YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Son beş yıldır insanlar ağır ve tahammülü zor bir süreçten geçiyor. 15 Temmuz’dan sonra Hizmet insanlarına baskı linçe dönüştü. Dünyanın hiçbir hukuk sisteminde suç sayılamayacak absürd sebeplerden dolayı bir kesim kitlesel kıyıma ve kırıma maruz bırakıldı. Bebelerden, dedelere, nenelere kadar her yaştan insan toplumda histeri haline gelen nefretten etkilendi. En yakın arkadaşları, akrabaları insanları dışlıyor, mesnetsiz şekilde suçluyor. Devletin tepesine çökmüş ilkesiz, hukuksuz bir güruh hedef gösteriyor diye bazen analar-babalar bile vebaline şahit olmadığı yavrusunu “hain” ilan ediyor.
Hapisler, sürgünler, iftiralar, dışlamalar, işten atmalar, ülkesini terk etmek zorunda kalmalar ve daha sayamadığım pek çok gaile insanları bunalttı, daralttı. Süre uzadıkça yaşananların olumsuz etkileri katlanıyor. Tahribatın maliyeti giderek daha görünür hale geliyor. Yaşadıkları nedeniyle ruh dünyası allak bullak olan, psikolojik tedavi gören, ağır ilaçlar kullanan, hayata küsen, kabuğuna çekilen çok insan var. Ama sürecin olumsuzluğu sadece psikolojik değil. Pek çok insanda ciddi fizyolojik rahatsızlıklar da görülür oldu. Sürekli gerilim ve gerginlik hali hastalıklar şeklinde tezahür ediyor. Kansere yakalananlar, ülseri çıkanlar, kalp rahatsızlıkları artanlar var. İşkenceden kalıcı rahatsızlık oluşanlar ayrı bir konu. Yurdunu terk edip göçe zorlanan, ülkesinde kaçaklar gibi yaşamak zorunda kalan, ağır şartlar ve bunaltıcı ortam nedeniyle ruh sağlığıyla birlikte beden sağlığını yitirenler var. İnsanlar yüksek gerilim, kaygı, belirsizlik sebebiyle ani tansiyon yükselmelerine maruz kalıyor. Bu nedenle sebepsiz ağrıları olan, uykusuz geceler geçiren, türlü illetle uğraşan çok insanımız var. Kadınlarda ve çocuklarda dönemin izleri daha derin. Uzun vadede daha neler çıkacak tahmin edemiyoruz.
Böylesi ifritten bir dönemde en kötüsü, dertlerinle baş başa kalmak! Arayanın, soranın olmaması! Derdinle dertlenen, çözmeye çalışan birilerini bulamamak! Senin için dua eden, seni hatırlayan kimseleri çevrende görememek! Yalnızlık, terk edilmişlik, değersizlik hissi maddi dertlerden daha büyük dert oluyor ve bir topak gibi oturuyor insanların yüreğine. Vefasızlık, selamı-sabahı çok görme, yok sayılma onulmaz yaralar açıyor duyarlı kişilerde.
Bu tür dönemlerde birbirimize hayırhah olmak, arayıp sormak, dertleri paylaşmak çok daha önemli. Kimin ihtiyacı var, kimin derdi var diye çevremizi yoklamak lazım. İnsanların en büyük sıkıntısı karnını doyurmak değil. Elbette aç ve açıkta olanı gözetmek, ihtiyaç sahibini bulup ihtiyacını gidermek üzerimize vecibe. Ama bunu başkaları da yapabiliyor. Ülke dışına çıkınca “gavur” diye tepeden baktıklarımızın bizden daha insan olduğunu gördük. Yurt dışında belediyeler, yardım kuruluşları, bazen bir Alman, bir İngiliz yapıyor bu işleri. Maddi ihtiyaçların ötesinde bu zor zamanda, kasvetli dönemde insanlar acı kahveye, bir bardak çaya ve yanında iki kelam etmeye muhtaç. Muhabbete, dertleşmeye, halleşmeye aç.
İnsanları yalnızlığa terk etmek, arkadaşlarımızın sıkıntılarına ilgisiz kalmak bir vefasızlık. Ama kendini yalnızlığa terk etmek daha onulmaz, çaresi bulunmaz bir durum. Yalnız kalmak, içe kapanmak, kendini tecrit etmek bazen dinlendirici, tefekküre, muhasebeye sevk eden bir hal olsa da, bunu devamlı hale getirmek kanaatimce iyi bir tercih değil. En azından en çok paylaşmaya, halleşmeye, konuşmaya ihtiyacımız olan böylesi zamanlarda değil. Panjurları kapatmak, dostlarla bağı koparmak sadece yaşadığımız travmayı derinleştirecektir. Maalesef farklı seviyelerde bu tür davranışları benimseyen arkadaşlarımız var. Tepkisel ve fevri yaklaşımlarla kendimizi tecrit etmek yerine, oturup kalktığımız insanları daha itina ile seçebiliriz. Ama köşemize çekilip kadere küsmek, eylemsiz kalmak, hayata tutunmak için çaba sarf etmemek kendimizi çürümeye terk etmek olur.
“Benim dertlerim büyük, ciddi sıkıntılarım var!” diyerek hep başkasından medet ummak da çözüm değil. Kendi derdimize rağmen pekala biz de başkalarına muin, hayırhah olabiliriz. Belki de attan düşenin halinden attan düşen daha iyi anlayacağı için çabamız hem onlara hem bize ilaç olacak! Böylece belki bizim de derdimiz azalacak! Paylaştıkça, konuştukça, dertleştikçe birlikte rahatlayacağız. Hayattan yılıp köşemize çekildikçe, arkadaşlarımızdan uzaklaştıkça sıkıntılarımız büyüyecek, dertler ağırlaşacak! Kendimizi tecrit ederek iyi bir çevrede sosyalleşmeyi hak eden çoluk çocuğumuza da zulmetmiş, onları da cezalandırmış olmayacak mıyız?
Hayırhahlık, kardeşlik, ahiretlik, sağdıçlık, dert ortağı, gönüldaşlık gibi bizim kültürümüzde yakın dostluğu ifade eden pek çok kelime var. Bu kavramlar ve onların gerektirdiği davranışlar sıkıntılı anlarda önem kazanıyor. Sevinçli günde, rahat dönemde arkadaşlık kolaydır. Hayırhahlık, en zor zamanda, en dar halde dostun yanında olabilmektir. Herkesin uzak durduğu, vebalı muamelesi yaptığı, itip kaktığı zaman destek olabilmek, umut verebilmektir.
Hayırhah olmak, yol arkadaşının hayrını düşünmek, yolun sıkıntıları hakkında uyarmaktır. Başına iş geldiğinde arkadaşını kendi haline bırakmayıp el uzatmak, bulunduğu halden çıkarmaya çalışmaktır. Hayırhah olmak, hep dostun arzu ettiği şekilde konuşmak demek de değildir. Onun iyiliğini, maslahatını düşünmektir. Dostun hata içinde ise incitmeden, kırmadan doğruyu göstermektir. Sırtındaki akrebi haber vermek ve kurtulmasına yardımcı olmaktır. Sana dost olduğunu söyleyenler hep duymak istediğin şeyleri söylüyor, sana sürekli övgüler yağdırıyor, ama önündeki tehlikelerden haber vermiyorsa gerçek dost ve hayırhah değildir. Gerçek dost acı hakikatleri de söyler. Zira zarar görmeni istemez. Hakiki arkadaş problemleri yok saymaz, ihmal etmez, örtbas etmez.
Sosyal bir varlığız ve bir sosyal çevreye ihtiyacımız var. Muhabbete, arkadaşlığa, dertleri/sevinçleri paylaşmaya ihtiyacımız var. Bugünlerde bu ihtiyaç ekmek kadar, su kadar zaruri. Büyük bir deprem yaşandı. Eski hayatımıza dair pek çok şey yıkıldı, tahrip oldu. Ama hayat devam ediyor ve biz yine bir sosyal çevrede yaşamak, arkadaşlar, dostlar edinmek, ömrümüzü değerli kılacak işler yapmak durumundayız. Dikkatli olmak, sorgulamak, hüsnü zan yanında ademi itimatı elden bırakmamak önemli. Ancak bütün bunlara rağmen yeni dönemde, yeni coğrafyalarda hayatımızı yeniden kurmak, normalleştirmek, travmalardan kurtulmak zorundayız. Bu ağır ve zor işi kendi başımıza yapamayız. Güvendiğimiz dostlarımızla, arkadaşlarımızla hayatımızı yeniden inşa edeceğiz. Küslüğü, alınganlığı bir tarafa bırakıp hayırhahça birbirimize destek olacak, el uzatıp, dert paylaşıp yükümüzü hafifleteceğiz. Hayata tutunmak ve ayakta kalmak için!