Hakan Şükür’ü buharlaştırmak

YORUM | Av. MEHMET TAHSİN

George Orwell’ın 1984 adlı kitabını ilk elime aldığımda henüz ortaokul veya lise çağlarımdaydım. Yaklaşık 40 yıl sonra İstanbul’dan sipariş ettiğim kitap listesine 1984’ü de ekledim. Daha ilk sayfalarda anlatılanlar nedense bana pek yabancı gelmedi. 

Orwell’ın 1949 yılında yayınlanan kitabında geçen olaylar 1984’ün Londra’sını anlatır. Londra, yeni dünya düzeninde Okyanusya ülkesinde bir şehirdir. Okyanusya’nın tek hakimi ise Büyük Birader’dir. Büyük Birader’in devasa fotoğrafları sokakta, devlet dairelerinde, apartman girişlerinde, merdiven başlarında olmak üzere her yerde karşınıza çıkmaktadır.

Ülkeyi dört bakanlık yönetir:

1) Haber, eğlence, eğitim ve güzel sanatlardan sorumlu Gerçek Bakanlığı

2) Savaştan sorumlu Barış Bakanlığı

3) Ekonomiden sorumlu Refah Bakanlığı

4) Asayişten sorumlu Sevgi Bakanlığı… 

Okyanusya için en büyük tehdit, Emmanuel Goldstein ve ‘Kardeşlik’ adını verdiği gizli örgüttür. Bir zamanlar parti yöneticisi ve Büyük Birader’le aynı seviyede olan Goldstein, sonradan karşı-devrimci faaliyetlere giriştiği için yakalanır ve idam cezasına çarptırılır. Ne var ki kaçmayı başarır. Artık Partiye karşı girişilen her türlü sabotaj, döneklik ve aykırılıkların sorumlusu odur. Her fırsatta Büyük Birader’e saldırıyor, partiyi diktatörlükle suçluyor, halen kaçıp sığındığı ‘düşman’ ülke ‘Avrasya’ ile bir an önce barış yapılmasını istiyordur. 

O günlerde televizyon henüz yaygınlaşmamıştır ancak devlet dairelerinde, okullarda, sokaklarda ve evlerde tele-ekranlar vardır. Hem de şimdiki televizyondan farklı olarak sizi izliyor, dinliyor ve size özel komutlar veriyordur. İşte bu tele-ekranlardan her gün belirli saatte yayınlanan ve herkesin izlemesi zorunlu Nefret yayınında başrolde her zaman Goldstein vardır. Okyanusya halkı, Nefret yayınını izlerken Goldstein’e karşı öfke çığlıkları atıyor, ellerine geçirdikleri objeleri ekrana fırlatacak kadar kendilerini kaybediyordur. 

Goldstein’in teorileri, gazetelerde yayınlanan haber ve makalelerde, tele-ekranlarda yapılan tartışmalarda binlerce defa çürütülüyor ancak nedense Goldstein’in Okyanusya üzerindeki etkisi bir türlü azalmıyordur. Bu yüzden Düşünce Polisi her gün operasyonlar yapıyor, Goldstein taraftarlarını tutukluyor. 

Tutuklamalar daima gece yapılıyor, Düşünce Polisleri adeta güç gösterisi yapar gibi yatağında uyuyan zavallı bir adamın yüzüne aniden tuttukları parlak ışıklarla uyandırıyor, ellerini kelepçeleyip bilinmez bir yere götürüyordur. Birçoğu mahkemeye bile çıkarılmıyor, haklarında tutuklama raporu bile düzenlenmiyordur. İsimleri sicilden siliniyor, yaptıkları her şeyin kaydı yok ediliyor, sanki öyle biri hiç yaşamamış gibi unutulması sağlanıyor ve buna ‘Buharlaşma’ deniliyordur.

Size de tanıdık geldi mi bu anlatılanlar? Gece sabaha karşı otomatik silahlı polislerle evleri basılarak alınanlar, her gün rejimin medyasında büyük bir suç işlemiş gibi afişe edilenler gözünüzün önünde belirdi mi? Benim belirdi. 

Allah’tan bizim ülkemizde böyle ceberut bir rejim yok, attığımız her adımı takip eden, evlerimizin içine kadar gözetleyen, bize ne yapacağımızı dikte eden ‘Büyük Birader’ yok, diye düşündünüz mü? Ben düşünmedim. 

Mesela benim en çok dikkatimi çeken ‘buharlaşma’ kavramı oldu. Tam da kitapta bu bölümü okurken telefonumun bildirim ekranına efsane futbolcu Hakan Şükür’ün bir twiti düştü.

Bir sosyal medya hesabı Süper Lig tarihinin skor katkısı en yüksek futbolcularını sıralarken 249 gol, 100 assist ile ilk sırada olması gereken Hakan Şükür’ü pas geçip ikinci isimden başlamış. Onlara göre futbol adına Türkiye’nin dünyaca tanınan markası Hakan Şükür diye bir futbolcu hiç olmamış. 

Yani buharlaştırılmış! Evet, Büyük Birader’e temenna durmadığı için, onun medyasında 7/24 yapılan ‘nefret’ yayınlarında çıkıp ‘hain’ ilan edilen birilerine küfretmediği için buharlaştırılmış bir isimdir Hakan Şükür. 

Sadece Hakan Şükür değil bir zamanlar ‘Büyük Birader’ ve yandaşlarının övgüde sınır tanımadıkları bir hareketin mensuplarının hem isimleri hem de eserleri buharlaştırıldı bu ülkede. Gazetelerine el konuldu, kapatıldı ve arşivleri silindi. Okullarına el konuldu isimleri silindi, buharlaştı. 

Boydak gibi, Koza İpek gibi, Nakiboğlu gibi devasa Anadolu sermayesi talan edildi isimleri silindi, buharlaştı.

Her biri çok değerli binlerce akademisyen, öğretmen, gazeteci, iş adamı… Ülke dışına çıkmak zorunda kaldı, geride kalan eserleri buharlaştı. 

Gerçek öyle değil elbette. Tabii ki hiçbiri buharlaşmadı. Ama öyle olduğuna inanmamızı isteyen birileri var. 1984 romanındaki Gerçek Bakanlığı isim değiştirmiş bugün İletişim Başkanlığı adını almış. 7/24 tele-ekranlardan kara propaganda yapıyor, bizleri yok sayıyor. 

Bizler yok olmadık. Evlerimiz, iş yerlerimiz, okullarımız, gazete veya televizyon binalarımız yok edilmiş, kitaplarımız yakılmış kül edilmiş olabilir. Ama biz buharlaşmadık, buradayız. Hala ülkemiz ve insanlık için dertleniyor, asırlık problemlere çözüm üretmeye çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz. 

Bu da size dert olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Müslüman coğrafyanın acıları, zulmün dinle meşrulaştırılmasından kaynaklanıyor. Ve bu meşruiyet sapması ilk kez Hz. Osman dönemi uygulamalarıyla ortaya çıktığı tartışmasız tarihi olgusal bir hakikattir. Bunu inkar etmek tarihin tekerrür etmesinde en önemli etkenlerden biridir.
    Yaşadığımız sorunları anlamak ve çözümlemek gibi bir derdiniz varsa hiç yorulmayın; çok büyük ihtimalle bunun cevabı geçmişte vardır. Zira insanoğlunun içinde bulunduğu en büyük handikap başına gelen sıkıntıları ilk sanıp tecrübesiz davranışlarla aynı hatalı çözümlemeye yönelmesidir. Zaten tarih tekerrür etmeseydi onca peygamber ve entelektüel aynı sorunlarla ne diye uğraşacaktı? Gerçekten insan Kuran’ın ifadesiyle çok cahil ve zalim bir türdür! Ahzab Suresi 72

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin