AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Hukuk devletinin teminatı olan ‘suçta ve cezada kanunilik’ ilkesi, günümüzde siyasi manipülasyonların ve keyfiliğin aracı haline getirilmiştir. Hem Anayasa’da hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer bulan bu ilke, insanların hangi davranışlarının suç teşkil edeceğini önceden bilebilmesini ve öngörebilmesini sağlar.
Bu ilkenin amacı, ceza yasalarının geniş yorumlanarak kişilere karşı keyfi soruşturmalar açılmasını, tedbirler uygulanmasını ve tutuklamalar gerçekleştirilmesini engellemektir. “Ben yaptım oldu!” yaklaşımına karşı, kişilerin hukuki güvenliğini korumak için oluşturulmuş bu temel ilke, bugün maalesef yargı ve kolluk kuvvetleri tarafından göz ardı edilerek ihlal edilmektedir.
Bu ilkenin ne kadar hayati önemde olduğunu, fakat siyasiler başta olmak üzere yargı ve kolluk kuvvetleri tarafından nasıl yok sayıldığını acı deneyimlerle gördük. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi tarafından verilen ve Türkiye’nin mahkum edildiği ‘Yüksel Yalçınkaya’ kararı, bu ihlalin en somut ve çarpıcı örneklerinden biriydi. Bu keyfiliğin son mağdurları 13 ila 17 yaşları arasındaki kız çocukları ile 18 ile 22 yaşları arasındaki üniversite öğrencisi gençler oldu.
13 yaşındaki çocuklara ‘darbe’ suçlaması!
Yaklaşık 4 ay önce, 7 Mayıs’ta, İstanbul Polisi “Yeniden Yapılanma” adı altında bu çocuklara yönelik bir “terör” operasyonu gerçekleştirdi. Sabahın erken saatlerinde evlerine baskın yapılan çocuklar ve aileleri, dosyanın “gizli” olduğu gerekçesiyle hiçbir bilgi verilmeden gözaltına alındı. Polisin iddiasına göre bu çocuklar ‘teröristti’ ve ‘anayasal düzeni yıkmak’ için bir araya gelmişlerdi. Aynı iddia savcılık tarafından da devam ettirildi ve üniversiteli gençler ile aileleri hakkında terör suçlamasıyla dava açıldı. Savcıya göre bu çocuklar, “Beylikdüzü yapılanması” adı altında yeni bir örgütlenme kurmuş ve ‘anayasal düzeni yıkmayı’ hedeflemişler.
Peki, bu çocuklar ve aileleri bu iddia edilen suçu işlemek için ne yapmıştı?
23 Eylül’de başlayan duruşmada avukatlar ve insan hakları savunucusu ve Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sosyal medyada paylaştıkları, bu sorunun cevabını veriyor. Çocuklarını ders çalışmaya göndermek, altın günü yapmak, alışveriş merkezine gitmek ve bowling oynamak… Bu sosyal faaliyetler, polis ve savcı tarafından ‘terör’ suçunun delili olarak gösterilmekle kalmadı, mahkeme başkanı da duruşmada bu davranışları zanlılara suçmuş gibi sormaya devam etti.
Keyfi suç uyduruluyor!
İşte tam da bu noktada ‘kanunsuz suç olmaz’ ilkesi karşımıza çıkıyor. İddianamede yer alan bu eylemler, terör suçunun delili olarak kabul edilebilir mi? Bu davranışlar anayasal düzeni yıkma suçunun işlendiğini gösterebilir mi? ‘Beylikdüzü Yapılanması’ adıyla oluşturulduğu iddia edilen yapı, bu faaliyetlerle anayasal düzeni yıkabilir mi? Bu temel soruların yanıtı, ortada kanuna uygun bir suç mu yoksa tamamen keyfi bir suçlamayla mı karşı karşıya olduğumuzu gösterecektir.
Dosyaya bakıldığında, suçlanan kişileri dinlediğinizde ya da olaylara dikkat kesildiğinizde bu insanların yapmaya çalıştığı şeyin sadece hayata tutunma çabası olduğunu göreceksiniz. Yeniden yapılanmadan söz edebilmek için anayasal düzeni yıkabilecek bir gücün ve yapılanmanın varlığı gerekir. 15 lise öğrencisi, 12 üniversite öğrencisi ve 20’ye yakın anne, baba ve öğretmenle anayasal düzen yıkılamaz. Bu kişilerin hiçbirinde silah ya da suç aleti olmadığı gibi, yakın çevrelerinde bile silahı olan bir insan yoktur. Bu suçun işlenebilmesi için gerekli olan cebir ve şiddet unsurunun olmadığı, elverişlilik şartının gerçekleşmediği bu olayda, teknik ve hukuki anlamda işlenemez bir suç vardır. Yani aslında kanunda düzenlenmemiş, keyfi bir suç yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ortada kanunen tanımlanmış bir suç yok!
Bir suçun var olup olmadığını anlamak için özel bir araştırmaya ya da uzman görüşüne gerek yoktur. İnsanların bir eylemin suç olup olmadığını bilebilecek durumda olmaları gerekir. Ancak biz bu olayda kendi değerlendirmemizle yetinmeyerek, uzmanlara şu soruları sorsak cevapları ne olurdu? İddianamede bahsedilen bu eylemler, kişilerin terör yapılanması içerisine girdiğini gösterir mi?
Bu eylemler Anayasal düzeni yıkma suçunun işlenmesini sağlayabilir mi? Cevabı ben söyleyeyim. Hukuken ve fiilen bu eylemler, suç işlemek amacıyla bir araya gelindiğini ya da anayasal düzeni yıkma amacı güdüldüğünü göstermiyor. Bu suçun işlenmesi için gerekli cebir ve şiddet unsurları olmadığı gibi, elverişlilik şartları da bulunmamaktadır. Dolayısıyla, “yeniden yapılanma” adı altında oluşturulduğu söylenen yapının suç işleme kabiliyeti ve imkanı olmadığı için terör suçlaması yöneltilemez.
Ortada yasanın tanımladığı anlamda bir suç değil, yalnızca iktidar tarafından ötekileştirilen insanların hayatta kalma çabası vardır. Bu dava, hukukun keyfi kullanımının ve suçta ve cezada kanunilik ilkesinin nasıl göz ardı edildiğinin en somut örneklerinden birisidir.