PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN | YORUM
Uzun süredir “devlete sadakat”, “doğduğun topraklara ihanet etmemek”, “milli değerlere saygılı olmak” ve buna benzer kalıplaşmış ama sorgulanmayan kavramların üzerine düşünüyorum. Çünkü birçok eleştirel ve muhalif insan gibi ben de bu kavramlar üzerinden ciddi suçlamalara ve hakaretlere maruz kaldım, kalmaktayım.
Her koşulda, yani şartlar ne olursa olsun bir insan vatandaşı olduğu devlete sadık olmak zorunda mıdır? Bir kişinin doğduğu topraklara ihaneti nasıl ölçülebilir? Milli değerler nedir, bunları kim belirler, bunlar dokunulmaz veya eleştirilemez midir? Vatandaşı olduğunuz devletle ilişkinizi düzenleyen koşulları sorgulamayalım mı? Doğduğunuz topraklara hangi koşullarda yararlı olursunuz? Milli değerleri bir teste tabi tutamaz mıyız?
Bu ve bunun gibi sorular çoğaltılabilir.
Öncelikle şunu hatırlatmak gerekiyor kanaatimce: Teba olmak ile vatandaş olmak arasında ciddi farklılıklar bulunuyor. Dahası, bir toplumu oluşturan insanlar yeknesak değiller. Bir toplumda bireyler birbirlerinden farklı düşünebilir, birbirlerinden farklı etik/ahlaki ölçütleri önceleyebilir ya da tercih edebilir.
Devletle ilişkinizi bir sözleşme (anayasa) düzenler. İnandığınız değerler bireysel olarak sizi bağlasa da, siz toplumun bir parçası olduğunuz için sonuçta kolektif içerisinde diğer var olan değerlerle bir ilişki içerisindedir. Hiç kimsenin değerleri devleti tekeline almaya haklı çıkaramaz. Azınlıkta da kalsalar, her değerin kendi paradigması içerisinde oynadığı bir rol var. Demokratik çeşitlilik böyle bir şey.
Homojen bir toplum yok. Farklı bireylerden oluşan toplumlar elbette heterojendir. Düşünceler, normlar, değerler, dünya görüşleri ve ideolojilere, kültürler ve uygarlıklara dair birikimler birbiriyle sürekli rekabet halinde. Bu bağlamda devlete sadakat, sadakatin neye yönelik olduğunu yeteri kadar nitelendiren bir konsept değil.
Devletlerin vatandaşlarını endoktrine ederek standartlaştırması ve yeknesaklaştırması yaklaşımı rasyonel olamaz. Bu noktada, kimse devletin (yani devlet adına konuşanların!) kendi düşüncelerini devlet adına size dayatmalarını kabullenmek zorunda değildir. Devlet soyut bir kavram ve bu kavram belirli “sıfatlarla” nitelendirilmezse, birçok “farklı devlet tipi” bu kategoriye girebilir. Örneğin Kuzey Kore devleti ve İsveç devleti, kategorik olarak devlet olarak kabul edilse de, aralarında gece ve gündüz kadar farklılık vardır.
Kuzey Kore’nin dayattığı değerleri, normları ve idealleri benimsememek Kuzey Kore devletince Kuzey Kore devletine ihanet olarak kabul edilse bile, bunun evrensel anlamda hiçbir önemi olamaz. Bu bağlamda, genel olarak devlete sadakat kavramı anlamsızdır. Önce, “hangi devletten bahsettiğinizi” netleştirmelisiniz. O devlete ihanetin neden bir sorun teşkil ettiğini ortaya koymalısınız.
Şimdi bırakalım Kuzey Kore’yi falan da, sadede gelelim.
Açık konuşmakta yarar var.
Türkiye evrensel insan haklarını sürekli, düzenli ve sistematik olarak ihlal eden, kendi anayasasına bile uymayan, kötü muamelenin, keyfi, kolektif, Sippenhaft (aile boyu) cezalandırmanın (tenkil ve takibatin) sıradanlaştığı, denetleme, fren ve kontrol mekanizmalarının ortadan tümüyle kalktığı, otoriterleşmenin ileri düzeye çıktığı bir devlet. Bu devlet Kürt Hareketi’ne ve Gülen Hareketi’ne mensup olanlara, Alevilere, Barış Akademisyenleri’ne, kadınlara, feministlere, LGBTQ+ kimlikli bireylere, Hristiyanlara, Yahudilere, ateistlere, deistlere, gerçek sekülerlere ve gerçek dindarlara – yani varlığına ve ideolojisine karşı tehdit olarak algıladığı ve ötekileştirdiği herkese zulmediyor. Zulme uğrayan insanların kendilerine zulmeden bu devlete sadık olmalarını beklemek rasyonel değildir. Kuzey Kore’ye sadık olmak ne kadar saçmaysa, mevcut Türkiye devletine sadık olmak da o kadar saçmadır.
Kişinin doğduğu topraklara sadık olması nedir peki? Öncelikle, dağın-taşın, denizin-gölün, ovaların-kentlerin falan tek başına, “insan unsuru” olmadan bir anlamı olmadığını belirtmek gerekiyor. Bir “toprak parçasına”, “vatana”, “yurda” sadık olmak, ancak insani değerlerle bir arada bir anlam ifade edebilir. O toprak parçası üzerinde yaşayan insanlar o toprağın değerini belirliyor. Zulmün sıradanlaştığı ve insanların büyük çoğunluğunun bunu hiç umursamadığı bir toprak parçasının görsel veya fiziksel güzelliği ne kadar anlamlı? Eminim Kuzey Kore de coğrafi olarak güzel bir ülkedir. Ama Kuzey Kore’de doğan bir Kuzey Kore’li vatandaş için bunun ne gibi bir önemi olabilir? Mesela Güney Kore’yi işgal etmeyi “vatan sevgisi” olarak empoze eden bir yönetimin bu distopik “idealini” benimsememek ne kadar vatana ihanettir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir diplomatının ülkesinin insan hakları ihlallerini savunmak zorunda kalması, herhangi bir memurun yolsuzluklar karşısında başını öte tarafa çevirmek durumunda kalması, bir akademisyenin susması, bir hakiminin başını öne eğip saraydan gelen talimata göre karar vermesi devlete sadakat olarak mı görülecek? Devlete sadakatten kastettikleri tam olarak budur. İttihatçıların imparatorluk yıkan, soykırımcı patolojik ruhunun şekillendirdiği CHP ile onun 1920 ve 1930’lardaki tek parti rejiminden evrilen ve hücresel seviyelerde otoriterlik sorunu olan bu devleti tam otoriterleştirdiler. O “devletin” suçlarına, zaaflarına, yanlışlarına ve defektlerine karşın, zulme uğrayan vatandaşlardan “ritüel ve mistik bir bağlılık” ve “mazoşist bir sadakat” beklemek, sanırım tam da Türkiye’de endoktrine edilen resmi tarihe uygun bir hamle olsa gerektir.
Bir devlete sadakat, o devletin ne olduğuyla ve ne olmadığıyla ilgili bir tutumdur.
Kimse insan öğütücü, hukuksuz, kuralsız bir devlete bağlılık hissetmek zorunda değil.
Hatta daha açık yazayım, kendilerine, çocuklarına, eşlerine, anne babalarına, kardeşlerine olanlara rağmen hala “devlet fetişizmi” yapmak, kuru milliyetçi reflekslerle ve teba alışkanlığıyla olan her şeyi sineye çekip “devletimi seviyorum” demek, anormaldir ve patolojiktir, ve sadece o devletin tüm yanlışlarını yeniden üretmeye, yani zulmün devamına hizmet eder.
Devlete, milli değerlere veya vatana sadakat sorunsalında altı çizilmesi gereken hangi devlet, hangi değerler, hangi değerlerin egemen olduğu vatan sorularıdır. Devlete, millete ve vatana sadakati o devletin başına gelen niteleyici sıfatlar, o değerlerin içeriği, o vatanın hangi değerler üzerine kurulu olduğu belirler. Hukuka saygılı, evrensel insan haklarının ve azınlık haklarının gereğini yapan, liberal demokratik ilkeleri benimsemiş seküler bir anayasal demokrasi varsa, o devlete, o devlet üzerindeki “civic millet” (anayasal kimlik) ve onun vatanına vatanperverce sadık olunur. Çünkü sadık olunan normlar, değerler ve özgürlüklerdir. Ancak kendi anayasasına bile uymayan, hapishaneleri düşünce suçlularıyla dolu, yargısı yolsuz ve otoriter siyasetçilere bağlanmış bir devlete, bunun normal olduğunu empoze eden “milli değerlere” ve bu düzenin normal olduğu vatana sadık olmak irrasyoneldir.
Devletin ıslahı gerekiyor. Devletin düzelmesini isteyenler, mevcut devleti eleştirmekle işe başlamalıdır.
Türkiyede Devletin bir politikasına karşı gelemezsin. Seni düşmanlaştırır diğer insanlara linç ettirir. Ama dikkat ettim İsrailliler savaşa karşı tepki koyabiliyorlar. Kimse onlara sen vatan hainisin, nankör demiyor. Bizde mesela Kuzey Suriye tezkeresini protesto eden yok. Olamaz çünkü Devlet Türkü sindirmiştir. Tepki gösterirsem komşularım vatan haini, PKK lı diye linç ederler. Halbuki savaşmanın haklı gerekçeleri kadar savaşmamanın da haklı gerekçeleri olabilir. Değer yargıların savaşa karşı olmayı gerektiriyordur. Bu değerlerini seslice dillendiremezsin. Yani Devlet savaşa karar vermişse kutsal olan savaşan Devlettir. Savaşmayan Devlet kutsal değildir artık. Devlet neye karar veriyorsa kutsal odur. O zaman insanın kendine ait bir kutsalı, değeri kalmıyor. Resmen Türkler bu Devlet altında eziliyorlar. Ama bunu kabul edemezler. Çünkü değerlerini yitirmiştir. Kendi başına bir değer üretsen hemen seni düşmanlaştırıp diğer değersiz insanlarla susturuyor. İnsanlar değerlerin ne olduğunu unutmuş, birbirine düşmanlığı değer sanıyor. Sanki kutsalı korumaya çalışan bir kişiymiş gibi. Bu da onun kendini iyi hissetmesine neden oluyor. Devlet saldır deyince saldırıyor. Çünkü değer arayışında ama yok. Bu şekilde bir senaryo ile kendine değer arıyor. Artık o adama ne anlatsan inanmaz. Hatta seni düşman olarak görür. İşte Devlet değerlerin hepsini aldı yerine düşmanlığı yerleştirdi. Düşmanlık Devletin en sevdiği şey. Herkes birbirine düşman olsun. Birlik bozulsun. Bu sayede insanlar korkutulsun. Tam şeytanın taktikleri bunlar. Devlete şeytanın sızdığını kimse fark edemiyor çünkü insanlar önce düşmanlık ama asıl güvensizlik ve korku içindeler. Devlet hepsini korkutmuş ama kimse ben Devletten korkuyorum demiyor. Çünkü yediremiyor. Bunun yerine Devletin yanında yer alarak korkusunu hafifletiyor ve daha çok düşmanlaşıyor. Bu öyle bir noktaya geliyor ki münafıkça kutsal Devlet dediği Devletin hukukunu kendi ayaklarıyla çiğniyor. Çünkü yukarıda anlattığım gibi kutsallık yalan.
Ne güzel izah etmişsiniz, bu bahse konu mevzu sadece devlet için değil tarikatler kemalisler spor kulüpleri ve Türkiyede yer alan istinasız her grup için geçerli bir davranış, malesef.
halbuki bütün doğrular doğru bütün yanlış yanlış olarak kabul edildiğinde bir hareket(ilerleme) durumu söz konusu olabilir