YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-8)
Çocuklarımızın dini kimliklerini inşa ve muhafaza konusunda 6 başlık halinde düşüncelerimi yazacağım demiş ve bunlardan ikisini “İslam dünyasına aidiyet sorunu” ve “sekürlerleşme trendi” başlıkları ile açmaya çalışmıştım. Yaptığım okumalar esnasında bu 6 başlığı 9’a çıkardım. Şimdilik kaydını da ilave edeyim. Belki yazı serisinin devamında daha da çoğalabilir bu başlıklar.
Bu yazıda hayat ve anlam arayışı başlığı konusunu ele alacağım. Anlam arayışını varoluşun gayesi diye de ifade etmek mümkündür. İnsanın varoluş gayesi insanlık tarihi boyunca düşünen insanların zihinlerini meşgul eden bir soru ve aynı zamanda bir sorundur. Sorudur, zira düşünen hemen her insanın sorduğu bir sorudur bu. Sorundur, zira söz konusu soruya verilen cevaplar herkesin kabullendiği objektif bir mahiyet taşımamaktadır. Dinler tarihinden felsefe tarihine uzanan upuzun çizgide yerini alan herkesin bu soruya farklı cevaplar vermesi de bunun bir delilidir.
Hayat biyolojik düzlemde doğumla başlayan ölümle biten bir süreç midir? İnsan bu dünyaya neden gelmiştir ve amacı nedir? Öldükten sonra nereye gitmektedir. Bediüzzaman’ın 19. Söz’deki veciz ifadeleriyle: “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” Diğer varlıklardan farklı olarak rasyonel çıkarımlar yapabilme kabiliyetine sahip olan insanın neden var olduğunu düşünmeden ve yaşadığı hayata bir anlam vermeden yaşaması tek kelime ile imkansızdır. Bu açıdan insanın anlam arayışı ve doğru cevabı bulması onun için ihtiyaç olmanın ötesinde bir zarurettir ve hayati öneme sahiptir.
Kısaca ifade edecek olursam düşünce tarihimiz içinde yerini alan filozoflar bu sorulara “iyi insan olmaktır”dan tutun “haz ve lezzet almaktır”, “daha çok öğrenmektir”, “başkalarına faydalı olmaktır”, “toplumsal yaşam şartları içinde üzerine düşeni yapmaktır”, “basit ve sade bir yaşam sürdürmektir”, “mutlu olmaktır” şeklinde özetlenebilecek birçok düşünceler serdetmiştir.
İnsanoğlu bu soruya kendisini tatmin edici seviyede doğru cevap bulamazsa ne olur? Düşünsel, duygusal ve davranışsal bir boşluk içine düşer. İşte o zaman insanın aklı olmayan, düşünme kabiliyeti bulunmayan sair varlıklardan hiçbir farkı kalmaz. Felsefeciler bu durumu ifade eden bir kavram da ortaya koymuşlardır: “Varoluşsal boşluk.” Bu boşluk içine düşmemek insanın sözünü ettiğimiz soru ve soruna doğru cevap vermesiyle mümkündür. Aksi takdirde insan bohem bir hayata dalabilir. Hem kendisi hem de toplum için zararlı olacak, hiçbir sınır ve kural tanımayan aşırı davranışlar içine girebilir.
Felsefe tarihi boyunca bütün insanlığı etkisi altına almış düşünce ekolleri ve büyük filozoflar bu soruya cevap aradı ve ortak bir noktada buluşamadılar ise hala aynı sorunun peşinde koşmak anlamlı mı? Elbette anlamlı ve zaruri ama soruda ifade edilen husus da bir gerçek. Onun için felsefecilerin teklifi şudur, her insan bütün insanlığı istiap edecek ölçüde “Hayatın anlamı nedir?” sorusu yerine kendini merkeze koyarak “Hayatımın anlamı nedir?” sorusunu sormalı ve onun cevabını aramalıdır. Çünkü hayat anlamlı olduğunda değerlidir.
Söz gelimi, maddi imkanlar itibariyle benden daha aşağıda bulunan birisine yardım ediyorum ama neden? İşte bu “Neden?” sorusuna insanın kendisinin vereceği cevap onu tatmin edecek, onu hayata bağlayacak ve o davranışın devamını sağlayacaktır. Eğer bu soruya cevap olarak omuzlarını yukarı çekip “hiç”, “bilmem ki” diyorsa, bu düşüncesinin -düşüncesizliğinin- onu hayata bağlaması ve ileriye taşıması mümkün değildir. Hayatın tabii akışı içinde yaşanılan maddi ve manevi sıkıntılar, eziyetler için de aynı şeyler geçerlidir. Sözü edilen sıkıntılara dayanma gücü, onlarla mücadele etme azmini insana kazandıran şey yine insanın hayat ve anlam arasında kurduğu ilişkidir. Dikkat ederseniz mutlak düşünce planında ve dini öğretilerden bağımsız olarak dile getiriyorum bunları. Tekrar edeyim, hayat yapageldiğimiz davranışlarımıza anlam verdiğimizde değerlidir ve kıymetlidir. Hayatı yaşanılır kılan budur.
Burada değinilmesi gereken bir başka husus gerek nesiller arasında gerekse her bir insanın geçirdiği hayat safhaları içinde hayat ve anlam arasındaki ilişkinin değişikliğe uğramasıdır. Dün çocukken benim için anlamlı olan bir davranış yaşlılık dönemime erdiğim şu günlerde hiçbir anlam ifade etmemektedir. Ya da dün 20-25 yaşında iken benim için çok hem de çok anlamlı olan bir şey bugün aynı yaşlarda bulunan çocuğum için bir anlam taşımamaktadır. Fakat böyle olması hayattaki anlam arayışını sonlandırmış değildir. Soru olduğu yerde durmakta sadece şahsa, konjonktüre, inanca göre değişik cevapların mahiyeti değişmektedir.
İşte buraya kadar ifade etmeye çalıştığım gerçekleri merkeze koyarak çocuklarımıza hayat ve anlam arasındaki ilişkiyi iyi kurmalarını, hayatın anlamını ve gayesini çok net bir şekilde belirlemelerine yardımcı olmak zorundayız. Özellikle onların eğitim ve öğretimlerinden sorumlu olduğumuz ve aynı zamanda ebeveyn olarak onlar üzerindeki etkimizin yüzdelik hesabı üzerinden çok yüksek olduğu dönemlerde.
Bu hususu İslam dininin hayatın anlamı konusundaki temel öğretilerini aktaracağım bir sonraki yazımda daha da açmaya çalışacağım.
Anne-babalara görevlerini hatırlatmak yeterli değil. Onlara bir yol haritası çizmenin yanı sıra yardım alacağı merciler ve o mercilerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili atılacak çok adım var.
-Kadınların da erkekler kadar çalışması: Çokça övülen ve yeni hak taleplerini doğuran bu olguya bir de hayatın anlamını bilen çocuklar yetiştirmek zaviyesinden bakmak gerekmiyor mu? Kadın her gün 8 saat çalışmalı mı? Zaman mı daha değerli yoksa para mı?
-Buharlasan komşu ve akrabalar: Artık bir köyün bir çocuğu yetiştirdiği zamanlarda yaşamıyoruz. Hatta çocukların hayatında amca, hala, dede, nine bile yok. BU rolleri geri getirmek için acaba bir şey yapılamaz mı?
-Rehberlik: Günümüz çocuk ve gençlerine hitap etmek ve bunun yanı sıra geleneksel İslam çizgisinden çıkmayacak rehber abi ve ablaların şeffaf bir şekilde yetiştirilmesi, şeffaf bir şekilde mezun edilmesi ve şeffaf bir şekilde atanması.
-Kültür-sanat-medya-dijital teknoloji: Arkasına birtakım abileri almadan, kendi bileğinin hakkını vererek edebiyat ve müzik ustalarından icazet alanların topluma lanse edilmesi ve kültür, sanat ve medyaya gerçek anlamda yön verecek insanların yetiştirilip desteklenmesi. Hizmet, dijital dünyaya sağlam bir adım atmalı, rehberliğin alternatifi olacak şekilde atmalı.
-Cemiyet olma: Anlam arayışını tek tip düşünceyi yücelten cemaat yapısı ile veya tek bir düşüncenin amigoluğununu yapan camia ile destekleyemeyiz. Bize lazım olan bir cemiyet yapısıdır. Anlam arayışı aynı ezberi yapan tek ve angaje bir medya organıyla olmaz, bir çok medya organı olmalı ve her yiğidin bir yoğurt yiyişi olmalı. Anlam arayışı hat, tezhip, ebru kısır döngüsünde tıkanıp kalmamalı, edebiyatta, müzikte, güzel sanatlarda felsefede özgün ve bütün dünya için yepyeni ufuklar şart.
-Eğitim: Ezber yapmayan uzman pedagoglar, özgünlüğünü ispatlamış edebiyatçılar, müzisyenler, psikologlar, ilahiyatçılar, dilbilimciler ve sosyologlar bir araya gelip 21. yüzyılın anlam arayışının evrensel dilini oluşturmalılar. Öyle güçü ve masum bir bir dil olsun ki; tiyatro eserlerine, filmlere, romanlara, afişlere, youtube videolarına, şarkıların nakaratlarına rengini versin, düşünce dünyamıza demir atsın. Öylesine damga vursun ki, çocuk ve gençlerimiz arada kalmasın: Eşcinsellik, evrim, bireysellik, özgürlük kafa karıştırmasın, şeytan araya giremesin, her şey yerli yerine otursun, kimim , nerden gelip nereye gidiyorum soruları evrimcilerin de, eşcinsellerin de aklına bir çentik atsın.
-Katılımcılık-mensubiyet duygusu: Anlam arayışımız yeni helal-haram sorularını beraberinde getirsin, çevrecilerle birlikte olalım, temiz kazanççılarla birlik olalım, silah karşıtlarıyla birlik olalım, Hizmet mensupları olarak yiyip-giydiklerimizde daha hassas olalım, eziyet edilerek öldürülen hayvanın etini yemeyelim, sömürülen işçilerin ürettiği elbiseyi giymeyelim, silah tüccarlarına kredi veren bankalarda hesap açmayalım, öyle işler yapalım ki, bizimle alakası olmayan insanlar bile belli alanlarda bize katılsın.
Yukarıdaki her bir madde için uzun soluklu sempozyumlar düzenleyelim.
Yok boyle bir dunya arkadasim. 70-80lerin Sizinti yazilari kafasinda su olsun bu olsun soyle olsun boyle yapilsin asilsin kesilsin bicilsin dikilsin falan filan. Hikaye bunlar. Artiz ne gezer pazarda. Kimsin kime hitap ediyosun cirmin ne. Evindeki 2-3 kisiyi mobilize edebilirsen mutlu ol. Ezber yapmayan pedagog istemis pasam. Emriniz olur. Bu konuda doktora yapilsin da deseydin. Boyle bol keseden usten usten atip tutma grandiyoz bir tavir kardesim. Psikotik bir hal. Terkedin artik su deli hareketleri
söyle yapalim, böyle yapalima mi takildin, ordan Sizintiya mi gectin, bu mu bütün derdin?
Peki sen tek basina evindeki insanlari hicbir yardim almadan kendi basina mobilize et. Cocugunu okuldan eve geldiginde kendin resetle ve hicbir sey isteme, hayalini bile kurma! Dünya capinda su kadar okul acmis, su kadar egitimci yetistirmis, su kadar potansiyeli olan bir hareketten hicbir sey bekleme, hicbir baski kurma, önüne ne konursa onu ye, cek ipini rahvan gitsin!
Sanki ben Hizmetin önde gelen zatlarindan biriyim de eski tas eski hamam devam ediyorum. Düz bir Hizmet mensubuna agiz tadiyla kendi capinda bir projeksiyon yaptirmaya bile tahammül edemiyorlar.
Hayir bi de adap yoksunu bi dille cevap yazip muhatabini grandiyozlukla, psikotiklikle itham etmiyor mu! Yavuz hirsiz ev sahibini bastirirmis.
Sen o zaman kücük düsün kardesim tamam mi, valla bak seni elestirmiycem. Senin dilini kullanamam zaten”