Hasbihal!

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Bilmem farkında mısınız; üst perdeden yazmamaya, yorumlarımı sohbet eder gibi kaleme almaya özen gösteriyorum. Özellikle son dönemde eline kalem alanın ‘üstad’ kesildiğini, iki yazı yazanın bir ‘kanaat önderi’ gibi sağa sola nizamat ve ayar verdiğini üzülerek görüyorum. Çağa tanıklık etmek başka, akil adam olmak başka… Ben haddimi ve sınırlarımı bilerek yazıyorum.

Söylediklerimin mutlak doğru olduğunu hiçbir zaman iddia etmem, yazdıklarımı ‘eleştirilemez’ bulmam. Aksine tenkitten hatta zaman zaman yanılmaktan hoşlanırım. Çünkü gazetecilik ve gündem yazarlığı hatayı beraberinde getirir. Kulağınıza fısıldanan bir kulis bilgisi yanlış çıkabilir. Gelişmeler yorum ve analizinizi boşlukta bırakabilir veya farkında olmadan yazınız birilerinin değirmenine su olarak akabilir.

Kimsenin dolmuşuna binmemek gerek! 

Dengeyi her zaman tutturamayabilirsiniz. Marifet hatadan çabuk dönebilmek ve kendi sesin olabilmek, kendin kalabilmek. Kalem veya ekran şöhreti afet gibidir. İnsanı çok farklı yerlere savurabilir. Alkışa, övgüye dayanıklı olmak, havaya girmemek, birilerinin dolmuşuna binmemek gerekir.

Kalemi elime yeni aldığımı düşünebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız. Adımı duymadınız çünkü. Ama hayat deneyimim hiç de az değil. Haddimi bilirim, her türlü tenkite göğüs gererim fakat hakkımı da savunmaktan geri kalmam. Mehmet Akif’in dediği gibi yani; “Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.”

Yazılarımda da hayatımda da mutedil, dengeli ve ılımlı bir üsluba sahibim. Şiddetten, kavgadan, öfkeden nefret ederim. En ağır mesajı bile güzel ve yumuşak üslupla söylemeyi veya yazmayı tercih ederim. “Şimdi nereden çıktı bu?” diyebilirsiniz. Yazarınızı yeni tanıdığınız için biraz kendimi anlatmak, biraz da yazılarıma gelen eleştirelere cevap vermek istedim.

Evet, zaman zaman sınırlarımı zorlayarak ağır eleştiriler yaptığımın farkındayım. Yine doğru olmadığını bile bile duygularımın seline kendimi kaptırdığım, kalbimle yazdığım yazılar da oldu. Şunu bilesiniz ki ben ‘kavga adamı’ değilim. Daha doğrusu kavgayı kasla, kaba kuvvetle veya sivri kalemle yapan biri değilim. Mücadeleden de kavgadan da kaçmam ama kendi üslubum ve kişiliğimin sınırları içinde kalırım.

Hakkı teslim etmek!

‘Çelik yürekli kadın Ayşe Ateş’ yazısına bazı okuyuculardan eleştiriler geldiğini biliyorum. Tek başına ölüme meydan okuyan Ayşe Ateş, duruşma salonuna ‘çelik yelek’ giyerek girdi. MHP gibi bir partiye karşı verdiği kavgayı ve adalet mücadelesini alkışlıyorum. Yazının özü de bu zaten. Bu demek değil ki, ben her söylediği sözünün arkasındayım ve siyasi konularda onun gibi düşünüyorum.

Milli futbolcu Merih’in gollerine sevindiğim de, – ki sevindim, hatta havaya zıpladım – onun siyasi görüşlerini  benimsediğim veya parmaklarıyla yaptığı ‘Bozkurt’ işaretini doğru bulduğum ve övdüğüm anlamı çıkar mı? Ben, “Ömer Seyfettin

iyi hikayecidir” dediğimde saçma sapan dünya görüşünü sahiplenmiş mi oluyorum? Putin’in batı siyasetini doğru bulduğumda, Rusya’daki Türk okullarını kapatmasını kabul etmiş mi oluyorum?

Hiç kimsenin yüzde yüz görüşlerine katılmadığım gibi, yüzde yüzde reddetmem de… Bu benim hayat felsefem. Kalbi kırık, yüreği yaralı, duyguları örselenmiş bir okuyucu kitlesine hitap ettiğimin elbette farkındayım. Ben de sizden farklı değilim ki… Belki de daha ağır bir vakayım.

Bu benim esnemeyeceğim anlamına gelmez. İsmet Özel’in ‘Zor Zamanda Konuşmak’ diye bir kitabı var. 12 Eylül askeri yönetimin gölgesi altında yazdığı köşe yazılardan oluşan… Bugün, o günden daha zor zamandayız. Bırakın konuşmayı yazmayı, soru sormak bile yasak. Bak İsmet Özel’den örnek verdim. Şairliğine sözüm yok ama düşüncelerinin büyük bölümüne katılmıyorum.

Bir yazıda adını geçirmem rahatsız edici olabilir mi?

Ben klavyenin başına rahat mı oturuyorum zannediyorsunuz? Keşke başımın üzerinde sallanan sadece demoklesin kılıcı olsa! Neyse, daha fazla konuşmak istemiyorum.

Bir Anadolu türküsü var, dilimin ucuna gelen; “Vay nerdesin nerdesin / Galdır camın perdesin / Diyeceğim çoğ amma / Pek galabalık yerdesin…”

Benim de diyeceğim çok ama kalabalık yerdesiniz. Söylediklerimi herkesin duymasını istemiyorum. Meramımı kelimelere dökebilmek için kırk dereden su getiriyorum.

Sitem etmiyorum ama… 

Düşmanlar anladı da, dostlar ‘Çelik yürekli kadın; Ayşe Ateş’ yazısınının mesajını anlamadıysa daha ben onlara ne diyeyim? Eleştiriye alınganlık gösterdiğimden değil bu. Sitem de etmiyorum. ‘Parça parça bir yürek, delik deşik bir bağır’ taşıyorum. Devam ediyor şair; “Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm / Ne görebildi kimse ne anlayabildi beni…”

Sevgili anlamadı, siz bari anlayın.

İranlı düşünür Ali Şeriati’nin bir kitabı var; “Sizi rahatsız etmeye geldim” diye. Orada der ki; “Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. Ben rahatları rahatsız etmeye geldim. Ben esrar veya eroin miyim ki, herkesi rahatlatayım! Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşturmalı, uysalları harekete geçirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır.”

Umarım bu kez de Ali Şeriati’den alıntı yaptığım için birilerini rahatsız etmemişimdir!  Evet, Ali Şeriati büyük bir sosyologtur. Büyük keyifle okuduğum ‘Ebuzer’ kitabı masamın üzerinde duruyor. Okuyucuyu bazen rahatsız etmek de iyidir. Rahatsız olmak bir canlılık alametidir; duyguların, hislerin ölmediğini, beynin pörsümediğini gösterir. Bu da meselenin ayrı bir boyutu.

Bilmiyorum rahatsız ettiğim okuyuculara karşı böyle bir cevap vermekle doğru mu yapıyorum. Bunları yazarak diğer okurları rahatsız etmiş oldum mu?

Ben hayatımın hiçbir döneminde İlhan Berk gibi düşünmedim; “Tek pişmanlığım kelimelerimi bile hak etmeyen insanlara saatlerce cümleler kurmaktır.”

Bunu söyleyince kalbimin ritmi değişti; yoksa İlhan Berk hislerime tercüman mı oldu? Bilgisayarımın hoparlöründen o türkünün sözleri yükseliyor;

“Sözüm var amma / Pek kalabalık yerdesin…”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

13 YORUMLAR

  1. Sayin Bahadir, okuyucularinizi muhatap alip onlara bu duyguyu yasatmanizi cok kiymetli buldum. Tesekkürler.

    Celik Yürekli Ayse Ates yazisini okumustum. Size katiliyorum. Ölmeseydi, Sinan Ates’in insanlari fisleyip kategorize ettigini veya genel merkezinin kizmamasi icin bile olsa birilerini dövdürdüğünü öğrenemeyecektik. Ayse Ates bunlari esi öldügü icin paylasti, yoksa paylasmazdi. Ama bunlar, Ayse Ates’in yüregi yarali bir anne oldugu ve bu haldeyken devasa bir organize suc örgütüne cesaretle karsi durdugu gercegini kiymetsiz kilmaz. Umulur ki her böylesi magdur insan Ayse Ates gibi kendini savunma ve savunulma imkanina kavusur…

    Bu arada Murat Kurum’da öngördügünüz ‘liderlik ṣeysi’ yazisiyla ilgili de birkac satir yazmanizi da beklerdim…

    Iyi calismalar…

  2. Yazılarınızı beğeni ve ilgiyle takip ediyoruz. Lütfen devam edin bu şekilde. Eleştiler için ise yapıcı olanları alıp diğerlerini okuyup geçin. Yüreğinize sağlık….

  3. Yazi yazdiginiz muddetce sizi okuyacagiz.
    Yazinin alt kismina Yorum Yazin kutusu koyduklari müddetce de yorum yazacagiz.
    Ayse Ates konusunda farkli düsünmemiz normal🤷‍♀️
    Rahatsiz olduğumuz yok yani.😊

  4. Kendini çok önemseyen bir yazı. Sitem etmiyorum diyerek sitemsiz cümlesi olmayan, siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz önermesiyle çok kitap okuduğunu, çok yönlü şiir/edebiyata ve de türkülere hakim olduğunu bağıran, eleştiriye açığım deyip az bile yazdım cümlesini türkülere söyleten bir yazı olmuş.
    Aynı türküden:
    Yine neler yazıyon da
    mahlenin yakışığı

  5. Değerli Yazar.

    Değerli yazar diyorum malum yazarın adı da kendi olmuyor soyadı da olmuyor, o nedenle ne söyleyen hissediyor ne duyan.

    Samimi yazılar hep yerini bulur.

    Ben bu samimi yazı nedeniyle 2 hususa değinicem.

    1. Olay şu ki, TR24 yazarları olsun, hizmet medyası olsun bir olay karşısında heyecanlanma ve sağlıklı yorum yapamama. Mazlumların kurtuluşuna yönelik en ufak bir dolaylı gelişme elbette acaba diye bir ümit kıvılcımı oluşturduğu içinde içimizde, sıradan bir okur gibi okumuyoruz bu mecralardaki yazıları.

    Hayatlarını kaybetmiş, ve ilginç ki onu yeniden canlandırmak ZORUNDA olan insanlar konumundayız. Yani, oldu bitti napalım değil, olan ve bitenin halen devam ettiği bir süreçte herkes. Türkiyedeki ya hapiste, ya çıkmış yaşam gailesinde. Ayrıntılar önemli değil, düşündüğümüzden çok daha derin, alt planda psikososyal, ekonomik, ailevi sorunlarla iç içe insanlar.

    Gurbette bizlerin hayatı da emek vermeden, gayret etmeden düzlüğe çıkacak gibi de değil.

    İşte böyle bir atmosferde, giriyorsak şuraya bir hava babında, yazıları da o minvalde okuyoruz.

    Ama hissettiğim şu ki, sanki yazarların bizden bir farkı yok. Hafife almak için söylemiyorum ama olaylara yaklaşımları, “aha girdiler, girecekler, arka da girdiler görmediniz” modunda.

    Konu MHP vs değil ama. TR724 yazarları, uzun süre ERGENEKON türküsü ile giderken, birden MHP tandanslı haberlere döndüler. Oysa bunlar zaten hep ortaktı. Gözümüzün önündeki ortaklık, taa 2014 2015 seçimlerine kadar gidiyordu. Artık, tuhaf şeylerin ayyuka çıktığı şu günlerde, birden MHP muhabbeti dönmeye başladı.

    Yazarların bunu keşfetmeleri ile okuyucuların fark etmeleri arasında da hiçbir zamansal fark yok. Ne önceden bu konunun işlenmesi şu bu. Dediğim gibi bir ERgenekon muhabbeti ile geçen 8 9 yılın ardından şimdi bir MHP muhabbeti başladı.

    O da bir olay üzerinden.

    Sizin yazılarınıza baktım örneğin, affınıza sığınarak söylüyorum, bir arkadaş ortamında, “aha girdiler, girecekler” modunda idi. Aynı şeyleri biz de görüyorduk, ama olay o kadar da heyecanlanacak bir şey değildi. Artık geriye dönüş yok, artık şu yok, artı bu yok muhabbetine yakın dikkat ederseniz önceki yazılarınızda da var.

    Hatta, Bahçelinin öksürmesini aksırmasını dahi sembolizme vermek, artık kavga büyü muhabbeti, dönüş yok muhabbeti.

    Ne oldu, yine rutin görüşmelerini yaptılar.

    Rutin yapılırken, yine aynı tarz yaklaşımlar, o ona gitmiş bu sefer, hastayken çektirilmiş de..

    Yani, sineğin kanadından yağ çıkarma gibi, derin anlam yüklemeler şunlar bunlar.

    Oysa aynı şeyleri bizde görüyoruz. Orta da üstü kapatılamayacak büyüklükte bir olay olmuş ve onun mide bulandırıcı pazarlığı.

    Aralarındaki ortaklığın özüne dokunacak birşey olacağına dair net emare veri yok.

    Kaldı ki, var sayalım öyle, sevgili yazarlarımızın MHP muhabbetine girmeleri çok yeni.

    Ergenekon da ergenekon muhabbeti durdu dikkat ediyorsanız.

    Biraz tuhaf olaylar olursa, Ergenekon ile mhp ufak ufak özdeşleştirilecek, perinçeğin yanında bu da yeni yeni radara gidern birşey olur sanırım , okuyucuların.

    Yeni yeni emniyet te tam kadrolar, yargı da tam kadrolar, ordu da şurda burda etkililer olayı başladı. Yahu bunlar zaten önceden de vardı.

    Demek istediğim şu, nerede idiniz ve nerede idi bizim bu Medya, yeni gördü olayları, ben biraz olayın bu tarafındayım. Hatta şaşırtıcı olan, bu zaten bir cumhur ittifakı, elbette paylaşımlar olacak ki, yıllardır oldu, kendi adıma her zaman bir güç olarak daha da büyüyeceklerini görüyordum. doğası bu.

    Ama hizmet medyasının bu yeni keşfedişine şaşırıyorum.

    Takıldığım nokta tesbihe, öksürüğe, o geldi bu sefer bu gitti, yan yürü dü, hasta yürüdü vs.. üzerinden büyütülüp niyet okunması.

    Özetle, hizmet medyasının genel anlamda okuyucusundan önde olduğu bir farkı göremiyorum. Açık kaynaklardan bakarak yorumuyorum diyorsanız da, diyorum ki, sevgili yazar, heyecanlı olmayın, hemen girdiler girecekler yorumlarına kapılmayın.

    Eleştiri olarak söylersem, Siz de şahsen gördüğüm bu MHP yazılarında. aşırı heyecanlı, duygusal girmeniz, rasyonel bakamamanız.

    Zaten açık kaynaklardan olayı yorumluyorsanız, açık kaynaklarla yorum yapmak kadar anlamsız birşey yok çünkü olaylar arka planda dönüyor.

    Chp pat diye akp ile görüşünce, evet başladı birşeyler … sonra birbirlerine tuhaf laf vurmalar olunca ardından chp akp arasında, vazgeçildi vs..

    Yani, gözümüzün önüne ilk sunulanı söylüyor sevgili yazarlar, onu zaten biz de görüyoruz, ve büyütülecek birşey olmadığını da artık tecrübelerimizde nhissediyoruz.

    Ama hizmet medyasına gelince, anlamlar anlamlar anlamlar..

    Böyle geçti son 7 yıl özellikle.

    Yani, her olaya böyle diye diye yaklaşırsak, elbette bir tanesinde öyle olacağı için haklı olunucak da, ama o değil ki.

    Okuyucu gözünde, bu gereğinden fazla heyecanlı duygusal yaklaşımlı yazılar kaçmıyor.

    Sevgili yazar, hasbihal dediniz o nedenle bende yazmak istedim. Gönül yolu ayrı ruhsal olarak okuyucu yazarlar arasında. Ama malesef işin bir de bu tarafı var.

    ……………….

    2. İkinci husus da şu ki, biz bizeyiz. Burayı okuyanın sen ben bizimoğlan oludğunu söylemiştik. Bu da bize yeter sorun değil. Sevgili yazarlar lütfen bunları kimlerin okuduğunu, okuyan kitleyi unutmasınlar.

    TR için söylersem, ya hapisten çıkmışlar hayatlarını yeni yeni kuran insanlar, y ada yurtdışı için de, hapisten kaçmışlar ve hayatlarını yeni yeni kuranlar.

    Lise öğrencisinin bir numaralı hedefi ne olurdu, üniversite sınavı değil mi.

    Lise öğrencisine ne hizmet etmekten bahsedilir, ne başka birşey, hatta oona hizmet götürülür.

    Hasbelkader bu ortamları da bu yönüyle değerlendirilmeli görüşündeyim.

    Elbet, siyaset yazarsınız, başka yazarsınız, doğası bu köşe yazarlığının da.

    İçinden geçilen zaman da normal bir zaman değil.

    Kahvesini alıp yudumlayan, işi gücü yeride olan insanlar değiliz.

    Sizde ihtimal o esaretten yeni kurtuldunuz ya da bir türlüsünü yaşıyorsunuz.

    Bu gerçek üzerine şu bina edilmeli bence.

    Motive etme, kişinin kendini geliştirmesini sağlama.

    Bulunulan ülkelerde, dil bariyeri zaten temel zorluk.

    Çol çocuklu insanlar, sıfırdan başlıyorlar.

    Sıfırdan kastım da gerçekten sııfırdan bazen anlam olarak, dili öğrenmek yıllarını alıyor.

    Pes eden edene dolayısı ile.

    Hepsi bilinçli, büyük bir kısmı da eğitimli, diplomalı kimseler.

    Ben bu kitlenin mesleklerine uygun yerleşmelerini, hayata adapte olmak ile bir eş görüyorum.

    Hizmet etmenin ilk eşiği TR de dahi neydi, üniversiteye gitmekti. Üniversiteyi kazanamayan gence, git öğrenciye bak deniliyormuydu, girene kadar serbestti, bir çeşit hizmet alan konumundaydı hatte, ne zaman ki kazandı bir yeri, o da öğrendikelrini anlatırdı, gittiği yerlerde.

    Üniversite sonrası da benzer, iş ile adapteli hizmet kulvarları.

    Buralarda hepimiz aynı potadayız. Mülteci potası. Bundan daha aşağı bir pota yok yer yüzünde.

    Ve her insanın bu potadan bir an önce çıkıp, kendisi için gayret ederek ulaşılabilecek neler var ise, işte o motivasyon verilmeli insanlara.

    Yoksa bir süre sonra etrafımızda bezmiş, bıkmış, hayata karşı yılgın ve yorgun insanlar buluruz.

    Gayret etmek, eğitime o daklanmak, ne ise işi gücü yahut yapmak istediği ona dair alternatifleri burada zorlamak, onoun için gece gündüz çalışmak, gayret etmek.

    Buna yönelik, bu bilince yönelik, bu sinerjiye yönelik yazılarınız olabilir mesela, hizmet medyasının da olabilir.

    7 8 yıldır bu tarz yazılar oluyor da ne oluyor, dediğim gibi sen ben sizim oğlan.

    Kaldı ki yazmayın da demiyorum, yazın gönlünüzden geçtiği üzere, ama karşınızdaki kitlenin ununu elemiş asmış kitle olmadığını, tam tersine dünya gailelerinin başına zoraki açılmış, çalışmak, gayret etmek, emek vermek dışında bu gaileden çıkamayacağı durumda olduğunu bilin.

    Bilmediğinizi de asla söylemiyorum tabi.

    Ama bu kadar siyaset yazılarına da gerek yok.

    Bir işe yaramalı demek istediğim.

    İşe yarama yönüyle pek çok hedef de olabilir elbet.

    Ama en fazla , en zirve de, insanların gayretlerini kamçılamalı. Evet yahu , başarabiliriz, bir oyun gibi,
    burada yeniden sıfırdan bir rüya inşa edebiliriz, kişiye bunu vermesi gerek medyamızın.

    Eğer bunu vermezsek, dünya hayatının faniliği, yolun kaderi vb yaklaşımları yanlış okur insanlar.

    Yolun kaderiymiş zaten, biz birşey yapamayız der, emeği gayreti, kişisel gelişimi kenara koyar.

    Gözümüzün önündekini bile miskinliğimize perde yaparız.

    Çocukların başarısında ndem vurup kenara çekilmeler vs. Oysa, önümüzdeki potansiyel, yetişmiş bilinçli onbinler var, ve bunları akşam çay sohbetlerinin müdavimi pozisyonlarında görme anlayışının ötesinde görmeyen sohbet dilimizi eleştirebilirsiniz örneğin.

    Gündemlerin seni beni olmadığını, bu kadar insanın gelişmesinin, ilerlemesinin ne kadar önemli oludğunu vurgularsak, o dahi bir katlı.

    İnanmalıyız kısaca.

    Bu medya ile birlikte aslında ilgilisi olan herkese yönelik bir yaklaşım bende.

    Bir çay sohbetini yapan arkadaş ta, canım çıksın hizmet derken, önündeki insanların canlarının çıktığının farkında değilse, bir yerde hata yapıyoruz demektir.

    Beni, seni, hali durumu ahvali bilmeden, birşeylere hizmetkar kılmaya yönelik dil.. Ne derece doğru ki..

    Lise öğrencisine vazife vermek gibi gelir işte bana bu bazen.

    Herşey aşama aşama ve bina edile edile.

    Dil ve iyi bir mesleki oryantasyon..

    Bunu elde eder ise, geleceğe güvenle bakabiliriz. Rahat da ederiz. Özgüvenli, iletişime açı insanlardan oluşmuş bir Batı kitlesi oluşur.

    Kendimizi daha iyi anlatabiliriz.

    Peki, gelinen nokta da, buna ulaşıldığına inanıyor musunuz, yahut yaklaşıldığına..

    Etrafımdaki insanlardan yola çıkarak, söyleyebileceğim şu var.

    Yılgın ve bıkkın bir kafese düşmüş hamster lar.

    Bakın bu satırları okurken eminim pat diye dikkatiniz kaçtı yukardaki MHP vs konularından dimi.

    : )

    Sevgili yazar, kaçar, çünkü gerçekleri görünce beyin oraya odaklanır.

    Zaten bu olmalı, bizim dönüp dolaştığımız ettiğimiz konuştuğumuz bu olmalı.

    Yaşı başı ne olursa olsun, son 7 yılı insanların, sen kaç puan aldın, ben şu soruyu çözemedim,
    ben denemeden şunu aldım diyen, dönüp dolaşıp ona odaklanan öğrenci gibi,

    çevremizdeki herkes te, dillerine ve yaşama adapte hedeflerine yönelik böyle motive şekilde birbiri ile iletişim halide olmalıydılar.

    Ben bunu görmedim, sinerjiyi çok az yerde gördüm.

    Sizin göreviniz değil, öbürünün değil, bunun değil şu bu.

    Ama oysa bunun görev ile ilgisi yok. Bunun bilinçli akıllı olmayla ilgisi var.

    O nedenle sevgili yazar, yazılarınızda bu olsun.

    Okuyucu kitleniz ile duygusal bir bağınız var ise eğer, tamam siyaset yazılarına yer verin de..

    Bu gerçekliğe göre de adımlar atın. Göreceksiniz okunurluğunuz artacak.

    Peki, bir örnek verebilir misin derseniz.

    Elbette bir şablondan bahsetmiyorum, ama bir örnek gerekirse..

    Melih Arat, zaman gazetesi eski yazarı.. yazıları tadında da olabilir.

    • Yilmaz Yildirmaz, yorumunuzu okumaktan icime fenalık geldi, kendi karamsar dünyanızi buraya acmaniz asırı itici, cok sükür cogunluk sizin gibi degil, uzun uzun yazinca cogunlugu temsil etmiyorsunuz malesef🤷‍♀️🤷‍♀️🤷‍♀️🤷‍♀️

      • Ayşe hanım, Adam bir tespitte bulunmuş içinde yaşıyoruz zaten. Bence de çok haklı, ben sizin gibi düşünmüyorum. Kaldı ki, siz de öyle değil demişsiniz de, öyle değil diye yazınca öyle değil mi oluyormuş. Ne bu çocuk oyunu mu. Ben hak veriyorum yazdığına.

        • Okurr, Uzgunum siz ikiniz “Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?” modunda yaşamaya devam edin. Takatiniz buraya kadarsa suçlu biz degiliz, sizi beklemeye de hiç niyetimiz yok.

        • Bazen gerçeklikten kaçıp fantastik dünyalara dalma zamanı gelir. Kimbilir, belki de yorumların arasında dolaşırken bir yerlerde bir sihirli tavşanla karşılaşırsınız ve size “hayat biraz da böyle değil mi?” der……. Daha okuduğunu anlamayanların olduğuna yeni şahit olduğum bir anda, en azından okuduğunu anlayan birine karşılaşmak : ) Teşekkür ederim Okurr. Mevlananın dediği gibi “ ne kadar anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anladığı kadardır.”

      • Merhaba Ayşe Hanım,

        Yorumunuzu okuduğumda, sanki karanlık bir odada parlayan bir tek boynuzlu atın üzerindeki gökkuşağının altında oturan bir perinin bana fısıldadığı ilham dolu sözlerle karşılaştım. Demek ki, dünya sizin gibi daima pozitif enerji yayan, her sabah güneşi gülümseyerek selamlayan ve en zor anlarda bile umut çiçekleri açtıran insanlar sayesinde dönüyor. Keşke herkes sizin gibi tüm sorunları pembe bulutların üzerine serpiştirilmiş konfetilerle çözebilse! Ne mutlu bize ki, sizin gibi her türlü karamsarlığa meydan okuyan, yaşamın her anını bir bahar şenliği gibi gören bireyler var. Belki de bu yüzden dünya daha güzel bir yer oluyor, çünkü siz her gün neşenizi ve olumlu enerjinizi yayarak etrafınızdakilere ilham veriyorsunuz. Ah, ne harika bir dünyada yaşıyoruz, değil mi? Herkes sizin gibi olsa, her problem anında buharlaşıp yok olurdu. Gülümsemenizin etrafınıza yaydığı ışıltılarla daha aydınlık ve umut dolu günler diliyorum.

        Pembe hayaller ve yıldız tozlarıyla dolu günler dilerim!

  6. Sayın Bahadır
    Bir öz eleştiri yapmanızı takdirle karşılıyorum. Ancak diğer yazarlar kendi ismiyle yazarken sizin mahlas kullanma nedeninizi anlayamıyorum. Elbette TR’de iseniz buna saygı duyarım. Normalde yazarların kendi ismiyle yazdığı bir platform olan TR 724’ün size ancak böyle bir durumda imtiyaz tanıyacağına inanmak istiyorum.
    Sanırım mahlas kullanınca yazmak da kolay oluyor. Çok rahat iddialarda bulunuluyor sonra da başka bir isme geçiş yapılıyor. İnşallah sizde de böyle olmaz.
    Selam ve sevgilerimle

  7. kalemine yüreĝine saglik kardesim. sakin sakin yavas yavas cayimi yudumlayarak okudum sohbet ediyormus gibi coook keyifliydi. Sonrasindada tabiki bir cayda neṣet babayla ictik

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin