Ana Sayfa HABER Her tartışmada bir daha keşfedilen Ayasofya efsaneleri

Her tartışmada bir daha keşfedilen Ayasofya efsaneleri

SANAT | M. NEDİM HAZAR

Kilise-cami-müze üçgeninde, dünyevi tartışmalar arasında sıkıştırılıp kalan Ayasofya, her dönem insanlarda hayranlık bırakacak yönlerinden yeni birini gün yüzüne çıkaran ve efsaneleriyle de etkileyen bir yapıdır.

Rum asıllı Türk ve Fransız tarihçi (kendisi 1942, İstanbul doğumludur) Stefanos Yerasimos’un son derece enteresan ve kanaatimizce mühim kitabının adı Ayasofya Efsaneleri’dir. Bu konuda tek kitap da değildir Yerasimos’un kitabı. Değişik zamanlarda, içerik olarak benzese de, farklı bölümler içeren pek çok Ayasofya efsaneleri içerikli yayın mevcuttur.

Tarihçiler, her ne kadar Ayasofya hakkında Bizans devrinden beri pek çok efsane anlatılmış ise de, Türklerin onda ayrı bir kutsiyet gördüğünün altını önemle çizer ve bundan dolayı bu yapının Hristiyan-Bizans eseri sayıldığı kadar İslam-Türk eseri sayılması gerektiği konusunda hemfikirdir.

Bu köşeyi takip eden okurlarımızın hatırlayacağı üzere yaklaşık 4 haftadır bu tarihi mabet-eser hakkında ayrıntılı seri yazı kaleme almaktayız.

Özetleyecek olursak:

İstanbul’un sembollerinden biri olan Ayasofya’yı, Roma İmparatoru Konstantin 360’de ahşaptan yaptırdı. Nika İsyanı sırasında (532) yanınca, İmparator Justinianus kârgir yaptırdı. 537’de ibadete açıldı. Şimdiki bina budur. Hagia-Sophia (Aya-Sofya), “ilahi hikmet (bilgi)” demektir. Bu da Hazreti İsa’nın (as) bir vasfıdır.

Hatırlayacaksınız: Justinianus, rüyasında bir azizin, kendisine gümüş bir levha üzerinde Ayasofya’nın resmini gösterdiğini görmüş, mimar da o gece aynı rüyayı gördüğünü anlatınca, bu manevî işaret üzerine inşaata başlanmıştı. Aslında tarihteki tek Ayasofya bu değildir. Bizans hâkimiyetindeki pek çok şehirde aynı adı taşıyan kiliseler vardır. Ama hiçbiri İstanbul’daki kadar muhteşem ve meşhur değildir.

29 Mayıs 1453’te, Sultan II. Mehmed, ordularının başında Kostantiniye’ye girdiğinde, bin beş yüz yıllık köklü bir imparatorluğa son vermişti. Doğu Roma’nın son imparatoru Xl. Konstantin kendini Augustus’un tek varisi saydığı gibi, bugün Bizanslılar olarak nitelediğimiz toplum da kendilerini her zaman Romalı olarak kabul etmişlerdi. 324’te Konstantin tarafından kurulan ve 330’da başkent yapılan şehre Yeni Roma ismi verilmişti.

Bir şehirden doğmuş olan Roma İmparatorluğu, yine bir şehirde sona ermekteydi; zira Fatih Sultan Mehmed, Kostantiniye’yi kuşattığında, Bizans imparatorunun toprakları şehrin sur içindeki kısmıyla sınırlanmıştı. Buna karşılık Osmanlılar o sırada Balkanlar’da Tuna’ya, Küçük Asya’da ise Toros sıradağlarına dayanmışlardı, yani gerilemeye başlamadan önce Bizans’a ait olmuş olan topraklarda egemendiler. Böylece Kostantiniye’nin alınışı, bir imparatorluğun yerine bir başka imparatorluğun geçişinin son merhalesiydi.

Ayasofya efsanelerine ait metinlerin ilk kez 1491’e kadar gelişen olayları kapsayan anonim bir Osmanlı tarihinde yer aldığı görülmesi bir bakıma şaşırtıcı değildir, lakin bu metinlerdeki yadsınmayacak İslam ve özellikle Sultan Fatih karşıtlığı şehrin düşmesinden sonra yapabilecek pek bir şeyi kalmayan Hıristiyan elitlerinin ancak yarı gerçek yarı kurmaca bir efsane-tarih üretimine yöneldiklerini gösteriyor.

Zaten efsanelerle ilgili ilk metinlerin girişinde bu malumat pek gizlenmemiştir.

Ayasofya efsanelerine dair ilk metinlere baktığımızda çok enteresan bir olguyla da karşılaşıyoruz: Türkler, fethettikleri yeni payitahtlarının tarihini öğrenmek yerine yeni bir tarih oluşturmayı hedeflemişlerdir.

Friedrich Giese’nin Mitteilungen zur Osmanisehen Geschichte, 1213 (1921-1922) dergisinde çıkan “Einleitung zu meiner Textausgabe der altosmanischen Geschichte, Chroniken tewarih-i al-i Osman” başlıklı, anonim Osmanlı tarihleriyle ilgili ilk sınıflandırma çalışmasından sonra efsane metni Die Altosmanischen anonymen Chroniken, Cilt I, Text und Variantenverzeichnis, Breslau, 1922, Cilt ll, übersetzung, Leipzig, 1925 kitabında yayımlaması efsane yayıncılığının ilki sayılır.

Ayasofya’nın camiye çevrilmesinden sonra padişah ve devlet adamları, Saray’ın yakınındaki bu câmide sık sık namaz kılardı. Bilhassa padişahın da katıldığı Ramazan ayının 27. Kadir Gecesi’ndeki cemaatle teravih namazı çok ihtişamlıydı. Mevlid Kandili’nde okutulan mevlid için de ekseri Ayasofya seçilirdi. Halkın da katıldığı ve herkese tatlı dağıtılan bu merasimler ruhanilikte efsanedir.

İLK EFSANE, İNŞAAT AŞAMASINDA!

Efsaneye göre Ayasofya yapılırken, mimarın oğlu paydostan sonra inşaat aletlerini beklerdi. Bir melek kendisine görünüp; inşaatın bir an evvel bitmesi için paydos yapan işçileri çağırmaya gönderdi. O gelene kadar da malzemeleri bekleyeceğini söylemişti. Oğlu bu durumu babasına anlatınca mimar Ignatios, oğlunu geri göndermedi ve böylece meleğin ebediyyen Ayasofya’da kalmasını temin etti!

Ayasofya’nın Türkler tarafından fethinden beş gün evvel güya bu melek kanatlanıp göklere yükseldi ve böylece bu muhteşem şehir artık korumasız kaldı!

TERLEYEN KOLON!

Bina yapılırken gelen meleğin saklandığı yerin, kalın bakır levhalarla kaplı olduğu halde, asırlarca ziyaretçilerin ellerini sürmesi sebebiyle oyulan “Terler Direk” olduğuna inanılır. Burası Batı yönünde halkın su sızdığı için “Terler Direk” adını verdiği ve şifalı olduğuna inandığı bir sütundur.

Hastalar, buraya ellerini süre süre zamanla bu sütun oyulmuştur. Müslüman inanışına göre, bina yapılırken buraya Hazret-i Hızır parmağını sokarak mabedin kıblesini, Müslümanların kıblesine döndürmek istemiş; birisi bunun farkına varınca da gözden kaybolmuş; mabedin yönü de kıbleden birkaç derece uzak kalmıştır.

Öte yandan Ayasofya ile ilgili efsaneler o kadar fazla ve renkli ki; aynı maddî unsur etrafında bile onlarca söylence mevcut. İki farklı kültürden, dinden ve inançtan doğan farklı efsanelere, bir de laik-seküler ayrımı ekleyince bu efsaneler farklılaşıp zaman zaman eğlenceli hale bile gelebiliyor.

İşte size Terler Direk hakkında başka bir efsane: Ayasofya yaptırılırken Aziz Georgios diye önemli bir Hıristiyan azizi vardır. Bu aziz, insanların hastalıklarına elleriyle derman olmaktadır. Ayasofya’nın yapımı bittikten sonra bu aziz, Ayasofya’ya gelen insanlara yardımcı olmak maksadıyla iyileştirici güçlerini terleyen sütuna aktarmıştır. O günden sonra bu sütuna değen bütün hastalar şifa bulurlar. Osmanlı döneminde var olan efsaneye Seyahatname’sinde yer veren Evliya Çelebi’ye göre ise; Terler Direk’in temelinde tılsımlı bir definenin olduğu söylenir. Başka bir söylentide “Kalede kuşatılmış olan Yâvedûd Sultan’ın yakıcı âhının sıcaklığından hâlen terler,” denmektedir. Bir söylentide ise “Hz. Risâlet’in tükürüğüyle yapılan harç bu sütunun altında karıldığı için hâlâ onun rutubetinin etkisinden terler,” denilmektedir.

Bu efsanelerden kayıt altına girenler kadar, unutulup gidenler de var elbette. Ayasofya hakkında birçok bilimsel araştırma yapıldığını ve kitap yazıldığını söylemiştik. İlginç bir ayrıntı ise şu: Ayasofya’nın bulunduğu ülke, bu efsaneler hakkında en az yayını olan ülke!

Ayasofya hakkında en bilinen efsaneler Hz. Peygamber, Fatih Sultan Mehmet ve Hz. Hızır ile ilgili olanları. Rivayete göre, büyük melek Cebrail ile Hz. Muhammed arasındaki bir diyalogda ‘Sofiya’ isminde güzel bir ibadethane adı geçer. Yine rivayete göre Cebrail’in “Senin ümmetine orada ibadet nasip olacaktır,” dediği söylenir. Mesâbîh kitabında yazıldığına göre, Ayasofya Camii’nde hâlâ iki ruhanî melek bulunmaktadır. Bu iki melek gece gündüz Ayasofya’nın kubbeleri altında Allah’ı tespih ederler, kıyamete kadar tavaf ederler.

KIBLE DOĞRULAMASI!

İstanbul’u fetheden Fatih’in Ayasofya’da kıldığı ilk cuma namazında iki kez tekbir getirip namaza durmadığı, ancak üçüncü tekbirde durduğu da yine anlatılan efsanelerden biridir. Ve aslında bu efsane bir başka efsaneyle birleştirilerek devam eder. Rivayete göre, kıblesinde açı problemi olan Ayasofya’yı son safta bulunan Hz. Hızır düzelttiği için Fatih, son tekbirde Kâbe’yi görmüş ve namaza devam etmiştir.

Hızır Aleyhisselam ile ilgili bir diğer rivayette ise Peygamber’in doğumu esnasında kubbesi yıkılan Ayasofya’nın tamiratı esnasında bir türlü muvaffak olunamayınca Hızır’ın, rahip kılığında  “Hz. Peygamber’in tükürüğünü harca katarsanız olur,” diye teklifte bulunmasından ve bunun uygulanmasından bahsediliyor.

MERMERDEKİ EL İZLERİ!

Ayasofya, devlerin Kaf Dağı’ndan çıkarıp getirdikleri sütunlar ve mermerlerle yapılmış. İnşaat sırasında devlerden biri, mermer getirirken “Bu kutsal mabette benim bir izim kalsın” diye mermere vurmuş. Vurduğu gibi elinin izi orada kalmış. O iz hâlâ Ayasofya’nın duvarındaki mermerde gözükür.

KANAYAN İKONA

Ayasofya’da üzerinde Hz. İsa’nın tasviri olan bir ikona vardı. İnancına ters düştüğü için bir gün bir Yahudi, bu ikonaya saldırmış ve elindeki hançerle delik deşik etmişti. Ancak bir anda ikonadan kan damladığını görünce korkmuş ve onu bir kuyuya atıp kaçmıştı. Ne var ki, kandan bir miktar elbisesine bulaşmıştı. Oradan geçmekte olan bir Hıristiyan durumundan şüphelendi. Sorgulandığında Yahudi ikonayı attığı su kuyusunu gösterdi. Söylendiğine göre kuyudan çıkarılan ikona hâlâ üzerindeki hançerle durmakta ve kanlar akmaya devam etmekteydi.

AYASOFYA’NIN TILSIMLARLA YAPILMASI

Ayasofya’nın yapımına başlanmadan önce zamanın müneccimleri, uğurlu bir saat gözetirler. Gözetilen uğurlu vakit geldiğinde inşaat sahasında İmparator Justinuanus, Mimar Agnadiyos ve başlarında 455 yaşındaki (yanlış okumadınız) Martikos adlı keşişin de bulunduğu din adamları, mabedin uğurlu olması için dua ederler. Ayrıca bu yaşlı keşiş, Ayasofya’nın kıyamete kadar ayakta kalabilmesi için bir tılsım yapar ve böylece Ayasofya’nın inşasına kutlu bir saatte, tılsımlarla başlanmış olunur.

TEMELDEKİ HAZİNELER

Ayasofya’nın temeli yapılırken yetmiş metre kazılmış. 70 metre temelin üzerine üçüncü Ayasofya yapılmış. Temeli daha iyi tutsun diye altın ve gümüşle temel atılmış. Çünkü Ayasofya’yı yapan kral o kadar zengin ve dindarmış ki hazine odası diye yaptırdığı yerin altına temeli sağlamlaştıracak bir şey bulamadıklarından altın ve gümüşleri gömmüş. Sonra olur ki savaş sırasında Ayasofya yıkılırsa binayı tekrar bunlarla yaparım diye düşünmüş.

HZ. MERYEM’İN GÖZYAŞLARIYLA DELİNEN SÜTUN

Ayasofya’nın içindeki Ağlayan Sütun, Meryem Ana’nın evindeki bir sütunmuş. Bir gün Meryem Ana’ya, Hz. İsa’nın yakalandığını ve kendisine işkence edildiğini söylemişler. Hz. Meryem de tabii ki İsa’nın işkence görmesine dayanamamış ve gözyaşlarına boğulmuş. Hz. Meryem, hissettiği o acıyla o kadar ağlamış ki gözyaşı damlalarından biri yaslandığı bu sütuna düşer düşmez, bu damla, düştüğü yeri bir mucize eseri kezzap gibi eritmiş. Ayasofya yapılırken de kilisenin kutsanması için imparator bu sütunu Meryem Ana’nın evinden getirerek Ayasofya’ya diktirmiş. Bu nedenle taş, kutsal olarak görülmüş. Herhangi bir dileği olanlar, bu sütundaki Meryem Ana’nın gözyaşıyla delinen deliğe parmaklarını sokup çeviriyorlar, dilek diliyorlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar. En çok da kısmet açmak isteyen kızlar ve erkek çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar buraya gelip dilek dilermiş.

GİZEMLİ İNŞAAT İŞÇİSİ!

Ayasofya inşa edilirken temeli kazılır, temel Ahırkapı’ya ulaşınca temelden su çıkmaya başlar. Bunun üzerine ateş yakılarak kurşun eritilir. Eritilen kurşun temelin içine akıtılır. Bu kurşun 7 yıl temelde kalır. Hz. Hızır temelini attığı inşaatın sorumluluğunu üstlendiğinden Agnados adlı geometriden anlayan bir mimar, 40 bin işçi ve 3 bin usta ile inşaata başlar.

TILSIMLI KAPILAR

Ayasofya’nın toplam 361 kapısı vardır. Fakat bu kapılardan 101’i büyük kapılardır ve tılsımlıdır. Çünkü bu kapılar ne zaman sayılsa fazladan bir kapı daha ortaya çıkar.

RUHANİ İŞÇİLER

Ayasofya’nın inşaatı 5 yıl kadar kısa bir sürede tamamlanmış. O dönemin şartlarında bu imkânsızmış. Ama imkânsız gibi görünen bu şey başarılmış. Çünkü Süleyman mabedinde olduğu gibi Ayasofya’nın inşaatında da binlerce mimar, usta ve işçiyle beraber manevî işçiler ve cinler çalışmış.

İŞÇİLERİ KORUYAN MELEK

Ayasofya’nın duvarları bir adam boyunu bulur. İnşaatın devam ettiği sırada bir gün ustalar yemeğe giderler. Araç gereçleri de, inşaat alanında koruması için genç bir işçiye emanet ederler. Bir süre sonra, inşaat alanında ortaya çıkan bir kişi, gence işin çok uzun süre bırakıldığını, artık ustaları çağırması gerektiğini söyler. Delikanlı, araç ve gereçleri bırakıp gidemeyeceğini belirtince bu kişi, “Sen gelene kadar onları korurum, buradan bir yere ayrılmam,” der. Delikanlı, durumu mimarlarla ustalara anlatınca, İmparator, delikanlıya gördüğü adamla ilgili sorular sorar ve bunun bir melek olduğuna inanarak delikanlıyı başka bir memlekete gönderir. Böylece melek, delikanlı dönmeyeceği için kıyamete kadar Ayasofya’yı bekleyip koruyacaktır.

ŞİFALI GÖZYAŞI

Ayasofya’nın yapımı sırasında Jüstinyen, inşaatı kontrol etmek için sık sık Ayasofya’ya gelirmiş. İmparator Jüstinyen, yine kontrol için bir gün Ayasofya’da dolaşırken rahatsızlanmış ve çok şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş. Bu sırada o baş ağrısıyla Terler Direk’e kafasını dayamış ve hastalığının geçmesi için dua etmiş. Bir müddet sonra mucize eseri rahatsızlığı ve baş ağrısı tamamen geçmiş. İmparator, dikkatlice sütuna baktığında, sütunda ufak bir delik meydana geldiğini ve bu delikten gözyaşı gibi bir yaşın süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın, Meryem Ana’nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünmüş. Halk, bu mucizeden haberdar olmuş ve sütunu kutsal kabul etmiş. Bundan sonra hastalıklarının iyileşmesini isteyenler Ayasofya’ya gelmeye başlamışlar. Bu sütundaki deliğe parmaklarını sokarak bir süre sonra parmaklarını ıslatan suyu hasta olan bölgelerine sürerlermiş. Çünkü bu suyun Hazreti Meryem’in gözyaşları olduğuna ve böylece hastalıklarının iyileşeceğine inanıyorlarmış. Özellikle bu suyun göz hastalıklarını iyileştirdiğine inanıyorlarmış.

KUBBEDEKİ MELEK RESİMLERİ

Kubbenin dört köşesinde birer melek resmi var. Efsaneye göre bu resimler, Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil’i temsil eder. Hz. Muhammed dünyaya gelince bu melek resimleri göbeklerindeki ağızlarından konuşur. Cebrail resmi doğuda olacak olayları, Mikail resmi batıdan gelecek düşmanı ve kıtlığı, İsrafil resmi kuzeyde olacakları ve Azrail resmi de dünyadaki tüm padişahların ölümünü haber verir. Hz. Peygamber’den sonra resimlerin tılsımı bozulur.

NUH PEYGAMBER’İN GEMİSİNİN TAHTALARINDAN YAPILAN KAPI

Tufandan beri Hz. Nuh’un gemisi, Cudi Dağı üzerinde durmaktadır. İstanbul’un kurucusu Kral Vezendon’un zamanında kızı Ayasofya, binayı yaptırırken Hz. Hızır’ın işaret etmesiyle Nuh Peygamber’in gemisinin tahtalarını getirip Ayasofya’nın kutlu orta kapısını bu tahtalarla yapar. Evliya Çelebi’ye göre kapının üzerinde hâlâ gemi çivilerinin yerleri bellidir.

AYASOFYA’NIN KUBBESİNDE BULUNAN KEMİKLER

Ayasofya’nın kubbesi yapılacakken zamanın keşişleri padişaha, “Eğer bu kubbenin depremden zarar görmeden, kıyamete kadar ayakta kalmasını istiyorsan, tuğlaların arasına geçmiş peygamberlere ait kemikleri koymalısın.” derler. Keşişlerin bu tavsiyesini tutan padişah Arap memleketinden geçmiş peygamberlerin kemiklerini bulup kubbeye koydurur.

1 YORUM