HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
İktidarın ölümcül kan kaybettiği her şeyi ile ortaya çıkmaya başlayalı çok olmadı. Buna ilişkin veriler kamuoyu anketlerine yansıyor. Yurt dışı düşünce kuruluşlarında konuşulanlar Batı medyasına, oradan da bizlere ulaşıyor.
Tiranlar, etrafları yüksek duvarlarla çevrili olduğu için tepesinde bulunduğu ülkeyi doğrudan algılayamaz. Kendisine gösterilen kesitten ülkesini değerlendirir. Bu yansıtılanlar da tirana her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir ülke tablosu ortaya koyar.
İktidarın kaderini ekonominin belirleyeceği yıllardır söyleniyor. Tarih bununla ilgili onlarca bilinen örnekle dolu. 6 kez gidip 7 kez gelmesiyle bilinen tarihimizin en karakteristik siyasetçilerinden birisi olan Süleyman Demirel, bunu veciz bir şekilde özetler. “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözleri, hem tarihi hem de bugünü özetleyen ifade olarak hafızalarda yer etti.
Solcular ve Ulusalcılar, 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AK Parti’nin bir sonraki seçimleri göremeyeceği beklentisinde idiler. Bu beklentiye 2013’te yaşanan olaylardan sonra Gülen Hareketi mensupları da kapıldı.
30 Mart 2014 seçimleri öncesinde camiadan yansıyan ifadeleri hatırlayın. İktidarın büyük bir hezimete uğrayacağı konuşuluyor ve bunun için de “topyekûn savaş” verilmesi gerektiğinden hareketle çaba harcanıyordu.
TEMELSİZ SÖZLERLE MORAL ENJEKTE EDİLMEYE ÇALIŞILDI
O dönemde kediler henüz trafoların yerlerini daha öğrenememişti. Sandık üzerinde şaibe yoktu. 30 Mart 2014’te sandıktan AK Parti’ye yüzde 45.6 oy çıkmıştı.
İnsanların motivasyonlarını ayakta tutabilmek amacıyla sürekli moral pompalanmaya çalışıldı. Kamuoyundaki hava başka olduğu halde, insanlara arzu edilen farklı tablolar çizildi. Sandığın ucu her göründüğünde “Artık gayretullaha dokundu. Bu kez hezimete uğrayacaklar” tarzında yaklaşımlarla moral enjekte edilmek istendi.
2021 baharından itibaren iktidarın toplumla bütün bağlarının kesilmekte olduğunun sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Ekonominin yürütülemediği, yine Demirel’in tabiriyle ülkenin “70 cente muhtaç olduğu” gün gibi görüldü.
“Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da sadaka verir” tarzı yaşamanın önüne geçmek yerine, “İtibardan tasarruf olmaz” yaklaşımının görgüsüzlüğünü New York sokaklarına taşıdılar. TSK’ya ait kargo uçakları ile ABD’ye götürülen makam araçlarıyla sokaklarda konvoy oluşturmayı güçlülük sandılar.
ABD Başkanı Joe Biden’a giderken söylediği övücü sözleri, kendisi ile görüşemeden dönünce diplomatik nezaketle bağdaşmayan ifadelerle eleştirdi. Bu kez de savrulup Rusya’ya koştu. Türkiye’yi Rusya’nın açık alanı haline getiren taahhütlerin altına girdiler.
Ekonomideki beceriksizliklerin yanına dış politikadaki savrulmalar hız kazandı. Taviz vererek, karşı taraftan daha çok mal ve silah satın alma taahhüdünü dış politika sanarak ilişkileri sürdürmeye çalıştılar, çalışıyorlar.
YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR
İktidar bu gün itibariyle, Musa Eroğlu’nun 1996’da çıkardığı “Kerbela Destanı” albümünde yer alan “Yolun Sonu Görünüyor” şarkısındaki yere gelmiş durumda.
Umutlarını zamansız harcayan toplumun önemli bir kesimi ise bu kez de iktidarın artık uzatmaları oynadığına inanmak istemiyor. Bunda haksız sayılmazlar, çünkü yanlış stratejilerle umutları erken tüketildi.
“Türkiye yıkıldığı yerden kalkıyor, AYM adımları iyi okunmalı” başlıklı 27 Eylül tarihli yazımda, bürokratların ve iş insanlarının en iyi koku alan kesimler olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
FLASH TV’NİN YENİDEN YAYIN HAYATINA DÖNMESİ ÖNEMLİ BİR GÖSTERGE
Bir ülkede her kesim ümitsizliğe kapılıp geri çekilebilir. Bürokratlar, siyasetçiler, bilim insanları ümitsizliğinin gereğini yerine getirip düştüğü yerden kalkmak istemeyebilirler. Sadece bir kesim ümitsizliğe kapılıp geri çekilmez, onlar da iş insanları.
İş insanları, ümitler tükense bile kendilerini üretmeye, ticaret yapmaya, satmaya devam etmek zorunda hissederler. Bu motivasyonlarının altında durmaları halinde çarkın dışına atılacaklarını, yok olup gideceklerini, elindekilerini kaybedeceklerini bilmeleri yatıyor olsa bile sözlerimi nakzetmez.
Göktuğ Brode’nin sahibi Ömer Göktuğ, sahibi olduğu Flash TV’yi, 2019’da iktidarın baskılarına dayanamayarak kapatmıştı. Kapatma gerekçelerini 1 Mart 2019’da net bir şekilde ortaya koymuşlardı.
İki yıl aradan sonra Flash TV yeniden yayına başlıyor. Bunu bir ironi olarak algılamak yanıltıcı olur. Ömer Göktuğ, Milli Görüş kökenli bir işadamı. İktidar ile yıldızının pek barışmadığını bilenler bilir. Kapanmadan önce kanalı üçüncü sınıf bir meyhaneye dönüştürmesi de iktidara kızıp bir tür protesto olduğu yakın çevresinde konuşulup durdu.
Ömer Göktuğ, bu yılın bahar aylarında kanalı yeniden açacağını duyurdu. Yaz sonu için tarih verdi. Ancak, yayıncılıkta belirtilen takvimler çoğu zaman sekteye uğrayabiliyor. Tarih 4 Ekim olarak ilan edildi, şimdi ise 11 Ekim olarak duyuruldu.
Ömer Göktuğ’un belli ki geleceğe yönelik öngörüleri var. Bunu bir ticari zekâ ile belki siyasi bir beklentiye de dönüştürmüş olabilir. İşin bu tarafını bilmiyorum. Bilinen bir şey var ki Ömer Bey, Kemal Burkay’ın sözlerine Sezen Aksu’nun hayat verdiği gibi düşünüyor.
Yazılarda bir güzel orman olacağına ve iklimin değişip Akdeniz olacağına inandığı için ortaya çıkıyor. Bu çıkışı ile öncekinden daha fazla risk aldığını en iyi kendisi bilir. Bu riskin aşılacağını biliyor olmalı ki bu kez sadece eğlence kanalı olarak ortaya çıkmıyor. Kanalda haber ve tartışma programları da yer alıyor.
Bilboardlarda yer alan afişlere bakarsanız kadro, iktidara muhalefeti ile dikkat çeken isimlerden oluşuyor. Magazin isimleri bir kenara bırakırsak Can Ataklı, Orhan Uğuroğlu, Fehmi Koru, Nazif Okumuş, Çağlar Cilara, Atilla Taş bunlar arasında. Özgür, komik, korkak…
Fehmi Koru, Salı günleri 4 kişilik bir ekiple program yapacağını açıkladı. Nazif Okumuş haftada bir gün programa katılıyor. Posterlere yansıyan isimlerde bazı fireler yaşandı. Akif Beki ve Saba Tümer, sözleşme imzalanmadan fotoğraflarının kadro arasında yer almasına kızıp çekildiler.
Belki kadroya yeni katılanlar olacak, açıklananlardan bazıları fire verecek.
Bütün bunlar, “iklimin değişip Akdeniz olacağına” olan inancı değiştirmiyor.
Bu arada Flash TV’nin Digitürk ve D-Smart’taki yeri de belli oldu. Kanaldan yapılan açıklamada şöyle denildi:
Flash TV televizyonda uydu, Digiturk, D-Smart, Kablo TV gibi çeşitli platformlar üzerinden izlenebilecek.
Uydu frekansı: 12685 / 30000 Dikey (V)
Kablo TV: 47.
KANAL D-Smart 274. KANAL
Digitürk 55. KANAL
Yazınızda bağlam karmaşası biraz da kurnazlığı söz konusu.
‘Solcular ve Ulusalcılar’ diye başlayan 4’üncü paragraftan itibaren 4 paragrafı oraya niye sokuşturduğunuz anlaşılmıyor.
2013-2014’teki ‘cemaat aforizmaları’nı anlatma şehvetinin etkisiyle olsa gerek, solcuların 2002’deki ‘ahmaklığını’ perdeleme yaparak oraya (2013-2014’e) bir dalıp çıkmışsınız. Sonra birden 2021 baharındaki zayıflamaya gelip oradan da ‘büyük muhalif hareket’, Türkiye’nin demokrasi umudu, Türkiye Baharı’nın yağız atlı akıncısı Flash TV’nin kuruluş müjdesini verip, kararan ufukların aydınlanmasına işaret etmek marifetiyle yanan yüreklere su serpmişsiniz.
Çok iyisiniz gerçekten. Siz olmasanız nasıl ümitle dopdolu olurduk. Gayretullaha dokunmasına gerek yok zaten tencere boş kalsın Flaş TV kurulsun yeter, demokrasiniz hemen gelir.
solcular ve ulusalcilar parağrafına bende daliş yapmak istiyorum
siz o konuyu anlamamışsınız, o dönemki cumhuriyet mitingleri bir çeşit çoban köpeği taktiği ile sağcı kesimi tayyibin etrafında toparlama oyunuydu, ve bu psikolojik harp oyunu cük diye yerine oturdu… belediye başkanlığı döneminde derin devlet yani jitem tayyibin emrindeydi, hapishane olayı başka bir psikolojik harp oyunu, yani tayyip bildiğimiz o vahşi devletin bir serdümeni yani müslüman kılığında bir manivelası, derin devlet bir daha tayyip gibi birini bulamayacak, ve islam din olalı böyle rezillik yaşamadı, bunlar hep konrollu oyunlar, sizde bunları bi anlasanız artık
Bermurad’a büyük ölçüde katılıyorum.
Farklılık mülahazasını bir şehvete dönüştürmüş olduğu hissi veren, keskin tarihi ve sosyolojik nazarlar izhar ettiğini gördüğümüz kıymetli köşe yazarımız, birkaç maddi doğrusunun yanında temel bakış açısında yine fena halde isabetsizlik kaydetmiş.
Türkiye’de, 1 -yazıyla bir- tek rejim ve onun sağlı/sollu, iktidarda görevli, muhalefette görevli gibi, şu kurumda ve/veya bu bürokraside görevli, farklı farklı unsurları vardır. Bu olgu, bu iktidar dönemi için değil, hususan ulus devletimizin tüm tarihi boyunca böyledir.
Toplum mühendisliğinin, en modern enstürmanlar kullanılarak üzerinde uygulandığı, kaypak sosyal yığınların ezici sayısal çoğunluğunu oluşturduğu halk ise; hem sosyolojik hem psikolojik omurgasızlık nedeniyle, sonuçlar üzerinde tam bir etkisiz elemandır.
Bu hengamede; bu makus talihe karşı durup, hakiki anlamda bir irade ve stratejik gayret ortaya koymaya çalışan belki de yegane yapı olan Hizmet hareketi ise maalesef(!) haddi aşmış(!) ve gayri ahlaki menfaatleri zedelenen kadim müesses nizam paydaşları tarafından konsorsiyum halinde koordine edilen bir tenkil kararı ile yok edilmeye çalışılmıştır. Bu karar, kronolojik olarak bu son süreçlerden de çok evvel alınmıştır.
Bu esnada halkın payına da, onları Sodom-Gomoreleşmekten alıkoyanları satmış (evet satmış) olma payesi(!) düşmüş ve bunun neticesi olarak iç savaşa dönüşme potansiyeli taşıyan bir açlık düşecektir.
Tarihin bu tezimi bir defa daha doğrulamaması niyazıyla…