YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Modern Batı tarihi devrimler, iç savaşlar, sınıf çatışmaları tarihi. İnsanlar yüzyıllarca feodal beylerle, Monarşiyle, Kilise ile mücadele etmiş ve bütün bunlar karşısında büyük kazanımlar elde etmişler. Bireysel ve kollektif hakları koruma altına alan bir düzen kurulmasını sağlamışlar. Sanayi devrimi sonrası sermaye/fabrika sahipleri ile işçiler arasında Marksizmin “sınıf çatışması” olarak tanımladığı mücadele başlamış. Endüstrileşme işçi/emekçiden oluşan yeni bir sınıf çıkarmış ortaya. Önceleri bu kitleyi günde 18-20 saat çalıştırmış, ölmeyecek kadar ücret vermis, ezmişler. Batının sermaye terakümü bu ezilen işçiler üzerinden oluşmuş. Kendi ülkelerinde kendi insanları olan işçileri ezip devasa üretimler yaparken, diğer ülkelerde hammadde temini ve pazar için sömürgeler kurmuşlar. İşgal ettikleri coğrafyalarda sadece ham maddeyi, doğal zenginlikleri sömürmemişler; insanları zincirlerle yurtlarından koparmış, tarımda köle, sanayide ucuz emek olarak kullanmışlar.
Ancak ezilen kesimler hakları, özgürlükleri için ağır bedellere mal olan mücadeleler vermişler. Köleler özgürlüklerini, işçi sınıfı sosyal haklarını almışlar. Köleliğin sistematik hale getirildiği, işçilerin en fazla ezildiği batı ülkeleri bu mücadelelerin sonucu olarak bugün işçilerin en geniş sosyal haklara sahip olduğu sosyal devletlere dönüşmüş durumda. Yakın zaman kadar kadını insan dahi kabul etmeyen, siyahilerin beyazlarla aynı otobüsü, tuvaleti kullanamadığı ülkeler temel insan haklarının en iyi temin edildiği ve korunduğu coğrafyalar haline geldi. Batı toplumu deneme yanılma yöntemi ile hatalarından ders ala ala sağlam, insani bir hukuk, yönetim düzeni kurdu. Hayatın merkezine insanı koydular. Bu nedenledir ki dünyanın bütün coğrafyalarından itilen, dışlanan, ezilen insanlar, düşünen ve düşüncesinden dolayı zulme maruz kalanlar demokratik batı ülkelerine göçüyor. Açlıkla, sefaletle boğuşan ülkelerin halkları demokratik batı ülkelerinde işçi olabilmek için denizlerde/nehirlerde boğulma, yollarda telef olma pahasına batıya akın ediyorlar.
Tabiatı, coğrafyası harika, köklü geçmişi ve kültürü olan ülkelerin vatandaşları dahi iklimi, coğrafyası çok da cazip olmayan demokratik batı ülkelerine gidebilmek için türlü çileler çekiyorlar. Batı toplumları bu seviyeye yüzyıllar süren, faturası ağır mücadelelerin sonucunda geldi. Bireyin, insanın, temel hak ve özgürlüklerin bu medeniyetin temel taşı, zemini haline gelmesi milyonlarca cana mal oldu. O nedenledir ki bugün batıda bir gazeteciye dokunulduğunda toplum ayağa kalkar. Zira gazeteciye dokunmanın ona birey olarak dokunma olmadığını, gerçek niyetin düşünce ve ifade özgürlüğüne zarar vermek olduğunu bilirler. Bir kesime ayrımcılık yapıldığında yarın benzerinin başkaları tarafından ve başka sebeplerle kendisine de yapılacağının farkındadırlar. Bu sebeple batıda Müslümanların haklarını dahi yine en başta batılı aydınlar, aktivistler savunuyor. Camilere saldırı olma ihtimaline karşı bedenleriyle camilere, Müslümanlara siper oluyorlar. Batı toplumu sahip olduğu hak ve özgürlükleri hangi bedellerle elde ettiğinin biliyor ve bunu kaybetmemek için çok duyarlı, dikkatli davranıyor. Bu kazanımlara saldırı olduğunda net ve sert tepkiler veriyor.
Modern dünyada kabul gören temel insan hakları büyük oranda Kur’an’da ve İslam’da da güvence altına alınmış. Temel haklarla, mal ve can emniyeti ile ilgili pek çok ayet/hadis bulabilirsiniz. Ne var ki kutsal kaynaklardaki referanslara rağmen Müslümanlar kolayca bir diktatöre, bir zorbaya biat edebiliyor. Zulümle, haksızlıkla mücadele etmek yerine zulme/zorbaya teslim oluyorlar. Oysa Müslümanlar “Zulme ses vermek en büyük cihattır”, “haksızlığa sessiz kalmak dilsiz şeytan olmaktır”, “bir haksızlık/yanlış görürseniz onu elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin; ona da gücünüz yetmezse kalben buğz edin”, “adil olun zira takvaya en uygun davranış odur” gibi sayamayacağımız kadar çok ve açık İslami referansa sahipler. Fakat günümüz Müslümanları güç sahipleri, muktedirler için kolayca güdülebilen; makam sahiplerine mübalağalı saygı gösterilerinde bulunan sürüler gibiler. Hakkını aramak ve savunmak en büyük cihat iken ve hakkını, malını canını savunurken ölen şehit hükmünde iken Müslümanlar mücadele, direnç, azim gerektiren işlerde “itaat”, “asayişi bozmama”, “bağye girmeme” gibi telkinlere muhatap oluyor ve onlara itibar ediyorlar.
İslam’da Hristiyanlardaki gibi bir ruhban sınıfı yok
İlmi, ahlakı düzgün olan herkes dini açıdan Müslümanlara önderlik yapabilir; imam olabilir. Teoride durum böyle; ancak İslam tarihinde ilk asır hariç din adamlarının çoğu sultanların emrinde, hazineden beslenen, maaşlı insanlar oldular. Dolayısıyla sivil İslam’ın, insanların haklarının, özgürlüklerin müdafacısı olması gereken din adamları devletle olan bağımlılık ilişkisinden dolayı nasların değil, devletin ürettiği dini retoriklerin savunucusu olageldi. Şeyhülislamlar, müftüler devletin ve sultanların zulmünü baskısını meşrulaştırma, toplumun gazını alma ve halkı devlete boyun eğdirme misyonunu üstlendiler. Müslümanların devlet, güç, iktidar karşısında bu kadar uysal, teslimiyetçi, savunmasız kalmasında dini devlete bağımlı ve güçle uyumlu kılan din adamlarının büyük vebali vardır. Bugün ordu gibi kalabalık personeliyle Diyanet İşleri Başkanlığı bu görevi en ileri seviyede icra etmektedir.
Müslümanlar neden bu halde? Neden güce/iktidara bu kadar teslimiyet içindeler?
Çünkü Müslümanlar kollektif olarak bazı haklar ve özgürlükler için mücadele etmediler. Dinde olan ve Allah tarafından verilen, kimse tarafından kıyamete kadar değiştirilemez temel hakları dahi korumakta gereken özgüveni, cesareti gösteremediler. Demokratik değerlerle en uyumlu, en eğitimli İslami hareketlerde dahi benzer özellikler var. Maniplasyonlara, tahriklere, komplolara alet olmama yönündeki kaygılar, sokağa çıkmaktan, miting/gösteri türü şeylerden uzak durmaya, dolayısıyla hak arama konusunda pasif kalmaya neden olabiliyor. “Sövene dilsiz, dövene elsiz” olmak gibi yaklaşımların tasavvufta, sufizmde bir karşılığı olsa da gerçek hayatta bu anlayış zamanla insanların hakkını savunma refleksini öldürüp meşru ve gerekli hak arama becerisini yok edebiliyor. İnsanlar kendi en temel haklarını arama konusunda cesaretsiz, ürkek, kararsız davranabiliyor. Eğitimli, dünyayı bilen, bu konularda halka yol gösterecek insanlar dahi insiyatif almaktan, adım atmaktan çekiniyor. Cemaat halinde hareket etme alışkanlığı, yanlış yorumlanan -istişaresiz davranmama- prensibi bizi İslami, hukuki, insani en temel meselelerimizi savunamaz, onlar için mücadele edemez hale getirebiliyor.
Eserlerde, sohbetlerde “Dünyada tek hak sahibi hakkımı vermem diyendir”, “Hak verilmez, alınır” sözlerini yıllardır duyarız, anlatırız Ancak sanki yanlış tevekkül anlayışı, bireysel hareket kabiliyetinin gelişmemesi ve “birileri yapıyordur” şeklindeki naifliğimiz, eylemsizliğimiz hak aramayı engelliyor! Gösteri ve nümayişin en temel demokratik hak olarak tanındığı demokratik batı ülkelerinde dahi haklarımızı korumada, sesimizi duyurmada aynı çekingenliği sürdürüyoruz. Kanaatimce küçük riskler, ihtimaller var diye büyük kazanımlara sebep olacak, mağduriyetin duyulmasına, vicdanların harekete geçmesine vesile olacak imkanları, yöntemleri gereğince ve yeterince değerlendiremiyoruz.
Dünyada hakkı elinden alınan, gerçekten mağdur olan kimseler bir yerden talimat beklemeden, başka şeylere takılmadan türlü yollar geliştirerek harekete geçiyor, hakkını arıyor ve gerekirse ortalığı birbirine katıyorlar. Özellikle demokratik batı dünyasında bir kişinin/grubun hakkını aramak için yaptığı başkasına zarar vermeyen, şiddete yönelmeyen herşey saygı görüyor, kutsal kabul ediliyor, toplum-bireyler tarafından destekleniyor. Gösteri yapma, miting düzenleme, farklı şekillerde kamusal alanlarda kendini ifade düşünce ve ifade özgürlüğünün en temel yollarından.
Haklı kişi malını, canın savunurken ölürse şehittir
Eğer bir hak bireyi aşan bir hale gelmişse, haksızlığa göz yumma zulmün, baskının yaygınlaşmasına neden oluyorsa artık o hak bireysel olmaktan çıkmış amme hakkı haline gelmiştir. O hakkı almak için mücadele etmek de bireysellikten çıkar, hukuku ammeye ve hukukullaha girer. Kaldı ki bireysel dahi olsa haklı kişi malını, canını, hakkını savunurken ölürse şehit olur.
Gerek amme hukukunu koruma gerekse bireysel haklarımızı arama adına insanımızın mücadeleci, kararlı ve yırtıcı olmasına ihtiyaç var. Tevekkül hak aramada geçerli bir kavram değildir. Bir zalimin yaptığı haksızlıklar, gasp ettiği haklar karşısında susmak, eylemsizlik asla tevekküle girmez. Başa gelen ve geri çevrilmesi mümkün olmayan musibete tevekkül edilir; ama musibetten kurtulmak, sebep olanlardan hakkını almak için canhıraş mücadele gerekir. Hz. Yunus’un (a.s) balığın karnında dahi umudunu yitimeyip balığı tekmeleyerek istifraya zorlaması gibi sebepleri sonuna kadar zorlamak gerekir. Allah sevgili kulları olan Peygamberlere verdiği mucizeleri bile onların bazı eylemlerine bağlamış iken (Kızıldeniz’in yarılması için Hz. Musa’nın değneğiyle suya vurması, Hz Muhammed’in kuruyan su kuyusuna maya su katması vb) eylemsizlikle, beklemekle, başkalarından meded ummakla problemlerin çözüleceğini sanma tevekkül değil ancak tembellik, duyarsızlık olarak tanımlanabilir.
“Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilmez” düsturuyla hareket ederek gerek kollektif gerek bireysel haklarımızı cesaretle, kararlılıkla savunmalıyız. Zulme, haksızlığa maruz kalan müminler teslimiyet tavrıyla tiranların, zalimlerin işini kolaylaştırmamalılar. Hak aramada başka bir yerden teşvik, izin, talimat beklenmez; beklenmemeli! Hak arama doğal ve spontane bir davranıştır. Başkaları yapsın görelim”, “birileri yapıyordur herhalde” gibi yaklaşımlar miskinliğe, tembelliğe iter. O da insanları zelil ve itibarsız yapar.
Hak arama için rehber olabilecek iki meşhur atasözüyle konuyu kapatalım:
“El elin eşeğini ıslık çalarak ararmış”
Kurda ensen neden kalın diye sormuşlar: “her işimi kendim yaparım o nedenle” demiş!
Insan dusuncesi uretken kilmanin yolu dusunceyi ozgurlestirmekten gecer.Musluman temel referanslarina muhalefet etmeden her konuda varsa bir fikri ifade edebilmelidir.Allah bir dir , hz muhammed as Allahin elcisidir vs bunlari musluman tartismaz , ama bu konular dahil ortaya atilan her iddiaya ve dusunceye dair de diyecegi pek cok seyler olmalidir.hizmet temel referanslar temeline oturtulmus , her turlu dusunmeye , en engin mulahazalara genis kapilar acabilmis bir harekettir.Dusunceyi durdurdugunuzda hizmeti de durdurursunuz , dusundurdugunuzde dogruya yol alirsiniz.
Mahmut Akpinar hoca nin dusunceleri yeni dusuncelere de kapilar araliyor.Dogruya hep beraber ulasmak hakikatin pesine dusmekle olur ne kadar aci olurs olsun.iman bile ekiyorsa , yenilemek gerekiyorsa , teferruatta da yenilenmekten korkmamak siarimiz olmali.