Latin harfleri Kasım 1928’de kabul edilse de Türkçe’nin Latin harfleriyle tanışıklığı çok daha eskiye dayanıyor. Alfabe değiştirilmesi fikri, Cumhuriyet öncesinde son dönem Osmanlı aydınlarının zihnini meşgul eden konulardan biridir. Bu yüzden 19. yüzyılda Uygur’dan Yunan’a kadar birçok alfabenin adı geçmiştir yeni alfabe için. Hatta Latin harfleri ile Türkçe yazılması bu tartışmaların da öncesine dayanıyor. 18. yüzyılda Sultan 3. Selim zamanında ünlü Fransız sanatçı Melling Kalfa ile Hatice Sultan arasındaki mektuplaşmalar, Latin harfleriyle Türkçenin günümüze kadar gelmiş ilk örnekleri.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı coğrafyasında dil ve alfabe tartışmaları da başlar. Harflerin yeniden düzenlenmesi anlamına gelen ‘ıslah-ı huruf’ düşüncesi hâkimdir Osmanlı aydınları arasında. Ahmet Cevdet Paşa, Kavaid-i Osmaniye adlı eserinde Türkçede bulunup da mevcut alfabede karşılığı olmayan sesleri belirtmek için bir hal çaresi gerektiğini yazar. Daha sonra Eğitim Bakanı olacak olan ve Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’nin başkanı Münif Paşa ise harflerin harekelenmesi ve ayrı ayrı yazılmasına (hurûf-ı munfasıla) değinir. Azerbaycanlı yazar Mirza Fethali Ahundzâde da 1863’te Tiflis’ten İstanbul’a gelerek Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa’ya bu konudaki tasarısını sunar. Ancak uygulamada zor olması yüzünden kabul görmez. Şinasi, Namık Kemal ve Ali Suavi gibi önemli isimler de bu meseleye destek verir.
Abdülhamit Han’ın bizzat kaleme aldığı hatıralarında Latin harflerinin kullanılmasının, Osmanlı Türkçesinin halk nezdinde yaygınlaşması için faydalı görmüş ancak bu yönde çalışmalarda yaptırmasına rağmen hedefine ulaşmada muvaffak olamaz. Abdülhamit Han, Saltanat makamından indirildikten sonra kaleme aldığı “Siyasi Hatıralarım” kitabında naklettiği bilgilerde Latin Harflerine geçilmesi yönündeki düşüncelerini şöyle açıklar: “Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin Alfabesini kabul etmek yerinde olur. “ (Siyasi Hatıralarım, Sayfa 192)”
Cumhuriyet’in ilanından önce elifba konusunda önemli bir reform teşebbüsü, dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından yapılır. Maarif Nezareti’ne bağlı İmlâ Komisyonu, aralarında Dr. İsmail Hakkı Bey ve Recaizâde Mahmut Ekrem’in de bulunduğu bazı aydınlar tarafından kurulan Islah-ı Huruf Cemiyeti ve Müşir Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığındaki Islah-ı Huruf Encümeni, elifbaya sesli harflerin eklenmesi, harflerin ayrı yazılması gibi düzenlemeler yapar. Enver Paşa da bundan esinlenerek Tanin gazetesinde neşredilen Ahmed Hikmet Müftüoğlu ve Celal Esad Erseven’in önerisini temel alır. Buna göre Arap harflerinin sadece baştaki şekilleri esas alınır ve elif, kaf, vav ve ye harfleri üzerinde bazı değişiklikler yapılır. Balkan Savaşı yıllarında da uygulamaya konulur. Her ne kadar Muhtar Paşa ordu içinde yeni harflerin kullanılması için girişimlerde bulunsa da Enver Paşa uygulamaya koymayı başarır ve bu nedenle bu harfler Hatt-ı Cedîd ve Ordu Elifbasının yanı sıra Enverî, Hatt-ı Enverî gibi isimlerle anılır.
Mustafa Kemal Paşa: ‘Devir harf değil, harp devridir’
Çanakkale Savaşı esnasında tartışılmaya devam eden bu duruma karşı çıkanlardan biri de Mustafa Kemal Paşa’dır. Mustafa Kemal, o dönem şu ifadeleri kullanır: “Peki, güzel! İyi bir niyet; fakat yarım iş, hem de zamansız. Harp zamanı, harf zamanı değildir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır?..” Zamanın harekât subaylarından İsmet Paşa’nın Enver Paşa’ya “Paşam, yaptığınız büyük bir inkılaptır. Ancak memleketin genç zabitleri keşiftedir. Harfler öyle tek tek yazılırsa keşif raporları çok gecikir. Oysa keşif raporlarının hemen ulaşması lazımdır. Bu büyük eserinizi şimdilik erteleseniz.” telkininden sonra Enver Paşa bu sevdadan vazgeçer. Böylece bir süre ordu içinde kullanılan bu alfabenin ömrü fazla sürmez ve rafa kaldırılır.