YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
Hallac-ı Mansur, İslam dünyasında en çok tartışılan isimlerden birisi oldu. Dile getirdiği “Enelhak” ifadesi ilk günden itibaren tartışılmaya devam etti. Bu sözü ile onun dinden çıktığını söyleyenler olduğu gibi, onun büyük bir evliya olduğunu kabul edenler de var. İdamına delil diye kayıtlara geçen sözler ise unutulacak gibi değil.
Hallac-ı Mansur, (d. Ağustos 858 – ö.Mart 922) İran’ın Fars eyaletinin Tur şehrinde doğdu. Uzun adı Ebü’l-Mugīs el-Hüseyn b. Mansûr el-Beyzâvî idi. Asıl adı Hüseyin olmasına rağmen Mansur, ya da Hallac-ı Mansur olarak bilindi.
Hallac, pamuk çırpanlara verilen bir isim. Bu ismin niçin kullanıldığına ilişkin farklı görüşler var. Bazıları babasının mesleğinden dolayı bu adın verildiğini nakleder. Oğlu Hamd’a göre ise insanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi alt üst ettiğinden dolayı “Hallac-ı Esrar” denildi. Zamanla sadece Hallac diye anılır oldu.
Bu konuda bir başka rivayet daha bulunuyor. Bir hallacın dükkanında olduğu sırada işyeri sahibi bir gerekçe ile dışarı gider. Adam dükkâna döndüğünde bütün pamukların çırpıldığını görür. Bu hali onun kerametine yorar ve ona “Hallac” adını takar (1).
Hüseyin, 12 yaşında Kur’an’ı ezberledi. Hafızlık eğitimini tamamladıktan sonra Tüster’e gitti. Burada iki yıl daha eğitim aldıktan sonra Bağdat’a geçti. Aralarında Cüneyd-i Bağdadi’nin de olduğu ünlü sufilerin sohbetlerine katıldı.
HALLAC, ZENC İSYANINA DESTEK VERDİ
Basra’ya geçtikten sonra burada Ebu Yakub Akta adındaki bir sufinin kızıyla evlendi. Abbasi halifesini tehdit eden Zenc isyanını burada yaşadı. Bazı kaynaklar, Hallac-ı Mansur’un Zenc isyanına sıcak baktığını yazıyor. Daha sonra Zenc isyancılarına destek vermekle suçlandı.
Dünyadan elini eteğini çekmiş bir halde hayatını sürdürürken kayınpederi ile şeyhi arasında şiddetli bir kavga patladı. Cüneyd-i Bağdadi, ondan sabırlı olmasını istedi. Hüseyin de kalkıp 896’da hacca gitti. Hac dönüşü Cüneyd’in sohbetlerine katıldı. Sorduğu bazı sorularına cevap alamayınca Cüneyd, Hallac’ı sohbetlerinden uzaklaştırdı.
Her mezhebin zor hükümlerini alıp uygulayan Mansur, 5 yıl sürecek bir yolculuğa çıktı. Horasan, Maveraünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaşıp vaazlar verdi. Ahvaz’a geçip yerleşmek istedi. Burada aleyhinde bazı girişimlerin ortaya çıkması üzerine 400 dolayında müridi ile birlikte ikinci kez Hicaz’ın yolunu tuttu.
Mekke’nin o dönemde en çok bilinen sûfilerinden olan Şeyh Abdullah el-Mağribî, kerametlerini çok duyduğu Hallac’ı adamları ile birlikte ziyarete gitti. Yerinde bulamayınca nerede olduğunu öğrenip Ebu Kubeys dağına yöneldi.
Şeyh dağa çıktığında Hallac’ı yalnız başına bir kayanın tepesinde oturup dua ederken buldu. Etrafını ıslatacak kadar vücudundan ter aktığını görünce hiç konuşmadan dönüp gitti. Bu durum üzerine yanındakilere şöyle dedi:
“Bu adam ileri derecede sabrediyor. Allah’ın kazasına katlanıp ve ondan korkup takva ediyor. Fakat yüklenemeyeceği ve kaldıramayacağı bir imtihan ile Allah onu sınayacak.” (2)
ÇEKEMEYENLERİN ŞERRİNDEN DİYAR DİYAR DOLAŞTI
Sûfî Ebû Ya‘kūb en-Nehrecûrî, etrafındaki insanların Hallac’a yöneldiğini görünce yoğun bir karalama kampanyası başlattı. Hallac, ailesini de yanına alıp bu kez Bağdat’a geçti.
Burada bir sene kadar kaldıktan sonra, ailesini müritlerinden birine teslim ederek, Hindistan’a doğru tebliğ amaçlı bir yolculuğa çıktı. Etrafında büyük bir Mansurî grup oluştu.
Mansur’u ölüme götürecek yolculuk bundan sonra başladı. Onun vasıtasıyla Müslüman olanların Mansur’a olan sevgileri, bazı çevreleri fazla rahatsız etti. Bunun üzerine 903 yılında üçüncü kez hac yolculuğuna çıktı.
Zamanını ibadet ve insanlarla sohbet ederek geçiriyordu. İnsanlarla konuşurken, Allah yolunda kendisini feda etmeye hazır olduğunu ifade etmeye başladı (3).
Aleyhindeki faaliyetler artıp müritleri tutuklanmaya başladı. Kendisini de aynı sonun beklediğini fark edince Ahvaz’a kaçtı. Vezir Hâmid b. El Abbas’a, Hallac hakkında dedikodular ulaştırılmaya başlandı. Hallac’ın ölüyü dirilttiği, cinleri kullanarak istediği her şeyi elde ettiğini söylediler. Dahası halifenin etrafındaki adamları kendisine çektiğini ihbar ettiler.
Bunun üzerine Vezir Hamid, halife Muktedir-Billah’tan Hallac ve adamlarının kendisine teslim edilmesini istedi. Hallac, birkaç adamı ile birlikte bulunduğu yerden yakalanarak 913’te Bağdat’a getirildi. İdam talebiyle kadı karşısına çıkarıldı.
Halifenin Türk asıllı annesi Şağab ve öteki vezir Ali b. İsa el-Kunnaî idam yerine daha hafif ceza verilmesini istedi. 8 yıllık hapis hayatında ziyaretçileriyle görüşmesine engel olunmadı. Ancak vezir Hamid, mahkemeyi idam kararı vermeleri için sürekli baskı altında tutuyordu.
Hallac’a yöneltilen suçlamalardan birisi, çevresindeki insanların onun ilah olduğuna ve ölüyü dirilttiğine inandığına ilişkindi. Kadılar bu suçlamaları yöneltince şu cevabı verdi:
“Allah korusun! Ben nasıl ilahlık iddiasında bulunayım, nasıl peygamber olduğumu iddia edeyim. Ben sadece Allah’a ibadet eden bir kulum.”
Vezir Hamid, bu sözlerinin gerçeği yansıtmadığını öne sürerek ölümüne fetva verilmesini kadılar heyetinden istemeyi sürdürdü. Vezir, zaman zaman hapishaneden getirtip İslam’a aykırı bir söz bulacağı düşüncesiyle bizzat sorguladığı zamanlar oldu. Ancak hiçbirinde onu suçlayacak tek bir söz bulamadı.
MEKTUPTA HAC SEVABI KAZANDIRACAK HAREKET ANLATILIYOR
Vezir Hamid, Hallac’ın yazdığı bir mektubu ele geçirdi. Mektupta şunlar yazılı idi:
“Eğer bir kimse haccetmeyi arzu eder de buna imkan bulamazsa, içine kimsenin girmediği temiz bir ev tespit eder. Hac mevsimi geldiğinde bir hacının Kabe’nin etrafını tavaf etmesi gibi burada döner. Sonra 30 yetim çocuğu bulur ve bunlara burada hizmetini kendisi yaparak yemek verir. Sonra da bunları giydirir ve ceplerine 7 dirhem para koyup gönderdiğinde hac etmiş gibi olur.”
Mahkemede mektup okunup sorulduğunda bu bilgiyi Hasan el-Basrî’nin “Kitabü’l-İhlas” adlı eserinden aynen aktardığını söyler. Bunun üzerine kadı, “Ey kanı mübah olasıca, doğruyu söyle” diye çıkıştı. Bu sözü duyan Vezir Hamid, kadıya, “Şu hitabını yazıver” der. Kadı Ebu Amr, Hallac’ı savunmak istemişse de Vezir, “kanı mübah olasıca” sözünü yazdırır ve bunu fetva olarak alır.
Hallac, hakkındaki ölüm fetvasının nasıl verildiğini görünce, “Kanım size asla helal değil. Dinim İslam ve mezhebim sünnet yolu. Ben bu uğurda kitaplar yazdım. Allah vekilim olsun” diye konuşur (4).
Hallac hakkındaki esas suçlama ise “Enelhak” (Ben İlahım) sözü idi. Bununla kendini tanrı olarak gördüğüne ilişkin söylediği sözler, yargılamaları sırasında ciddi bir suçlama olarak önüne konulmadı.
Mansur’un “Enelhak” dediği kitaplarında yer alan bir ifade. Bu sözlere kendisinin yazdığı “Kitâbü’t-Tavâsîn” adlı eserinde de yer veriyor. Sözünün tamamı şöyle: “Eğer Allah’ı tanımıyorsanız eserini tanıyın. İşte o eser benim, ben Hakkım, çünkü ebediyen Hak ile Hakkım.”
Divan’ında ise aynı konuya, “Ben sevgilimin kendisiyim, o da bendir; biz bir bedene hulûl etmiş iki ruhuz” diye yer verir (5).
HALLAC’IN BEDENİNİ PARÇA PARÇA DOĞRADILAR
Mahkemenin verdiği ölüm kararını Halife Muktedir-Billah hemen onayladı. Hallac-ı Mansur’a, 922 yılının Mart ayında önce bin kırbaç cezası uygulandı. Hiç etkilenmediği görülünce önce bir elini, sonra ayağını kestiler. Bir süre sonra da öteki eli ve ayağını gövdesinden ayırdılar. Bir süre de öyle bekletildikten sonra başı kesilerek idam edildi.
Başı bir mızrağın ucuna geçirilip Bağdat’ta Dicle nehri üzerindeki köprüye dikildi. Gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kafası iki gün sonra köprüden alındı ve çok sayıda mensubunun olduğu Horasan bölgesine ibret için gönderildi.
Ancak aradan kısa bir süre sonra Hallac’ın asıldığı yer türbe kabul edilip halk tarafından ziyaret edilmeye başlandı. Daha sonra yeni Vezir Ali b. Mesleme, göreve başlamadan önce Hallac’ın türbesine gidip dua etti. Bu hareket, Abbasi devletinin Hallac’tan özür dilemesi olarak kabul edildi.
Hallac’ın bir zındık olduğunu öne sürüp idamını isteyen kadıların yanı sıra, onun evliyadan olduğunu kabul eden mutasavvıflar da vardı. Başta eleştiren Cüneyd-i Bağdadî, İbn Atâ, Şiblî ve Nasrâbâdî gibi isimler onu savunanlar arasında yer aldı.
İSLAM TOPLUMUNDA DERİN İZLER BIRAKTI
Hallac-ı Mansur’un tasavvufî yaklaşımı, İslam toplumu üzerinde derin izler bıraktı. Hallac’ın görüşlerinden birisi, Hz. Muhammed’in ezeli bir nur oluşu fikri. Adem peygamber, henüz yaratılmamış iken o peygamber idi. Bütün nebiler, resuller, veliler ilim ve irfanlarını ondan aldılar. Hz. Adem bedenlerin, Hz. Muhammed ruhların babasıdır. Eğer o olmasaydı, hiçbir şey olmazdı (6).
Birlik fikrinin savunucusu olan Mansur için esas itibariyle bütün dinler de birdi. Aynı gerçeğe değişik açılardan bakmak, dinlerdeki farklılığı oluşturuyordu. Farklılık isimlendirmede ve şekildeydi.
İblis’in Hz. Adem’e secde etmemesini de onun Allah’a olan bağlılığı ile anlatır. Allah’ın, “Eğer secde etmezsen sana ebedî olarak azap edeceğim” uyarısına karşı, İblis’in “Bu azap içinde iken beni görecek misin?” şeklinde bir soru sorduğunu nakleder ve “Evet” cevabını alınca, “Beni görmen bu azaba katlanmama değer” dediğini hatırlatır. Hallac-ı Mansur, bunu İblis’in davasındaki samimiyeti olarak yorumlar (7).
Hallac, İslâm âlimleri arasında derin görüş ayrılıklarına yol açan bir isim oldu. Onun öğretilerine göre dört farklı yaklaşım ortaya çıktı.
– Bunlardan biri Hallâc’ı haklı bulan, onun görüşlerinin doğru olduğunu savunanlar.
– Diğeri bu görüşün tam karşısında yer alıp onu kâfir ve zındık sayarak şiddetle reddedenler.
– Başka bir grup ise dile getirdiklerinden dolayı onu mâzur görüp kendisine acıyanlar.
– Dördüncü grup da hakkında bir yargıya varmadan sessiz kalmayı tercih edenler.
DİPNOTLAR:
(1) Ahbarü’l-Hallac L. Massignon’un Quatre textes inédits, relatifs à la biographie d’al-Hallâj, Paris 1914, s. 49
(2) İbn Esir, İslam Tarihi, VI. s. 473, Hikmet Neşriyat 2016
(3) Hatîb, Târîḫ-i Baġdâd, VIII, s. 112-141.
(4) İbn Esir, İslam Tarihi, VI. s. 474-475
(5) Hallac-ı Mansur, Kitâbü’t-Tavâsîn, Tavasin Enel Hak, Yaba Yayınları 2012
(6) Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-Hafâʾ, I, 265; II, 130
(7) Attâr Feridüddin, Teẕkiretü’l-Evliyâʾ, s. 582-595. Gelenek Yayınları 2017