer medya yeterince cesur olsa ve ‘vatan haini’ damgası yeme pahasına Bush yönetimine sorulması gerekenleri sorsaydı bugün bu halde olmazdık” diye yazmış.

Nixon ve Kennedy gibi başkanların görevden ayrıldıktan sonra ‘keşke medya zamanında daha cesur olabilseydi’ serzenişlerinde bulunduğu biliniyor.

Amerikan medyasına ‘kılavuz’ olan felsefe ise Washington Post’un efsane yayın yönetmenlerinden Ben Bradlee’ye ait. Geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden Bradlee artık adıyla özdeşleşen “gerçekler sizi özgür kılar” derken şunu da ekliyor “ Vicdanlı ve adaletli şekilde gerçeği yazdığı sürece, gerçeğin ortaya çıkmasının sonuçları hakkında endişelenmek gazetecinin işi değildir. Bir ülke için hiçbir gerçek, uzun vadede yalanlar kadar tehlikeli değildir”

Sonuç itibariyle;

Hilal Kaplan Trump’ın “Siz gazeteci olduğunuza ve Türk hükümetine çalışmadığınıza emin misiniz?” tepkisine “keşke” diye cevap verdi. Kaplan’ın ‘kariyeri’ ve yaptıkları ortada olduğu için ‘devlete çalışma’ isteği şaşırtıcı değil.

Ancak ‘gazeteciliğe giriş’ kitaplarında ‘Bilale anlatır gibi’ şu anlatılır; “Gazetecilik iktidarların propagandasını yapmak değil, vatandaşı bilgilendirmek ve iktidar üzerinde halkın denetim gücü olmaktır”

Dahası ‘devlete çalışmak’ bir ‘gazeteci’ için utanç vericidir.

3 YORUMLAR

  1. Tahir E.
    Sayin yazar "Nixon ve Kennedy gibi başkanların görevden ayrıldıktan sonra ‘keşke medya zamanında daha cesur olabilseydi’ serzenişlerinde bulunduğu biliniyor." buyurmus. Dogrusu "görevden ayrildiktan" sonra "serzeniste bulunan" Kennedy nin hangi Kennedy oldugunu merak ediyorum :-)))
  2. omer
    adem bey gercekten enfes bir yazi biraz gec okuma sebebim bahsettiginiz filmi de izledim sonra yaziyi okudum gercekten harika bir film yani bu yazi ile iliskisi gercekten tam isabetli olmus bence emeginize ve yureginize saglik
  3. Ahmet Keles
    Yüzde yüz katıyorum güzel bir yazı olmuş sizin yazılarınızdan Amerka da yaşayan birisi olarak prk çok şey öğrendim yazılarınızın devamını bekliyoruz. Kolay gelsin.