YORUM | YAVUZ ALTUN
Irak’ın devrik ve merhum lideri Saddam Hüseyin’in 65. yaş günü bütün ülkede coşkuyla kutlanmıştı. Hayatını anlatan bir oyun tiyatrolarda gösterime girerken, memleketi Tikrit’te adına devasa bir pasta kesilmişti.
Bağdat’da ise yüksekçe bir Saddam heykeli, Firdevs meydanındaki eski bir heykelin yerine ikâme edilecekti. Yerel kaynaklara göre başkentte o gün 1 milyon kişi toplandı.
Ancak Saddam yalnızca televizyonlarda yayınlanan kısa bir mesajla halkın bu coşkusuna karşılık verebildi. Çünkü yerini kimse bilmiyordu.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
2002 yılının Nisan ayıydı ve ABD Başkanı George W. Bush, onu doğrudan hedef almıştı. 11 Eylül saldırılarının Amerikalılarda yarattığı öfkeyi Ortadoğu’da birkaç ülkeyi işgal ederek dindirmeye karar veren Bush yönetimi, Irak’a askerî bir operasyon düzenlemek üzereydi.
Saddam Hüseyin, 66. yaş gününü meşhur sarayında kutlayamadı. 9 Nisan 2003’te – Saddam 28 Nisan doğumludur – ABD askerleri Bağdat’a girmiş, Firdevs meydanındaki heykeli alaşağı etmişti. Bütün dünyaya servis edilen görüntüler, Irak’ın işgalinin tamamlandığı hissi uyandıracaktı.
Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
“Iraklıların sokaklarda kutlama yaptığı, Amerikan tanklarının üzerinde şehri gezindiği, Bağdat’ın ortasında Saddam Hüseyin’in heykellerini alaşağı ettiği görüntüler can alıcı. Bunları izlerken, Berlin Duvarı’nın düşüşünü ve Demir Perde’nin yok oluşunu hatırlamamak elde değil.”
Bugünden bakınca Saddam heykelinin yıkılması, ne ABD açısından ciddi bir zafer olabildi, ne de dünyanın ya da bölgenin geri kalanı için daha müreffeh daha özgür bir dünyanın başlangıcı.
ABD yönetimi Irak’ta çok kolay bir askerî zafer elde etmiş gibi görünse de, milyarlarca dolar kaynak aktarmasına rağmen propagandasını yaptığı “liberal demokrasiyi” bölgeye taşıyamadı.
O yıllarda Ortadoğu’daki agresif tutumu, ileride Arap Baharı rüzgârı sırasında eli kolu bağlı oturmasına sebep oldu.
2012’de Libya’nın Bingazi şehrindeki Amerikan elçiliğine terör saldırısı yapıldığında, Başkan Barack Obama yönetimi hamle yapamamakla eleştirildi. Suriye’deki iç savaşta ise Beşşar Esad’ın yerinden edilememesi, ABD’nin Ortadoğu’daki imajını ciddi ölçüde sarsacaktı.
Geçtiğimiz Nisan ayında Çek Cumhuriyeti, ya da yeni ama pek kullanılmayan ismiyle Çekya, Mareşal Ivan Konev’in heykelini kaldırma kararı verince, Rusya’yla aralarında diplomatik gerilim yaşandı.
Konev, Ruslar için bir halk kahramanı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu’daki toprakların Almanlardan geri alınmasına liderlik eden generaldi. Savaştan sonra Konev, Berlin Duvarı’nın inşa edilmesi ve Doğu Avrupa’daki komünizm karşıtı ayaklanmaların bastırılmasında da rol oynadı.
1980’de Prag’a bir heykelinin dikilmesi, hâliyle Çeklere bir gözdağıydı.
Yakınlarda Çek yönetimi Konev heykelinin yanı başına bu durumu ifade eden bir plaka astı. Birkaç ay önce ise, heykeli bir müzeye kaldıracağını duyurdu. Bunun üzerine Rusya, heykelin Moskova’ya gönderilmesini talep etti.
Sovyetler Birliği’nden kalma heykeller aslında bir hayli geniş ve keyifli bir konu. 1990’ların başında Birlik dağılınca, bağımsızlığını kazanan ülkelerdeki ilk eylemlerden biri, onlara Moskova’nın baskıcılığını hatırlatan bu heykellerin alaşağı edilmesiydi.
Ukrayna’da buna “Leninopad” yani “Lenin-düşmesi” adını vermişler. 1991’de hâlihazırda ülkede 5,500 Lenin heykeli varmış.
2014’te Kiev’de başlayan Rusya karşıtı eylemlerin bir hükümet değişikliğine yol açmasının ardından da yine Lenin heykelleri saldırıların hedefi olmuştu. Burada yıkılan heykellerle birlikte bugün Ukrayna’daki Lenin heykeli sayısının 1,300’lere düştüğü söyleniyor.
2016 yılında Polonya, ülkedeki yaklaşık 200 kadar Sovyet askeri heykelini yerinden kaldırarak bir açık hava müzesinde toplamaya karar verdi. Heykeller, Çekya’da olduğu gibi, Polonya topraklarının Nazi işgalinden kurtuluşundan sonra, Sovyet Kızıl Ordusu’nu temsilen yaptırılmıştı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası bu heykeller, Polonya’daki komünizmin sigortası gibiydi muhtemelen. Ancak şimdi Polonyalı yetkililer, bu heykelleri topladığı müzede komünizmden kurtuluşlarını anlatacak.
Macaristan ise Rusya’yla bağını tam anlamıyla koparamadığı için heykel konusunda farklı bir yol izliyor. Viktor Orban’ın Fidesz partisi iktidara geldiğinde, anti-komünist çizgisiyle, Budapeşte’nin Özgürlük Meydanı’ndaki devasa Sovyet anıtını yıkmayı vaat etmişti.
Gelgelelim, Rusya’yla ekonomik ilişkiler ve Moskova’nın bu konudaki tavizsiz tutumu heykelin kaldırılmasını engelleyecekti. 2011’de, Orban başka bir formül buldu. Büyükçe bir Ronald Reagan heykeli, Özgürlük Meydanı’nda belirdi.
ABD’nin 40. Başkanı Reagan, komünizme karşı sert duruşuyla biliniyordu.
Aynı meydanda 1996’da, yani Sovyetlerin yıkılmasından kısa süre sonra, Imre Nagy heykeli de inşa edilmişti. Nagy, 1956’da Sovyetlere karşı Macar Devrimi’ni başlatan isimdi. İki yıl sonra Sovyet ordusu Budapeşte’ye girmiş, Nagy Yugoslav elçiliğine sığınmış fakat Rusların eline geçmekten kurtulamamıştı. Sonunda da idam edildi.
Heykellerin inşası kadar yıkılması da sembolik öneme sahip. Birçok medeniyet için heykeller, birer propaganda aracı. Hâkimiyeti gösteren semboller. O hâkimiyetten kurtulmanın, farklı bir anlayışı hâkim kılmanın yolu da, öncelikle o sembolleri tersyüz etmekle başlıyor.
Dünyanın çalkantılı bölgelerinde, hâkimiyetin sık sık el değiştirdiği coğrafyalarda, heykel yıkma gösterileri çokça rastladığımız pratikler. Ama bugünlerde ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinde tecrübe ediliyor.
Amerika’da ırkçılık karşıtı protestoların üçüncü haftası sona ererken, ırkçılığı ya da “Beyaz Adamın Üstünlüğünü” çağrıştıran anıtlara saldırılar da arttı. Önce Amerikan İç Savaşı’nda ırkçılığın kaldırılmaması için çarpışan generallerin heykelleri nasibini aldı bundan.
1861’de güney eyaletleri Amerika Konfedere Devletleri ismiyle bağımsızlığını ilan etmiş ve köleliği kaldırmaya çalışan kuzeyle savaşa girişmişti. Ne hikmetse, savaşı kaybetmelerine rağmen “ayrılıkçı” generallerin heykelleri güney eyaletlerini süslüyordu.
Members of the American Indian Movement are preparing to tear down the statue of Christopher Columbus at the Minnesota State capitol pic.twitter.com/8vLdELlxqG
— Max Nesterak (@maxnesterak) June 10, 2020
2018’de “Make It Right Project” adı verilen ve Brad Pitt gibi Hollywood yıldızlarının da yer aldığı bir girişim, ABD’nin kölelik geçmişine ait 10 kadar heykelin kaldırılması için çalışmalara başlamıştı zaten. Brad Pitt, 2013’te vizyona giren ve kölelik geçmişiyle yüzleşen “12 Yıllık Esaret” (12 Years A Slave) filminin de yapımcıları arasındaydı.
Şimdi protestocular bu tür heykelleri tabiri caizse yapı bozumuna uğratıyor. Ya yıkıyor ya da sprey boyalarla üzerlerine sloganlar yazıyorlar.
Bununla yetinilmedi, önceki gün Avrupalı kolonicilerin Amerika kıtasını keşfinin sembolü olan Kristof Kolomb heykelleri en az 3 eyalette yıkıma uğratıldı: CNN’e göre biri göle atıldı, diğerinin başı kesildi, üçüncüsüyse yere devrildi.
Kolomb’un seyahati, her ne kadar Batı kanonunda önemli bir keşif olarak adlandırılsa da, kolonyalizmin ve köleliğin Amerika kıtasındaki başlangıcı sayılıyor. Tabi bu harekete, Amerika’nın yerli halkı da destek verdi.
Heykel yıkma törenleri Avrupa’ya da sıçradı. İngiltere’de yaklaşık 80 bin Afrikalıyı köle olarak Amerika’ya taşıyan Edward Colston heykeli tıpkı Saddam heykeli gibi alaşağı edildi. Ardından kanala atıldı.
Bu eylemlerden Winston Churcill ve Kraliçe Viktorya heykelleri de nasibini aldı. Churcill’in ırkçı ifadeleri, Viktorya’nınsa İngiliz kolonyalizmine katkıları buna sebep oldu.
Belçika’da ise Kongo’da yaklaşık 10 milyon yerliyi katletmesiyle maruf Kral İkinci Leopold’un heykelleri saldırıya uğradı. Göstericiler bazı Leopold heykellerinin üzerine sprey boyayla “Black Lives Matter” ve “George Floyd” yazdı. Antwerp şehrinde, bir Leopold heykeli ateşe verildi. Gördüğünüz gibi Beliçka’da bolca Leopold heykeli var.
Göstericiler, kendilerine tepki gösterenlere şu basit soruyu soruyorlar: Bu heykeller, ithaf edildikleri kişilerin neler yaptıkları bilindiği hâlde neden bunca zamandır yerlerinde duruyordu?
Türkiye’ye dönelim.
Malumunuz Müslümanlar heykele pek sıcak bakmadıkları için tarih boyunca hâkimiyetin göstergesi camiler oldu. Tabi bu hâkimiyet yalnızca cami inşa edilerek gösterilmedi, fethedilen Hıristiyan topraklarındaki çok sayıda kilise camiye çevrildi.
Tarihi değiştirmenin, gücünü ispat etmenin, “Burasının sahibi artık benim,” demenin bir yöntemiydi bu. Yoksa – tabi fıkıh ehli daha iyi bilir fakat – İslam’a göre namaz kılmak için illa ki şehrin en şaşaalı yapısının camiye çevrilmesine lüzum olmasa gerek.
Miladî 537 yılında inşa edilen Ayasofya’nın İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmesi ve yaklaşık beş asır boyunca cami olarak hizmet vermesi, Osmanlı’nın buraya vurduğu mühürdü. Gerçi o mühür, iktidar için yeterli olmadı. Prusya’ya karşı yakıcı bir mağlubiyet alan Sultan Birinci Ahmed, 17. yüzyılın başlarında özgüven tazelemek için Ayasofya’nın karşısına Sultanahmet Camii’ni inşa ettirecekti.
1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararında Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle ilgili şu kayıt düşülmüştü:
“[E]şsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin tarihi durumu itibariyle müzeye çevrilmesinin bütün şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle, bunun müzeye çevrilmesi…”
Bütün şark âlemi bu kararla sevindi mi bilinmez, fakat 1950’lerin başında Yunanistan’la Kıbrıs meselesinden ötürü aramız bozulunca, Necip Fazıl’ın çıkarttığı Büyük Doğu mecmuası, “Bizans’ı hortlatmak isteyenlere karşı Ayasofya tekrar cami yapılmalıdır” kampanyası başlatmıştı.
Şimdi Türkiye’de bu tartışmanın yeniden yapılmasının, Batı’da heykellerin yıkılmaya başlandığı bir zamana denk gelmesi bilemiyorum kaderin bir cilvesi mi?
“ABD yönetimi Irak’ta çok kolay bir askerî zafer elde etmiş gibi görünse de, milyarlarca dolar kaynak aktarmasına rağmen propagandasını yaptığı “liberal demokrasiyi” bölgeye taşıyamadı” demişsiniz.
Fedakar ABD hükümetlerinin, bu milyarlarca dolarlık kaynak aktarmasını, karşılıksız olarak, bölgeye demokrasi, adelet ve barış getirmek için yaptıklarına şüphe yok (!)
Bölgeye liberal demokrasiyi taşıyamayan bu kahramanlar ordusu acaba nereye ve ne taşıdı?
Saddam gibi bir zalime merhum denmesi çok yakışmamış. Irak”in devrik ve zalim lideri dense daha mı iyi olur du acaba.
Yavuz kardeş sen hiç Türkiye’de bulundun mu? Bulundunsa gözüne hiç mi heykel çarpmadı?