Ana Sayfa Güncel Hiç mi yüzün kızarmıyor?

Hiç mi yüzün kızarmıyor?

YORUM | Av. MEHMET TAHSİN

Çiçeği burnunda Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ, göreve gelir gelmez cezaevlerinde yaşanan sıkıntılara el atmış. Sabah’ın haberine göre, cezaevleri ile ilgili sosyal medya da yer alan haber ve paylaşımların incelenmesi talimatını vermiş. Yapılan incelemede cezaevleri ile ilgili iddiaların tamamının yalan olduğu ortaya çıkmış. Koskoca adalet bakanının yalan söyleyecek hali yok. Üstelik hem hukuk fakültesinden hem de ilahiyat fakültesinden iki diploması var. Ama gelin görün ki gerçekler pek öyle değil.

İddiaları kamuoyunun gündemine taşıyan isimlerden Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Bozdağ’ın bu açıklamasına “Hiç mi yüzün kızarmıyor? Yalan üstüne yalan atıyorsun!” diye tepki gösterdi. Gerek bir dönem cezaevinde kalanlar gerekse halen tutuklu olanların yakınlarının söyledikleri de Bekir Bozdağ’ı yalanlıyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

10 gün önce tutuklu bulunduğu cezaevinin karantina koğuşunda koronavirüse yakalanarak hayata veda eden 84 yaşındaki Nusret Muğla için de benzer savunma yapılmıştı. Neymiş, koğuşta ölmemiş de hastanede ölmüşmüş.

Aynı savunma 82 yaşında göz göre göre ölüme terk edilen Yusuf Bekmezci için de yapıldı. Adli Tıp’ın infaz erteleme raporuna rağmen, 82 yaşındaki Yusuf Bekmezci için İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin “tutukluluğunun infazına İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde devamına” karar verdi. Bu kararı bildiği halde Adalet Bakanlığı, açıklamasında “Kişinin ceza infaz kurumunda vefat ettiği haberleri algı oluşturmaya yöneliktir ve yalandır.” diyerek kuyruklu bir yalan söyledi! Zira kapısında jandarma, kolunda kelepçe olduğu müddetçe nerede olursa olsun bulunduğu yer cezaevidir.

***

Geçen hafta TR724’e konuşan gazeteciler Tuncer Çetinkaya ve Yüksel Durgut, cezaevinde sağlık sorunları yaşadıklarında nelerle karşılaştıklarını ilk ağızdan anlattılar.

Cezaevinde iken By-Pass ameliyatı olan Yüksel Durgut’un ameliyat sonrasında refakatçi talebi savcılık tarafından uygun bulunmamış, hayati tehlikeyle karşı karşıya bırakılmıştı. Aynı hastane odasında kalan uyuşturucu baronuna refakatçi izni verilirken, bir gazeteciye bu izin verilmemiş.

Tuncer Çetinkaya, cezaevinin kötü şartları ve insanlık dışı muameleler yüzünden böbreklerinin yüzde 55’ini kaybetmiş. Tedavi olabilmek için bırakın hastaneye gitmeyi, revire bile çıkarılmamış, adeta ölmesi istenmiş. Onlarca dilekçe verdiği halde dikkate alınmamış, en sonunda itirafçı olacağını söyleyerek savcıya ek ifade için başvurunca ertesi gün savcı karşısına çıkarılmış. Ölüyorum dediğinizde duyan yok ama itirafçı olmak istiyorum dediğiniz zaman âdeta önünüze kırmızı halılar seriliyor! Çetinkaya, hastaneye götürüldüğü zaman da nasıl terörist muamelesi gördüğünü de anlatıyor.

Adalet bakanına ve bürokratlarının basın açıklamalarına bakarsanız her şey yolunda. Halbuki asıl sorulması gereken sorunun cevabını veren yok: Bu insanlar ne yaptı da cezaevine atıldılar?

84 yaşındaki Nusret Muğla, Bank Asya hesabı ve fakir öğrenciler için burs topladığı için, 82 yaşındaki Yusuf Bekmezci, ömrü boyunca hayır işlerinde koşturduğu için, Yüksel Durgut ve Tuncer Çetinkaya sadece gazetecilik yaptıkları için zindanlara atıldılar. İnsan muamelesi görmediler. Uyuşturucu baronlarına, katillere, hırsızlara, dolandırıcılara gösterilen ihtimam onlara gösterilmedi.

KİMİ KİME ŞİKAYET EDECEKSİN?

Bundan 4 yıl kadar önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunan bir yakınım, tutuklu bulunduğu Konya E tipi kapalı cezaevinde 8 kişilik koğuşta 48 kişi kaldıklarından şikâyet etmişti.

Anayasa Mahkemesi yaptığı araştırmalar sonucunda, başvurucunun kaldığı koğuşun 8 kişilik değil 38 kişilik olduğunu tespit etmiş (!), 38 kişilik koğuşta en fazla 57 kişinin kaldığı bilgisine ulaşmış ve bunda sakınca görmediği için de başvurucunun ihlal iddiasını kabul edilemez bulmuş.

Halbuki Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın internet sitesine baksaydı, E tipi cezaevi koğuşlarının 2, 4, 6, 8 ve 10 kişilik odalardan oluştuğunu, 38 kişilik koğuşların hiç olmadığını, 15 saniye içinde öğrenebilirdi. Öğrenemedi. Belki de araştırma yapmaya bile gerek duymadı. Hakikati ortaya çıkarmak yerine yalana sarılmayı tercih ettiler.

Koskoca Anayasa Mahkemesi hakimleri yalan söylemekte beis görmüyorlar.

İlahiyatçı ve hukukçu adalet bakanı Allah’tan korkmuyor ve yalan söylemekte beis görmüyor.

“Siyasetin köpeği” haline gelmiş hakimler, gözlerini kırpmadan hapse gönderdikleri insanların masum olduğunu pekala bildikleri halde ‘terörist’ diyerek yalan söylemekte beis görmüyor.

O davaları haberleştiren gazeteciler de kendi aralarında “bu insanın suçsuz olduğu belli, nasıl böyle mahkûm olur” diyor ama gazetelerinde yalan yazmakta beis görmüyor.

Hiç mi yüzleri kızarmıyor? Yalan üstüne yalan atıyorlar!

1 YORUM

  1. Deniz
    Adalet bakanın yaptığı işi çocuk bile yapabilir. Ona adalet sistemin çok iyi olduğunu öğretirsiniz, işkence yapılmadığını öğretirsiniz, oda bunu söyler. Çocuk ile bakanın arasındaki tek fark eğer çocuk cezaevlerini görseydi ben daha söylemeyeceğim demesine rağmen bekirin herşeyi görmesine rağmen çocuk gibi görmemiş davranmaya devam etmesidir. Bekir gerçekleri biliyor ama tıpkı çocuk gibi saf temiz kalmak istiyor. O yüzden o çocuğun yaptığını taklit ediyor. Yani bekir çocuğun gerçeği görmemiş halidir. Bekir nedir diye insan merak ediyorsa aklınıza gerçeği bilmeyen bir çocuk getireceksiniz. İşte bekir gerçeği bilmeyen çocuk gibidir. Onun saflığında olmaya çalışmaktadır. Bu durumunu korumak için çocukları cezaevine götürmemektedir. Cezaevini gören çocuk artık bekir gibi davranmaz, bekir gibi konuşmayı bırakır. Çocuk gerçeği görünce davranışını değiştirmektedir. Bekir gerçeği görünce davranışını devam ettirir. Bekir ile çocuk arasındaki fark budur. Çocuk elindeki gerçeklere göre durumunu değiştirmektedir. Bekir ise ne kadar gerçek olursa olsun durumunu değiştirmemektedir. Bekir hep o saf gerçeği bilmeyen çocuğu oynamaktadır. Çünkü gerçeği bilmediği için masumdur. Hiç bir çocuğun cezaevini görmesini istemiyor. Eğer çocuklar cezaevini görürse bekir yalnız kalacak ama şimdi cezaevini görmeyen çocukların arasına karışmış gibi. Cezaevini gören çocuklar ile cezaevini görmemiş gibi davranan bekir arasında çatışma yaşanacak. Çocuklar saf oldukları için bekirin cezaevini görmediğini düşünecek. Hadi seni cezaevine götürelim diyecekler. Bekir hala saf birşey bilmeyen çocuğu oynamak istediğinden cezaevini görmeye gitmek istemeyecek. Çocuklar çaresiz kalacak. Adam gerçeği görmek için cezaevine gelmiyor. Çocukların kafaları biraz karışacak. Bekir diğer çocuklardan farklı davranmaktadır. Çocuklar buna anlam verememektedir. Acaba bekirin cezaevine gidecek enerjisi mi yok yani yorgun mu yoksa hasta bitkin mi? Bekir diğer çocuklara uyum sağlayamamaktadır. Sanki özürlü gibi davranmaktadır. Çocuklar bekirin davranışlarına bir türlü anlam verememektedir. Onu kendilerinden farklı kusurlu olarak görmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki bekirin çocukluğu biraz sorunlu geçmiş. Diğer çocuklar gibi gördüğünü söyleyememiş. Gerçekleri gizlemek zorunda bırakılmış. Gerçekleri görmemezlikten gelme zorunda kalmış. Birşeyler görmüş, ona sorulduğunda birşey görmedim demek zorunda kalmış, korkmuş. Özgür yetişen çocukların gelişiminde bu engeller, zorlamalar yaşandığı için onlar gerçeği söylemeyi öğrenmişler. Adalet bakanlığına gerçeği söyleyen engellemeye maruz kalmamış bir insan yerleştirilseydi bütün gerçekler konuşulacaktı. Özel seçilerek yada tesadüfen engellenmiş, gördüğüne görmedim demeyi öğretilmiş insan seçilmiştir. Eğer bazı yerleri görmeye başlamışsa o hemen değiştirilmektedir. Ve bu değişim süreci hiçbir şey görmüyorum adeta kör oldum diyen biri gelene kadar devam ediyor.