YORUM | M. NEDİM HAZAR
Tatil günleri başlıyor. Özellikle çocuklar için yaz tatili önemli. Tatil sadece vakti boşa harcamak anlamına gelmiyor. Çünkü her anlamda değerlendirmek de mümkün. Güzel bir film çocuklar için muhteşem bir eğitim demek. Çocuk pedagojisi uzmanları, yetişkinlerden çok daha etkili olduğunu düşünüyor film izletmenin. Elbette konusu, dili, içeriği çok önemli. Bu sebeple kılı kırk yararak bir liste hazırladık. Gönül rahatlığıyla izleyin diye…
Little Boy (Küçük Çocuk)
Düşmanlık neleri beraberinde getirir? Bir baba ile oğulun birbirlerinden habersizce ortak kaderi olabilir mi? Küçük Çocuk, azmin, mücadelenin ve sevginin filmi. Alt metninde inanç-inançsızlık çatışmasını da son derece naif bir dille anlatıyor.
California’nın son derece sakin ve kendi halinde O’Hare kasabasında yaşayan sekiz yaşında bir çocuk, İkinci Dünya Savaşı’nı bitirmek için elinden ne geliyorsa yapmaya hazırdır, böylece babası evine dönebilecektir. Ağabeyi düztaban olduğu için orduya alınmamış, babası onun yerine savaşa gitmiştir. Hikaye, bir babanın oğluna karşı tarifi mümkün olmayan sevgisini ve oğlunun da babasına karşı duyduğu sevginin öyküsünü duygu yüklü bir dille anlatıyor.
Filmde çocukluk, dul kalma, düşmanlık, ırkçılık, nefret, savaş, esaret, gurbet ve daha onlarca kavram o kadar şahane yedirilerek anlatılmış ki, başrol oyuncusu minik çocuğun taçlandırmasıyla adeta bir başyapıta dönüşmüş.
Sıcak savaş döneminde insanlara kendini sevdirmeyi başaran ve bir nebzede olsa savaş döneminde insanlara sevgiyi hatırlatan Little Boy lakaplı çocuk her zaman bir umut olduğunu ve istenilince her şeyin mümkün olduğunu insanlara gösteriyor. 1940’lı yıllarda yaşanan bu trajik savaş dönemini 8 yaşındaki bir çocuğun gözünden izleyeceksiniz.
White Fang (Beyaz Diş)
Ünlü yazar Jack London’un aynı isimli filmin uyarlamasında bir köpekle genç bir çocuğun arasındaki bağ dönemin altın kazanma hırsıyla harmanlanarak veriliyor. White Fang, yani Beyaz Diş bir kurt köpeğine Kızılderili birinin verdiği isimdir ve bu köpek bir süre sonra kahramanımız Jack’in eline geçer. Köpekle Jack arasındaki ilişki bir insanın hayvanlarla kurabileceği en şahane dostluklardan biri olur.
Jack, babasının daha önceden keşfettiği altın madenini bulmak için Yukon’a gelir. Doğduğundan beri şehirde yaşayan genç çocuk, soğuk yaban hayatına alışık olmasa da ayak uydurabileceğine inanmaktadır ve babasının mektubunu da yanına alarak onun eski arkadaşı Alex Larson’u bulur, kendisini madene götürmesini ister. Yaşlı Alex, madende altın olduğuna inanmaz ve genç çocuğu madene götürmek istemez. Zira uzun, karlı bir dağ tırmanışıyla gidilen madenin yolunda aç gezen kurtlar da vardır ve Alex, Jack’in tüm bunları kaldıramayacak kadar zayıf olduğunu düşünmektedir. Genç çocuğun ısrarları sonucunda, onu madene götürmeyi kabul eden Alex vakit kaybetmeden yola çıkar.
Yolda yaşanan terslikler, ikilinin planlarını altüst eder ve Alex ile Jack, sonrasında ayrılmak üzere şehir merkezine gitmek zorunda kalırlar. Ancak, Alex ve Jack pek de tesadüfi olmayan bir yolla tekrar buluşur ve Alex, genç çocuğu bu sefer madene götürmeyi kabul eder.
Bu sırada başkaları tarafından ormanda tuzağa takılmış kırma bir yavru bulunur. Adını Beyaz Diş koydukları bu hayvan, kurt ve köpek çiftleşmesinden meydana gelmiştir. Ticaret yapan bir grup insan tarafından sahiplenilen bu yavru, Jack’i derinden etkiler.
Beyaz Diş’i aklından çıkaramayan Jack, onun sayesinde dostluğu, güveni ve sevgiyi keşfedecektir.
Amerikan yazar Jack London’un ölümsüz eserinden uyarlanan 1991 çıkışlı “White Fang”, 1946 Amerika doğumlu yönetmen/aktör Randal Kleiser tarafından çekildi. Filmde Amerikan aktör Seymour Cassel, iki defa Oscar’a aday gösterilen Amerikan aktör Ethan Hawke, Avusturyalı aktör Klaus Maria Brandauer, James Remar, Susan Hogan ve Bill Moseley rol alıyor..
L’ours (Ayı)
Kelime Fransızca, Türkçe karşılığı Ayı… Okuduğumuzda bile ürperdiğimiz bir hayvan Ayı. L’ours, son derece farklı bir film. Bir kere konuşma, yani diyalog neredeyse hiç yok gibi. Usta yönetmen Jean-Jacques Annaud (ki onu Gülün Adı, Kapıdaki Düşman, Tibet’te 7 Yıl, Kurdun Uyanışı gibi üst düzey filmlerden biliyoruz) kamerasını adeta doğanın bir parçası gibi kullanıyor ve kelimelere ihtiyaç kalmıyor. Bir süre sonra rüzgarın, havanın, bitkilerin, derenin, taşların, bitkilerin ve hayvanların dilini çözüyor, muazzam, gerilimli bir öyküye tanıklık ediyoruz. Yönetmen, vahşi bir hayvandan yola çıkarak, sevgiyi, şefkati, özlemi öylesine derinlikli işliyor ki, kimi anlarda gözlerimizden yaşlar boşanıyor.
Şunu söyleyelim: Ayı bir belgesel filmi değil. Doğal, gerçekçi ama belgesel değil. Filmde yer alan vahşi hayvanlar adeta eğitimli birer sinema oyuncusu gibi başarılılar.
Inside Out (Ters Yüz)
Bazı çizgi filmler vardır en az çocuklar kadar büyüklere de hitap eder. Hatta bir adım daha ileri giderek şunu söyleyebiliriz, çok nadir de olsa bazı filmler vardır ki, hedef kitlesi çocuklar olduğu halde büyüklere daha iyi gelir. Inside Out (Tersyüz) tam da böylesine bir başyapıt.
Efsane film Oyuncak Hikayesi’nin hikayesinde imzası olan, kısa animasyonlardan sonra ilk olarak 2001 tarihli Sevimli Canavarlar filminde kamera arkasına geçen Pete Docter rüştünü, 7’den 70’e herkesi ağlatma potansiyeline sahip Yukarı Bak ile kanıtlamıştı. 2010’da En İyi Animasyon film dalında Oscar aldığı ikinci uzun metrajlısından sonra şimdi de Ters Yüz ile “kafamızın içine” mercek tutan Docter, “Bende orijinal öykü bitmez” dercesine senaristler Josh Cooley ve Meg LeFauve’yi de yanına alıp oldukça başarılı bir projeyle animasyon severlerin karşısına çıkıyor.
5 temel duygu durumundan, Neşe, Üzüntü, Korku, Öfke ve Tiksinme yola çıkarak insan hayatının, anılarının ve kişiliğinin nasıl şekillendiğini, özetle ‘aslında içerde neler döndüğünü’ keyifli bir animasyon senaryosuna yediren ekip, mesaj kaygısını bas bas bağırmadan hem küçüklere, hem de güncel esperileriyle onları sinemaya getiren ebeveynlerine sesleniyor. Tek amacı Riley’in mutlu etmek olan ‘Neşe’nin niyeti her ne kadar iyi olsa da, Üzüntü ile çıktığı macerada onun da öğreneceği yeni şeyler olduğunu görüyoruz; çocuk seyirci kitlesine mutluluğun yanı sıra üzüntü, korku, öfke ve nihayetinde iğrenmenin de insan bütünlüğünün bir parçası olduğunu fısıldayan yapım, yeri geldiğinde ağlamanın da yola devam etmek için gerekli anahtar olduğunu ifade ediyor.
Ters Yüz her ne kadar çocuk perspektifiyle de olsa parantezi biraz epey genişleterek insan içine giriyor ve adeta hepimizin sahip olduğu his ve reflekslere dayanarak evrense bir öykü sunuyor.
Senaryosuyla sinema okullarında ders olarak okutulacak kadar bir drama olan Ters Yüz, macera, dram, komedi gibi pek çok unsuru başarıyla harmanlıyor. Eğer izlemediyseniz mutlaka izleyin. Ve elbette çocuklarınıza izletin de…
Spare Parts (Yedek Parça)
Türkiye’de vizyona girememiş değerli bir eğitim filmi. Türkçe karşılığı “Yedek Parça” ama bu da tam olarak karşılamıyor filmin ismini. Film yaşanmış bir olaya dayandığı için etkisi daha muhteşem oluyor, zaten bitiş jeneriği akmaya başladığında izlemeye devam etmenizin sebebi de bu; son kısmında filmin gerçek kahramanlarının video ve fotoğraflarıyla adeta bir mini belgesel tadı da veriyor.
Elisa Metsueda isimli bir gazetecinin Wired Magazine’de yayınladığı bir haber vaktiyle epey ses getirmişti… Haber, bir izbe kasabanın sıradan kolej öğrencilerinin dünyanın en iyi üniversitesi olan MIT’yi nasıl alt ettiklerini içeriyordu. Başarı öyküsü sadece liseden kaynaklanmıyor, kahramanlar da toplumun alt kesiminden çoğu marjinal ve dışlanmış çocuklar. Haber o kadar etkileyiciydi ki Başkan Obama liseli gençleri kabul etti ve onlara yardımcı oldu. Bu haber pek çok insan gibi, lisenin bulunduğu kasabanın da kaderini değiştirdi.
Filmin özü şu: Hayaller ne kadar marjinal olursa olsun çok da uzakta değildir. Yeter ki yeterli inanca sahip olun!
Hikaye bir öğretmenin sürgün edilircesine taşradaki bir kasaba kolejine tayin olmasıyla başlıyor. Fredi, öğretmen bulunmayan New Meksiko’nun izbesindeki liseye tayin edilen her eğitimci bir şekilde gitmemekte, gidenler de en kısa sürede oralardan uzaklaşmayı denemektedir. Okul müdiresi Mrs. Caren (ki bu rolü ünlü aktris Jamie Lee Curtis canlandırıyor ve Marisa Tomei gibi starlar da kadrosunda bulunuyor) okulu adeta bir evladı gibi sevmektedir. Yeni öğretmendeki farklılığı keşfeder keşfetmez özellikle problemli öğrencilerle kurduğu diyaloğu takdir eder ve ona yardımcı olur. Okuldaki 4 problem çocuk öğretmenlerinin başlarda öylesine kurduğu robot kulübüne üye olurlar. Ancak zamanla iş ciddileşir. Yokluğun tam ortasında bu çocuklar, derme çatma malzemelerle suda yüzebilen robot yapmayı başarır ve bilim olimpiyatlarına katılırlar. İş büyür ve namları her tarafa yayılırken bir yandan da ailevi sorunlarla uğraşırlar.
Karşılarına zorlu rakipler çıkar en büyüğü ise Harvard’ın ünlü MIT ekibidir. Peki bu alt sınıftan çocuklar başaracak mıdır?
Özellikle eğitimcilerin ve velilerin her çocuğu izletmesi gereken muhteşem bir yapım!
Altın Gol
İspanya-Arjantin ortak yapımı olan değerli bir animasyon. Önce konusuna kısaca göz atalım ardından detaylandırırız: Zamanını langırt oynayarak geçiren Amadeo, bir gün futbolda çok başarılı olan Ace ile maç yapar. Ace maçı kaybedince bunu hırs haline getirir. Aradan seneler geçer ve Ace kasabasına ünlü bir futbolcu olarak geri döner. Yaptığı maçın intikamını almak için bütün kasabayı bir stadyuma çevirecektir. İşe Amadeo’nun langırt oynadığı bardan başlar. O anda küçük langırt oyuncuları sihirli bir şekilde hayata bulurlar ve Amadeo’ya Ace ile kasabayı kurtarmak için yapacağı hayatının maçında yardım etmeye çalışırlar.
Juan Josa Campanella’nın yazıp yönetmenliğini üstlendiği film “eğer langırt piyonları canlanarak gerçek hayatta futbol oynamaya başlasalardı ne olurdu?” sorusunun cevabını olabilecek en eğlenceli haliyle vermeyi hedefliyor! Ancak, malum olduğu üzere futbol sadece futbol demek değil. Barındırdığı pek çok alt katman mevcut. Bu sebeple Altın Gol, insan azmi, vazgeçişi, azim ve kontrolsüz hırs ile ilgisi çok önemli mesajlar da içeriyor.
Mizah yazarı Roberto Fontanarrosa’nın kısa hikâyesinden yola çıkılarak çekildiği için bol miktarda hiciv ve aforizma da barındıran, futbola, futbol oyunlarına, animasyona ilginiz varsa kayıtsız kalmayacağınız bir film Altın Gol.
Tepedeki Ev
Animasyon dünyasının gelmiş geçmiş en usta ismi kimdir diye sorarsanız sanırım tartışmasız olarak Japon Usta Hayao Miyazaki gösterilir. Dolayısıyla filmden önce yönetmenini biraz tanımanın faydalı olacağını düşünüyoruz.
50 yıldan fazladır çizgi aleminde sanat icra eden (Yaşı 70’i çoktan aşmıştır) Miyazaki Usta, Toyotama Lisesi’ndeki üçüncü senesinde, dünyanın ilk renkli uzun metrajlı animasyon filmi olan Hakujaden’i izlediğinde filmden çok etkilendi ve animasyona ilgi duymakla kalmayıp; o anda çizgi roman çizeri olmaya karar verdi.
1965’te anime yönetmeni Otsuka Yasuo ve Isao Takahata’nın çalışmaya başladıkları Güneşin Prensi Horus (Taiyō no Ōji Horusu no Daibōken); Hayao Miyazaki’nin uzun metrajlı bir animasyon filminde çalışmak adına yakaladığı büyük bir fırsattı. Kariyeri boyunca hem pek çok uzun metrajlı animeye, hem de Japonya’da manga olarak adlandırılan çok sayıda çizgi romana imza attı. Eserleri Japonya’da olağanüstü ilgi ve saygı gören Miyazaki, Oscar Ödülü’nü kazandığı 2002 yılına kadar çizgi film çevreleri dışında batıda pek tanınmıyordu. Kendisine sadece bu ödülü getirmekle kalmayıp bir ilke de imza atmasını sağlayan Ruhların Kaçışı filmi Berlin Film Festivali’nde ödül alan ilk animasyon filmidir. Ayrıca bu filmle Japonya’da gişe rekorları kırarak; 1997’de yönetmenliğini yaptığı Prenses Mononoke filmi ile kendisine ait olan gişe rekorunu yine kendisi kırmıştı. Miyazaki’nin Isao Takahata ile beraber yaptığı Heidi dizisi Türkiye’de tanınır.
Gelelim filmimiz Tepedeki Ev’e…
Hikaye 1963 yılında Yokohama’da geçmektedir. Kokuriko malikanesi limana hakim bir tepede bulunuyordur. 16 yaşındaki bir kız, Umi, o evde yaşar. Her sabah denize karşı bir işaret bayrağı dikmektedir. Bayrağın anlamı “güvenli seferler dilerim”dir. 17 yaşındaki bir çocuk, Shun, bir römorkla okula giderken her zaman bu bayrağı görmektedir
Gelecek yıl yapılacak olan Tokyo Olimpiyatları için yapılan hazırlıklarda, insanlar eski olan her şeyi yok ediyor ve sadece yeni şeylerin görkemine inanırlar. Bu sıralarda Yokohoma’da bir lisede küçük bir mücadele büyük bir patırtı ile devam etmektedir. Eski bir binanın yıkılması taraftarı olan yönetim ile öğrenciler arasında büyük bir çatışma olunca öğrencilerin azim ile zafere koşmasına şahit oluruz. Bu olanların tam ortasında Umi ve Shun karşılaşırlar. Shun binanın korunmasını isteyen öğrencilere itiraz eder. Umi binanın güzel yanlarını ön plana çıkarmak için büyük çaplı bir temizlik yapılmasını önerir.
Gitgide birbirlerine yakınlaşırlar ancak aniden bir durumla karşılaşırlar. Kardeş olabilme ihtimalleri vardır. Buna rağmen gerçeklerden kaçmadan hayatlarına devam ederler. Daha sonra savaşın ortasında ve sonrasında, ebeveynlerinin nasıl tanıştıklarını, aşık olduklarını ve yaşadıklarını öğrenirler.
Tepedeki ev özellikle çocukların mutlaka izlemesi gereken bir yapım…
Toy Story (Oyuncak Hikayesi)
İşte size dünya çizgi film tarihinin kırılma noktası denilebilecek derecede önemli bir film. Toy Story, bir kez izlenmesi yetmeyecek kadar kıymetli ve pek çok alt mesaj içeren son derece mühim bir film.
1995 yılında dünya, tüm zamanların en çok sevilen iki çizgi film kahramanı Buzz, Woody ve arkadaşları ile tanıştı. Oyuncaklar dünyasında işlerin nasıl yürüdüğünü Andy’nin sahip olduğu oyuncaklar üzerinden 3 filmle anlatmaya çalıştılar. Çocuklar bu filmden dostluk, arkadaşlık, popülerlik, aşkla baş etme, yardımlaşma ve tabi ki oyuncaklarını itina ile koruma gibi şeyleri öğrendi…
Andy oyuncak koleksiyonu yapmayı çok seven ve oyuncaklarına değer veren küçük bir çocuktur. Ancak Andy’nin oyuncakları hakkında bilmediği bir şey vardır. Bu da Andy’nin yokluğunda, oyuncaklarının kovboy Woody’nin önderliğinde hayata geldiğidir. Bir gün Andy güzel bir hediye alır. Bu hediye de son model bir oyuncak olan Buzz-lightyear’dır. Andy’nin aldığı bu hediye oyuncaklar arasındaki ego tartışmalarını da beraberinde getirecektir.
Gösterildiği sene animasyon teknolojisini başka bir noktaya taşıyan ve Pixar’ın piyasadaki yerini iyiden iyiye sağlamlaştıran Toy Story, bir dönemin çocuklarını derinden etkilemiş bir çizgi-fenomen.
Her ne kadar tüketim sektörünün kontrolüyle kapitalizmin bir aparatına dönüştürüldüğü şeklinde genel eleştiriler alsa da, etkileyici senaryosu ve karakterleri ile daha sonra çekilen devam filmlerinden de anlaşılacağı üzere çocukların gönüllerine taht kurmuş oldu.
Bilal
Müslüman alemi sanata özellikle mesafe koymanın bedelini çok ağır ödüyor. Hıristiyanlar kendi inançlarına dair filmleri yüzyıldan beri ara vermeden çekiyorlar ve Hz. İsa’yı anlatan film sayısı 500’e yakın.
Bırakınız semavi dinleri, Budist öğretiler dahi İslam tarihini ve karakterini anlatan filmlerden kat be kat fazla kez beyaz perdeye aktarıldı. Buda’yı anlatan film sayısı 50’yi çoktan aşmıştır.
Biz Müslümanların ise Ramazan aylarında izlediğimiz Çağrı’dan başka doğru dürüst filmimiz yok ne yazık ki!
Bilal bu anlamda çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Hem de animasyon olarak çocukların dünyasında bir eğitici vazife de görüyor.
Bilal, isminden de anlaşılacağı üzere Hz. Bilal-i Habeşi’nin hayat hikayesi…
Efendimiz Hz. Muhammed’e (SAV) ilk inananlardan siyahi bir köle olan Bilal-i Habeşi’nin özgün hikayesini izlediğimiz ve alt başlığı “Özgürlüğün Sesi” olan filmde kölelikten ilk müezzin olmaya uzanan zorlu ama kutlu süreç ele alınıyor.
Her yaşta izleyici kitlesine büyüleyici bir özgürlük hikayesi sunan bir animasyon Bilal. Yapım ekibi Walt Disney ve Pixar stüdyolarında Kung Fu Panda – Karayip Korsanları – Ejderhanı Nasıl Eğitirsin – Madagaskar ve Yüzüklerin Efendisi gibi yapımlarda çalışan uzmanlardan oluşan “Özgürlüğün Sesi Bilal”, Diyanet işleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tavsiyeli olarak ülkemizde sinema salonlarında gösterildi.
Son teknolojinin tüm imkanlarının kullanıldığı bu yapımın dublaj kadrosunda Engin Altan Düzyatan, Ayça Bingöl, Tamer Karadağlı, Volkan Severcan ve Hakan Vanlı gibi sanatçılar bulunuyor.
Khurram H. Alavi ve Ayman Jamal’ın yönetmenliğini üstlendiği filmin senaryosu yine Ayman Jamal’a ait. Animasyon türündeki bu filmin orijinal seslendirme kadrosunda Ian McShane, Adewale Akinnuoye-Agbaje, John Eric Bentley yer alıyor. Filmin müzikleri Atli Örvarsson tarafından yapıldı.
Osmosis Jones
Son derece eğlendirici, bilgilendirici ve üst düzey ince zekayla nakış nakış işlenmiş bir animasyon. İyilik ve kötülüğü, mikroplar ve onlarla savaşan alyuvar-akyuvar gibi vücudumuzun savunma sistemiyle sembolleştiren. İnsan bedenini bir şehre benzetip, şehirdeki kötülükleri hastalıklarla ifade eden muhteşem bir yapım.
Filmin özeti şöyle:
Frank Detomello, bir hayvanat bahçesinde sıradan bir görevli olarak hayatını devam ettirmektedir. Frank’in Shane adında bir kızı vardır. kızı her gün babasına yemek götürmektedir. Frank bir gün oburluğunu cezasını ağır öder. Kızının getirdiği haşlanmış yumurtayı yere düşürür ve alıp yememesi gerekirken, temizlemeden ağzına atar. Ve o andan itibaren alem değiştiririz. kamera Frank’in yuttuğu lokma ile iç alemine girer. Frank’in bedenine giren kötücül mikroplara karşı Osmosis Jones adı verilen bir alyuvar hücresi ve Drixorial isimli bir ilaç güçlerini birleştirmeye karar verirler. Artık tek amaç Frank’i bu amaçsız hastalıktan kurtarmaktır.
Osmosis Jones’i izledikçe kendi bedenimiz hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz gerçeğiyle karşılaşmak bir yana, bizim basit zannettiğimiz şeylerin nasıl çetrefilli olduğunu da hayretler içinde görüyoruz. Örneğin sindirim, solunum, boşaltım sistemlerimizin en gelişmiş fabrikalardan bile muhteşem olduğunu görüp, Yüce Yaratıcıya bir kez daha hayran olmamak elde değil.
Sadece DVD olarak bulabileceğiniz bu filmi bir köşeye not edin, en azından televizyonlarda filan yayınlanırken denk gelirseniz kaçırmayın!