YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL
Şu son 5 yıldır Türkiye’de hukuk çok anormal işliyor. Bu işlerden doğan garabetlerden de hemen herkes etkileniyor ve bir şekilde mağdur oluyor. Neredeyse ucunun dokunmadığı kimse yok!
Peki ne zamandan beri? Tabii ki de 17/25 Aralık 2013 tarihli “Asrın Yolsuzluk Operasyonları”ndan beri. Ülkeyi o döneme kadar 11 yıldan beri yönetmekte olan bir hükümetin bakanları ve başbakanının ne kadar büyük bir yolsuzluk bataklığına düştüğünün resmi idi. Rusya, Amerika, AB’nin de takip etmekte olduğu yolsuzluk, kara para, ambargo delme, rüşvet temelleri üzerine kurulmuş devasa bir suç ağı. Ve bu duyumlar, bilgiler, belgeler Emniyet’e intikal etmiş ve bir takibat, tahkikat başlamış.
Yapılan ince, titiz çalışmaların sonucunda ortaya inkar edilemez deliller konmuş. Belgeler, fotoğraflar, ses ve video kayıtları, tanıklıklar; dosyada her türlü delil vardı. Ama ne oldu? İktidar, “montaj” dedi, “dublaj” dedi, “şantaj” dedi ve çıktı işin içinden. Hatta AKP’li Külünk: “Günah işleme özgürlüğü”ne müdahale var dedi ve işi pişkinliğe bile vurdu.
Rüşvet aldığı söylenen bakanlardan Z.Çağlayan, bilmem kaç yüz binlik saatlerin rüşvetten değil, kendi parasından aldığını iddia etti ve hatta bir de belge diye bir kağıt parçası salladıydı kameralara doğru. O belge, bir peçeteye yazılmış bir el yazısından ibaret idi.
Bütün bu delillere rağmen bütün soruşturmalar, belgeler imha oldu, dosya kapatıldı. Çünkü o tarihten sonra sivil bir darbe yaşandı, bütün adliye ve emniyet teşkilatları baştan aşağıya dağıtıldı, tasfiye edildi. O dönemin meşhur operasyonel İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın tabiri ile, “Kır kapıyı al, ardından yasa yaparız, merak etme” dönemi başlamıştı.
Haklarında müebbet hapis istenen, delil olarak ortada sayısız silahlar, cinayetler, eylemler olsa da Ergenekon’dan bazı derin tipler de salınmış, on binlerce sayfalık dosyalar rafa kaldırılmıştı. Ve sonra bu iki ağır ithamların yöneltildiği iki grup bir suç ortaklığına girişti.
İşte, o gün-bugündür bütün işleyişler alt üst! “İstersem 1 savcı, 2 polisle istediğimi suçlu, terörist ilan ederim” safhası başladı. 15 Temmuz sonrası devlet kurumları tamamen tasfiye edildikten sonra artık bu iki somut ve büyük suçlamaların ortakları istediklerini suçluyorlar, istediklerine ceza veriyorlar.
YARGIYI RAHATLATMA ARAYIŞI
İyi de bunu yapmak için usulen de olsa bir sebep, bir delil göstermeleri gerekiyor. İnsanların bir gazeteye abone olmuş olması, bir bankada hesabının, bir dernekte ya da sendikada üyeliğinin olması veya telefonuna bir uygulama yüklemiş olması üzerinden suçlanıyor. Bunların Ceza Kanunu anlamında bir karşıliğı yok, dolayısıyla da AİHM gibi uluslararası mahkemelerden dönmesi, uzun vadede yargılayanların başlarının ağrıması kati.
Bir de yargılayanların içlerinin rahat etmesi için “Gizli tanıklık ve itirafçılık” müessesesinin tam sürümünü devreye soktular. Şimdi de mahkemeler “gizli tanık varsa rahat rahat ceza yağdırabilirim” havasında. Bu tanıkları kimlerin ayarladığı da malum; MİT tarafından ayarlanan kimselere önceden hazırlanmış istihbari bilgiler imzalatılarak bir seyir oluşturuluyor.
Bu iş o kadar çığrından çıktı ki artık “gizli tanık” denilen kimselerin ille de bir varlığı da aranmıyor! MİT ve Emniyet koordinesi ile sahte bir kimlik oluşturuluyor, onun içine kendi suçlamalarını, ithamlarını dolduruyorlar ve mahkemeye servis ediyorlar. Mahkeme de uğraşmak istemiyorsa, veriyor cezayı geçiyor.
MAHKEME SORARSA?
Mahkemeler işini hatırlayıp da, “kimmiş bu gizli tanık, yollayın da dinleyelim hele” dediğinde ise foyaları ortaya çıkmaya başlıyor işte… Bir benzeri geçenlerde, en son görev yaptığım yer olan Diyarbakır’da yaşandı.
Basından takip edenler bilir; Diyarbakır’ın Lice, Hani, Dicle ilçeleri kırsal bölgelerinde Kasım 2018’de gizli tanık Venüs’ün ifadeleri doğrultusunda yapılan operasyonda, çoğunluğu 50 ile 80 yaşlarında olan onlarca kişi gözaltına alınıp tutuklanmış, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanan dava duruşmasında sanık avukatlarından birisi mahkeme heyetinden “gizli tanık Venüs’ün yeniden dinlenilmesini” talep edince bir skandal ortaya çıkmıştı.
Avukatın talebi üzerine mahkemenin, duruşmada dinlenilmesi için müzekkere gönderdiği Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, verdiği ‘gizli’ ibareli yanıtla “arşivlerinde bu isimde bir gizli tanığın olmadığını” bildirmiş. Yani ifadeleri doğrultusunda onlarca kişinin tutuklanıp, hapis cezalarına çarptırılmasına sebep olan “Venüs” isimli gizli tanık aslında hiç var olmamış! Anlayacağınız, Yunan mitolojisindeki “Venüs”ün bile gerçek olabilme ihtimali var ama bu “Gizli Tanık Venüs”ün varlığı tamamen hayal!
İşte böyle sahte delillerle, olmayan tanıklarla nice insanların yargılanmasının önü açılıyor ve haksızca cezalar alması sağlanıyor. Kolluk görevlileri delil üretmek suretiyle, sahte belgelerle yargı makamlarını yanıltıyorlar. Böyle hareket eden kolluk görevlilerin derhal tespit edilerek haklarında soruşturma başlatılması gerekir. Mahkemeler re’sen bu durumun tespiti için savcılığa kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması gerekir, olmadığı takdirde sanıklar ve sanık yakınları bu kolluk güçleri hakkında savcılıklara başvurmalıdırlar.
ESKİDEN YOK MUYDU Kİ?!
“Emniyet/ MİT şimdi mi başladı, sizin dönemde hiç mi olmadı?” diye soracak olursanız. Evet, eskiden de vardı. Kolluk da, yargı da bu konuda sabıkalı.
Benzer bir “Venüs” hadisesi Demirtaş’ın devam eden dosyasında da yaşanmıştı, “Mercek” denilen gizli tanık aslında yokmuş! Varsa da yok artık!.. Konjonktüre göre bir var, bir yok!..
Bu bahse konu yargılama Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılmış, biz 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde iken de gizli tanıklar olurdu. Ki, “gizli tanıklık”; örgütleri çökertmek, suç şebeklerini ortaya çıkarmak için tahsis edilmiş bir uygulamadır. Suç ve terör örgütleri içinde olaylara vakıf olup da adalete yardımcı olmak isteyenlerin önünü açmak için açılmış bir yol olsa da, bunu suistimal edenler olmuştur.
AİHM de, kişilerin özgürlüklerini etkileyen bu tanık beyanlarının vicahi olmasını, ifadelerin alınmasının adil yargılamaya uygun şekilde gerçekleşmesini ister. Biz de terör ya da uyuşturucu şebekelerine dair dosyalardaki gizli tanıkların mahkemeye getirilmesini ve dinlenilmesini isterdik. Bazen Emniyet, tanığı hazır etmezdi. Çok ısrar ettiğimizde, “böyle bir tanığa rastlanmadığı”na dair cevap aldığımız oldu. Böyle durumlarda da “ihmal ve kastı olan ilgili görevliler hakkında gereğinin yapılmasını” savcılıklara iletirdik.
Adalet mekanizmalarının hassas davranması halinde kolluk, bu meseleyi bir daha suistimal edemez. Karar verirken de aynı titizlikle hareket etmeli mahkemeler… Nitekim, bizim ihracımıza giden süreci başlatan “Hollandalı Gazeteci Geerdink Davası”nda da benzer ihbarlar vardı. Soruşturmanın açılmasının dayanağı, BİMER’e ve Diyarbakır Emniyeti’ne gelen isimsiz ihbarlar ve: “Ajan mı, terörist mi her neyse bu kadın hakkında gereğini yapın” diye biten kaynağı belli talimatlar. İstihbarat’tan gelen direktifler ile harekete geçen Emniyet, savcılık… Ortada başka hiç bir delil yok. Bunlara dayanarak ceza verilmesi istenen bir mahkeme. Bu dayatmaya karşı gelip beraat veren hakim ve savcıların ihracı!
Bu bahsettiğim yıllar 2015. O zamanlar Çakma Darbe tezgahı daha yoktu, ülke daha resmi OHAL KHKları ile yönetilmiyordu. Adı konmamış oldu-bittilerle işler yürüyordu. Şimdi ise tepeden direkt talimatla yol alıyor yargı. Böyle bir dönemde “gizli tanık”ların varlığını sorgulamak, tarafsızca hükmetmek çok zor.
GİZLİ TANIK BEYANI UYDURMALAR
Sonraki yazılarda daha detaylı ele alırız ama bir de kısaca gizli tanık üretme, gizli tanık beyanı uydurmalardan bahsetmek istiyorum. Sahte Gizli Tanık’tan bahsettik. İstihbarat’ın fişleme ve duyumlarını sahte bir kimlik adı altında mahkemelere yedirmesini…
Bir de şu son dönemlerde “Fetö” vb dedikleri muhaliflerin davalarında yürüyen, “düz insanlardan itirafçı, gizli tanıklar üretme, ifade yamama” taktiklerini ele alalım. En meşhur örneği Amerikalı rahip Brunson’un gizli tanık beyanları! Artık uluslararası bir üne sahip olan bu gizli tanık, başta bu Amerikalı rahibi darbe, pkk, Fetö vs herşeyden suçlamıştı. Sonra Trump sert çıkıp da “iade edin papazımızı, papaz olmayalım sizle!” deyince bu tanığın da beyanları bir anda değişmişti; “Yanlış görmüşüm, yanlış duymuşum” vs…
Cemaat içerisinde yer almış insanlara değişik motivasyonlarla yaklaşılıyor; ya korkutma ya da ödül vaadleri ile… Emniyette kimine “konuşmazsan ailen için kötü olur, şu kadar ceza alırsın, başına işler gelir” denilerek, kimine de “konuşursan işine geri dönersin, ceza almazsın ya da az bir ceza ile kurtarırsın” denilerek önceden hazırlanmış beyanlar imzalatıyorlar. Mahkemelerde de aynısı tekrarlatılarak hayali bir örgütün yapı taşları oluşturulmuş oluyor. Ortada gerçek anlamda bir suç ya da terör faaliyeti olduğunda gerçek bir tanık, bunların aydınlatılmasında çok önemli bir fonksiyon görebilir. Ama “hangi kurumlarda kimlerle çalışıldığı” gibi legal bilgileri birilerine söyleterek bunu sözde somut delile dönüştürmeye çalışmak, art niyetli bir tiyatrodan öte değil…
Bütün bunlar, yolsuzlukları ve arsızlıkları ayyuka çıkmış hırsızlar, haramiler ile, çetecilikleri dünyaya mal olmuş derin bir örgütün ittifakı ile patlak vermiş garabetlerdir. Gerçek suçlular, çok somut delillere rağmen yargılanamadığı için, masum insanlar, barışçıl sivil insiyatifler suçlu diye, terörist diye suçlanıyor, yargılanıyor hatta ceza bile alıyorlar. Bu yanlışlar, yanlı uygulamalar ileride elbette ters döner. Masumlar aklanır ama yaşadıkları acılar bir iz olarak kalır. Devlet, bu yaşattıkları acıların ne kadarını tazmin ve telafi eder bilinmez ama bunları yaşatan zorbaların yakın bir zamanda adalet önünde hesap vermesi, bedelini ödemesi en büyük temenni!